İçeriğe geç

Birtakım İnsanlar Kitap Alıntıları – Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık kitaplarından Birtakım İnsanlar kitap alıntıları sizlerle…

Birtakım İnsanlar Kitap Alıntıları

Para insanı ahlaksız ediyor. Karnı doyunca insanın kötü huyu da meydana çıkıyor.
İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkûmuz, mecburuz.
İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkumuz, mecburuz.
Dünyada dostluk vardır, be! O da ölmedi ya!
“Para insanı ahlâksız ediyor. Karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor.”
Arkadaş ben feylesofum.Benim kendime mahsus iyi bir dünyam var.
Sonra birader!
Benim içtimai vaziyetim de pek müsait değil.
Herkes,beni,deli diye gösteriyor.
Nar ağacının altına yattı. Ömrümde ya ikinci, ya üçüncü defa olarak bir cıgara yaktım. O uyumuştu bile.

* * *

Ömrümde ilk defa bir insanı uyurken seyrettim.

İnsanların en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkûmuz, mecburuz.
Ona öyle geliyordu ki yazı ne kadar samimi olursa olsun laf kadar katî ve canlı değildi. İnsan konuşurken daha samimi olmasa bile daha ümitleri söndürmez, yahut da dinleyenin haletiruhiyesine göre söylenen sözlerin mahiyeti değişirdi. Yazıdan genç kızın bir korkusu vardı. Laf uçar giderdi. Fakat yazımn en fenasının bile bir uzun zaman kalışı vardı ki
Sonraları Fahri kendi teşebbüsleriyle onu birçok defalar gördü. Kızın her şeyi ağır ağır içine işliyordu. Onda bir şevgilileşiyor. Bu kızda her şey ağır ağır kusursuzlaşıyordu. Bir gün artık o hale geldi ki onsuz her şey yalnız her şeydir. Artık ne masallar masaldır. Ne hikâyeler hikâye bir dünya dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur öyle bir memleket düşünelim ki müzik yasak edilmiştir ve meyhanelerin şarabı sirkeleşmiştir
Yahudice bilirdim. Sinemaya davet ederdim. Çogu gelirdi. Sinemada omuzuma başını kordu. Kabak çekirdekleri yerdik. Kızın biraz kirli saçlarından burnuma bir fakir mahalle kokusu gelirdi. İspanyolca konuşur, izmirlice gülerdik. Sonra götürür, hâlâ bir çarşı gibi uğuldayan, küçücük dar sokaklara taşmış insan kalabalığının içinden geçip kızı evine bırakırdım. Ama mesut olduğumu, eğlendiğimi bir küçük sarı, kıvrak, Şen Yahudi kızı ile kabak çekirdeği yiyerek mesut olduğunu hisseden adam bu dünya yüzünde belki çok azdır ama vardır. Laf Yahudi kızına gelince biraz coşarım; kusura bakmayın
Bilmezsiniz bu havanın kıymetini siz!.. Allahım! Nedir bu nefes almak biliyor musunuz? Müthiş tatlı bir şey! Hani kana kana su içersin, bazen susuzluktan yandığın zaman ya! Bayılırsın! O su ne tatlı şeydir! İşte hava da öyle Sudan bin kere tatlı! Zanaata ilk başlarken sudan çıkıp da kafandan kafalığı çıkardılar mı, dünya varmış sanırsın. Bir neşelenirsin! İki tane yirmi dokuzluk bu neşeyi vermez.
Yalnız şun demek istiyorum ki, ahlakın yüze eklediği mimikler, hattâ renkler, yüz, ahlak her ikisi güzelken de vardır. Fakat bunlar bu an, bu mekân içinde sevimlidirler. Ahlak bozulmazsa tertemiz, sevimli, hattâ dostun bu halleri taklit edeceği gelmesi kadar dost, ılık devam ederler..
Hülasa deniz, müthiş bir şeydir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hikmet, ufak çocuklar ne güzel kokarlar,kim bilir?..
.
kızın her şeyi ağır ağır içine işliyordu. onda bir şey sevgilileşiyor. bu kızda her şey ağır ağır kusursuzlaşıyordu. bir gün artık o hale geldi ki onsuz her şey, yalnız her şeydir. artık ne masallar masaldır. ne hikayeler hikaye. öyle bir dünya düşünelim ki hiç bir şairi yoktur. öyle bir memleket düşünelim ki, müzik yasak edilmiştir. meyhanelerin şarabı sirkeleşmiştir.
düşünelim ki, bütün evlerin kapıları sokağa kapanmış, herkes evinin içinde perdeleri sımsıkı kapamış eğlenir.
Şimdi insanları daha iyi anlıyordu. Onları oldukları gibi değil, olmaları lazım geldiği gibi sevdiğini anlamıştı
İnsanları sevmezken sever olduk.
Bir dost bulsam, onunla düşündüklerimi münakaşa edebilsem; ne iyi olurdu! Yalanı, gerçeği, iyiliği, fenalığı Mevzu dolu kardeşlik!
İnsaniyet kalkmış dünyadan.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Biz insanlar ne yalancı, ne garip mahlûklarız!
Şimdi insanları daha iyi anlıyordu. Onları oldukları gibi değil, olmaları lazım geldiği gibi sevdiğini anlamıştı
İnsanları sevmezken sever olduk. Hikmet Efendi biraderim, sever olduk! Bir boş adada yalnız kalmanın da bir hikmeti vardır.
Vapurda dün, intihar arzuları duyduğunu hatırlıyordu. Şimdi bu arzulara gülmüyordu ama yaşamaktan yine de bir memnunluk duyuyordu. Canavar mıyım acaba? diye düşündü.
Yabancı bir yere ilk defa inip hiç lüzumsuz, manasız bir his duymadan, toprağa- varsa bir battaniye atıp- yıldız seyretmeden, memleket, sevgili ıvır zıvır düşünmeden uyumak
Belki böyle bir şey, iyi insanlara nasip oluyor. Belki biz; zayıf, karışık, kötü insanlar, yabancı bir yerde ağlamaklı oluyoruz.
Acaba bütün insanların hayatı da bu şekilde birtakım kopuk, yarım şeritlerden mi ibarettir? Romanlarda olduğu gibi bir başlangıç, bitiş arzu ediyordu. Her yarım şey, yahut her bütün fakat az şey onda inkisarlar, hüzünler yaratıyordu. Fakat yine de düşündü ki bu yarım yarım şeylerdir ki ona yeni yeni yaşamak hamleleri vermiştir.
Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur. Öyle bir memleket düşünelim ki, müzik yasak edilmiştir. Meyhanelerin şarabı sirkeleşmiştir.
Rahata, ama öyle mütekait rahatına değil, şöyle akşamları dört beş kadeh atıp evime dönmek çocuklarımla oynamak istiyorum.
Nerede parıltı birader? Parıltı dediğin ilimle, marifetle olur. İnsan, sanatında ilerledikçe parıldar.
Bazen düşünür ki, insanlar anasından ne Yahudi, ne Müslüman, ne Hristiyan doğarlar. Buna Dimitro hayret eder. Nasıl olur? der.
Yine de rakı içmek şarttır. Balık çıksın çıkmasın, satılsın satılmasın, ümit her zaman vardır.
İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkumuz, mecburuz.
Ah bu yarım sarhoşluk! İnsanı yalancı ediyor, riyakar ediyor, lafını şaşırtıyor. Bu kör olasıyı ya bir daha içmeyeceğim; yahut zilzurna olacağım.
İnsanların oturduğu,tarlanın yeşerdiği,çocukların oynadığı toprak,neden insanoğluna yabancı olsun? Olmasın. Yalnız anamızın, babamızın,sevgilimizin,
arkadaşımızın zincirlerine bağlıyız da, ondan bir türlü, karışık hislerden kurtulamıyor,bir türlü, rahat edemiyoruz.
İnsaniyet kalkmış dünyadan!!
Rengimiz daha koyu, içimiz daha hareli, daha parıltılıdır.
Yüzle ahlak arasında herhalde müthiş bir münasebet vardır. Güzel olan muhakkak güzel ahlaklıdır, demeyeceğim.Sonra fena ruhlu güzel yüzün de, insanı perişan eden, mahveden sihrinide inkar etmeyeceğim.Yalnız şunu demek istiyorum ki,ahlakın yüze eklediği mimikler,hatta renkler, yüz, ahlak her ikiside güzelken de vardır.Fakat bunlar bu an,bu mekan içinde sevimlidirler.
Kapkara bir yalnızlık içinde kendi vücudundan bile habersiz düşünmeyi pek severdi.
..Dediğim gibi bu yalan dünyada ne ekersen onu biçersin.
Para insanı ahlaksız ediyor.Karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor.
Nar ağacının altına yattı. Ömrümde ya ikinci, ya üçüncü defa olarak bir cıgara yaktım. O uyumuştu bile.
Parıltı dediğin ilimle, marifetle olur. İnsan, sanatında ilerledikçe parıldar.
Para insanı ahlaksız ediyor. Karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor.
Eskiden mahcup olduğu için, daha doğrusu konuşacak lâfı olmadığı için susan Mustafa, şimdi konuşacak lakırdısı olduğu için derin bir sükûta dalmıştı. Artık ondan oaf almaya imkan yoktu.
Kız, açık açık konuşmak, anlaşmak varken, bu yazı denilen şeyle bir pot kırmaktan korktuğu için, yazmadı. Ona öyle geliyordu ki yazı ne kadar samimi olursa olsun lâf kadar katî ve canlı değildi. İnsan konuşurken daha samimi olmasa bile daha ümitleri söndürmez, yahut da dinleyenin haletiruhiyesine göre söylenen sözlerin mahiyeti değişirdi. Yazıdan genç kızın bir korkusu vardı. Laf uçar giderdi. Fakat yazının en firmasının bile bir uzun kalışı vardı ki
Bir; çok üzüldüğü zaman, bir de iyi veya kötü şeyler düşünmeye karar verdiği zaman en küçük bir aydınlığa tahammül edemezdi. Kapkara bir yalnızlık içinde kendi vücudundan bile habersiz düşünmeyi pek severdi.
“Para insanı ahlaksız ediyor. Karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor.”
“Dünya büyüktür, güzeldir. Geceleri yıldızlar parlar. Gündüz sarı altın bir güneş doğar.”
İnsan belli olmaz birader! Para bizi de zıvanadan çıkarabilir.
Artık ne masallar masaldır. Ne hikâyeler hikâye. Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur. Öyle bir memleket düşünelim ki, müzik yasak edilmiştir.
İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkûmuz, mecburuz.
Para insanı ahlaksız ediyor. Karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor.
“Dünya büyüktür, güzeldir. Geceleri yıldızlar parlar. Gündüz sarı altın bir güneş doğar.”
Bir dost bulsam, onunla düşündüklerimi münakaşa edebilsem; ne iyi olurdu!
Yalanı, gerçeği, iyiliği, fenalığı
O kızında belki kendi isminden başka bir ismi buğulu bir cama yazdığı an vardır. Onunda rüyaları içinde yaratılmış güzel dünyalar, iskambil kağıtlarından yapılmıştır.
Bir gün artık o hale geldi ki onsuz her şey, yalnız her şeydir. Artık ne masallar masaldır. Ne hikayeler hikaye. Öyle bir dünya düşünelim ki hiç şairi yoktur.
Köyümün insanları daha parıltılı, daha kavi dedim a, o da yalan. Nerede parıltılı birader? Parıltı dediğin ilimle, marifetle olur. İnsan sanatında ilerledikçe parlar.
İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkumuz, mecburuz.
Mustafa güler,konuşmaz. Mustafa homurdanır konuşmaz. Mustafa tekme, tokat yer, gözü yaşarır; konuşmaz. Dinlemesine gelince: Dünya yüzüne lakırdıyı bu kadar candan dinleyecek adam gelmemiştir.
Şimdi insanları daha iyi anlıyordu. Onları oldukları gibi değil, olmaları lazım geldiği gibi sevdiğini anlamıştı..
– İyi güzel söylüyorsunuz ama, insanlar..
Sözünü ikmal edemedi. Mahcup bir yüz aldı. Kötü yüreklidir, diyecekti. Diyemedi.
İnsanoğlunun en basit, en temiz geçinme yolu, en büyük, en şerefli işi toprak kalmış. Kendi emeğiyle toprağı ekip biçerek, yahut kendinden başka türlü görmediği insanlarla ekip biçerek yaşama tarzı en namuskâr bir çalışma tarzı olduğu bence muhakkak.
Acaba bütün insanların hayatı da bu şekilde birtakım kopuk, yarım şeritlerden mi ibarettir? Romanlarda olduğu gibi bir başlangıç, bitiş arzu ediyordu. Her yarım şey, yahut her bütün fakat az şey onda inkisarlar, hüzünler yaratıyordu. Fakat yine de düşündü ki bu yarım yarım şeylerdir ki onda yeni yeni yaşamak hamleleri vermiştir.
Bir gün artık o hale geldi ki onsuz her şey, yalnız her şeydir. Artık ne masallar masaldır. Ne hikayeler hikaye. Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur.
Ruhi Kaptan, Hikmet’in yanına fazla sokulursa delikanlı hiçbir zaman duymadığı acı bir his duyar. Bu his tarif edilmez, anlatılmaz ama birşeye benzetilebilir: Kafanı mengeneye sıkıştırır mısın? Menegene ağır ağır sıkmaya başlar mı? Kafanla beraber bütün ruhunun sıkıldığını duyar mısın? Hikmet’in kafasını kimse mengeneye sokmamıştır. Fakat soksa Ruhi Kaptan’ın ona ağır ağır, içten içe, dolu dolu yaklaşması bu mengene işine çok benzeyecek.
İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkûmuz, mecburuz.
Para insanı ahlaksız ediyor. Karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor, der bakkal Karamanlı. Bunu tecrübe ile öğrenmiştir. Bunda bir hakikat vardır ama bu hakikati herkes kendine göre tefsir eder.
Para insanı ahlaksız ediyor. Karnı doyunca insanın kötü huyları da meydana çıkıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir