İçeriğe geç

Bitmiş Aşklar Emanetçisi Kitap Alıntıları – İclal Aydın

İclal Aydın kitaplarından Bitmiş Aşklar Emanetçisi kitap alıntıları sizlerle…

Bitmiş Aşklar Emanetçisi Kitap Alıntıları

Artık çekmecelerde tıkılı ömrümün artıkları.
‘Yeniden başlamaları,’ yitirivermek çok ağır, çok sancılı yaşanıyordu kuşkusuz.
Bir insan yaşadığı süre içinde kaç kez içini çeker acaba?
Durup dururken? Camdan bakarken? Bir fotoğrafa bakarken? Ne çok şeyin özetidir aslında iç çekmek..
Benim yüreğim devrim yapmaya hazırdı
Ama aklımın kanadı kolu kırıktı.
Hiçbir yere dönüşü yoktur istenmeyenin..
Aynı dili konuşsan da bildiğin bir kalabalıkta, sustukça yabancısın kendine bile..
Böyledir işte, bazen bir şey, bir eşya, bir koku, bir eylem hep aynı kişiyi, hep aynı anıyı hatırlatır insana.
Her şeyin bir nedeni var bu hayatta. Sebepsiz bir tek yara izi yoktur, değil mi?..
Arkanda bir mektup bırakıp gitmek için en uygun zamandır, karlı erken sabahlar.
Benim yüreğim devrim yapmaya hazır ama
Aklımın kolu kanadı kırık
Sana güzel bir yaz günü gelmiştim. Karlı bir sabahta gidiyorum. Beş mevsim yaşamışız beraber. Beş mevsim bir iç deniz kurutmaya yetti.
Işte böyle sevgili
Biz artık seninle
haritada iki küçük su lekesi.
Hiç bir nehir kavuşturamaz bizi.♡
Her şeyin bir nedeni var hayatta .Sebepsiz bir tek yara izi yoktur , degil mi ?
Bir aşkla kömüre dönmüştü kalbi. Ve hiçbir şey ete çeviremiyordu kömüre dönmüş bir kalbi..
Tırnaklarımı fazla derin kesmişim gibiydi.
Yani sızılı bir eksiklik duygusuydu hissettiğim..
Hepimizin hayatı, bitmiş bir aşktan geçiyor
Hepimizin hayatı, bitmiş bir aşktan geçiyor
“Seversin, alırsın, karın olur.
Seversin, alamazsın, kara sevdan olur ’’
“Aşklarda mutlu son yok ki Meltem Mutlu son varsa, artık ya da bir süre sonra, aşk yok demektir
Hiçbir yere dönüşü yoktur istenmeyenin
“Sevilenler, hep beklenenler Ve beklenenler, hiç gelmeyenler ”
Her şeyin bir nedeni var hayatta. Sebepsiz bir tek yara izi yoktur, değil mi?..
Hayatlarımızı masallar sıra dışı yapıyordu ve bütün hayatlar hızla sıradanlaşıyordu.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Sevmiyordu insanlar ağlamayan, dik başlı, keçi kızları
Yeryüzüne inmeden anlaşmıştık, biliyorduk başımıza gelecekleri. Ama unuttuk elbette. Düzen böyle işte
Bir aşkla kömüre dönüştü kalbi. Ona göre leke bırakıyordu bedenine.
Yalnızlığı öğrendim önce. Azınlık olmayı. Başka renkten olmayı. Dilsiz olmayı sonra Yoksulun sıradanlığını, metroların rüzgarını, mektupların sıcaklığını, parke taşlarını saymayı, otobüs numaralarını öğrendim. Sevdiğim ve sevmediğim tüm şarkıları, ana dilimin siyah beyaz ve renkli bütün filmlerini, gazetelerini, vatanımın değişmeyen yüzlerini, kızdığım bütün gerçekleri, çocuk radyosunu, tırmandığım ağaç dallarını, yetişemediğim tıklım tıkış otobüsleri, piyangocuları, Çingene çiçekçileri, teneke peynirleri, kaşarsız kantin tostlarını, kaçak içtiğimiz sigaraları, Ankara radyosundan şarkılar dinlediğiniz anonslarını, bütün sınavların karın ağrısını,bugün git yarın gel’leri, her şey için girilen bitmez tükenmez bütün kuyrukları ve bütün kalp ağrılarımı özlemeyi öğrendim
Büyüyorduk
Korku filmleri korkutmuyordu artık
Daha önce Ayşegül vardı
Şimdi de Aylin.
Aşk acı çekmekti
İnsan bildiği bir şeyin eksikliğine üzülür, özler
Mesela seni kaybedersem çok üzülürüm.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Evet, gidiyorum şimdi. Arkamda bir toz bulutu bırakarak. Sen belki çok sonra fark edeceksin çürüttüğün gemileri, ıssız bıraktığın iskeleleri
Gitmeden, içimde ne varsa dökeceğim hepsini. Artık rahatladım. Artık bir başkasını seversin diye korkmayacağım.
Bir yatağın başucunda sen, ve sevdiğin yatakta. Uykudan zorla uyandırmak gibi değil bu. Ne kadar sararsan sar, ne kadar yalvarırsan yalvar, uyanmayacak Uyanmayacak.
Artık alıştığın hiçbir şey olmayacak. Kızdıkların, sevdiklerin, hiçbiri, hiçbiri olmayacak Beklemeyeceksin, kızmayacaksın, küsmeyeceksin Sevişmeyeceksin.
Özleyeceksin Ve bir gün alışacaksın
Şarkılar çabuk bitmiyor,
Aradaki sessizlikler uzuyor..
Her hayat hikayesi
Bitmiş bir aşktan yol alıyordu
Ve
Her ayrılık bir mektupla başlıyordu
O olmasa Ne bileyim Belki bir başkası sebep olacaktı. İzmir’in daralan sokakları, bir türlü anlatamadığım, kendimden bile sakladığım sırları, annemin beni boğan anıları, hepsi sanki onun aşkıyla ortaya çıktı. İlk büyük aşkım. En büyük aşkım. Tek aşkım.
Yani
Hep aşkla bitmiyor hikayesi
İkisinden birinin
Bitmiş bir aşkla başlasa da
Aşksızlıktan bitiyor
kimi zaman da
Benim yüreğim devrim yapmaya hazırdı.
Ama aklımın kanadı kolu kırıktı.
Sıcak bir akşamdı. Bütün ayrılıklar gibi en güzel zamanlamayı bulmuştu arkadaşımın ayrılığı. Yaz sonunu. Sıcaktan ve mutsuzluktan uyunmayan gecelerde sonbahara hazırlanılacak, sonunda yağmurdan ve hüzünden yapılacak hiçbir şey bulunmayacaktı.
Kadınlar daima daha cesurdur aşkta. Öyle çok şey göze alır, yıkarlar ki.
Aşk yakıp yıkan, döküp, parlayan bir şey aslında
Bir çocuk – kaç yaşına gelirse gelsin – sevildiğini duymaktan başka ne ister ki?
Hiçbir yere dönüşü yoktur
İstenmeyenin
Aşk, ocakbaşında oturmaya benziyor. Ateşine rağmen, bile bile oturmaya benziyor. Terleyerek, ateş basarak ve asla yerinden kalkmayarak yaşamaya benziyor.
Küs değiller hâlâ. İkisi de yaralıydı ama, kadının ki daha derindir galiba. Ya da ben onun yarasından damlayanları gördüm, o yüzden öyle sanıyorum
Gecenin efkarına bu kadar fon olabilirdi bu keman sesi

Şarkılar çabuk bitmiyor, aradaki sessizlikler uzuyor.

Hiçbir zaman aklım almadı bu cümleyi. Ne bu cümleyi, ne yaşanışını. Küs değiliz biz, ayrılık sadece. O ayrılıkta tuhaf, acıklı, hasta bir şey yaşadılar yıllar boyu. Bir sürü şeydi yaşadıkları. İlişki mi, aşk mı, kavga mı neyse! Uzatılmış bir ayrılıktı. Hani dizi yaralanmış bir çocuk burnunu çeke çeke dizim kanadı diye ağlayarak gelir ya eve. O gece, burnunu çeke çeke dizini tuttuğu geceydi. Sonrası ise aynı çocuğun kabuk tuttukça yarasının kabuğunu koparıp atması gibiydi. Eline vuruldukça, yapma dendikçe, daha çok yapası geliyor, ne yaranın kapanmasına ne de kabuğunun kendiliğinden düşmesine izin veriyordu. İkisi, iki dizi yaralı çocuk kanamalı başlayıp, alıştılar birkaç yıl sonra o yara iziyle yaşamaya

O gece evet,
Şarkılar çabuk bitmiyordu,
Sessizlikler uzuyordu sadece..

Karlı bir akşamdı Ankara’da,
Son kez el ele yürümüştük
Bitmesin istediğim yola,
Kısacık beraberliğimizin bütün
anılarını sığdırmıştık.
Yazarsın bana, demiştin.
Ben de yazarım sana sık sık.
Ağlıyordum.
Sen görmeyesin diye kaldırmıyordum başımı.
Elimi daha sıkı tuttun.
Anlıyordun, bu ayrılığa dayanmıyordu kalbim.
Öğrettiğim çiçek adlarını unutma, dedin.
Kelebekleri kitap arasında kurutma.
Sık sık fotoğraf çektir, yolla bana.
Kitaplarım sana emanet.
İncitme kimseyi,
Kin büyütme kalbinde.
Beni bekle

Yol bitti.
Gidiyordun artık.
Gittin.

Sokakta gördüklerimi, filmlerdeki aktörleri
Sen sandım bir süre.
Kin büyütmedim kalbimde,
Söz vermiştim sana diye,
Kitaplarını okudum, kelebeklere dokunmadım.
Öğrendiğim çiçek adlarına yenilerini ekledim.
En çok fesleğeni, çoban heybesini,
Akşam sefasını sevdim.
Seni beklerken çok şey öğrendim.
Yolunu gözlediğim, sevdiğim ilk adam

Nasılsa bulacaktır seni diye,
Her görüşümde aynı güçle seslendim.

Uçak babama selam söyle!

Beni kötü rüyalardan uyandıran,
Sevdiğim ilk adam
Bir bilsen, seni nasıl özledim

Kar yağıyor şimdi.
Otuz yaşım bitti.
Kitapların bende, kelebekler gibi kar taneleri.
Kendi yolumda yürürken hiç unutmadım
O cümleyi

Selamını, aldım babacığım.
Kin büyütmedim kalbimde.
Küçük kızının gözleri hala senin çiçeklerinde

Uçak, babama selam söyle

Siyah beyaz fotoğraflar anlatıyordu kentin başına gelenleri ve başıma gelecekleri
Beni orada unutmuştu sanki. Kapanan kapının tepesindeki çıngırağın sesi yankılanıp durdu. Kalakalmıştım. Peşinden koşsam, Beni unuttun! desem
Arkanda bir mektup bırakıp gitmek için en uygun zamandır, karlı erken sabahlar.
Sepet sepet yumurta
Sakın beni unutma !
Biz artık seninle haritada iki küçük su lekesi,
Hiçbir nehir kavuşturmaz bizi
Dengenin bir ucunda aşk, bir ucunda ederi vardı.
Onunla uyuduğum gece, ömrümün en siyah gecesiydi. Simsiyah bir kadife gibi
Bir aşkla kömüre dönmüştü kalbi
Ve
Hiçbir şey ete çeviremiyordu
Kömüre dönmüş bir kalbi
Sana güzel bir yaz günü gelmiştim. Karlı bir sabahta gidiyorum. Beş mevsim yaşamışız beraber.
Beş mevsim bir iç denizi kurutmaya yetti
Vicdanın rahat değil mi şimdi? Ayrılalım diye ben dedim sana Bu yüzden şimdi rahat rahat içiyorsundur içkini ve kim bilir kiminlesindir..
Özlemek yok artık hiçbir şeyi. En çok şimdi sevmelisin kendini.
Suçlamamıştım,
Anladım sadece
Ufuk çizgisi yok bu şehirde. Neye ne baksan duvar. Yüksek yüksek tepeler geliyor aklıma Tepeler arasındaki boğazdan geçen gemiler Çöpçü martılar. Tanıdık martılar Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler Uçanda kuşlara malum olsun Olmuyor işte dlle dökmezsen olmuyor.. Aynı dili konuşsan da bildiğin bir kalabalıkta, sustukça yabancısın kendine bile
Acıların üzerinden ağır aksak geçiyor zaman.

O an öğreniyorum ki yıkıntılardan yükselen umudun rengi cam gibi bir mavi .

Sadece tek bir cümle var kalbimde, Bir gün bunların hepsi anlatılacak bir anı ve yeşil keçeli kalemle büyük harflerle yazıyorum aynı ÖMER HAYYAM’ı

Şu olup biten var ya
Boş ver ona
Taş yağsın isterse, çok sürmez
Ne geçmişi düşün
Ne gelecekten kork

Hayatlarımızı masallar sıradışı yapıyordu ve bütün hayatlar hızla sıradanlaşıyordu.
Uçak babama selam söyle
Kar sesli yağar, sabaha susar.
Kar yağan rüzgarlı gecelerde sesi kısılır havanın.
İşte böyle sevgili, biz artık seninle haritada iki küçük su lekesi.. Hiç bir nehir kavuşturamaz bizi.
Acaba şu anda ne yapıyordur ? Ne çok soran olmuştur bu soruyu Şu anda ne yapıyorsun? Ne çok şair, ne çok acı çeken ?

°Zihnimde hüzünle, zihnimde inatla sakladığım şeylerden biri çıkıp geldi.

Sana bir şiir tuttum içimden, dedim
Güldü. Neymiş tuttuğun şiir ? diye sordu.
Çatalımı bıraktım. Peçetemi katladım ve başladım

Şimdi belki benim gibi ölesiye yalnızsındır.
Uçan kuşları gözlemektesindir tek başına
Çamların yeşilne dalmış gitmiştir gözlerin,
Radyo dinliyorsundur ,
Ya da susarak
Bir kitabı okumaya çalışıyorsundur
Kim bilir

Benim yanımdan kalkıp gittiğini düşündüm o an. Oturuyordu evet, ama yoktu. Yokluğuyla eşlik ediyordu şiire.

Sonsuz güzellikte bir aşk düşünüyor olabilirsin
Belki de anılarını deşiyorsun,
Bir olmazı,
Bir açmazı derinden derine
Kurcalar gibi.

Bir kahve içmeyi,
Bir elma yemeyi kurarak
Saatine bakıyor olabilirsin uykulu gözlerle.
Çocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin.

Kafasını kaldırmadan, gözlerini kırpmadan, sanki nefes almadan, ama ah nasıl demirden bir bulutun içinde kederle dinliyordu beni.

Mahpus gibi, tutsak gibi, belki kök gibi,
Yarını olmamak gibi bir duygu içindesindir.
Belki de kendini bağışlayamıyorsundur
Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü.
Kırık trenler gibi öylece kala kalmışsındır
Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundur
Ya da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak için
Belki sen de benim gibi ölesiye yalnızsındır.

Bana baktı. Aradığını bulmuş gibiydi.

Bizim ülkemizde mektuplar büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperek biter.
Bense kucaklıyorum sizi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir