İçeriğe geç

Bizsiz Dünya Kitap Alıntıları – Heinz Helle

Heinz Helle kitaplarından Bizsiz Dünya kitap alıntıları sizlerle…

Bizsiz Dünya Kitap Alıntıları

&“&”

İnsan bir şey yaptığı esnada ayrıca, bir şey yaptığını düşünürse yaptığı şeyi daha kötü yapar, çünkü bir şeyi yapmak veya düşünmek için ihtiyaç duyduğu gücün bir kısmını, Ne yapıyorum ben burada?" diye düşünmek için harcar.
Reçete yazılırkenki tavır, doktorun, teşhisini açıklarkenki ses tonu veya prospektüsün boyutu hoşuna gitmediği için, kendisine iyi gelebilecek ilacı almak istemeyen bir hasta gibi hissediyorum kendimi ve yine böyle şeyler düşünmeye başladığımı fark ediyorum. Sesleri çoğalıyor, sayıları artıyor.
Ekonomik krizler, entegrasyon tartışmaları ve gezegendeki savaşlar saat kadar küçük ve önemsiz gelir insana, şimdi’nin şu tesadüfi emaresi, gerçekliğin ölçü birimi saat kadar önemsiz. Ölçülebilecek kadar sıkıcı olan bir gerçekliğin.
Günün birinde, ben olmanın ne demek olduğunu bulurlar belki"
Bilincin ne olduğunu bilinmek isteniyor son sözcüklerin bir yardımı dokunmadığını sonunda anladığımda tek kelime etmedim, sözcükler bilincin, deneyimin ve bununla birlikte yaşamın ölümüdür.
Biraz önce ben olmayan bir şeyin ben oluşunu hissediyorum, bir parçam haline geliyor, içimin derinliklerinde bir yerde, karanlıkta bu süreç yaşanıyor. Su benim sıcaklığımı, rengimi, biçimimi alıyor.
İnsan bir şey yaptığı esnada ayrıca, bir şey yaptığını düşünürse yaptığı şeyi daha kötü yapar, çünkü bir şey yapmak veya düşünmek için ihtiyaç duyduğu gücün bir kısmını, &‘Ne yapıyorum ben burada?’ diye düşünmek için harcar.
İnsanların yüzde yetmiş iki sudan oluştuğunu hayal ediyorum. Güneşin etrafında saatte yüz yedi bin iki yüz sekiz kilometre hızla dönen bir kürede yaşadığımızı hayal ediyorum. Yaşam ve ölüm arasında gidip gelen bir kedi hayal ediyorum. Pi sayısını hayal ediyorum. Köşeli bir yuvarlak hayal ediyorum.
İçimden teşekkür etmek geliyor, çünkü gerçekten var olduğumu günlerdir ilk defa hissediyorum.
Ne bir şey görüyoruz ne de duyuyoruz artık, orada öylece duruyoruz sadece, herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda.
Artık ilgilenmiyorlar bizle. Artık biz de bizimle ilgilenmiyoruz.
Dünyada yalnız olduğuna inanıyor musun gerçekten.
Yaşamımda bu kadar iyi insan varken neden mutlu değilim, diye soruyorum.
Birbirimize eskisi kadar sıkı, eskisi kadar uzun sarılmıyoruz, ben onu ondan önce bırakıyorum, o beni benden önce.
Göğün, üzerimize yağdırabileceği daha çok suyu varmış gibi bir hali var.
Yanağından öpüyorum ve onu kolumla sarıp kendime doğru çekiyorum, parmaklarım omuzlarını sımsıkı tutuyor, oysa tutmaya çalıştığım tek şey kendimim.
Bir yerlerdeyiz. Belki evde, belki kahvaltı verilen bir kafede, belki de bizi nostajik sebeplerle davet etmiş uzak bir tanıdığın düğününde.
Herkesin istediği şeye sahibiz, herkesin yaptığını yapıyoruz.
Hiçbir çağrının diğerleriyle bir ilişkisi yok, hepsinin çağrı olması dışında.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Kafamdaki kelimeler mevcut değiller, diyorum kendime kafamdaki kelimelerle.
Kapalı gözkapaklarımın arasından ışığı hissediyorum.
Benim problemim, her şeyi neden deneyimlediğimiz sorusu.
Bazı şeyleri sadece düşündüğüm müddetçe kimseye bir zararı dokunmuyor.
New York’a inişe geçiyorum. Kontrollü alçalmanın yalancı huzuru.
“…kendine has, bağımsız olan her şeyi boğuyor kelimeler…”
Kafamdaki kelimeler mevcut değiller, diyorum kendime kafamdaki kelimelerle.
“.. bir kadını seviyorum, ama galiba bir gün onu sevmeyi bırakacağım ve bunun mümkün olduğu bir dünyayı reddediyorum.”
Gülüşleri gerçek mi göremiyorum, etraf çok karanlık.
İnsan bir şey yaptığı esnada ayrıca, bir şey yaptığını düşünürse yaptığı şeyi daha kötü yapar, çünkü bir şey yapmak veya düşünmek için ihtiyaç duyduğu gücün bir kısmınıNe yapıyorum ben burada?" diye düşünmek için harcar.
Hayır. Sen yaşamanın ne demek olduğunu anlamıyorsun. Yaşamak tam da bu çünkü. Bir varsın. Bir yoksun. Hepsi bu kadar. Dünya biz olmadan da dönmeye devam edecek.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Seni üzen ne?
Her şey*
Önemli olan şeyler, sadece şeyler ve her şeyin içinde kendine has, küçük bir bilinç var, bizim, benim veya seninki gibi kompleks, benmerkezci bir bilinçten yüz defa, milyonlarca defa daha küçük, hakiki ve gerçek bir bilinç, biz dünya değiliz, dünya dışarıdaki şeyler.
Bilincin ne olduğu bilinmek isteniyorsa sözcüklerin bir yardımı dokunmadığını sonunda anladığımdan tek kelime etmedim, sözcükler bilincin, deneyimin ve bununla birlikte yaşamın ölümüdür.
Çünkü aslında tek söylemek istediğim, aşikâr olan, herkesin bildiği bir şey, yani şu: İnsan bir şey yaptığı esnada ayrıca, bir şey yaptığını düşünürse yaptığı şeyi daha kötü yapar, çünkü bir şey yapmak ve düşünmek için ihtiyaç duyduğu gücün bir kısmını Ne yapıyorum ben burada?" diye düşünmek için harcar.
+ Hiçbir içeriği olmayan bir düşünce tahayyül etmekte zorlandığımdan, düşünceleri beyinsel faaliyetin işlevsel yapıları olarak görüyorum, hem içeriksiz bir düşüncenin bir işlevi nasıl olabilir ki?

– Düşüncenin işlevi, herhangi bir işleve sahip olmamaktır.

Sen yaşamanın ne demek olduğunu anlamıyorsun. Yaşamak tam da bu çünkü. Bir varsın. Bir yoksun. Hepsi bu kadar. Dünya biz olmadan da dönmeye devam edecek.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kendime, yaşamımda bu kadar iyi insan varken neden mutlu değilim, diye soruyorum.
Onunla bu konu hakkında konuşmayı düşünüyorum, ama duraksıyorum. Ne demek istediğimi anlamayacağından mı korkuyorum, yoksa söyleyemeyeceğimden mi, tam olarak bilemiyorum.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Güzeliz. İnsanların mutlu olarak adlandırdığı şeyiz.
Yüzümdeki gülümseme için güç harcamama gerek kalmıyor, gülümsemem ben bir şey yapmadan orada, benden bağımsız.
Bir pencereden, kimileri için her şey demek olan, çokları için çok şey ifade eden ve kimse için bir hiç olmayan bir şehre bakıyorum.
Hiçbir şey yapmak zorunda olmama özgürlüğü, her şeyi yapabilecek olma baskısı, şu ya da bu şeyin her yerdeki, insanın ruh hali ve bakış açısına göre kaba veya yumuşak olabilen varlığı. Hayatta olmayı görmezden gelememe.
Benim problemim, bir kadını seviyorum, ama galiba bir gün onu sevmeyi bırakacağım ve bunun mümkün olduğu bir dünyayı reddediyorum.
Hisler de hakikaten biraz karmaşık şeyler, hakikat falan, ne demek istediğimi anlıyor musunuz?
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Benim görevim sorunlara çözüm bulmak. Herkesin görevi bu. Görevlerimiz sadece sorununa göre farklılık gösteriyor.
Düşündüğümü hiçbir zaman söylemediğim için üzgünüm.
insan bir teras bara belki de bu yüzden gidiyordur, kendisi büyüsün, dünya küçülsün diye. Veya dağlara bu yüzden çıkıyordur. Veya kaldırıma.
Kendime, yaşamımda bu kadar iyi insan varken neden mutlu değilim, diye soruyorum.
Hiçbir şey yapmak zorunda olmama özgürlüğü, her şeyi yapabilecek olma baskısı
Derken başlıyor, düşüş, bir kar tanesi, beş, bin, milyonlarca, benim etkimden azade, benden bağımsızlar, yukarıdan aşağıya düşüyorlar, ben yatay olarak aralarından geçip düşüyorum.
Benim problemim, ben bir felsefeciyim ve bilinçle uğraşıyorum, yani önceleri ruh adını verdikleri şeyle ve bazen, bilinç sadece bir illizyondur, diyenlerin haklı olabilme ihtimali beni korkutuyor, çünkü eğer haklılarsa, öldüğümüzde sadece ölmüş olacağız işte.
,bir gün cevaplar bulabilecek duruma gelecek miyiz,
Biraz problemlerimiz üzerine konuşuyoruz, bu problemler bizi uykumuzdan ettiğinden değil, işimiz problem sahibi olmak olduğu için.
İstemek bana insanın ne kadar istese de kontrol altına alamadığı bir şeymiş gibi mi geliyor, diye düşünmeye başladım yine, diye düşünüyorum.
Günün birinde, burada olmanın, bunu görmenin ve o esnada bunu hissetmenin ne demek olduğunu bulacaklar belki. Ben olmanın ne demek olduğunu.
..çünkü senin türüne mensup olanların, kendilerine büyük anlam ifade eden bir şeye sahip olmaları, yaşamlarında silah ve şiddet olmadan uğruna savaştıkları bir şeyler olması sevindiriyor seni.
…Gürültü var. Işıklar. Tüketime, hazza, bir filme veya etkinliğe gitmeye, bir güzellik idealini veya bir sosyal rolü benimsemeye teşvik eden çağrılar. Hiçbir çağrının diğeriyle bir ilişkisi yok, hepsinin çağrı olması dışında. Bu kodların altında yatan yapıyı anlayamıyorum, bir yöntem, bir hedef göremiyorum, hepsi sadece tek başına bir anlam taşıyor, bir araya geldiklerinde bir duygular, kanaatler, yükümlülükler ve düşler bataklığını meydana getiriyorlar. Görüntüler, kelimeler. Sis. Kirli kar çamurunun içinde bir çocuk ayakkabısı. Taksiler. Hiçbir şey yapmak zorunda olmama özgürlüğü, her şeyi yapabilecek olma baskısı, şu ya da bu şeyin her yerdeki, insanın ruh hali ve bakış açısına göre kaba veya yumuşak olabilen varlığı. Hayatta olmayı görmezden gelememe.
Fonksiyonalist ile reprezentasyonalist, teodise sorusunu sormadan Tanrı üzerine konuşuyor, anlamsız değil bu, çünkü onlar için kötü" yok, evrim açısından fonksiyonel olan ve evrim açısından fonksiyonel olmayan şeyler var, bunlardan bazıları reprezente ediyor, diğerleri reprezente ediliyor, hepsi bu.
Bilincin ne olduğu bilinmek isteniyorsa sözcüklerin bir yardımı dokunmadığını sonunda anladığımdan tek kelime etmedim, (..) her şeyin içinde kendine has küçük bir bilinç var, bizim, benim veya seninki gibi kompleks, benmerkezci bir bilinçten yüz defa, milyonlarca defa daha küçük, hakiki ve gerçek bir bilinç, biz dünya değiliz, dünya dışarıdaki şeyler.
(..) sahte rahatlık, dürüst korku.
(..) parmaklarım omuzlarını sımsıkı tutuyor, oysa tutmaya çalıştığım tek şey kendimim.
Kafamdaki kelimeler mevcut değiller, diyorum kendime kafamdaki kelimelerle.
Ve anlam kademelerinin bulanıklaşmasına karşı bir ilaç var mı, bilmiyorum.
Hiçbir şey bilmiyorlar.
Düşündüğümü hiçbir zaman söylemediğim için üzgünüm.
Yaşamak tam da bu çünkü. Bir varsın. Bir yoksun. Hepsi bu kadar. Dünya biz olmadan da dönmeye devam edecek.
… gözlerim açık yatıyorum ve kendime, yaşamımda bu kadar iyi insan varken neden mutlu değilim, diye soruyorum.
Yürüyorum.
Doğru yolda mıyım, diye soruyorum kendime.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir