İçeriğe geç

Biricik ve Mülkiyeti Kitap Alıntıları – Max Stirner

Max Stirner kitaplarından Biricik ve Mülkiyeti kitap alıntıları sizlerle…

Biricik ve Mülkiyeti Kitap Alıntıları

&“&”

biz özgür doğmuş insanlarız. ama nereye bakarsak, egoistlerin hizmetkârı durumuna getirildiğimizi görürüz.
Ne yani , ben dünyaya düşünceleri gerçekleştirmek için mi geldim ? Örneğin &”devlet&” düşüncesini gerçekleştirmek için vatandaşlığımla katkıda mı bulunmalıyım ya da &”aile&” düşüncesini gerçekleştirmek için evlenip kocalık ve babalık görevlerini mi üstlenmeliyim? Böyle bir görev beni hiç ilgilendirmez! Bir çicek, topraktan fışkırıp yetişirken ve güzel kokularını etrafa saçarken nasıl yeryüzündeki görevini yerine getirmeyi amaçlamıyorsa, benim yaşamamdaki amaç da bir görevi yerine getirmek değildir.
şimdi eskilerin bize bıraktığı mirası ele alalım ve hamarat işçiler gibi onunla olabildiğince uğraşalım! dünya küçümsenmiş halde ayaklarımızın altında, gerek kudretli kollarıyla artık uzanamadığı ve duyularımızı uyuşturan nefesinin ulaşamadığı gökyüzünden,
gerekse bizden çok uzaklarda uzanıyor; dünya ne kadar baştan çıkarıcı olsa da duyularımızdan başka bir şeyi etkileyemez, tinimizi
-nihayetinde hepimiz sadece tiniz- yoldan çıkaramaz. tin bir kez
şeylerin arka yüzünü görünce onları aşmış, bağlarından kurtularak
özgürlüğünü kazanmış, tutsaklığı üzerinden atmış, öte dünyaya ait
özgür bir şey olmuştur. &‘tinsel özgürlük’ böyle buyurur.
uzun uğraşlardan sonra dünyadan kurtulan tinsel insan için,
dünyasız tinsel insan için, dünyanın ve dünyeviliğin kaybından
sonra geriye sadece tin ve tinsel olan kalır.
fakat tinsel insan dünyayı gerçekten yok edemeden ondan
uzaklaşmış ve ondan kurtulmuş bir varlığa dönüştüğünden, kendisi için dünya ortadan kaldırılamayan bir ayak bağı, itibarını kaybetmiş bir varlıktır ve tinsel insan tinden ve tinsel olandan başka
hiçbir şey bilip tanımadığı için, dünyayı da tinselleştirme, yani
&‘pisliğin içinden’ kurtarma özlemini hep içinde taşır. dolayısıyla
tıpkı bir delikanlı gibi, dünyayı kurtarma veya düzeltme planları
yapar.
bedensel insanı etiyle kemiğiyle sevmek, &‘tinsel’ bir içtenlik
olmaktan çıkar ve bu da &‘saf’ içtenliğe, &‘teorik ilgiye’ ihanet sayılır. zira saf içtenlik, asla herkesin elini dostça sıkmak gibi bir samimiyet olarak düşünülmemeli; (saf içtenlik, aksine, kimseye samimi
davranmaz, salt teorik iştiraktir; insana, kişi olarak değil insan olarak dert ortaklığıdır). o, kişiyi, &‘egoist’ olduğu için, insan olmadığı, o insan idesi olmadığı için iğrenç bulur. oysa ancak bir ideye
teorik ilgi duyulabilir. saf içtenlik ya da salt teori açısından insanlar sadece eleştirilmek, alay edilmek, adamakıllı aşağılanmak için
vardırlar. tıpkı fanatik din adamının gözünde de insanların &‘pislik’ olması ve bunun gibi fena anlamlar taşıması gibi.
bir de kendi tebaasına, kullarına" şefkatle kol kanat geren şu
sultanı gözlemleyin bakalım. işte o, özgeciliğin• ta kendisi değil mi,
kendini her an tebaası için feda etmiyor mu? tabii ya, "tebaası"
için. hele sen onun kulu olmadığını, kendi kendinin kulu olduğunu göstermeyi bir dene de neler olacağını gör bakalım; onun egoizminin elinden kendini kurtardığın için zindana atılırsın. o halde
sultan da davasını kendinden başka hiçbir şey üzerine kurmaz. o,
kendisi için her şeyin içinde her şeydir, kendisi için biriciktir ve
"onun tebaası, kulu" olmadığını söyleme cüretini gösteren hiçbir
kişiye tahammül etmez.
bkz. o gün bazı yüzler aydınlanacak, bazı yüzler de kararacaktır. yüzleri kararanlara gelince (onlara denilecek ki:) “iman ettikten sonra küfre mi girdiniz? kâfir olmanıza karşılık azabı tadın (bakalım)!
bkz. şüphesiz ki imanı küfürle değişen kimseler, allah’a hiçbir zarar veremezler. onlar için can yakıcı bir azap vardır.
bkz. devamlarına halim yoktur.
neymiş benim üstlenmem gereken o bir sürü mesele? önce­likle iyi meseleleri benimsemeliymişim, sonra tanrı meselesini, in­sanlık, hakikat, özgürlük, insaniyet, adalet meselelerini; dahası halkımın, hükümdarımın, vatanımın meselelerini, ayrıca tin me­selesini ve daha binlerce başka meseleyi.. bir tek benim kendi meselem hiçbir zaman benim meselem olmamalıymış! tüh o egoiste! yazıklar olsun, yalnızca kendini düşünene!"
peki, kendi davaları için bizden emek harcamamızı, bu davala­ra kendimizi adamamızı ve bunlardan coşku duymamızı bekleyen­ler, bizzat kendi meselelerini nasıl ele alıyorlar, görelim bakalım!
sizler tanrı hakkında oldukça esaslı bilgilerin tellallığını yap­mayı biliyorsunuz, binlerce yıl boyunca "tanrı’nın derinliklerini araştırdınız" ve onun yüreğini okudunuz, öyleyse o tanrı’nın bi­zim hizmet etmekle yükümlü tutulduğumuz "tanrı’nın davası"nı nasıl yürüttüğünü de pekala anlatabilirsiniz. zaten tanrı’nın yapıp ettiklerini de örtbas ettiğiniz yok. peki nedir onun davası? bakalım o da, bize reva görüldüğü gibi, kendi dışındaki bir meseleyi, örne­ğin hakikat ve sevgi meselesini benimsemiş midir? siz bu yanlış anlama karşısında öfkeleniyor ve hakikatin de sevginin de elbette tanrı’nın meselesi olduğunu, dolayısıyla sevginin de hakikatin de tanrı’ya yabancı bir mesele sayılamayacağını, esasen tanrı’nın hakikat ve sevginin ta kendisi olduğunu vaaz ediyorsunuz bize. tanrı’nın kendi dışındaki bir meseleyi destekleyip ileriye taşıyarak biz zavallı solucanlara benzeyebileceği varsayımı sizi öfkelendiri­yor.
Kendimi tamamıyla kadınlara adadım. Hain olanı kaçıp ellere gitti. Sadık olanı dırdırıyla bıktırdı. Canıma yetti. Ben de kendimi hiçliğe bıraktım ve artık rahatım.
İnsanlar şimdiye dek hep eşitsizliklerin önemini yitirdiği" bir toplum biçimi bulma arayışı içindeydiler; eşitliğe erişme, eşitleme amacındaydılar, herkes aynı çatının altında birleşme isteğindeydi ve bu da tek efendi, tek bağ, tek inanç istedikleri anlamına gelir ("Hepimiz aynı Tann’ya inanıyoruz !). İnsanlar için İnsan’ın ken­disinden daha toplumsal ve daha eşitleyici bir şey olamaz ve böyle bir toplumda sevgi dürtüsü de tatmin edilme olanağı bulur.
Sevgi dürtüsü, bu nihai düzeni kurmadan, tüm eşitsizlikleri düzelt­meden, insanın insanı bağrına basmasını sağlamadan rahata er­medi. Ama bu tür bir toplumda çökme ve dağılma çok çarpıcı biçimde oluşur. Daha sınırlı bir toplumda Fransız’ın karşısında Al­man, İsevi’nin karşısında Muhammedi duruyordu, vb. Oysa şimdi insanların karşısında İnsan duruyor; ya da insanlar İnsan olmadı­ğından, İnsan gayri-insanın karşısında duruyor.
Bizden sonraki kuşaklar bizim yıkmaya gücümüzün yet­mediği bazı önyargıları ve engelleri ortadan kaldırmak zorunda kalmayacaklar mı sanıyorsun? Acaba 40 ya da 50 yaşına gelince, artık daha ileriki günlerde kendinde çözülecek bir şeylerin bulun­mayacağı kadar gelişerek insan olacağını mı umuyorsun? Bizden sonraki kuşakların insanları, bizim şimdi yokluğunu hissetmediği­miz bazı özgürlükleri elde edebilmek için mücadele etmek zorunda kalacaklardır. O gelecekteki özgürlüğe neden ihtiyaç duyuyor­sun? Sen İnsan olmadan kendine hiçbir değer vermeyeceksen, İnsan’ın ya da İnsanlığın mükemmelliğe erişebilmesi için kıyamet gününe" kadar beklemen gerekecektir. Ama Sen kuşkusuz daha önce öleceğine göre, zaferinin ödülünü ne zaman alacaksın?
Kişiler eşit olsalar da, sahip oldukları mülk eşit değildir. Gene de fakirin zengine, zenginin de fakire ihtiyacı vardır; biri zen­ginin parasına ihtiyaç duyar, diğeri fakirin emeğine. Aslında kim­senin diğerine kişi olarak ihtiyacı yoktur, ama herkesin ona bir verici olarak, yani verecek şeyi olan biri, bir şeye sahip olması sıfa­tıyla ihtiyacı vardır. Demek ki kişiyi adam yapan, sahip olduğu şeydir. Ve işte insanlar sahiplik, ya da sahip oldukları" şey bakı­mından birbirlerine eşit değildirler.
Biz özgür doğmuş insanlarız, ama nereye bakarsak, egoistlerin hizmetkârı durumuna getirildiğimizi görürüz! Bu yüzden bizim de egoist olmamız mı gerekir? Tanrı korusun! En iyisi, egoistlerin o­luşmasına imkan tanımamak! Biz herkesi lümpen"• haline getire­lim. "Her şey hepimizin olsun" diye, kimsenin hiçbir şeyi olmasın.
İşte toplumcuların (sosyalistlerinn) ileri sürdüğü görüş budur.
Devlet, emeğin köleliği üzerine oturur. Emek, özgür olduğu anda devlet çöker.
Devlet iyi vatandaşlar’ı yani mülk sahipleri hiç tehlikeye düşmeden az para ödesinler diye hiçbir masraftan kaçınmaz , bol para ödeyerek kendine güvenilir bir hizmetkarlar ordusu yetiştirir, bunlar arasından iyi vatandaşlar için "polis teşkilatı" (kolluk kuvvetleri ) denilen bir koruyucu güç oluşturur. (Askerler, her türlü devlet memuru, örneğin adalet ve eğitim sistemi­nin memurları vb, kısacası tüm "devlet teşkilatı" bu kolluk kuvvetlerine dahildir.) "İyi vatandaşlar" da, işçilerine az para vermek için, devlete seve seve yüksek vergi öderler.
Düşünsel bakım­dan serseri denebilecek kişiler de vardır. Bunlara atalarından kalma mekanlar dar ve sıkıcı geldiğinden artık bu kısıtlı ortamla yetinmek istemezler; ölçülü bir düşünüş biçiminin sınırları içinde kalıp binlerce insana huzur veren fikirleri dokunulmaz hakikatler olarak kabul edecek yerde, alışılagelmişin dışına çıkarlar. Bu serseriler, cüretkar eleştirileri ve kuşkuya eğilimleri ile geçmişten devralınan düşünce sınırlarını aşarlar. Bunlar huzursuz, yerlerinde durmayan, delibozuk, yani proleter sınıfındandırlar ve kabına sığamayan, dizginlenemeyen ruhları dışa vurduğunda, bunlara bozguncu" adı takılır.
Benim dünyaya geliş nedenimin babam olduğu inkar edilemezse de, Ben dünyaya geldikten sonra artık onun Beni dünyaya getirmekteki amacı Beni hiç ilgilendirmez. O benim hayatta ne yapmam gerek­tiğine karar vermiş olsa da, Ben kendi istediğimi yaparım.
Eğer ahlaklılık, akıl, ya da insanlık adına görevlendirilmediysen, salt kendi adına düşünce üretemez, söz söyleyemez, bir edimde bulunamazsın. Ey arzularla dolu insanın o hiçbir kayıt ve şarta tâbi olmayan mutluluğu! Seni kayıt ve şartların sunağında kurban etmek için ne kadar da acımasızca uğraşıyorlar!
İyi insanlar çaresizlik içinde kıvranarak, Aman Tanrı aşkına, insan çocuklara iyi şeyler öğretmezse, onlar doğruca günahın pençesine düşerler ve işe yaramaz serseriler olup çıkarlar!" diye feryat ederler. Hele yavaş olun, şom ağızlılar! Evet, elbette ki onlar sizin zihniyetinize göre işe yaramaz birer serseri olurlar. Ama asıl işe yaramaz olan, sizin zih­niyetinizdir. O şımarık çocuklar artık sizin telkinlerinize ve yakınmalarınıza kulak asmayacaklardır ve sizlerin oldum olası değer verdiğiniz, ağzınızda geveleyip durduğunuz saçmalıklara kulak as­mayacaklardır! Onlar miras hakkını ortadan kaldıracaklardır, yani sizin atalarınızdan kalma aptallıklannızın varisi olmayı reddede­ceklerdir, atalarınızdan devraldığınız günahı ortadan kaldıracak­lardır.
Evet, evet, çocukları vakit kay­betmeden dindarlığa, Tanrı’yı sevmeye ve saymaya, onurlu ve vakur olmaya teşvik etmelidir; iyi eğitim görmüş bir insan iyi ilke­ler" aşılanmış ve içine işlenmiş, huniyle ağzına boca edilmiş, döve döve benimsetilmiş, vaazlarla ezberletilmiş insandır.
Din adamları bir şeyi gerçekleştirmeyi kafalarına koydular. Onlar, sevgi, iyilik gibi kavramların gerçek hayata taşınmasını isti­yorlardı; amaçları, yeryüzünde kimsenin bencilce davranmadığı, tüm eylemlerin sevgiden" kaynaklandığı bir sevgi ülkesi kurmak­tı . Sevgi hükmetmek içindir. Kafalarına koydukları şeye sabit fikir denmez de ne denir? "Kafalarının içinde hayaletler cirit atıyor san­ki." En bunaltıcı hayalet ise insandır. Şu atasözünü hatırlayalım: "İnsanı felakete götüren yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir." İnsanın kendi içinde insanlığı gerçekleştirmek istemesi, tam-insan olmak, iyi, soylu, sevecen vb. olmak gibi bir iyi niyet taşıması, onu fela­kete götürür.
Kutsalın karşısında, insan tüm cesaretini ve güçlü olma duygu­sunu kaybeder: Davranışları güçsüz ve itaatkârdır. Oysa hiçbir şey kendi başına kutsal değildir, ona kutsallık payesini veren Ben’im, Benim sözüm, Benim kararım, Benim diz çöküşüm, kısacası Be­nim -vicdanımdır.
Bir çılgının, çılgınlığının can alıcı noktasına varmış olmasından daha ciddi bir şey olamaz , bu durumda duyduğu büyük coşku içinde artık şakadan hiç anlamaz olur (bkz . tımarhaneler) .
Feuerbach, inancın yok oluşundan sonra, sevginin güvenilir sanılan limanına sığınmanın isabetli olacağını umdu … En birinci ve en yüce yasa, insanın insana sevgisi olmalıdır. Homo homini Deus est * -uygulanacak en üstün, en temel yasa budur ve bu, dünya tarihinin dönüm noktasıdır." .. Ama aslında sadece Tanrı değişmiş, sevgi kılığındaki Deus kalmıştır. İnsanüstü Tanrı’ya duyulan sevginin yerini şimdi insani Tanrı’ya duyulan sevgi, Deus’un tahtına oturmuş homo, yani insan sevgisi almıştır. Bu demektir ki, insan Benim için kutsaldır ve "hakikaten insani" her şey de Benim için kutsaldır! "Evlilik kendi varlığı sayesinde kutsaldır. Ve ahlaka dayanan bütün ilişkiler için de aynı şey geçerlidir. Dostluk da Senin için kutsaldır; mal mülk kutsaldır, evlilik kutsaldır, her insanın rahatı ve huzuru , esenliği kutsaldır, ama her şey kendinde ve kendi için kutsaldır …… İşte gene vaaz veren bir rahip karşımıza dikildi!
Doğal­dır ki, kötüler arasında yaşamak pek de kolay değildir, çünkü in­san, hayatının güvencede olduğundan emin olamaz . Ama acaba ahlaklılar arasında yaşamak daha mı rahattır? İnsan, onlar arasın­da da yaşamının güvencede olduğundan emin olamaz . Olsa olsa idam edilecekse, bunun kitabına uygun" olduğunu bilir. Üstelik insan, onurunun koruduğundan da emin olamaz.
Bir başkası isyan etme cesaretini gösterdi­ğinde, onu öven bu iyi insanlarda" o baş kaldırma yürekliliği ner­deydi? İyi insanlarda böyle bir yüreklilik yoktu , çünkü başkaldırı ve isyana kışkırtma ahlaka aykırı bir şeydir ve insan ancak "iyi" olmaktan vazgeçip "kötü " olmaya karar verirse, ya da her ikisi de olmazsa, böyle bir eyleme kalkışır.
Bugün bile bağlılık kavramını ifade eden Religion [din]" keli­mesi kullanılmaktadır. Din Bizim içimizi doldurduğu sürece Biz gerçekten ona bağlı olmaya devam ederiz. Ama acaba tinin de bağlılığından söz edilebilir mi? Tam tersine, o özgürdür, kendinin efendisidir, bizim tinimiz değil, mutlaktır. Bu bakımdan religion kelimesinin en doğru ve yerinde karşılığı "tin özgürlüğü" olmalıydı! Duygularını özgür bırakmış insana nasıl "şehvani, nefsinin esiri" deniyorsa, aynı şekilde tini özgür insan da religios [sofu, bağnaz ] sayılmalıdır. Biri hazlarına, zevk veren duyularına bağlı­dır, diğeri tinine. Demek ki dinin Ben ile olan ilişkisi bağlılık ya da religio’dur. Ben bağlıyım. Dinin tin ile ilişkisi ise özgürlüktür. Tin özgürdür ya da tin özgürlüğüne sahiptir. Pek çoğumuz duyularımızın keyfine, hazzına kapılıp özgürce ve bağımsızca hareket etmemizin Bize nelere mal olduğunu deneyimlerle yaşamışızdır: A­ma özgür tinin, o muhteşem tinselliğin, tinsel konulara duyulan coşkulu ilginin ve bu değerli mücevheri daha başka hangi adlarla anarsak analım, onun Bizi, düşebileceğimiz en yakışıksız durumdan çok daha ıstırap verici sıkıntılara soktuğunu kimse fark etmez, ve zaten bilinçli bir egoist olmaksızın fark edemez de.
Nasıl ki gazetelerimiz, politika konularıyla dolup taşarken insanların birer zoon politikan* olmak üzere yara­tıldığı fikrini kafalarına takmışlarsa, vatandaşlar da aynı şekilde, devletlerinin tebaası olmak, erdemli insanlar gibi davranmak, yani erdemin tutsağı olmak, keza Liberaller de, tüm İnsanlığın" bir üyesi olmak tarzındaki düşüncelerin ortamında bitkisel bir yaşam sürdürürler.
Bunların hepsi, ahlak, hukuk, Hıristiyanlık ve benzeri şeylerden mustarip olup da sırf kapatıldıkları tımarhane çok geniş bir alanı kapsıyor diye ortalıkta serbestçe dolaşan delilerin herzelerinden, ki gazetelerimizin çoğu böyledir, zırvalıklarından başka nedir ki? Bu delilerden birinin sabit fikrine hele bir dil uzatın! Artık onun, sizi arkanızdan vurmaması için çok dikkat etmeniz gerekir. Çünkü bu büyük deliler de tıpkı küçük deliler gibi, saplantılı fikir­lerine sataşmaya kalkanlara sinsice saldırırlar. Önce kendilerine sataşanın silahını çalar, elinden özgürce konuşma hakkını alırlar, sonra da dişleriyle, tırnaklarıyla onun üzerine çullanırlar. Bu manyakların sinsilikleri, kindarlıkları günbegün apaçık ortaya çıktığı halde, akılsız halk bunların ipe sapa gelmez resmi azarlarına alkış tutar. Bu dönemde çıkan günlük gazeteleri okuyup, dar kafalı bürokratların palavralarını dinleyince, insan bir sürü deliyle bir akıl hastanesine kapatılmış olduğunu sanıyor ve dehşete kapılıyor.
Şimdi de Kardeşlerine deli deme, yoksa … " diye beni tehdit ede­cekler. Ama bu uyarı beni korkutmuyor ve ben diyorum ki, "Be­nim kardeşlerim zırdeli!" Ha Tanrı, Japon İmparatoru , Kutsal Ruh filan olduğu kuruntusuna kapılmış ve tımarhaneye kapatılmış bir deli; ha kendini iyi bir Hıristiyan, inançlı bir Protestan, yasalara sadık bir vatandaş ve erdemli bir insan olduğunu sanan huzurlu bir vatandaş; al birini vur ötekine, ikisi de "sabit fikirli", arada fark yok.
Yüksek bir fikre kendini kaptıran insanların dünyada çoğunlu­ğu oluşturduğunu ve bu yüzden de insanların hemen hepsine, gerçekten kafayı yemiş gözüyle baktığımı, tüm dünyayı da bir sürü deliyi barındıran bir akıl hastanesi kabul ettiğimi söylersem, şaka yaptığımı ya da mecazi konuştuğumu sanma sakın! Sabit fikir" diye neye derler? İnsanı kendine tutsak eden bir düşünceye. Eğer bir delilik içeren böyle bir sabit fikrin varlığını fark ederseniz, bu fikre tutsak kimseyi akıl hastanesine kapatırsınız. İyi hoş da, hiç şüphe duyulmayan dini gerçekler, örneğin halkın hiç sarsılmayan hükümdarı (kim sarsarak hükümdara karşı suç işlemiştir), sansü­rün toplumsal ahlak temiz kalsın diye aleyhinde tek bir kelime edilmesine bile izin vermediği erdem, tüm bunlar birer "sabit fikir" değil midir?
Eğer Ben Seni sevdiğim için Seni koruyor, Sana özen gösteriyorsam, yüreğim seninle besleniyor, ihtiyaçlarım doyuma ulaşıyorsa, bu senin bedenindeki daha yüce bir özün varlığından ötürü değildir, sende bir hayaletin görüntüsünü fark ettiğimden de değildir, salt egoistçe bir hazdan ötürüdür.
İnsan, kendi dışındaki hayaletlerden korkmaz , kendinden korkar, kendinden ürker. Bağrının derinliklerinde Günahın Hayaleti oturur. En belli belirsiz düşünce bile (ki zaten düşünce de tindir) bir şeytanlık ola­bilir, vb. Hayalet bir bedene bürünmüştür, Tanrı insan olmuştur, ama şimdi de insan, tanınması, açıklanması, denetim altına alınması, gerçeğe dönüştürülmesi, konuşturulması gereken en kor­kunç hayalettir.
Kendinden kurtulmak için verdiği uğraş, kendi kendini çözüm­leme güdüsünün yanlış anlaşılmasından başka bir şey değildir.
Eğer Sen geçmişine bağlı kalmışsan, dün saçmaladığın için bugün de saçmalarsın,• her an kendini dönüştüremezsen, kendini bir köle gibi elin kolun bağlı ve donup kalmış hissedersin.
Kutsal şey sadece kendi varlığını tanımayan egoist için, kerhen egoist için vardır: Böyle biri, sadece kendine ait olanı ön planda tuttuğu halde, kendini en yüce varlık saymaz; sadece kendine hiz­met eder, ama aynı zamanda daha yüce bir varlığa hizmet ettiğini sanır; kendinden başka bir yüce varlık tanımaz, ama gene de yüce varlıklara hayranlığını belirtir; kısacası egoist olmak istemeyen bu egoist, kendini aşağı görür, yani egoizmine karşı savaşır, ama yüceltilmek", böylelikle egoizmini de tatmin etmek amacıy­la kendini aşağılar.
Benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değildir ve gök yerden ne kadar yüksekse, benim düşüncelerim de sizin düşüncelerinizden o kadar yüksek­tir.
So­fistler [bilgiciler] yürekli bir küstahlıkla şu cesaret verici sözü , Sizi şaşkına çevirmelerine izin vermeyin!" sözünü söyleyip şu aydınla­tıcı öğretiyi yaydılar: "Her şeye karşı anlama yetini, zekanı, tinini kullan; insan iyi ve eğitimli bir anlama yetisi sayesinde dünyada kolayca ilerler, kendine gelecek için en iyi koşulları ve en keyifli yaşam ortamını sağlar." Demek ki onlar, insanın dünyaya karşı giriştiği savaşta tinin en iyi silah olduğu görüşündeydiler. Diya­lektik becerisine, konuşma yetisine, tartışma sanatına vb. çok önem vermelerinin nedeni de budur.
Genç insan, şeyleri kavramaya uğraşmaz; örneğin tarihi verileri ezberlemeye değil, şeylerin için­deki saklı düşünceleri, yani örneğin tarihin tinini kavramaya çalı­şır. Oysa çocuk, bağlantıları anlasa da fikirleri, tini kavrayamaz ; bu nedenle de öğrenilebilen her şeyi apriorik ve teorik bir yöntem izlemeden, yani fikirlerin peşine düşmeden ardı ardına dizer.
Tanrısal şeyler Tanrı’nın meselesidir; insani şeyler ise insanın … Benim meselem, ne tanrısaldır ne insani; hakikat, iyilik, adalet, özgürlük vs. de değildir, sadece ve sadece Benim olandır ve genel olmayıp, tıpkı benim biricik olduğum gibi, o da biriciktir.
Benim için Benden daha önemlisi yoktur!
Eğer Tanrı ve İnsanlık, sizin ısrarla ileri sürdüğünüz gibi, kendi­leri için her şeyin içinde her şey olmaya yetecek bir içeriğe sahip­se, Ben de bundan daha az bir içeriğe sahip olmadığımı, kendi boşluğumdan" yakınmayacağımı duyumsuyorum. Ben boşluk anlamında bir Hiç değilim, Ben yaratıcı bir Hiçim ve bir yaratıcı olarak bu Hiçten, her şeyi kendim yaratıyorum. O halde tamamen Bana ait olmayan davalar defolsun gitsin başımdan! Siz davamın en azından "iyi bir dava" olması gerektiğini düşünüyorsunuz değil mi? İyi nedir, kötü nedir? Benim meselem, Ben Kendimim ve Ben de ne iyiyim ne de kötü … Her ikisinin de Benim için bir anlamı yoktur.
Tanrı ve İnsanlık, davasını hiçbir şey üzerine kurmaz ; yani ken­dinden başka hiçbir şey üzerine. Keza ben de, tıpkı Tanrı gibi, kendi davamı Kendim üzerine kuruyorum, çünkü Ben diğer herkes için bir hiçim, çünkü Ben kendim için her şeyim, çünkü Ben kendim için biriciğim.
Ben meselemi hiçe bıraktım.
Oh! Oh!
Artık bu dünyada tamamiyle rahatım.
Oh! Oh!
Kim isterse birlik olmak benimle,
Katılsın şarkıma, tokuştursun kadehimle,
Varalım şarap fıçısının dibine!

Goethe

Tanrısal şeyler Tanrı’nın meselesidir; insani şeyler ise insanın … Benim meselem, ne tanrısaldır ne insani; hakikat, iyilik, adalet, özgürlük vs. de değildir, sadece ve sadece Benim olandır ve genel olmayıp, tıpkı benim biricik olduğum gibi, o da biriciktir.

Benim için Benden daha önemlisi yoktur!

Tanrı ve İnsanlık, davasını hiçbir şey üzerine kurmaz; yani kendinden başka hiçbir şey üzerine. Keza ben de, tıpkı Tanrı gibi, kendi davamı Kendim üzerine kuruyorum, çünkü Ben diğer herkes için bir hiçim, çünkü Ben kendim için her şeyim, çünkü Ben kendim için biriciğim.
Adanmış vatanseverler tarafından korunan bir halkı gözlemleyin! Vatanseverler, kanlı çarpışmalar sırasında, ya da açlık ve sefalet yüzünden ölürler; bu, halkın umurunda mıdır? Halk ölenlerin çürümüş bedenleriyle gübrelenip beslenen o toprak üzerinde dal budak salar, çiçek açar"! Bireyler, "halkın yüce davası" uğruna can vermişlerdir, halk ise onların ardından minnettarlığını dile getiren birkaç söz söyler -ve parsayı toplar. İşte Ben karlı egoizm diye buna derim.
“Hasta bir devlet için tek kurtuluş yolu, içindeki insanı geliştirmektir”……

…… Hastalıklı bir haydut çetesi için tek kurtuluş yolu, kendi içinde sadık, dürüst vatandaşlar yetiştirmektir! Bunu yaparsa da haydut çetesi, haydut çetesi olmaktan çıkar ve batar. Çete bunun farkında olduğu için, “düzgün bir adam” olma eğilimi gösteren herkesi vurmayı tercih eder.

Ben meselemi Hiçe bıraktım.
Kültür, din elbette insanların özgürleşmesini sağlamıştır, ama onları yalnızca bir efendiden kurtarıp bir başka efendinin egemenliği altına devretmiştir.
Sevgi Benim duygum olarak bir saplantı değildir. Sevgiyi bir duygu olarak kendi mülkiyetimde bulundurmaya devam ederim.
Sevginin yöneltildiği kişinin ya da nesnenin yabancılığı onun saplantı haline gelmesinin nedenidir. Sevgi benim duygumken bir fanatiklik değildir -sevgiyi bir duygu olarak daha ziyade kendi mülkiyetim altında tutmaya devam ederim; tam tersi durumda, sevilen nesnenin yabancılığı yüzünden bir fanatiklik haline gelir.
Bir din, bir halk, bir vatan, bir aile, vb. benim sevgimi kazanmayı başaramazsa, Ben onları sevmek zorunda değilim.
O artık kendinden vazgeçmiştir, çünkü o çözülemeyecektir ve kendini tutkusundan kurtaramayacaktır, o bir fanatik olmuştur.
Adanmış vatanseverler tarafından korunan bir halkı gözlemleyin! Vatanseverler, kanlı çarpışmalar sırasında, ya da açlık ve sefalet yüzünden ölürler; bu, halkın umurunda mıdır? Halk ölenlerin çürümüş bedenleriyle gübrelenip beslenen o toprak üzerinde dal budak salar, çiçek açar"! Bireyler, "halkın yüce davası" uğruna can vermişlerdir, halk ise onların ardından minnettarlığını dile getiren birkaç söz söyler -ve parsayı toplar. İşte Ben karlı egoizm diye buna derim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir