Ayşe Övür kitaplarından Botter Apartmanı kitap alıntıları sizlerle…
Botter Apartmanı Kitap Alıntıları
Bazen susmak gerekir,duymak için
Zaman yok olan bir şey midir? Öyleyse, hatalarımız da zamanla birlikte yok olur mu?
Kimbilir, belki biz her şeyi yanlış biliyoruz. Belki yarım kalmış hayat yoktur. Sadece ömrü o kadardır.
İnsan, varlığını doğanın ortasında kaybetmemek için mekâna, delirmemek için zamana, kimliğini düşünmemek için ise başkasına ihtiyaç duyardı. Bu gezegende yaşayan her ölümünün, saklanacağı bir eve ihtiyacı vardı.
Dengede olmanın kudretini anlayabilen insan, mutluluk peşinde koşmaz.
İnsan, bedeninin içinde bir yere gömdüğü azapları, hoyratça ortalığa saçmamalı, nazikçe soymalı kabuklarını, zarafetle davranmalı kendine. Aksi halde yaşamak, katlanılamaz bir buhrana dönüşür.
Yaralı insanları ancak başka yaralı insanlar anlayabilirdi.
İnsanlar âşık olmaz, kendi özlerindeki aşka ayna tutabilecek, öteki insanları bulurlar.
İnsan, sürekli anlam peşinde koşar, değil mi? Özellikle, yaptığı her şeye geçerli bir neden bulma çabası entelektüel insanın çilesidir. Sanki her eyleminde mutlaka bir değer, bir farkındalık olmak zorundaymış gibi..
Evren yaşadığımız gezegenin hiçbir noktasında, an’ın, birebir yansımasına izin vermez.
Zaman yok olan bir şey midir? Öyleyse, hatalarımız da zamanla birlikte yok olur mu?
Eğer insan nesli olarak, dünya dediğimiz şu seyyarede hâlâ delirmeden yaşayabiliyorsak bunu gerçeğin tüm hallerini olduğu gibi görüp, kabul etme gücümüze borçluyuz. Yaşam nehri, türlü hallerde akar. Kuru bir pınarın başında durup beklemenin varlığa ihanet olduğunu, kafamızı çevirip bakıversek hemen öteki tarafımızda gürül gürül akan tertemiz, nice kaynaklar bulabileceğimizi bazen unutuyoruz ama unutmamalıyız. Çünkü bu gerçek..
O an’ın içinde donup kalırsın Geri kalan hayatın, hep o donmus an’ın içinde geçer Her attığın adımda, her söylediğin sözde,
her dinlediğin müzikte, her okuduğun kitapta vicdan azabı takip eder seni. Issızlığın ortasında çırılçıplak kalırsın. Zamanın
içine bir türlü karışamazsın, zaman etrafında döner durur, insan suretleri görürsün çevrende kıpırdayan, sen zincirlerinden vicdanına bağlı bir esir gibi sadece seyredersin. Zaman, hep haklı
olup olmadığını sorgulamakla geçer.
her dinlediğin müzikte, her okuduğun kitapta vicdan azabı takip eder seni. Issızlığın ortasında çırılçıplak kalırsın. Zamanın
içine bir türlü karışamazsın, zaman etrafında döner durur, insan suretleri görürsün çevrende kıpırdayan, sen zincirlerinden vicdanına bağlı bir esir gibi sadece seyredersin. Zaman, hep haklı
olup olmadığını sorgulamakla geçer.
İnsan, varlığını doğanın ortasında kaybetmemek için mekâna, delirmemek için zamana, kimliğini düşünmemek için ise başkasına ihtiyaç duyardı. Bu gezegende yaşayan her ölümlünün, saklanacağı bir eve ihtiyacı vardı.
İnsan, sürekli anlam peşinde koşar, değil mi? Özellikle, yaptığı her şey geçerli bir neden bulma çabası entelektüel insanın çilesidir. Sanki her eyleminde mutlaka bir değer, bir farkındalık olmak zorundaymış gibi.
Sana şunu söyleyeyim, merdiven
çıkmaya başladığında en zor olan, ayağını birinci basamağa kadar yükseltmektir. Sonra bir süre inançla ilerlersin. Genelde yolun ortasına gelince, içinde bırakma hissi doğar. İşte bu pek çok kişinin geçemediği, ikinci sınavdır. Eğer atlatabilirsen, artık seni
tutabilecek hiçbir güç kalmaz.
çıkmaya başladığında en zor olan, ayağını birinci basamağa kadar yükseltmektir. Sonra bir süre inançla ilerlersin. Genelde yolun ortasına gelince, içinde bırakma hissi doğar. İşte bu pek çok kişinin geçemediği, ikinci sınavdır. Eğer atlatabilirsen, artık seni
tutabilecek hiçbir güç kalmaz.
Rüyalarımızda gördüğümüz cenneti,gözümüzü açtığımızda kaybederiz.
Sadece derin kederleri olan insanlar şifacı olabilirdi.
Yaralı insanları ancak yaralı insanlar anlayabilirdi.
İnsan, varlığını doğanın ortasında kaybetmemek için mekâna, delirmemek için zamana, kimliğini düşünmemek için ise başkasına ihtiyaç duyardı.
Ne hücrelerimizdeki acıyı yok edebiliriz ne de kederi. Onları ancak far edip görebilirsek hafifletebiliriz ama yine de yok edemeyiz. Şimdi hissedilenler, birileri tarafından yüzyıllar önce de hissedildiler. Onlarca asır önce de.
İnsan yaşamı boyunca hep, çocukken de eksikliğini yaşadığı şey her neyse onu arar.
“Bazen bilmemek insanı özgür kılar.”
Bazen insanlar büyük günahlar işlerlerdi, başka günahları temizlemek için.
“Olanı değiştiremeyiz ama görüp helalleşebiliriz.“
“Hani sen demiştin ya, dengede olmanın kudretini anlayabilen insan, mutluluk peşinde koşmaz diye. Haklısın galiba.”
“Arayanların bulamadığı, bulanların da ancak arayanlar olduğu ikilemi değil miydi gerçeğin bilindik tanımı?”
Mevlevi, “ İnsanlar âşık olmaz, kendi üzerindeki aşka aynı tutabilecek, öteki insanları bulurlar,” derdi.
“Dünya, felaketlerin tekrarı üzerine kuruludur,”demişti Mevlevi.
Nazarlık dövmesini evlenmeden evvel annesi yaptırmış. Gittiği hanede gün görsün diye…
Zaman kelimesi çok ağır. Tıpkı tarih gibi. İnsanlar hep parçalara ayırarak hatırlamak istiyorlar bu yüzden.Yıl, ay, gün, saat, dakika, saniye, olmadı mikro saniye falan. Ama iyi tarafı da var. Böyle parçalara, katmanlara böldüğümüz için basamak basamak geriye gidip, geçmişte yaşadıklarımızı sağaltabiliyoruz .Değiştiremiyoruz ama başka bir açıdan bakıp yaşadıklarımıza verdiğimiz anlamlari yumuşatabiliyoruz.Zamanın, insanı olumsuz olaylardan uzaklaştırıp, iyileştiren bir gücü olduğunu düşünüyorum.
“İnsan, sürekli anlam peşinde koşar, değil mi?Özellikle, yaptığı her şeye geçerli bir neden bulma çabası entellektüel insanın çilesidir.Sanki her eylemde mutlaka bir değer, bir farkındalık olmak zorundaymış gibi. Sen de İstanbul’a geldiğin için kendine bir neden arıyorsun hep. Sanki bu şehire gelmekle bir kusuru işlemişsin de, kendini haklı gösterecek bir dayanak arar gibisin.”
Bir de gülemiyordu İstanbullular.Düşlerinin gücüne inanmadıkları için belki de…
Ayın ve güneşin ışığının, karanlıkta yaktığımız mumun alevinin bile eski olduğu çoktan ispatlandı. Tıpkı hepimizin aslında zamanı dolmuş birer yıldız tozu olduğunu ispatladıkları gibi…
“Bazen susmak gerekir, duymak için “ diyen şair haklıydı.
merdiven çıkmaya başladığında en zor olan, ayağını birinci basamağa kadar yükseltmektir. Sonra bir süre inançla ilerlersin. Genelde yolun ortasında gelince, içinde bırakma hissi doğar. İşte pek çok kişinin geçemediği, ikinci sınavdır.Eğer atabilirsen, artık seni tutabilecek hiçbir güç kalmaz, dedi.
İnsanın kendini tanıması, sorunlarını görmesi zor olabilir.
“Büyük sanat eserlerinin konusunun hep acı güzel olması, insanlık için utanılacak bir gerçek, değil mi?” dedi.
Dünya garip bir yer.Ötekileri karşı şiddet kullanmayı kendi haklı sanan milyonlarca insanı toplamak hiç zor değil biliyorsun sen de.”
İnsan, çocukken dünyayı kurcalamadan, eşmeden , gördüğü gibi kabul ettiği için olmalıydı.Babaların doğuştan baba, annelerin doğuştan anne, zenginlerin doğuştan zengin, fakirlerin doğuştan fakir, hizmetçilerin ise doğuştan hizmetçi olduğunu zannederlerdi.
“Herkes gibi bir ölümlüyüm. Onurlu kalabilmek, boşuna yaşamış olmamak için hataları mı aklamaya çalışmadan, olduğu gibi görüp kabul edeceğim. Aksi durumda…”
“Zaman yok olan bir şey midir? Öyleyse, hatalarımız da zamanla birlikte yok olur mu? “
Mevlevi, “Eğer insan nesli olarak, dünya dediğimiz şu seyyarede hâlâ delirmeden yaşayabiliyorsak bunu gerçeğin tüm hallerini olduğu gibi görüp, kabul etme gücümüze borçluyuz.Kuru bir pınarın başında durup beklemenin varlığa ihanet olduğunu, kafamızı çevirip bakıversek öteki tarafımızda gürül akan tertemiz, nice kaynaklar bulabileceğimizi bazen unutuyoruz ama unutmamalıyız.
Çünkü bu gerçek,”
Çünkü bu gerçek,”
Mevlevi ise, “Zamanın ileriye doğru akmadığını, çember çizerek evreni sardığını, işte bu yüzden gelecek ve geçmişin olmadığını, tek varlık anının sadece şimdi olduğunu, bunun daha zamanın mükemmel bilgiliğinin en önemli kanıtı olduğunu,”söylemişti.
Çağrıldığı hiçbir ayini kaçırmamaya özen gösteren Kaan’ın tanrı inancıyla ilgili düşünceleri öğrencilik yıllarından bu yana değişmese de ötekilerin kalpleri ile arasındaki mesafeyi kısaltmıştı.
Duvarları arasında ömrünü geçiren insanların gölgeleri, artık ölü bile olsalar, her yerdedirler.
Rüyalarımızda gördüğümüz cenneti, gözümüzü açtığımızda kaybederiz.
İnsanlar aşık olmaz, kendi özlerindeki aşka ayna tutabilecek, öteki insanları bulurlar.
Evren, yaşadığımız gezegenin hiçbir noktasında, an’ın, birebir yansımasına izin vermez.
Zaman yok olan bir şey midir ? Öyleyse, hatalarımız da zamanla birlikte yok olur mu ?
Eğer insan nesli olarak, dünya dediğimiz şu seyyarede hala delirmeden yaşayabiliyorsak bunu gerçeğin tüm hallerini olduğu gibi görüp, kabul etme gücümüze borçluyuz. Yaşam nehri, tüm hallerde akar.
Eğer insan nesli olarak, dünya dediğimiz şu seyyarede hâlâ delirmeden yaşayabiliyorsak bunu gerçeğin tüm hallerini olduğu gibi görüp, kabul etme gücümüze borçluyuz. Yaşam nehri, türlü hallerde akar. Kuru bir pınarın başında durup bek lemenin varlığa ihanet olduğunu, kafamızı çevirip bakıversek hemen öteki tarafımızda gürül gürül akan tertemiz, nice kaynaklar bulabileceğimizi bazen unutuyoruz ama unutmamalıyız.
Bizim bu tarafa Pera denir. Yunancada ‘karşı’ demek. Bu şehirde yaşayanların ruhunda bölünmüşlük duygusu vardır hep. Bugün de Avrupa yakasında yaşayanlar, Asya tarafına ‘karşı’ derler. İstanbul ahalisi karşı taraflar yaratmayı hep becermiş dedi.
Ölülerin uğultuları bir ormanda,bir de harabelikte işitilir.
Gerçek olmadıklarını bilsen bile efsaneler insanı uyuşturur,rahatlatır.
Mevlevi, “İnsanlar aşık olmaz,kendi özlerindeki aşka ayna tutabilecek,öteki insanları bulurlar, “derdi
“Esta,bir insanın psikiyatrist olması,onun sinirlenmeyen,üzülmeyen,kırılmayan çok güçlü biri olduğu anlamına gelmiyor maalesef. “
Sana şunu söyleyeyim,merdiven çıkmaya başladığında en zor olan,ayağını birinci basamağa kadar yükseltmektir. Sonra bir süre inançla ilerlersin. Genelde yolun ortasına gelince,içinde bırakma hissi doğar. İşte bu pek çok kişinin geçemediği ikinci sınavdır. Eğer atlatabilirsen,artık seni tutabilecek hiçbir güç kalmaz.
“İstanbul’un geçmişini sarayların görkeminden arayanların,gerçek tarihçi olduğunu düşünmüyorum. Eskinin asıl meraklıları,bakacakları yerin viraneler olduğunu bilirler.
Gece yarısını geçtiği halde Boğaz`ın karşı tarafında arka arkaya atılan havai fişekler gökyüzünde patlıyordu. “Kimbilir kaç tane kuş,bunlar yüzünden telef oluyor. “
“Gecmiş yüzyılda yaşamış bir yazar: ‘İnsan, bedeninin içinde bir yere gömdüğü azapları, hoyratça ortalığa saçmamalı, nazikçe soymalı kabuklarını, zarafetle davranmalı kendine. Aksi halde yaşamak, katlanılamaz bir buhrana dönüşür.’ diyordu bir kitabında.”
“Sen, o eski eşyaların içinde kendi geçmişinden bir parçayı arıyorsun.”
“İnsan mutlu olmayı mı ister yoksa dengede kalmayı mı?”
Arayanların bulamadığı, bulanların da ancak arayanlar olduğu ikilemi değil miydi gerçeğin bilindik tanımı?
Artık biliyordu. Sadece derin kederleri olan insanlar şifacı olabilirdi.
İnsan, bedeninin içinde bir yere gömdüğü azapları, hoyratça ortalığa saçmamalı, nazikçe soymalı kabuklarını, zarafetle davranmalı kendine. Aksi halde yaşamak, katlanılmaz bir buhrana dönüşür.
İnsan mutlu olmayı mı ister, yoksa dengede kalmayı mı?
Eğer insan nesli olarak, dünya dediğimiz şu seyyarede hala delirmeden yaşayabiliyorsak bunu gerçeğin tüm hallerini olduğu gibi görüp, kabul etme gücümüze borçluyuz. Yaşam nehri, türlü hallerde akar. Kuru bir pınarın başında durup beklemenin varlığa ihanet olduğunu, kafamızı çevirip bakıversek hemen öteki tarafımızda gürül gürül akan tertemiz, nice kaynaklar bulabileceğimizi bazen unutuyoruz ama unutmamalıyız.
Çünkü bu gerçek.
Çünkü bu gerçek.