İçeriğe geç

Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez Kitap Alıntıları – Kemal Sayar

Kemal Sayar kitaplarından Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez kitap alıntıları sizlerle…

Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez Kitap Alıntıları

Bir nefes kadar kaçınılmazdır insanın kederi yaşaması
Bir araştırma günde dört saatten fazla televizyon seyreden insanların, günde iki saatten az televizyon izleyenlere kıyasla, başlarına bir şiddet olayı geleceğine daha fazla inandıklarını göstermiştir.
İnsanlar bize konuşmuyorsa bizim onları dinlemeyeceğimizi düşünüyorlardır.
Kelimeler ruhun sahillerine ancak duygunun yelkenleriyle intisap edebilir.
Sabır, beklemeyi bilmektir.
Dünyayı ve içinde yaşadığımız ülkeyi değiştirebilecek insanlar, iyiliğe inananlardır
Sabır, zamanın kaçınılmaz akışıyla korkmadan yüzleşebilmektir.
Acele ve telaş, nezaketi anında imha edebilir.
Depresyonda çok ağır sıkıntı verici duygular olmakla birlikte; ümitsizlikte kişinin kendisinden kurtulmak istemesi, kişinin artık, olduğu kişi olmak istememesi vardır. Hayat boyunca türlü hayal kırıklıkları ve kayıplarla yüzleşiriz. Hayatı sadece pozitif duyguları görerek yaşayacağımız, acısız bir piknik olarak tasavvur edemeyiz. Böyle bir tasavvur, pek çok hayal kırıklığını da beraberinde taşıyacaktır. Daha iyi bir hayatın nasıl yaşanacağına dair psikolojik öneriler, çoğu zaman hayatın derinliğini yeterince kavramış olmuyor ve insanların eline sığ sloganlar tutuşturmaktan öte bir işlev görmüyor. İnsanlara kibri öğütleyen hiçbir düşünce, doğru bir hayatın anahtarını elinde tutuyor olamaz.
Nihilizm ruhsal hastalıklarını da üretiyor. Postmodern çağda depresifiz hepimiz, zira çok seküleriz, çok ruhsuzuz, çok umutsuzuz.
Çocukların anlamlı ve dolu bir yaşama sahip olmaları için onlara bir ideal kazandırmaya çalışmak yeterlidir çünkü ideali olan insan; vatana, millete, insanlığa zaten faydalı olacaktır.
Her an gidecekmiş gibi, her şey her an bitebilirmiş gibi yaşamak mümkündür. Hüznün kanatlarına dokunursanız, kendi adımlarınızın sesini duyamazsınız. Orada sadece meleklerin hışırtıları vardır.
İyi ve kötü arasındaki, bir zamanlar su geçirmez sanılan çizgi, belirli sosyal kuvvetlerin etkisi altında kolayca aşılabilir.
İnsanın sadece kendisi için yaşadığı, moral ve dini değerlerin alt üst olduğu bir dünyada, her şey mubahtır.
Cana kıyan kişi yeryüzünde Tanrılık iddiasında bulunur, arkasında gizlendiği silahla bir anlığına güçlü olmanın sapıkça hazzını yaşar. Özellikle kitle katliamına kalkışan arsız psikopatlar, bu büyüklenme hissini sonuna kadar yaşıyor, kutsala, Tanrı’ya açıkça meydan okuyorlar.
Saldırgan insanlar, özsaygıları yüksek, kendilerini fazlasıyla beğenen kişiler. Saldırganlığın özünde bir çarpışma yatıyor: Kişinin kendisini algılama biçimiyle bu algıyı paylaşmayan, onu tenkit eden kişinin yükselttiği ses çarpışıyor. Tehdit altındaki egotizm.
Bir başkasının acısını içimizde hissedebildigimiz kadar insanızdir.
Dilimin döndüğü kadar sustum.
Benimle ancak uzun bir sessizliği paylaşabiliyorsan, birlikte kelimeler olmadan da konuşabiliyorsak bir davayı birlikte omuzlayabiliriz.
Başkalarının günahları bizi aziz kılmaz.
Geldiğinde bize çok şeyler öğretecek olan acıya ‘hoş geldin’ diyebilmeyi başarmamız gerek.
Gerçeğin acı ilacı insanı ayık tutar. “Pozitif” yalanlarla sahte cennetlerde gezinmek yerine, gerçeğin kolunda bu dünyaya yaslanmak yeğdir.
Depresyon belki de inanç kaybının bir belirtisidir.
Kendini evrenin merkezine yerleştirerek başkalarını inkar etmek.Modern barbarlık.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bir şeyi yanlış hatırlıyoruzdur ama onu sürekli hatırladığımızda ve sürekli anlattığımızda, bir süre sonra anlattıklarımızın doğruluğundan emin hale gelebiliriz.
Geçmişi hatırlamayanlar onu tekrar et­meye mecburdur .
İnsan ses verir ve yankısını bekler.
ruhumun sadece bir sızıdan ibaret olmadığını anla.
Kalbini açmayana şifa yoktur. Dinlemeyi bilmeyen de şifa bulamaz.
Temsil asla gerçeği ikame edemez. Geç­mişin sonsuza dek yitip gitmiş olduğu bilgisi yürek yakar. Nostalji, geçmişin temsili ve gerçeği arasındaki boşluğa oynar. O boşluğu yenme arzusunu ve kaybedilmiş olanı telafi etme isteğini dile getirir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Her yazıyla önce
kendi nefsime sonra
başka nefislere
bir şifa aradım
kıblesini kaybetmiş
bir dünyada yazıyla
kendime bir yön
bulmaya gayret
ettim.Gördüğümüz
gibi kendimi
mühim bir adam
zannediyorum.
Şimdi aşk yok, sadece burukluk var. Hüzün ve burukluk. “Mutlu aşk yoktur” diyen Aragon, bir kez daha haklı çıkıyor.
Acıyı hayattan ne pahasına olursa olsun kovmak demek, ‘ötekinin gelişi’ ihtimaline de izin vermemek demektir. Elemin hayattan kovulması, anlamın da hayattan kovulması haline gelecektir. Elemin ve anlamın olmadığı dünyada hepimiz yaşayan ölüler olacağız. “Mutluluk ve mutsuzluk beraber büyüyen ikizlerdir” demişti Nietzsche. Mutsuzluğa hazırlanmadan mutluluğa da sahip olamayız.
Bir nefes kadar kaçınılmazdır insanın kederi yaşaması.
“Mutluluk siz onu hiç aramadığınız bir anda omuzunuza konan bir kelebektir.”
Çoğu insan o kadar şaşkın, o kadar yüzeysel yaşıyor ki, hayatın en ufak zorluklarıyla karşılaştıklarında dehşete kapılıyor ve hayatla nasıl boğuşmaları gerektiğini bilemiyorlar. Oysa hayat, mütemadiyen problem çözmektir.
Bir kez bildikten sonra onu bilmeme ihtimalimiz orta­dan kalkıyor. Saati geri çeviremiyoruz. Bilinçlilik, edilgen bir uyku hâli üzerine yaşamaktan çok daha değerli bir varoluş hâli sunuyor bize.
Huy olduğumuz, karakter yaptığımız şeyi temsil ediyor. Huy ile doğarız, karakteri ediniriz.
Devrimlerin fitilini soylu ruhlar ateşler, tarihi, bulundukları dünyayı daha da güzelleştirmek isteyen iyimserler yazar.
Çünkü ben marazi bir iyimserim, dünyanın sözlerle de değişebileceğine inanıyorum.
Hayat kitabımızı, hayal kırıklığı ve umudun mürekkebine banarak yazıyoruz, bu yüzden olsa gerek, sayfaları rengarenk.
‘Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi. Her şey önümüzdeydi ve önümüzde hiçbir şey yoktu’.
Düşledik, umduk, arzuladık. Ha­yal ettik. Sonra gerçeğin duvarına tosladık ve dış dünyanın hakikatinin içimizin hakikatine denk düşmediği­ni, acıyla fark ettik. Ürperdik. Oysa içimizde kıpırdanıp duran bir şeyleri varlığa çıkarmak, dünya gözüyle sey­retmek istiyorduk.
İnsanları yoksulluktan çok daha fazla olarak adaletsizlik incitir.
Tevazu insan olmanın süsüdür. Ancak olgun insanları taçlandıran bir süstür bu, kendi varlığını paylaşmaya, ondan artırdığını infak etmeye gönlü yeten insanları güzelleştirir.
Bir alışveriş merkezinin mescidinde marka ayakkabılar gören bir iş adamı, neşeye kapılıyor ve bu durumu, zengin ama inançlı insanların çoğalmasının işareti olarak yorumluyor. İnanç insanların hayatına sadece bu ka­dar sokulabiliyor demek ki: Herkes alışveriş merkezine gelir, parası olan herkes büyük arabalara biner, parası olan herkes büyük evlerde oturur ve pahalı giysiler, marka ayakkabılar giyer. Ama içlerinden bazıları da inançlarının gereği olarak mescide girer. İnanç tüketim alışkanlıklarını değiştirebilecek kadar güçlü değilse, size toplumsal düzeyde hiçbir maliyet sunmuyor ve hatta tam tersine, sizi dönemsel olarak iktidar nimetlerine yaklaştırıyorsa bütünüyle araçsal bir nitelik ka­zanmış demektir. O halde biz de pirimiz Yunus’u hatırlarız:

‘Yunus gerçek âşık isen mülke suret bezemegil
Mülke suret bezeyenler kara toprak olmuş yatar. ‘

Gecenin bir vakti sınırdan sızarak gencecik evlatlarımızı öldüren o ‘teröristlerin’ de bu toprakların çocukları olduğunu, meselenin onları dağa çıka­ran güdülenmeyi anlamak olduğunu nihayet keşfediyoruz. Çünkü anlamadığımız zaman, sadece yok etmek üzerine ku­rulu bir şiddet dili oluşturduğumuz zaman, kan durmuyor.” Şiddet değdiği her şeyi yutuyor, kendisine benzetiyor, kendi ahlâkında eritiyor.
Üretken ıstırabın ilk evresinde hayattan koparız. Ortasında kim ve ne olduğumuzun bilgisi değişmeye başlar. Ve niha­yet sonunda, yeni yaşantımızla bütünleşir ve yeni bir insan olarak dünyaya geliriz. Artık öncekinden farklıyızdır. Fena ve beka. Yok oluş ve yeniden doğuş. Bunun için deneyimin bizi büyütmesine izin vermemiz, ıstırabı değişik anesteziklerle uyuşturmamamız gerekiyor. Zira modern dünya, ıstırabı hızla üretken olmayan biçimlerde uyuşturmaya yelteniyor. Böylece ıstırap anlam ve değerini hayatlarımıza katamıyor. Istıraba verilen olumsuz tepki onu üretkenlikten uzaklaştırıyor. O halde, geldiğinde bize çok şeyler öğretecek olan acıya ‘hoş geldin diyebilmeyi başarmamız gerek.
Istırap anlayışı keskinleştirir ve kalbi yumuşatır. Istırap merhametin kalbinizde kök salmasına yardım eder.
Bir genç düşünün, mükemmel bir ilişkinin düşünü kuruyor ancak ilişkilerini geliştirmek için kılını kıpırdatmı­yor ve sonunda koyu bir yalnızlığın ortasında kalakalıyor.
Schopenhauer’in söylediği gibi, farkındalığın artışının be­delini ıstırapla öderiz.
“İnsan her türlü karşılaşmadan çok şey öğreniyor. Yeter ki kalbimizi açmaya hazır bekleyelim, yolumuza çıkan her insanın bize bir hikmet taşıyabileceğini, onun yolumuza çıkmasının bir tesadüf olmadığını bilerek bekleyelim.”
Roman­tizm endüstrisi bizi aşk satarak uyuş­turuyor, kozmetik endüstrisi beden satarak. Bir de bize mutluluk satan kendine yardım kitapları var. Yani mutluluk endüstrisi. Yabancılık ve yalnızlaşmanın ruhsal sıkıntıları tır­mandırdığı bir çağda, her derde deva çözümleriyle mutluluk endüstrisi, sıkıntılarımıza çare bulduğunu iddia ediyor.
Sevmenin özlemek olduğu bilinci ruhuma otağ kurdu.
Gerçeğin acı ilacı insanı ayık tutar. ‘Pozitif’ yalanlarla sahte cennetlerde gezinmek yerine, gerçeğin kolunda bu dünyaya yaslanmak yeğdir.
Dinlemeyi bilenler için kalpten kalbe ne çok yol var
bir ağaca sırtını dayayıp da bütün sesleri içime çekmek istiyorum. İçimde okul çıkışı eve dağılan çocuklar uğuldasın, bir pazar kalabalığı uğuldasın, renkler ve mevsimler uğuldasın.
Ben kaybolmanın erdemlerine inanan birisiyim. Göz önünden çekilmenin, sessizliğe bürünmenin, dünyayı biraz da bir kovuğa yerleşip oradan seyreylemenin insanı geliştirdiğine inanıyorum.
İnsanın büyük bir mucize olduğuna inanıyorum. O yüzden insan ıstıraplarını, hallerini, coşku ve yenilgilerini dikkatle dinlemem gereken bir mesleği kendime iş bildim. Her insanın kendisini nasıl hikâyelendirdiği, ilgimi celbediyor. Bir kurban, bir cellat, bir kahraman, yaralı bir savaşçı, sevgiye susamış bir âşık, bir partizan, bir mümin İnsana ne çok şey sığıyor. Ve insan ne çok şeye sığıyor. Dinlemeyi bilenler için kalpten kalbe ne çok yol var.
“Şark oturup beklemenin yeridir’ der Tanpınar. Ve susmanın. Sükût ve sükunetin. Teenni ve sabrın. Sessizlik değer görür, birbirine yakın oturan insanlar birbirlerinin sessizliğine de tahammül eder. Her boşluk bir eylemle, bir sözle dolmasa da olur. Sessizlikten öğrenecek bir şeyler hep vardır. Sanat her zaman dile gelende değil, kimileyin de dile gelmeyende vücut bulur. Bazen bir hece sessizlikle örülür.
Naili’nin sözleriyle, ‘dil verdiğimiz yâre nigâh-i gazabından / tasrihe mecâl olmadı îmâ ile geçtik’. Şark ima ile geçmenin yeridir, orada tasrihe mecal de niyet de yoktur. Öte yanda
Batı dünyası söylenecek bir şey olmadığında dahi bir şeyler söylemenin telaşındadır. Ötekinin sessizliği nezaketsizlik hatta bazen tehdit edici bir durum olarak algılanabilir.
İnsan der Kierkegaard, ‘cennetin tamlığını ve mutluluğunu, kendi kaderini en karanlık ve en derin yerlerine kadar kovalamak için feda etmiştir.’ ‘Hayat ağacı ‘ der, ‘ cennete bütün kötülüğün kaynağı olarak değil, bütün bilginin kaynağı olarak yerleştirilmiştir”. Sonsuz rahmet ve korunmayı seçmek yerine merakı ve keşfi seçmek. Cennete geri dönmek artık amaç değildir, zaten artık mümkün de değildir. İyi ve kötünün çelişkisi içinde yaşamak ve bilinçli bir farkındalıkla hayatın sınırlarını keşfetmek, kendi aramızdaki farklılıkların bilincine varmak artık daha değerlidir.
Acıya karşı en kolay yaptığımız şey kendimizi uyuşturmaktir: Çok yeriz, çok içeriz, maddelere seyirtiriz. Belki bunlarla ıstırabı anlık olarak azaltabiliriz ama bu deneyimler bize, duygusal acıyla karşı karşıya geldiğimiz her seferinde, ondan kaçmayı ve saklanmayı öğretir. Oysa direnç, insanın acıyla mücadelesindeki sebat ve azminden beslenir. İnsan hayal kırıklığıyla uğraşırken hangi değerlerin kendisi için önemli olduğunu fark eder. Olmak mı yoksa sahip olmak mı, dost ve yaran ile geçirilen vakit mi yoksa uzun iş saatleri mi, itminan ve huzur mu yoksa maddi kazanç ve başarı mı?
Buradan hayatımın çelişkileri üzerine başka bir söyleve başlayabilirim. Otoyollara sövdüğüm bir şiir olan Highway adlı şiirimden birkaç ay sonra bir otomobil sahibi olmuştum. Ani tatmini ve Amerikan köftesini eleştirdiğim onlarca yazıdan çocuklarım en çok Amerikan köftesini seviyor. Kitabın yararları ve bilgisayar oyunlarının zararları üzerine onlarca söylevden sonra, çocuklarımın doğru yolu bulacaklarından emindim. Onlar beni her seferinde dinleyip hak verdiler, müteşekkirim. Ama anlayacağınız üzere, inandırıcılık problemi çekiyorum. Hayatımın çalışmaktan ve konuşmaktan kafamı kaldıramadığım bir döneminde yavaşlamanın yararları üzerine yazılar yazıyordum. Yok samimiyetsizlik değil, öylesinin daha doğru olduğunu biliyorum, kendimce de yapmaya çalışıyorum ama hiçbir şey yeteri kadar olmuyor.
“Kaybedilmiş bir toplumsal düzenin nostaljisi yokluyor bizi: O eski bayramlar, o eski şehirler, o eski insanlar…”
İnsan kendi tabiatından ve seçimlerinden sonuna dek sorumludur.
Tevazu, eşya kullanmakta olduğu kadar,dili kullanmakta da bir mücevherdir.
Evlilik, bir roman kahramanının söylediği gibi, ‘bir yıllık ateş ve ardından otuz yıllık kül’e dönüşebilir.
‘Başkası olma arzusu’ demişti Kierkegaard, ümitsizliğin dibidir’. Gerçeklik o kadar hayal kırıklığı uyandırıcı ki düşlere sığınmaktan başka çare yok.
Oysa hayat, mütemadiyen problem çözmektir.
Anlamak ve hissetmek bizi insan kılar.

Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez, Kemal Sayar

Olması gereken zaten bin yıllardır olup duruyor.
Güneş doğuyor, rüzgâr esiyor, insan seviyor. Sular dağlardan kopup gelerek ırmaklara dönüşüyor. Sus ve içine dön. Nefes alıp veriyorsun ya şimdi, bunu hisset. Her anında hayatın, ‘kıymetini bil her şeyin’.
Dünyaya soru sorabiliyorsak, acımız daha üretken olmaya başlamış demektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir