İçeriğe geç

Bir Yaşam Kitap Alıntıları – Guy de Maupassant

Guy de Maupassant kitaplarından Bir Yaşam kitap alıntıları sizlerle…

Bir Yaşam Kitap Alıntıları

Hayat böyledir işte Görüyorsunuz ya Ne sanıldığı kadar güzel, ne de korkulduğu kadar kötüdür!
“Anılar beni böyle yapıyor. Zamanı
geçen şeyleri sevsen de yok et! İnsan tamamen unuttuğu insanlarla
beklemediği anlarda tekrar karşılaşıyor yoksa! Onları bir kez daha
gördüğünü, seslerini işittiğini sanıyorsun, bu da korkunç bir etki bırakıyor.
Dört bir yana anılar serpiştiriyordu tohum eker gibi, kökleri ölümüne kadar sağlam kalacak anılar.
Kitap okuyor, hayaller kuruyor, çevrede tek başına dolaşmaya çıkıyordu.
Gördüğünüz gibi hayat hiçbir zaman sandığımız kadar iyi ya da kötü değil
Həyat nə biz düşünən qədər yaxşı, nə də pisdir.
Bax, burda, ölüm qarşısında biz hamımız bərabərik.
Qocalıqda gəncliyi xatırlamaqdan, qoca ikən öz gəncliyinə burnunu soxmaqdan dəhşətli bir şey yoxdur.
Hayat ne sandığınız kadar iyi, ne de kötüdür
Gördüğünüz gibi hayat hiçbir zaman sandığımız kadar iyi yada kötü değil
Yaşam böyledir işte . Görüyorsunuz ya .. Ne sanıldığı kadar güzel, ne de korkuldugu kadar kötüdür!
İnsan yeteri kadar verdiğine emin olmadığı zaman fazlasını verir .
Gördüğünüz gibi hayat hiçbir zaman sandığımız kadar iyi ya da kötü değil.”
İnsan bu hayatta, gerçek olan, içten olan hiçbir şeyle karşılaşmıyordu.
Hər bir ürək elə xəyal edir ki, bu hisslərdən birinci ehtizaza gələn, bu və ya digər fikri ilk dəfə duyan odur.Halbuki həmin bu hisslər ilk yaranmışların qəlbini sarsıtdığı kimi, gələcək, axırıncı kişi və qadınların da qəlbini coşduracaqdır.
Yalnız məhəbbəti axtarıb tapmaq, onunla rastlaşmaq lazım idi!
Yaşam böyledir işte Görüyorsunuz ya Ne sanıldığı kadar güzel, ne de korkulduğu kadar kötüdür!
Genç kız bu eski hikayelerin içinde kendini bulur ve düşüncelerindeki bu benzeyişe, isteklerindeki bu yakınlığa şaşardı. Zira insanlar, bazı duyguların etkisiyle kalbi ilk çarpan kendisidir sanırlar. Halbuki bu duygular ilk insanınkini çarptırmıştı; son erkek ve kadınınkini de çarptıracaktır.
Zamanı geçen şeyleri sevsen de yok et! İnsan tamamen unuttuğu insanlarla beklemediği anlarda tekrar karşılaşıyor yoksa!
Bazen insan yanılgılara da ölümlere eş bir üzüntüyle ağlıyordu.
İnsan tek başına hayaller kurarken kendini çok iyi hissediyor
(…) şu neşe saçan günün doğuşuna bakarken, böyle şafakların söktüğü şu yeryüzünde ne sevincin, ne de mutluluğun bulunmayışının nedenini düşünüyordu.
Bir parçacık huzuru, neşeyi nerede bulmalıydı acaba?
(…) deniz, gökyüzü altında parlak ve karnını kabartarak canavar bir nişanlı gibi kendisine doğru inen ateşten sevgiliyi bekliyordu.
Âşık da, sanki kucaklaşmalarının isteğiyle kızıllara boyanmış gibi, düşüşünü hızlandırıyordu.
Sonunda nişanlısına kavuştu; o da azar azar âşığını yuttu.
Aslında her gönül, ilk yaratıkların yüreğini çarptırmış olan ve son erkeklerle kadınlarınkini de çarptıracak olan bir yığın duyguyla ürpermiş olduğunu düşler.
“Gördüğünüz gibi hayat hiçbir zaman sandığımız kadar iyi ya da kötü değil.”
Yitirdiği ruhu önünden koşuyordu.
Aralarında bir perde, bir engel olduğunu hissediyor, iki insanın birbirinin ruhuna, en derin düşüncelerine asla ulaşamayacağını ilk kez fark ediyor, yan yana, hatta tek vücut halinde yürüyenlerin bile aslında bir olmadıklarını ve her birinin manevi varlığının hayat boyu yalnız olmaya mahkûm olduğunu anlıyordu.
Hiçbir mantığın kavrayamadığı sırları vardır gönlün.
Susuyorum ve susuyorum ,
Böylece üzerimde bir yük birikiyor .Aklımı kaçınılmaz şekilde karartmak zorunda olan bir şey.
İradesine karşı sürükler onu
Uçuruma duyulan o harika özlem.
Ondan bir rüya yetmez sana
Gördüğünüz gibi hayat hiçbir zaman sandığımız kadar iyi ya da kötü değil
“Gördüğünüz gibi hayat hiçbir zaman sandığımız kadar iyi ya da kötü değil.”
Neden o da başka insanlar kadar sevilmemişti? Neden sakin her hayatta olan basit mutlulukları bile yaşayamamıştı?
Kader ne kadar acımasız olursa olsun, güzel havalarda herkes umutla dolmaz mı?
Kötü şansın ısrarla peşinden geldiğine o kadar inanıyordu ki, Doğulular gibi kaderci olup çıkmıştı.
“Böyle konuşmayın hanımefendi, böyle konuşmayın. Kötü bir evlilik yaptınız, hepsi bu. İnsan öylece, kimle evlendiğini bilmeden evlenmemeli.”
“Yirmi beş yaşında gelip, ‘ben bir hiçim, senin yüzünden, senin annelik egoizmin yüzünden hiçbir şey bilmiyorum. Çalışamayacak, önemli bir insan olamayacağım. Kara cahil, basit bir insan olmak için yaratılmadım ben. Beni buna mahkûm eden kör sevgin yüzünden mutsuz öleceğim’ derse ne cevap vereceksin”
Güçlü, ele avuca sığmaz bir çocuktu. Ağaçlara tırmanacak kadar becerikliydi ama pek bilgili sayılmazdı. Derslerden sıkılıyor, hemen bitmesini istiyordu.
“Yüce Tanrı her yerde ama kilisede değil”
Erkeklerin dinle uğraşacak zamanı yok, kadınlara gelince, onlar iyice yoldan çıkmış.
İnsanın yaşlandığında burnunu gençliğine sokması kadar kötü bir şey yok.
Bu tür aşağılık içgüdülerin baskın olduğu kaba insanlardan değildi o. Nasıl olur da bu yontulmamışlarla aynı biçimde davranabilirdi?
Artık beğenilme kaygısı da duymadığından tıraş olmayı bırakmış, onu fena halde çirkinleştiren hırpani bir sakalla dolaşıyordu.
Kendisine iyi gelen bir tür melankoli, hayata karşı belli belirsiz bir düş kırıklığı yaşıyordu. Neye ihtiyacı vardı? Ne istiyordu? Bilmiyordu. Herhangi bir dünyevi isteği yoktu.
Artık ilk günlerin keyifli gerçekliği sınırsız umutlara, bilinmezliğe dair tatlı endişelerini sonsuza kadar yok ederek, gündelik gerçekliğe dönüşüyordu.
Aralarında bir perde, bir engel olduğunu hissediyor, iki insanın birbirinin ruhuna, en derin düşüncelerine asla ulaşamayacağını ilk kez fark ediyor, yan yana, hatta tek vücut halinde yürüyenlerin bile aslında bir olmadıklarını ve her birinin manevi varlığının hayat boyu yalnız olmaya mahkûm olduğunu anlıyordu.
Gözlerinde, gözlerinin ardında, içine sızamadıkları yabancıyı arıyor, sessiz, kararlı bir sorgulamaya girişiyorlardı sanki. Birbirleri için ne anlam taşıyacaklardı? Birlikte başladıkları bu hayat nasıl olacaktı? Evliliğin ayrılmamacasına birleştirdiği bu uzun hayatta birbirlerine ne tür sevinçler, mutluluklar ya da hayal kırıklıkları yaşatacaklardı? İkisi de diğerini daha önce hiç görmemiş gibi hissetti kendini.
Genç erkeklerle kızlar birbirlerinin peşinde dolanıyordu.
Ondan çok daha zenginsin ama hayatta mutlu olmak söz konusu olduğunda parayı düşünmemeli.
İyi kalpli bir Tanrı’nın yoluna çıkardığı, binlerce gizli sesin vaat ettiği eş O olabilir miydi? Onun için yaratılan, varlığını adayacağı kişi o muydu? Şefkatle birleşeceği, ayrılmamacasına katışacağı, AŞK’ı yaratacağı kaderinde yazılı insan o muydu?
“Evet, iyi yetişmiş bir delikanlı olduğuna şüphe yok”
Okşama, verme, kucaklama yetisi olmayan, yaratıcı ama dağınık, iradesinin hâkim olamadığı, karşı konulamaz bir iyilikti onunki. Neredeyse bir kusur gibiydi.
En büyük gücü ve en büyük zayıflığı iyiliğiydi.
Kader ne kadar acımasız olursa olsun, güzel havalarda herkes umutla dolmaz mı?
Sürekli “Hayatta hiç şansım olmadı” diye sızlanıyordu. Bunun üzerine Rosalie bağırıyordu: “Bir lokma ekmek için çalışmak, işe gitmek için her sabah altıda kalkmak zorunda kalsanız ne olacaktı? Böyle yaşamak zorunda olan o kadar çok insan var ki! Üstelik yaşlandıklarında da sefaletleri değişmiyor.”
Zaman geçiyor, aylar ayları kovaladıkça unutulmuşluğun üzerine bir kat daha toz bulutu çöküyor, bütün o bulanık anılar ve acıların üzerinde birikiyordu.
Biraz olsun huzur ve neşeyi nerede bulacaktı? Şüphesiz başka bir dünyada. Ruhu yeryüzündeki bu işkenceden kurtulduğunda.
İnsanın yaşlandığında burnunu gençliğine sokması kadar kötü bir şey yok.
Doğru değil mi? İnsan iyilik yaparsa iyilik bulur. Karşılığını her zaman alır.
Birinin maaşından ya da ücretinden birkaç kuruş kestiği her seferinde yüzünde gülümsemeyle parayı cebine indiriyor ve “Küçük derelerden büyük nehirler doğar” diyordu.
Karanlıkların içinde bunca can alan bu deniz ne kadar da güzel değil mi Jeanette?”
Salondaki döşemeleri solmuş eski koltuklar gibi, gözünde her şeyin rengi ağır ağır soluyor, her şey silinip, solgun, ölgün bir hal alıyordu.
Kendisine iyi gelen bir tür melankoli, hayata karşı belli belirsiz bir düş kırıklığı yaşıyordu. Neye ihtiyacı vardı? Ne istiyordu? Bilmiyordu.
Neden ayakları altında açılıveren bir deliğe düşer gibi bu kadar çabuk düşüvermişti evliliğin içine?
Ondan çok daha zenginsin ama hayatta mutlu olmak söz konusu olduğunda parayı düşünmemeli.
Çiçeklerin arasında gizlenebilecek bir sinek ya da kelebek olmak istediğim anlar oluyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir