İçeriğe geç

Biz Müslüman Mıyız? Kitap Alıntıları – Muhammed Kutub

Muhammed Kutub kitaplarından Biz Müslüman Mıyız? kitap alıntıları sizlerle…

Biz Müslüman Mıyız? Kitap Alıntıları

İslam’ın belirttiği ibadet Allah ile daimi bir münasebet kurmaktır; her anı O’nun huzurunda olduğunun şuuruyla yaşamaktır.
Aileler çöküyor. Ahlak bozuluyor. Çeşitli cereyanlar karşısında sinirler geriliyor. Öyle delilik, sinir bozukluğu, çeşitli ruh ve kalb hastalıkları gibi insanlığın bugün şahit olduğu hâdiselere tarihin hiçbir devrinde hiçbir nesil muhatab olmamıştır..
İnsan gerçekten insan olmak istiyorsa ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi sıfatıyla seçkin yerini korumayı düşünüyorsa sorumluluklarını yerine getirmeye mecburdur.
Eski Müslümanlar bilmekte idi ki, Müslüman bir toplum olmadıkça islam olmaz.
İslam’ın belirttiği ibadet Allah ile daimi bir münasebet kurmaktır; her anı O’nun huzurunda olduğunun şuuruyla yaşamaktır.
Kur’an harikası olan ilâhî ahlâk İslâm diyarında çoktan gömülmüştür
“Müslümanlar Allah’tan başka ilah yoktur,Muhammed Allah’ın Resulüdür diye bildiğimiz şehadeti anlamadılar.Onu sadece dilde tekrarlanan ve ağızlarda telaffuz edilen bir cümle olarak almışlardır !”
Kuran’a göre Allah’ın bütün insanlık tarihi boyunca amacı, yeryüzünde kendine ve insan cinsine karşı işlenen zulüm ve ahlâksızlıkları ortadan kaldırarak O’na ve insanlara karşı ahlaklı davranan bir toplum oluşturmaktır
Bugünkü anlayışımıza göre İslam, pratik hayatımızın dışında yerine getirmek mecburiyetinde olduğumuz bir takım ibadetler dizisinden ibarettir Peygamber (Sallallahu aleyhi vesellem)in sahabelerin ve onlara tâbi olanların anladığı İslam’a gelince; o, nefsin bütünüyle Allah’a teslim olması demekti. Onların anladığı manada, insan bütün varlığını Allah’a yöneltmeli, düşünceleri ve pratik hayatı ilahi nizama uygun düşmeliydi.
Evvelki Müslümanların hayatlarına, düşünce ve duygularına hep bu manalar hakim olmuştur. Halbuki onlar, bizim yaptığımız gibi, ne işin felsefesine girişmişler, ne de ciltler dolusu kitaba ihtiyaç duymuşlardı.
Hareket, varlığın en büyük kanunudur. Potansiyel olan gücün fiile geçmesi ve karşısına çıkacak dirençleri kırarak istenilen istikamete yönelmesi bu kanunun doğal bir neticesidir Tek başına niyet yeterli değildir. Çünkü potansiyel halindedir. Henüz fiile dönüşmemiştir. Ve engeller karşısında kendisini denemiştir.
İman, temenni ve süslemelerle değil, kalplerde yerleşmesiyle ve amelin de onu tasdik etmesiyle vücut bulur.
Eski müslümanlar, Allah gizli niyetleri bilir; insanın iç yüzüne vakıftır ve O gönüllerin Rabbidir dedikten sonra bu inanışın gerektirdiği aksiyondan ayrı olarak, İslam nizamına aykırı düşecek bir işi yapıp da iyi niyetlerine dayanarak Müslüman olabileceklerini sanmış değillerdi.
Başardılar. Çünkü istediler. Bu isteği evvela vicdanlarında, sonra da hakikat planında gerçekleştirdiler. Ve ancak o zaman Müslüman oldular. Allah’ın kanunları hükümran olmalıydı. O’nun kanunlarından uzak Müslümanlık mümkün değildi.
Allah’a isyan konusunda mahluka(kullara) itaat olmaz.
İslam, fıtrat dinidir.
Ömrün son anına kadar iş ve hareket; hayatın adımına kadar aksiyon Fiilen kıyamet kopabilir, fakat Müslüman buna rağmen fidan diker.
Ahiret yolu dediğimiz şey aslında dünya yolunun ta kendisidir. Her ikisi arasında ayrılık gayrılık yoktur. Zaten biri dünya için, diğeri de ahiret için olmak üzere birbirinden farklı iki yol mevcut değildir. Ancak tek bir yol vardır: Bu yol hem ikisini içerir, hem de dünya ve öteleri birbirine bağlar.
Avrupalıların, bütün bu mücadelelerden sonra, vardıkları netice:
-İsminden başka İslam nizamına dair hiçbir bilgileri olmayan,
-İslam’ı sadece bir ibadet manzumesi şeklinde anlayan,
-Bu manzumeye uyulduğu takdirde bütün vazifelerini yerine getirdiğine inanan,
-Ve şüphelerden başka İslam’a ait hiçbir bilgiyi havsalasına yerleştirmeyen bir neslin yetişmiş olmasıdır.
İradesi zayıf Müslümanlara karşı haçlı emperyalizmi işte bu taktiği kullanıyordu: Yoksa siz gerici misiniz? deniyordu. Bunun üzerine zaten müphem bir şekilde mevcut olan direnme gücü de yerini teslimiyete bırakarak heba olup gidiyordu.
Görülüyor ki müminler inandıkları doktrinin yüceliğini korumakta, Allah ve Resûlü’nün kendilerine tanıdığı izzet ve kıymeti anlamakta devam ediyorlardı. Haçlı ordularının memleketlerine sel gibi aktığı en zor ve sıkıntılı anlarında bile Müslümanlar bu temiz duyguyu muhafaza etmekteydiler. İdeolojik yapılarına uymayan adetlerin pisliğine inanır; bu gibi ithal malı süprüntülerin İslam’ın nur topraklarını kirletmemesi zaruretini idrak etmişlerdi.
Hiçbir zaman Müslüman bir erkek, Rabbi’ne ibadetten sonra şahsi hayatını istediği şekilde tanzim edebileceğini veya gayri müslim cemaatler tarafından empoze edilecek hayat şekillerini benimseyeceğini veya kendi öz cemiyetini İslamî olmayan bir yolda görmeye tahammül edebileceğini düşünmemiştir.
Ve hiçbir zaman Müslüman kadın, Rabbi’ne ibadet ettikten sonra kıyafet, ziynet, yabancı erkeklerle münasebet gibi mevzularda, düşünce ve şuur hayatında başka cemiyetlerden gelen telkinlerin insanı olabileceğini düşünmemiştir. Ve Müslüman cemiyetin İslamî idealden ayrılmasına müsaade edebileceğini hiçbir zaman hatrından geçirmemişti.
Dünya yolunun ahiretle birleşmesi, şüphesiz, insanın iç âlemine birtakım tesirler icra edecektir. Öyle ki, birbirine karşı olan hedefler yakınlaşacak, parçalanmış duygular birleşecek, bilâhare hepsi de tek bir bütünün âhengi içinde yürüyüp gidecektir. Nefsin yalnızlığı, hayatın ulu varlığına katılacak, onun tasarruf dairesine girecektir. Böylece parçalanmış unsurlar arasında irtibat kurulmuş, hedefler birleşmiştir.
O devrin Müslümanları La ilahe illallah. Muhammedun Resûlullah -Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed onun resulûdur- cümlesini, pratik hayatta önemi olmayan, kalbin derinliklerine nüfuz ederek yerleşme imkânı bulamayan yahut da sadece dudakların arasından çıkan basit bir söz olarak mütalaa etmemekteydi.
+Kur’an-ı Kerim’de Müminlerden bahsederken iman edenler değil iman edip salih ameller işleyenler ifadesi kullanılır
+Allah bir kavim kendi halini düzeltmedikçe herhangi bir milletin içinde bulunduğu durumu değiştirmez
+Allah’ın sana verdiği ile ahiret yurdunu ara dünyadan da nasibini unutma
Gerçi bu memlekette hâlâ islam dan bahsedilmektedir. Ve üstelik bu milletler, sırası gelince, Müslüman olduklarını iddia ederler. Fakat bu iddianın gerçekte hiçbir fonksiyonu yoktur.
Madem ki:
-Namaz kılıyor,
-Oruç tutuyorum, o halde Müslümanım. Ayrıca:
-Düşüncelerimi
-Adet ve geleneklerimi,
-İktisadi ve sosyal sistemimi İslam’ın fikir ve nizam çerçevesinde devşirmeye ihtiyacım yoktur, diyen bir neslin yetişmiş olması da Avrupalıların başarıları arasındadır.
Müslümanların resmen Hristiyan olmaları pek o kadar önemli değildir. Asıl önemli olan, sosyal, ruhi ve fikri yöndem Müslümanların Hristiyanlaşmasıdır.
İtiraf etmek lazımdır ki, Haçlı emperyalizmi bu gayreti gösterdi ve sonunda muvaffak oldu.
Muvaffak oldu, çünkü İslâm namına isminden başka birşey bilmeyecek şekilde zehirlenmiş bir nesil yetiştirdi.
Müslümanlar iki şıktan birini tercih etmek zorundaydı
1-) Ya zulmün hakimiyetine razı olmak.

2-)Veya İslâm prensiplerinin kuvetini ve İslâm dünyasının birliğini devam ettirmek suretiyle zulmü ortadan kaldırmak. Çıkar yol ikincisiydi. Fakat Haçlı emperyalistler buna mâni oldu. Bu engellemeler halende devam etmektedir.

Acaba Müslümanların cehaletten, geri kalmışlıktan ve uyuşukluktan bizzat kurtulmaları, ileriye doğru yeni hamleler yapmaları mümkün değil miydi ki, mektep ve üniversitelerimizde Haçlı manevraları tarih diye yutturulmakta ve müminler çember içine alınmak istenmektedir?
Acaba söz konusu rekabet ne dereceye kadar gerçekti? Ve herhangi bir bir zamanda ne dereceye kadar gerçek tehlikeli olarak belirmekteydi?
Bundan sonraki nesiller için böyle parlak bir devrin yaşanmış olması gerekliydi.
Zira gelecek nesiller bütün imkanlarıyla çalışacak ve asırlar birbirini takip ettikçe daha yüksek seviyelere ulaşacaktır.
İslam’ın insanlar üzerindeki etkisi süreklidir.
Beşeri özelliklerden hiç bir şey kaybetmeden bu ideal karaktere ulaşmış bulunan insan sonradan nasıl olup da yolunu şaşırmış?
İslam, aslında insanı zaman ve mekanda gerçek yerine oturtmaktadır.
İnsan gerçekten insan olmak istiyorsa ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi sıfatıyla seçkin yerini korumayı düşünüyorsa sorumluluklarını yerine getirmeye mecburdur.
Dünyanın geçici güzelliğine tenezzül etmiyor, buna karşın Allah’ın vaddetiği güzelliklere karşı derin bir istek duyuyordu.
Bu gibi sarsıntılar onların ancak iman ve teslimiyetlerini arttırırdı
Vazgeçtik Yarabbi, Vazgeçtik Yarabi dediler.
Müslüman asla zaafa düşmemelidir. Aksi takdirde dinin itibarı bu zaafa uygun olarak zedelenecek.
Bütün bu konularda yetki sahibi olan tek kudret Allah’tır. Her işte O’nun emri aranır. Her anda müracaat edilecek prensib O’nun nizamıdır. Kulun kalbinde ve aklında hep o nizam vardır.
İslam çerçevesi dışında kalan her yerde, serbest tasarruf (serbest piyasa) gelişmekte olan insanlığın yüz karası diyebileceğimiz şekilde iğrenç bir toplum doğmuştur.
İslam fıtratla bağdaşan ve beşerin ihtiyaçlarına cevap veren son derece isabetli hükümler getirmiştir.
Aileler çöküyor. Ahlak bozuluyor. Çeşitli cereyanlar karşısında sinirler geriliyor. Öyle delilik, sinir bozukluğu, çeşitli ruh ve kalb hastalıkları gibi insanlığın bugün şahit olduğu hâdiselere tarihin hiçbir devrinde hiçbir nesil muhatab olmamıştır.
İslam bütünüyle hayatı kuşatmış ve her unsurunu prensiplere bağlamıştır.
Eski Müslümanlar bilmekte idi ki, Müslüman bir toplum olmadıkça islam olmaz.
Eski Müslümanlar gönül rahattlığını tercih etmezdi.
İşte o gün insanlar dine dönecektir.
Hem de İslam dinine
Bu, insan iradesinin dışında cereyan eden bir kanunla gerçekleşecektir. Çünkü Allah, insan fıtratına bu kanunu yerleştirmiştir. Zamanı gelince o, gönüllerdeki vazifesini ifa edecektir.
O gün mutlaka gelecektir. İman manzumesi bahis mevzuu olduğu zaman bir veya birkaç neslin ömrü önemli değildir.
O gün ne zaman gelecektir? için diye düşünmek yersizdir. Mühim olan şudur. O gün mutlaka gelecektir. Eğer beşeriyetin devamı mukadderse Allah’ın iradesiyle o gün gelecektir. O gün geldiği zaman, İslam dini ile küfrün arasındaki uçurumun üzerinde köprü kurmak isteyen Müslüman neslin maruz kaldığı ızdırap ve bu yolda verdiği kurbanların acısı devam edecek midir?
Hayır onlar yerde ve gökte kendilerine garanti verilmiş kurbanlardır:
Allah’a yardım edene (O’nun yolunda cihadda bulunana) Allah şüphesiz yardım edecektir. Allah kavi ve azizdir.
Yüce Allah doğru söyler.
İSTİKBAL İSLAMINDIR
İslam, dünyasındaki insanların inanç ve alışkanlıklarını bir kenara iter, kendisine mahsus nizam, değer ve maneviyatıyla yaşar. İslam, bu şekilde, kendi yolunda devam ederken dünyayı tesiri altına alır, insanları isabetsiz istikametlerden geri çevirir ve onları doğruya götürür.
İngiliz Başvekili Mr. Cladiston 1882 yılında Britanya genel meclis toplantısında elinde tuttuğu Kur’an-ı Kerim’i göstererek meclis üyelerine şöyle hitap ediyordu:
Bu kitap müslümanların elinde kaldığı müddetçe bizim orada barınmamız mümkün değildir.
Kapitalistler bu işi küçümsemiyordu.
İslam inancı derinlere kök salmıştı. İyice yerleşmişti. Kuvvetliydi. Bu nizamı temelinden sökebilmek veya kalplerde meydana getirdiği bağlılığı zayıflatmak için sömürgecilerin çetin bir mücadeleyi göze alması icap ediyordu. İtiraf etmek lazımdır ki, haçlı emperyalizmi bu gayreti gösterdi ve sonunda muvaffak oldu.
Muvaffak oldu, çünkü İslam namına isminden başka bir şey bilmeyecek şekilde zehirlenmiş bir nesil yetiştirdi. Bu nesle göre Müslümanlık, kul ile Rabbi arasında kalan bir münasebetti. Tatbikat sahasında ne işi vardı? Cemiyet ve hayat meseleleriyle alakası olmaz, diyordu. Aynı nesil, İslam’ı irtica, gericilik ve uyuşukluk müessesesi olarak tanıyor, dolayısıyla medeniyet kervanına yetişmek için bu bağdan sıyrılmanın lüzumuna inanıyordu.
İslam’ın emrettiği ibadet; zekat, oruç ve namaz olarak bilinen tapınma vecibelerine münhasır değildir. Zira o, bunun da ötesinde bir mânâ taşımaktadır.
Mesela namaz, oruç, zekat, hac ve benzerleri sadece ibadetin anahtarları yahutta yolcuların azıklarını ikmal etmek üzere durakladıkları istasyonlardır. Esasen yolun bütünü ibadettir. Bu yolda harcanan para, emek, düşünce, şuur hep ibadettir. Yeter ki insan Allah’a yönelmiş olsun.
Böyle bir ibadet anlayışı hayatı bütünüyle ihata eder. Ve tapınma vecibelerinin işgal ettiği kısa anlara münhasır kalmaz.
Ahiret yolu dediğimiz şey aslında dünya yolunun ta kendisidir. Her ikisi arasında ayrılık gayrılık yoktur. Zaten biri dünya için, diğeri de ahiret için olmak üzere birbirinden farklı iki yol mevcut değildir. Ancak bir tek yol vardır: Bu yol hem ikisini ihata eder, hem de dünya ve öteleri birbirine bağlar.
Ahiretin bir yolu var. Adı, ibadet
Dünyanın da bir yolu var. Adı, amel,
şeklinde bir ayrılık mevcut değildir. Her iki aleme giden yol birdir. Şu kadar var ki,yol dünyada başlar, ahirette biter.
İslam, hem gönüller aleminde hem de hayat sahasında hüküm süren bir harekettir. Eğer bu hareket hayat planına intikal etmeseydi, İslam müslümanların gönüllerine yerleşmezdi.
İslam, yalnız iyi niyetle yetinmemiştir. Ve pratik hayatta verimli faaliyet sahalarını bırakarak yalnız niyetle vakit geçirmeyi münasib bulmamıştır. Nitekim Kur’an’da müminlerden bahsedilirken İman edenler değil, İman edip salih amel işleyenler ifadesi kullanılmaktadır.
Müslümanlar Allah’tan başka ilah yoktur,Muhammed Allah’ın Resulüdür diye bildiğimiz şehadeti anlamadılar.Onu sadece dilde tekrarlanan ve ağızlarda telaffuz edilen bir cümle olarak almışlardır !”

Biz Müslüman mıyız?, Muhammed Kutub

Çünkü İslam Ümmetinin ahlakı gidince gücü dağılacaktı
“Müslümanlar Allah’tan başka ilah yoktur,Muhammed Allah’ın Resulüdür diye bildiğimiz şehadeti anlamadılar.Onu sadece dilde tekrarlanan ve ağızlarda telaffuz edilen bir cümle olarak almışlardır !”
İradesi zayıf Müslümanlara karşı Haçlı emperyalizmi işte bu taktiği kullanıyordu: Yoksa siz gerici misiniz? deniyordu. Bunun üzerine, zaten müphem bir şekilde mevcut olan direnme gücü de yerini teslimiyet e bırakarak uçup gidiyordu.
İslam dünyası, üstünlük duygusuna sahip olduğu devirlerdeki eski gücünü ve kudretini kaybetmemiş bulunsaydı gelişmeler karşısında şüphesiz teslim olmayı düşünmez, çok daha haysiyetli bir karşılık verirdi. Aptalca bir ilericiliğe memnun kalmayacağı gibi, garp aleminden gelen her şeye, aslında o hastalığı meydana getiren zehir de olsa, bütün dertlere devadır diye sıkı sıkıya sarılmazdı. Bunun tam aksine, insanlık alemine hizmeti dokunurdu. Çünkü beşerin bütün tarihi boyunca muhafaza ettiği fazilet ve meziyetleri yutmak için ağzını açan canavarın tehlikesinden insanlığı koruyabilirdi.
Müslüman’ın sadece şahsî hayatıyla örnek oluşturması yeterli değildir. Onun asıl vazifesi, Müslümanlığını sıhhate kavuşturduktan ve ikmâl ettikten sonra toplumu bütünüyle İdeal Toplum haline getirmek için sarf etmektedir.
İyi niyetin noksanlıkları var mıdır?
Evet, kusuru vardır. Çünkü iyi niyet kendinizi aldatmaktır. Durup dururken, küçük bir hareketle dünyayı yerinden oynatabileceğinizi hayal edişiniz gibi. Aslında böyle bir hayali kurarken, gerçekte bir odun parçasını bile yerinden kıpırdatmak için ne kadar kuvvete muhtaç olduğunuzu henüz tecrübe etmiş değilsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir