Ayşe Şasa kitaplarından Bir Ruh Macerası kitap alıntıları sizlerle…
Bir Ruh Macerası Kitap Alıntıları
Herkes geleceğe doğru hayal kurar ; bense geçmişe doğru
Biliyor musun ,hayat bitti zannedersin yeniden başlar ,bitti zannedersin yeniden başlar..
Mucizeler bir kez başladığında bitmek bilmez !
Sezgi daima en ileri melekedir
Biz bu dünyaya çile çekmeye ve pişmeye geldik
Dünya çilesinden kaçamazsın, hayatın meşakkatinden kurtulamazsın!
Bu dünyada bütün konuşmalar geleceğe aittir
Yorgunluğum git gide artıyor..
Yorgunum , yenik düşmüşüm
Dağın ötesinde başka insalar var , başka bir hayat var
Birine bir şey anlatınca kederden kurtuluyordum
Çok büyük bir yalnızlık içindeyim..
Her şeyiniz var ama çocuklar gibi bir çocukluğunuz yok
Tam bir değer keşmekeşi içindeyiz ..
Başkalarına peri kızı bana ejderha
Ben hayata büyük bir özlem duyuyordum
Hakikat kelimesi ,arayış, tutku ,saplantı .
Kadere rıza duygusu; sabrı, tevekkülü bir başka boyutta zenginleşmeyi getiriyor..
“Dünyanın çilesinden kaçamazsan, hayatın meşakkatinden kurtulamazsın! İstersen dünyanın en zengin adamının kızı ol, servet insanı çileden kurtarmaz. Biz bu dünyaya çile çekmeye ve pişmeye geldik.”
Kemal Tahir in Ayşe Şasa’ ya sözü
Elimle saçımın önündeki bukleyi kıvırırdım, çok sonra öğrendim bunun yetim çocuklarının hareketi olduğunu
İnsan hayatında neyin ‘ayrıntı’ olduğunu söyleyecek bir ölçümüz yok.
Bir bahçeye yolculuk yapıyorum Manolyalar, frenk üzümleri, yıldız çiçekleri, çimenler; tam bir cennet bahçesi Bir zamanlar, yani çocukluğumda öyle bir bahçesinin ortasındayım; ama o nimetin o günlerde şükrünü eda edebilme hassasiyetine sahip değilim. Şimdiki halimle; aklım ve gönlümle o güzel bahçeye dönüyorum Çimenlerin üzerine seccademi serip şükür namazı kılıyorum. Bu benim geçmişe doğru yolculuğum, geçmişe dönük hayalim.
Şimdi şu eski koltuklarda oturuyorum ve gücümün yettiğince tefekkür ediyorum.
”İnsanlar salgın hastalıkla, vebayla, açlıkla yaşayabilirler.
Ama korkuyla yaşayamazlar. ”
tam bir okumuş cehaleti içindeyim; okudukça cehaletimi fark ediyorum.
Batı hayranlığı yanı başındaki hakikati fark edemeyecek kadar bu insanları körleştirmiştir.
Maskaralık yaptığın sürece seni alkışlarlar, ciddi birşey yaptığında kimse suratına bakmaz. Yolunu ona göre seç!
Hayat hikayemi bir tek çizgiye indirgeyecek olursam: Hep bir arayışın, hakikat arayışının özeti olduğunu söyleyebilirim.
Herkes, geleceğe doğru hayal kurar; bense geçmişe doğru..
Kadere rıza duygusu; sabrı, tevekkülü bir başka boyutta zenginleşmeyi getiriyor
Mutluluk bir burjuva illüzyonudur. Mutluluk banal bir şeydir, bayağıdır.
Öyleyse yaşasın mutsuzluk!
Aynen öyle diyorum ve mutsuzluğu aramaya başlıyorum, mutsuz olmak için ne gerekiyorsa yapıyorum. Binbir muzırlık icat ediyorum adeta, mutsuz olmak için. Daha doğrusu zaten mutsuzum, mutsuzluğuma felsefî bir temel bulmuş gibiyim
Tam anlamıyla bir kuyunun dibindeydim, diri diri gömülmüş gibiydim.
”Benim hayatım defalarca bitti zannettim ve hep yeniden başladı.Bu böyle bir şey..Bitiş çizgisine geldim geldim derken, yeni bir yol açılıyor, taze bir hayat.. Herhalde gerçek sona vasıl olduğumuz zaman da, orada yeni bir hayata doğuyoruz. ”
Biliyor musun, hayat bitti zannedersin, yeniden başlar, bitti zannedersin yeniden başlar.
“Zaman içinde zaman vardır…”
“ Seni insanlar boyuna bosuna bakarak kuvvetli bir şey zannediyorlar, oysa sen Andersen’in her zaman yağmur altında, yalınayak kibritlerini satmaya çalışan kibritçi kızına benziyorsun!”
“Gerçekten benim hiç mi dostum yok?”
“Fikriyatta yırtıcıyım ama fiiliyatta kavgacı değilim.”
“Maskaralık yaptığın sürece seni alkışlarlar,ciddi bir şey yaptığında kimse suratına bakmaz,yolunu ona göre seç!”
“Görgü nedir? Görgü bir nakil işidir.Sen geçmişten aldığın bir şeyi geleceğe devredersin. Böyle bir devir yok.Çocuklarına bale dersi, piyano dersi aldırıyorlar, yabancı dil öğretiyorlar, “ bonjur, bonsuvar” demeyi öğretiyorlar. Ziyafette hangi çatal, hangi bıçakla yemek yeneceğini öğretiyorlar. Ama hiçbir manevi, hiçbir dini telkin yok. Ben buna görgü, bu insanlara da görgülü demekte zorlanıyorum.
Tam bir değer keşmekeşi içindeyiz…”
“Varlık dolayısıyla bir azlığın içinde oluş…”
biliyor musun, hayat bitti zannedersin, yeniden başlar, bitti zannedersin yeniden başlar.
Fikriyatta yırtıcıyım, ama fiiliyatta kavgacı değilim.
İslam bizi geri bıraktı, Batı karşısında yenilgilerimizin sebebi İslam’dır! hükmü, giderek bir inanç, bir yaşama biçimi halini aldı. Bunu da modernlik kisvesi altında hınç ve taassupla dolu telkinler halinde yaydılar; bu tür ideolojilere ve akımlara neredeyse meşruiyet kazandırıldı… Bu yanılgıların ortasında doğdum ve yetiştim. Gerçeğin ise tam tersi olduğunu pek çok bedel ödeyerek idrak ettim.
Hayatımın ilk yarısı bir korku filmi gibi geçti… Varoluşuna sahih neden bulamayan insan; bilsin yahut bilmesin korku, endişe ve vehim içindedir. Ben bu marazi hali, bir imtihandan geçiyor gibi ve en ağır derecelerde yaşadım… Allah hepimizi ve özellikle yeni nesilleri böylesi azaplardan esirgesin…
Şimdi şu eski koltuklarda oturuyorum ve gücümün yettiğince tefekkür ediyorum Herkes geleceğe doğru hayal kurar; bense geçmişe doğru… Bir bahçeye yolculuk yapıyorum… Manolyalar, frenk üzümleri, yıldız çiçekleri, çimenler; tam bir cennet bahçesi… Bir zamanlar, yani çocukluğumda öyle bir bahçenin ortasındaydım; ama o günlerde o nimetin şükrünü eda edebilme hassasiyetine sahip değildim. Şimdiki halimle; aklım ve gönlümle o güzel bahçeye dönüyorum… Çimenlerin üzerine seccademi serip şükür namazı kılıyorum. Bu benim geçmişe doğru yolculuğum, geçmişe dönük hayalim.
Başörtünüzle sokağa çıkabiliyor musunuz?
Örtündükten bir müddet sonra, İsmet Bey’i ziyaret etmek istiyorum. İsmet Bey o sırada yurtdışında. Almanya’da. Fakat ben sembolik bir şey yapmak istiyorum. İlk defa sokağa başörtülü çıkacağım. İsmet Bey’in Cağaloğlu’ndaki yazıhanesinde calışan Kazım Sağlam Bey var. Onu ziyarete gidiyorum. Fakat büyük bir sıkıntının eşiğine geliyorum; sokağa çıktığım anda büyük bir paranoid çullanma, şeytanî bir çullanma oluyor üzerimde; Bütün sokak bana bakıyor! korkusu. Elimi yüzüme kapıyorum. Kendimi bir taksiye atıyorum. İki büklüm İsmet Bey’in yazıhanesine gidiyorum. Kazım Bey hayret içinde, benim başımda siyah örtüyü görünce Böylece hayatımda bir devrim daha gerçekleşiyor Bir müddet sonra Bülent’e tutturuyorum: Bizim imam nikâhımız yok, gidip imam nikâhı kıydıralım” diye. Resmi nikâhımız var ama imam nikâhımız yok! diye. Bülent, benim başımı örtmemden rahatsız oluyor; büyük bir tedirginliğe kapılıyor; örtüyü kabul edemiyor. Ben köşedeki Nimet Abla Camii’ndeki imamdan randevu alıyorum nikâh için. Bülent: Gidelim, ama sokakta senin yanında yürümem; sen arkadan yürüyeceksin veya ayrı geleceksin. diyor Nikâha Bülent’in beş on adım gerisinden gidiyorum; ayrı ayrı görünelim diye. Imam nikâhımız kıyılıyor; iki tane de işçi var orada, inşaat işçisi Onlar da şahitlerimiz oluyorlar. Dönüyoruz Bülent bir süre sonra utanıyor yaptığından ve bu başörtüsü olayında asıl bağnazlığın kendi bağnazlığı olduğunu kabul ediyor, pişman oluyor Yeşilçam Günlüğü basıldıktan sonraydı, Bülent’le Rüstem Batum’un programına davet edildik. Bülent, başörtüme karşı gösterdiği ilk tepkilerin bağnazlık olduğunu milyonların huzurunda yüksek sesle söyledi
İsmet Özel’in namaz kıldığını görünce, ben neden namaz kılmıyorum diye düşünerek namaz kılmaya başlıyorum. Bu çok acayip bir süreç; Bülent benimle alay ediyor. Çünkü Namaz Hocası kitabını elimde adeta bir nota defteri gibi (hâşâ) tutarak, namaz kılıyorum, abdestimi o şekilde alıyorum
İslam’ı yaşayan, namaz kılan, oruç tutan mütedeyyin insanlar hakkında bilinçaltımda gençliğimde aşılanmış olan negatif duygulardan dolayı birçok soru işareti var. Daha sonra düşünüyorum ve bu bana çok dramatik geliyor, bizi nasıl korkutmuşlar
Türkiye’de yaşayan ehli dünya insanlar, dindar kardeşlerine karşı ne kadar negatif, paranoid şeyler geliştirmişler.
Hümanizm kötü mü? İnsan sevgisi filan
Hani bizde çok kullanılır, Yunus Emre’nin hümanist olduğundan söz edilir
Hümanist dünya görüşü esasen insanları geleneğe, vahye karşı kışkırtan bir akım. İnsanı ilah konumuna getiren, vahiyden ve gelenekten, ahret düşüncesinden koparan bir şey
Bu bütün kolej eğitiminin temelinde var. Gelenekle bağını doğru dürüst kuramamış insanlarda, geçmişiyle göbek bağının büsbütün kopmasına sebep oluyor
Kolej, Batılı hayat tarzının öğretildiği ve eğitim sisteminde Batı’nın aşırı biçimde idealize edildiği bir yer. Kolej; sanatı, bilimi ve felsefeyi putlaştırıyor, din hâline getiriyor. Humanities, insan ve insanın ürettikleri dışında bir kutsal tanımıyor. Bunun nasıl bir çarpıklık olduğunu, yaptığı tahribatı nice sonra anladım ama bedeli ağır oldu. Kendimi okumaya veriyorum, orta üçten itibaren başlıyorum dünya edebiyatından örnekler okumaya..
Bu insanların yaşayışlarına inanç dünyalarına ilgi duydunuz mu?
Orhan Pamuk da söylüyor romanında ve hatıratında
Tanzimat yıllarından başlayarak kademe kademe dinden, gelenekten uzaklaşılıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında türeyen zümre, dini yanlarında çalışan müstahdemin, hizmetkârın bağlandığı hurafe olarak görüyor. Başörtüsü, gelenek, namaz alt zümrenin simgeleri gibi değerlendiriliyor. Hepimiz payımızı almıştık bu olumsuz havadan.
Annenizin biraz aşırıya kaçan “asrílik” özentisi Avni Bey’i rahatsız etmez miydi?
Babam annemle övünürdü: “Biz modern insanlarız; ben annenizle yemek pişirsin, çocuk baksın diye değil, arkadaşlık etsin diye evlendim derdi. Yani geleneksel ev hanımı ve annelik rolünü aşağı görürdü..
Bu Osmanlı’nın son dönemlerinde var, “Kadın yemek kokmamalı! gibi sözler dolanırdı. Süs kadini
Erkeğin yanında süslü bir refakatçi olacak Rollerin karıştığı, kökünden koptuğu, çivinin çıktığı bir dönem
Annemin gösterdiği ilgisizlikte, modernitenin getirdiği bir maraz da var, annenin geleneksel rolü dışlanıyor. Annem kendisini ressam olarak tanımlar; babam da her zaman “Annen sanatkârdır derdi. Nerde resim, nerde sanat? Annem ressam da olamamışti, anne de olamamıştı.
Dünya çilesinden kaçamazsın, hayatın mesakkatinden kurtulamazsın!İstersen dünyanın en zengin adamının kızı ol, servet insanı çileden korumaz. Biz bu dünyaya çile çekmeye ve pişmeye geldik.
Birine bir şeyler anlatınca kederden kurtuluyordum.
“ Mucizeler bir kere başladı mı bitmek bilmez!”
“ (…) bir çocuğun kişiliği, idealleri annenin babanın değerlerine göre şekillenir.”
“ kendi evimde yetim gibiydim.”
“ Bir insanın yetişme çağında kendisine verilen, övülen değerlere sahip çıkması kaçınılmaz hâle geliyor.”
“ insanların gelenekle bağları kopunca her şey kopuyor.”
“ Birine bir şeyler anlatınca kederden kurtuluyordum. (…) çünkü anlatmaya başlayınca boğulduğum dünyanın dışına çıkıyorum, sıkıntılarım hafifliyor.”
“ … bir insanı devamlı yapayalnız, yapay bir terbiye altında tabiatın içinde tutarsanız, başka çocuklarla temasını keserseniz, gerçekte onun tabii gelişimini engellersiniz.”
“ Görgü nedir? Görgü bir nakil işidir. Sen geçmişten aldığın bir şeyi geleceğe devredersin.”
“ Ramazan’ın yaşanmadığı, anlamının hiç bilinmediği bir ortamda, bir çocuğun bayramı kavraması, ona mana kazandırması mümkün değil…”
Hayatımın ilk yarısı bir korku filmi gibi geçti Varoluşuna sahih bir neden bulamayan insan; bilsin yahut bilmesin korku, endişe ve vehim içindedir. Ben bu marazî hâli, bir imtihandan geçiyor gibi ve en ağır derecelerde yaşadım Allah hepimizi ve özellikle yeni nesilleri böylesi azaplardan esirgesin
Hayatın kendisi aslında bir mucize ama bunu algılarımız, duyuşumuz açıldığı zaman, duyarlılıklarımız açıldığı zaman, kalp gözüyle bakmayı öğrendiğimiz zaman fark ediyoruz. Hakikatle bağ kurmaya koyulduğumuzda başka bir akım başlıyor, başka bir boyut açılıyor önünüze İç yaşantı itibariyle bir cennet sefası başlıyor
Humanities, insan ve insanın ürettikleri dışında bir kutsal tanımıyor.
Hayatın kendisi aslında bir mucize ama bunu algılarımız, duyuşumuz açıldığı zaman, duyarlıklarımız açıldığı zaman, kalp gözüyle bakmayı öğrendiğimiz zaman fark ediyoruz.
Kadere rıza duygusu; sabrı, tevekkülü, bir başka boyutta zenginleşmeyi getiriyor.