Alfred Adler kitaplarından Bireysel Ruhbilim kitap alıntıları sizlerle…
Bireysel Ruhbilim Kitap Alıntıları
En tehlikeli şey, umudunu yitirmiş bir çocuktur. Bir çocuğun yaşamında pek çok zor an yer alır ancak onun umudunu yitirmesine asla izin verilmemelidir.
Şımartılmış çocuk bu dünyada herşeyin başka kimseler tarafından yapıldığını görür. Oldukça kısa bir zamanda kendisini olayların merkezi gibi görmeye başlar. Bu görüşüne uymayan bütün hallerde kötü maksatlar arar. Düşüncesine uygun hareket etmeyen herkesi düşman sayar.
”Çocukların uykuda aldıkları pozisyonlar, onların doğru anlaşılması için önemlidir. ”
Bir kişinin ötekisinin düşmanı olduğu bir uygarlıkta -çünkü tüm endüstriyel sistemimiz bu demektir- moral çöküntüsü söküp atılamaz, çünkü endüstrileşmiş uygarlığımızın bildiği gibi, moral çöküntüsü ve suç var olma mücadelesinin yan ürünleridir. Bu mücadelenin gölgeleri çocuğun ruhunun karşısına çok erken düşer, onun sağduyusunu yok eder, büyüklük arzusunu kolaylaştırır, onu korkaklaştırır ve işbirliği yapamaz bir duruma getirir.
Uygarlığımız morali çökmüş olanları yanına yaklaştırmamıştır. Eğer yapabilirseniz, bu insanları yalnızlıktan ötürü suç işlemek zorunda bırakan ürkütücü yazgılarını düşünün; insanların suçlu olmaları yalnızca ilişkiyi yitirmiş olmalarından ötürüdür.
Tam bir barış dönemlerinde bile uygarlığımız moral çöküntüsünün ve suç işlemenin üstünde etkili bir denetim sağlayamamıştır; uygarlığımız yalnızca cezalandırır, öcünü alır, insanları korkutur, sorunu hiçbir zaman çözmez.
Güç arzusunun olduğu yerde işbirliği duygusu yara alır, çünkü güç elde etme arzusuna sahip olan bir kişi yalnızca kendisini, gücünü, prestijini düşünür ve başkalarına hiç aldırış etmeden hareket eder.
Morali çökmüş gençliğimizin büyük kitlesi zihinsel kusurlu değildir. Tam tersine, çoğu zaman bir süre oldukça iyi gelişen ve belirli bir noktaya kadar beceriler geliştiren olağanüstü yetenekli çocukların olduğunu görürüz ama bir kez çöküntüye uğradıkları zaman, yaşamın ana yollarından birinin üzerinde onları apansız yakalayan felaketi kesinlikle önleyemezler.
Çocuğun ruhunu okuma yeteneğini geliştirmiş olan herkesin, her çocuğun güç ve önem için olağanüstü şiddetli bir arzuya, artmış bir öz-bilince sahip olduğunu, etkilemeyi ve önemli görünmek istediğini anlamış olması gerekir.
Her eğitim sistemindeki en önemli ilkelerden biri çocuğu ciddiye almak, ona eşit muamele yapmak, onu aşağılamamak ve onunla alay etmemektir; çünkü çocuk yakın çevresinin tüm ifadelerini kaçınılmaz bir biçimde baskı olarak hisseder.
Bütün başarısızlık hallerinde her başarısızlık aşılması mümkün olmayan bir kusurda aranmalıdır. Bu yüzden zehrin ilk sonucu, çoğu zaman kurbana bir rahatlama duygusu sağlamaktadır.
Ruh, özellikle nevrotik ruh, güvensiz durumları karşılamakta çok garip bir yöntem ve kurnazlık kullanır. Kendi güçlerini küçümser ve yeniden büyüyebilmek için aşağılık bir konuma sahip olmakta ısrar eder.
Onu toplumdan ve saygıdeğer kadınlarla birlikte olmaktan kaçıran aynı güvensizlik duygusudur. O ancak fahişelere ve suçlulara hükmederek kendisini güvenli hisseder.
Nevrotik ruh aşırı zorlanmış amacına ulaşmaya girişebilmek için kurnazlıklara ve düzenlere başvuracaktır. Bu kurnazlıklardan biri, amacı ya da yerine konulmuş amacı bilinçdışı alana aktarmaktır. Eğer bu “ahlaksal” amaç bir deneyimde ya da bir fantezide gizlenmişse, hasta o zaman, kısmen ya da tümüyle amneziye kurban gidebilir ve kurgusal amaç gözden kaybolur.
Onun bilinçdışı kişiliği yoluyla yapmaya çalıştığı, çevresine egemen olmaktı. Rüyasını anlamış olsaydı, o zaman zorbaca çabaları ve eylemleri uyanık durumdaki düşüncelerinin eleştirisine olanak vermek zorunda kalırdı. Ama gerçek arzusu hükmetmek olduğundan, rüyası onun için anlaşılamaz kalmalıydı. Ruhsal hastalığın ve her türlü sinirliliğin akla aykırı olduğunu ve eğer nevrotiğin aşırı gerilmiş amaçlarını bilince kavuşturabildiğimiz ve köreltmeyi başardığımız taktirde bunların düzelebileceklerini anlamak mümkündür.
Tüm ruhsal yaşamı, o olmadan hiçbir şeyin gereken bir düzen içinde olamayacağı kanısıyla kaplıydı. Herkesi küçümser ve bilgiççe her şeyi iyileştirmeye çalışır. Her zaman tetikte olan güvensizliği içinde sürekli olarak başkalarında hatalar bulmaya çalışır. Güvensizliği vurgulayan o kadar çok deneyimi vardır ki gerçekten de hataları sezinlemekte başkalarınınkinden daha büyük bir yetenek geliştirmiştir.
Zorlanım nevrotiği bir başkasının iradesine ve her yabancı etkiye öylesine kesinlikle karşı koyar ki bunlarla mücadelesinde kendi iradesinin kutsal ve dayanılmaz olduğu varsayımına ulaşır.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Zorlanım nevrozunun bireysel psikoloji yöntemine göre açıklanması, hastanın toplum tarafından yapılan zorunlu taleplerden doğan zorlanımdan hastalıklı bir zorlanım yoluyla kendisini kurtarma ya da yükünü atma bilinçdışı amacını ortaya koyar: Hasta, esas savaş alanından kaçmak, aksi taktirde onu bireysel görevlerini yapmaya zorlayabilecek zamanı boşa harcamak için ikincil bir eylem alanı oluşturur.
Uykusuz bir kişinin düşünce zincirinde her zaman şu anlamı sezinlemişimdir: Başka türlü ya ulaşılamayacak ya da ancak tüm benliğin bilinçli sorumluluğunun kullanılmasıyla ulaşılabilecek bir şeyi hiçbir sorumluluğun altına girmeden elde etme
Uzun vadede uykusuzluğun bu belirgin önemiyle kastedilen ve burada kendisini kesinlikle yeterince ortaya çıkaran, hastanın güç durumuyla ilgili olarak tanınmak istemesidir. Çünkü, ancak bu kabullenme elde edildiği taktirde hasta yaşam yanlışlıklarının sorumluluklarından kurtulacak ve başarısını çifte önemli saymasına izin verilecektir.
Alfred Adler, sadece insan olarak büyümenin ve uzun süre boyunca kendimizi çaresiz, zayıf ve bağımlı hissetmemizin neden olduğu evrensel aşağılık duygusu hakkında çok şey yazdı. Bu aşağılık duygusunu katlanılmaz bulan ve madalyonun sadece diğer yüzü olan üstünlük kompleksi geliştirerek bunu telafi etmeye çalışan bir sürü insan var.
Üslup, insanın kendisidir. ”
Insanlık için iyi birşeyler yapmayan insanlar ne oldular? Işte cevap : Hiç birşey bırakmadan yok oldular. Onlardan kalan hiçbirşey yoktur. Vücutça ve ruhça kayboldular. Toprak onları yuttu. Evrenin verileriyle ahenk kurmayan yok olmuş hayvan türlerinin akıbetine uğradılar. Burada aslında gizli bir buyruk vardır. Evren sanki söyle demektedir: Defolun siz hayatın manasını anlamadınız. Gelecekten hiçbirşey bekleyemezsiniz.
Karakter, üstünlük amacına yönelen bir davranış çizgisidir. Hayat çizgisinin bir yansımasıdır. Sosyal bir duruştur.
Homoseksüalite, hormonlardan meydana gelmemektedir
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Esasen, yönsüz, amaçsız bir yol veya davranış düşünülemez ve izlenemez. Insan ruhunun amacı zaferdir. Mükemmelliktir. Güvenliktir. Üstünlüktür.
Nihayet, aşırılığa kaçan sigara ihtiyacı ve ileri derece kahve tiryakiliği çoğu zaman gevşek, kararsız bir ruh halini gösterir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Uyuşturucu kurbanı çözülmesi mümkün görülmeyen bir problemle karşılaştığı zaman tehlikeli sonuçlar verir.
Ruh süreçlerine karşı fazla ilgi gösteren kimse, hayatın kendisini başkalarından çok hayal kırıklığına uğrattığını görmekte zorluk çekmez. Çünkü bu kimseler, hayattan fazla şey beklerler.
Intihar teşebbüslerini ve bizzat intiharın başkalarına karşı düşmanca bir belirti olduğunu anladım. Bu belirti yetersiz bir sosyal duygudan meydana gelmektedir.
Vücut güzelliği, çekici olmamıza rağmen avantajlar kadar dezavantajlar da doğurmaktadır. Bekar ve çocukları olmayan insanlar arasında şaşırtıcı derecede göz alıcı bir vücuta sahip birçoklarının bulunduğunu, buna karşılık, çoğu zaman pek de gösterişli olmayanların çocuk sahibi olduklarını görerek hayrete düşeriz.
Çocuk sahibi olma korkusu bencil nedenlere dayanmaktadır. Bu bir gerçektir. Belirtileri ne olursa olsun, bu nedenlerin gerçek kaynağı daima sosyal duygunun yetersizliğidir. Aşkı sadece şımartılmış çocuk rolünü oynamaya elverişli bir araç olarak gören, yalnız dış görünüşü ile ilgilendiği için gebeliğin ve doğumun yapacağı biçimsizliklerden korkan genç kızda böyledir.
Zührevi hastalıkların artmasının, aile ve topluluk hayatının sona ermesinin nedeninin aşka önem verilmemesi olduğu kanısındayım.
Aşk probleminin tadmini için iki kişiden her birinin kendini tamamiyle unutması ve iki kişinin bir tek varlığı yapıyorlarmış gibi, kendisini bütün bütün başkasına vermesi gerekmetedir. Bundan başka, aşk, mahiyeti bakımından, vucut çekiciliğini zorunlu kılmaktadır.Vücut çekiciliği karşı cinsin seçiminde etki yapar. Aşkta eşitlikten başka karşılıklı bağlılıkta gerekmektedir. Zamanımızda bunu bilen erkekler ve kadınlar pek fazla değildir. Bu bağlılık duygusu erkekler, özelikle, kadınlar tarafından yanlış anlaşılmıştır. Bu bağlılığı bir kölelik gibi sayanlar vardır. Bu duygu özellikle bencil üstünlük prensibine ulaşmış olan kadınları aşktan uzaklaştırır.
Çocukların okulda cinsel sorunlar üzerinde durmalarını önlemek zordur. Geleceği düşünen bağımsız çocuk, müstehcen şeyleri dinlemez ve saçma şeylere inanmaz. Eğitimin çocuğu aşktan, evlilikten korkutması büyük bir hatadır. Esasen böyle bir eğitime sadece bağımsız olmayan ve daha önce cesaretlerini kaybetmiş çocuklar kulak verebilir.
Savaş, idam, ırk düşmanlığı, başka milletlere düşmanlık beslemek ve nevroz, intihar, suç, sarhoşluk, gibi büyük kusurlarımızın sosyal duygunun yetersizliğinden meydana geldiğine değinilebilir.
Okul başarısı herşeyden önce çocuğun sosyal duygusuna bağlıdır. Bu bir gerçektir. Çocukta saklı olan bu duygu ilk bakışta onun topluluktaki yaşayışı hakkında bize fikir verebilir. Gelecekteki ortak hayat için çok önemli olan dostluk, arkadaşlık, sadakat, sorumluluk duygusu, müşterek faliyet arzusu gibi bütün karekter özellileri, memlekete, millete ve insanlığa karşı duyulan ilgi, hepsi okul hayatında yer alır ve üstün eğitsel ilgileri gerektirir. Okul, arkadaşlık ruhunu oluşturma ve işleme imkanına sahiptir.
Çocuğun ihmal edilmesi, yetersiz organlara sahip bulunması da sosyal duygunun gelişmesini zorlaştırırlar. Her ikisi de şımartılmada olduğu gibi, çocuğun dikkatini ve ilgisini topluluk tan uzaklaştırır. Kendi güvenliğine ve huzuruna yönlendirir.
Çocuğun karşılaştığı sorunlar iki yönden meydana gelebilir. Bunlardan birini anneler oluşturur. Beceriksiz, tecrübesiz bir anne çocuğun başkalarıyla ilişki kurmasını zorlaştırır. Işini ciddiye almaz. Ya da, çoğu zaman olduğu gibi, çocuğun başkalarına yardim etme zorunluluğunu önler. Baskılarıyla iş birliği yapmasına olanak vermez. Onu şefkat ve okşama ile bıktırır. Sürekli olarak çocuğun yerine hereket eden, düşünen, konuşan anne bütün gelişme olanaklarını felce uğratır.
Uzun zamandan beri hayatın bütün sorunlarını şu üç probleme bağlamayı düşündüm: Sosyal hayat, çalışma ve aşk.Bunlar gelip geçici problemler olmayıp, sürekli karsımıza çıkan zorlayıcı isteklerde bulununan kaçınılmayan problemlerdir. Zira, bu üç soruna karşı tavrımız, hayat stilimize göre verdiğimiz bir cevaptır. Çözümleri için yeterli bir sosyal duyguyu zorunlu kılmaktadırlar. Her insanın hayat stilinin bu üç sorun karşısındaki tavrında az veya çok bir açıklıkta yansıdığını kolaylıkla görebiliriz.
ölümü dış dünya güçlükleriyle mücadeleye tercih eden kimselerin bulunduğu bir gerçektir. Çünkü bunlar, başarısızlıktan çok korkmaktadırlar. Bu insanlar aralıksız olarak şımartılmak, işlerinin başkaları tarafından yapılmasını ve sıkıntıdan kurtarılmalarını isteyen kimselerdir.
Canlı madde faaliyete başladığı günden beri daima aşağı durumdan daha üstün bir duruma ulaşma yolunu aramıştır. Oluş kavramıyla özetlediğimiz şey işte bu harekettir. Bunu ölüme götüren bir hareket gibi düşünmemek gerekir. Tersine bu hareket, hiçbir zaman bir uzlaşma veya sakin bir hareketsizlik halini almaz. Dış dünyaya egemen olma amacını güder.
Sürekli olarak çocuğunun yerine hareket eden, düşünen, konuşan anne bütün gelişme imkanlarını felce uğratır. Çocuğunu bizimkinden tamamıyla farklı hayalî bir dünyaya alıştırır. Şımartılmış çocuk bu dünyada her şeyin başka kimseler tarafından yapıldığını görür. Oldukça kısa bir zamanda kendisini olayların merkezi gibi görmeye başlar. Bu görüşüne uymayan bütün hallerde kötü maksatlar arar. Düşüncesine uygun hareket etmeyen herkesi düşman sayar.
Olaylar dan değil, olaylar hakkındaki düşüncelerimizden etkilenmekteyiz. Bu aşikârdır.
İnsanın organları, ruhu, sürekli güvenliğin ve başarının arkasından koşar. Bütün bunlara hayat tehlikeleriyle ilgili daha mühemmel bir bilgi ve ölümle ilgili daha az bilgisizlik katmak gerekir.
Sonsuz acıya tercih edilen acı, bir son buluştur.
Tabiatta yer alan sayısız değişiklikler arasında, daha iyi imkanlara sahip, en iyi şekli bulabilen ve böylelikle, çevreye en iyi tarzda uyabilen bireyler başarıya daha fazla yaklaşırlar
Kendilerini yetişkin gibi göstermek isteyen birçok çocuk yetişkinlerin niteliklerinden ziyade kusurlarını alırlar. Çünkü bu hareket tarzı onlara topluluğa hizmet etmekten çok daha kolay görünür
Ancak, dış dünyada başkalarına karşı ilgi duyduğu zaman insan gerçekten görür, işitir ve konuşur.
İnsan sadece bir bütünün alan ve veren öğesidir.
Hayatın manasını araştırmak ancak insan-evren arasındaki münasebet göz önünde bulundurulduğunda bir değer ve önem kazanır.
Karşılaşılan problemin aranan her çözümü, hayal gücünü harekete geçirir.
Çocuklara tam bir konuşma ve soru sorma hürriyetinin verilmesi önemlidir, hatta zorunludur.
İyi haller gözlemle daha kolay kazanılır.
Şımarık çocuk hiçbir haz-dan ve arzudan vazgeçemez.
Karakter, üstünlük amacına yönelen bir davranış çizgisidir. Hayat stilinin bir yansımasıdır. Sosyal bir duruştur. Doğasal değildir. Karakteri, dinamik kanunu ile bareber şekillendiren
çocuktur.
çocuktur.
Anne sosyal duygu gelişiminin eşiğinde bulunmaktadır. İnsanın sosyal duygusunun biyolojik mirası, annenin bakımına emanet edilmiştir.
Bilinçaltı veya ben denen şey, bilinçsizlikle veya belirttiğim gibi, anlaşılmayan şeylerle doludur.
Bu kimselerin iyileştirilmeleri ve değiştirilmeleri ancak ruh yolu ile mümkün olabilir.
Hayatın başından beri gördüğümüz her şey, doğuşun ilk gününden itibaren güçlü bir şekilde çevre olaylarının etkisi altında kalır.
İnsan hayatı insanın imkanlarıyla başlar.
Bütün hallerde intihara yol açan şey; takdir ve tahmin yetersizliğidir.
Cesaret dediğimiz doğru faaliyet derecesi, yeterli bir sosyal duyguya sahip çocuklarda bulunur.
Bireysel psikoloji bir bilim olarak dinsel dogmaları kullanamaz. Dinsel rehberliği, bu işte yetiştirilmiş olanlara bakmak zorundadır.
Tedaviye gelince, sapıklığın tedavi edilmeyeceği daima söylenmektedir..
Hayal kırıklığı yalnızlığa sürükler..
Bireyi, karşısına çıkan problemlerden uzaklaştıran şey, suçluluk değildir. Bireyin kişiliğini tam olarak buna hazırlayamamasıdır.
Belki de hepimiz bir insan güzelliği hayalini taşıyoruz ve başkalarını bu hale göre değerlendiriyoruz.
Aşkı hafife almak; aşkı yüceliğinden, parlaklığından ve bütün estetik cazibesinden uzaklaştırmak demektir.
Gerçekleştirilmesi mümkün olmayan ideal bir tamlık ile daima kendisini karşılaştıran insan, aralıksız bir şekilde aşağılık duygusu duyar ve bu duygu tarafından uyarılır.
Psikoloji ve felsefe insanla ilgilenmeye başladığı güne kadar bir sanat olarak kaldı..
Bireyin hayatın manası hakkındaki düşüncesini incelemek yararlıdır. Çünkü nihayet, onun düşüncelerini, duygularını ve faaliyetini yöneten şey budur.
Dünya hakkında çocukların ve yetişkinlerin birbirleriyle aynı yönde vardığı düşünce nedir?
Her şeyin farklı ifade ediş şekilleri vardır..