İçeriğe geç

Bir Meczubun Rüyası Kitap Alıntıları – Oktan Keleş

Oktan Keleş kitaplarından Bir Meczubun Rüyası kitap alıntıları sizlerle…

Bir Meczubun Rüyası Kitap Alıntıları

&“&”

Yaradan, zamandan, mekandan münezzeh olmasıyla beraber -tabiri caizse- yarattığının kalbini ev olarak seçmiştir…

Yani aslında bizzat yaratmıştır ve o evin anahtarlarını da yarattığı kullarına teslim, emanet etmiştir. …

Düşünsene; ALLAH her bir kul yarattığında kendine de yeni bir ev yaratıyor.

Ancak acaba hangimiz O’nu O’nun istediği şekilde ağırlayabildik?

Milyarlarca yaratılan evden hangisi O’nu rahat ağırladı?

Ne mutlu, o eve ve evlerin anahtarlarının emanetçilerine!
…. ~…

Hayvan beslenmez onunla yaşanır.
Suretinden dolayı kimseyi Hızır, kimseyi de Rezil bilme!
Aslında herkes aynaya baktığında geçmişini görür."
Yeni bir nesil yaratıyorlar. Ruha hitap eden musıkîyi yok ederek hızlı, manâsız müzikleri gençlere, topluma empoze ediyorlar."
Ya taşlar, eşref-i mahlukât olsaydı, onlar bize kötü davransalardı? İster miydik? Yaratılan her şeyle beraber yaşayacağız, istesek de istemesek de. Beraber yaşamayı bileceğiz. Hayvanla yaşıyorsak evimizde besleme kelimesini değil, bölüşme kelimesini kullanacağız. Çiçekle yaşıyorsak sulama gibi üstünlük ve kibir kokan kelime değil, ikram kelimesini kullanacağız.

Unutma! Onların da gönlü var."
….~…

Hikmetini bilmediğim, mesajını algılamadıgım bilginin benden istenen manasını yaşamadığım sürece o bilgi hafızamda olsa ne işe yarardı!
Onlar kitap yüklü eşeklere benzerler"
{Cuma suresi 4. Ayet}
suretinden dolayı kimseyi Hızır,
kimseyi de Rezil bilme!
… ~…
İlhami Abi AŞK nedir ?
+Bazı hallerin kelimeleri yaratılmamıştır Adem dedi.
+Bazı haller anlatılmaz; çünkü yaşanır.
Onlara kelimeler yetmez
+Birine dert anlatacak, yol göstereceksen önce kendin yolunu bul sonra göster.

+Kuru ekmeği bulamayanların içinde pasta yiyerek ALLAH’ı anlatma!
Pastanı bölerek ALLAH’ı anlat.

Yardımı yapan insanın yardım yaptığı maddiyat, maneviyat kimin? Bu fedakarlıkları yapma gücünü ona kim verdi ve vücutta yaptığı yardımın kudretini? Bu yardımın yapılmasını kim nasip etti? Bütün bunları yapma kudreti KİMİN? MÜLK KİMİN? Ve en önemlisi yardımı yapan İNSAN KİMİN?
Bizlerde ahkâm kesiyoruz; şu makamda olsak , bu makamda olsak şunu yapardık. Ya da insanın vesvese sorularından biri : Nİye Allah bu makamdan bize de vermedi ?. Biraz haddimlzl bilelim, kendimizi bilelim. Rabbimizi bilelim
-İlhami Abi AŞK nedir ?
-Bazı hallerin kelimeleri yaratılmamıştır Adem dedi.
Bazı haller anlatılmaz; çünkü yaşanır.Onlara kelimeler yetmez.
suretinden dolayı kimseyi Hızır,kimseyi de rezil bilme!
surete takılma,içeri gir.
Deli olmak için önce insan olmak gerekir.
ALLAH insanlığı da bir derya, deniz, bir olgu olarak yarattı.Elini o denize sokup başkalarına dağıtanlara da “Hak adamı” “Aşk, gönül insanı” dedi. İşte Mevlâna, bu insanlık olgusundan Hakla aldı; halka, insanliğa verdi.
Yeni bir nesil yaratıyorlar. Ruha hitap eden musıkîyi yok ederek hızlı, manâsız müzikleri gençlere, topluma empoze ediyorlar."
Ya taşlar, eşref-i mahlukât olsaydı, onlar bize kötü davransalardı? İster miydik? Yaratılan her şeyle beraber yaşayacağız, istesek de istemesek de. Beraber yaşamayı bileceğiz. Hayvanla yaşıyorsak evimizde besleme kelimesini değil, bölüşme kelimesini kullanacağız. Çiçekle yaşıyorsak sulama gibi üstünlük ve kibir kokan kelime değil, ikram kelimesini kullanacağız.

Unutma! Onların da gönlü var. "

Hayvan beslenmez, onunla yaşanır."
Gücün nispetinde ekmeğini karıncaya bile böl."
Suretinden dolayı kimseyi Hızır, kimseyi de rezil bilme!"
“Şehirlerin de bir ruhu vardır.”
“İnsan yararlı olmak zorundadır. Onun yararsızlığı da zarardır.”
“Geceler hep huzur verir. Kendimi dinlerim.düşünce gücüm artar tefekkür denmese de derinlere inmek, gündüzden daha kolay, daha zevkli gelir bana.”
Kötülüğü hoşgörme, kötüyü hoşgör!
Ne zaman gönül delinse, insan başka gönüller yıkıyor…
Gönül; Yaradan’ın karşılıksız, isteyerek, hiçbir şey ve menfaat beklemeden insana verdiği sâfi yapma gücünün adıdır.
~Birine dert anlatacak, yol göstereceksen önce kendin yolunu bul sonra göster.
~Kuru ekmeği bulamayanların içinde pasta yiyerek Allah’ı anlatma! Pastanı bölerek Allah’ı anlat.
Çöle düşmemiş, çöle düşmüşün halinden ne anlar?
Deli der, geçer.
Beşerî aşktaki güzellikten biri de şudur:
Kendi enaniyetini unutup karşısındakini görme.
Yüce Yaradan, sanatkârların sanatkârı ve O’nun sanatı kainatın her zerresinde görülür.
Aşk tektir. Aşkın tanımı olmaz. Aşkın yorumu olur.
Aşkın yorumunu yapmak için aşık olmak gerekir.

Bazı hâller yaşanması için yaratılır,
bazıları anlaşılması için,
bazıları anlatılması için.
Bir gün Mevlâna bir cami çıkışı çocukları çok sevdiğinden her zamanki gibi cebindeki şekerleri başına üşüşen çocuklara veriyor. Yalnız, bir çocuk oyun oynuyor ve Mevlâna’ya:
Bir dakika dur da oyunum bitsin, geleceğim yanına" diyor.
Mevlâna durup herkesin şaşkın bakışları arasında çocuğun oyununun bitmesini bekliyor. Oyun bitiyor. Çocuk Mevlâna’ya sarılıp şekerini alıyor.
Düzenin Âdem’i olduğumuzu biliyorsak yerdeki karıncaya karşı bile sorumluyduk.
Kadının yaratılıştaki yeri neydi?

Havva olmazsa Adem olmazdı. Her ne kadar Havva anamız, Adem babamızın bir kemiğinden yaratılmışsa da asılda Adem, Havva birdir. Dolayısıyla Havvasız Adem olunmaz. Yani Havva Adem’in bir parçasıdır bir elmanın yarısı gibi… Havva da bir manada Adem…
Kadın-erkek eşitliği olsun diye bağırıyorlar. Zaten yaratılışta eşitler. Elmanın yarısı diğeriyle birleşince tam olur. Bazılarının işine gelmediğinden erkeği elma, kadını da elmanın kurduymuş gibi tarif ediyorlar.
… her toplumun, her ırkın, her bireyin bir notası vardır, doğanın da… Eğer bir toplumun notası mi" ise ve sen de onu "do" yaparsan o toplumun ritmi bozulur.
Yeni bir nesil yaratıyorlar. Ruha hitap eden musıkîyi yok ederek hızlı, manâsız müzikleri gençlere, topluma empoze ediyorlar.
Ah… Bir bilinse musikînin ruhlara, insanlara katkısı… Bu bilinçli harekete karşı koyarlar. Ruhta asilik oluşturacak, inceliği, duyguyu yok edecek müzikleri bas bas bağırtıyorlar. Canavar bir topluma doğru itiyorlar bizi. Hem de bunu güle oynaya müzikle yapıyorlar.

O ince anlamlar, ruhları teskin edici nağmeler yerine kuru gürültülü şeylerle bu nesle bir şeyler anlatılıyordu.
Gerçekten toplum ruhu, büyük bir işgal altındaydı. Düşündüm de toplumun; daha doğrusu insanlığın bir şekilde beyni yıkanıyordu müzikle, görsellikle, teknolojiyle…
Birileri bizim; yani toplumun elbisesini çıkartıyordu ve toplum bunun farkında değildi. Bu bir kabuk değişimi sayılamazdı.
Kendini bilen, Rabbini bilir.
Hatta bazen en dindarlarımız bile şartlı iman ederiz Rabbimize.

Hac Suresi’ne bir bak. 11. Âyet’te Rabbimiz ne buyuruyor:
İnsanlardan kimi Allah’a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki kendisine bir iyilik dokunursa, buna pek memnun olur. Bir de bir musibete ugrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir), o dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir."
Her şeyin bir hakikati vardır; yani ruhu vardır. İnsanların, yaratıkların, hatta taşların bile kendince bir ruhu vardır. Şehirlerin de bir ruhu vardır.
Bir ülkede çok ünlü bir kasa hırsızı varmış. Açamadığı kasa, giremediği banka yokmuş. Kendince kusursuz planlar yapıp kasaları soyarmış. Herkes buna şaşırır; onu bir deha olarak, kusursuz plan yapan bir hırsız olarak bilirmiş. Bir gün yine bir banka soymak için kendince kusursuz bir plan hazırlamış. Tüm her şeyi gözden geçirmiş. Alarmlardan, bekçilerden tut en ince ayrıntıya kadar düşünmüş ve nihayet iş bankayı soymaya gelmiş. Tam kasayı açacakken, plan tıkırında giderken nereden geldiği belli olmayan bir kedi yavrusu korkuyla miyavlamış. Bu miyavlamadan birden ne olduğunu anlamayan hırsız korkudan şuursuz bir refleksle yanlışlıkla eli alarma gitmiş. Alarm çalışmış ve hırsız yakalanmış. Tabi herkes merakla nasıl yakalandığını, bu planın nasıl tutmadığını sormuş ona. Cevap ise çok düşündürücü:
Hırsız şöyle demiş:
-Evet, bütün planları yaptım. Ama bir planı unuttum. O da Yaradan’ın planı. Onu hesaba katmadım. Nerden bilebilirdim ki planımı bir kedi yavrusu alt edecek…
Düşün: Böcekler, kuşlar, baharlar, kelebekler, aşklar, sevgiler ve bunun gibi bir çok güzellikler… İnsan ruhuna adeta can veren, renk veren bunlar olmazsa şair nereden bulacak o güzel dizeleri, heceleri? Ressam nasıl tuvaline aktaracak renkleri, o etkilendiği figürleri? Bestekâr, nasıl ruhun derinliklerine işleyecek, nağmelerini besteleyecek? Bu ilhamlar olmazsa, bu ilhamlara sebep olan o güzellikler olmazsa ne yapacaklar? Ne besteleyecekler? Ne söyleyecekler?
-Aslında kötü kişi yoktur. Kötülük vardır. Kötülük olgusuna batmış insanlar vardır.

Ne yapmamız lazım?" dedim. "Kötüyü, kötü insanları, kötülüğü sevecek, hoş görecek değiliz ya…"
-Bak, dedi. Büyük insanlar kötülüğü hoş görmemişlerdir. Buradaki ince ayrıntı şudur:
Onlar kötüyü hoş görmüşlerdir; çünkü kötü de insandır. Ama kötülüğü hoş görmemişlerdir.
Kötü ayrı kötülük ayrı. Bu yüzden o iyi, büyük dediğimiz insanlar; Velî diye addettiğimiz insanlar, kötülükle hep mücadele etmişlerdir.
Bir insanın zararı yoksa, yararı da yoksa iyidir anlayışı yanlıştır. İnsan yararlı olmak zorundadır. Onun yararsızlığı da zarardır.
Yaradan, zamandan, mekandan münezzeh olmasıyla beraber -tabiri caizse- yarattığının kalbini ev olarak seçmiştir… Yani aslında bizzat yaratmıştır ve o evin anahtarlarını da yarattığı kullarına teslim, emanet etmiştir.

Düşünsene;
Allah her bir kul yarattığında kendine de yeni bir ev yaratıyor.

Ancak acaba hangimiz O’nu O’nun istediği şekilde ağırlayabildik?
Milyarlarca yaratılan evden hangisi O’nu rahat ağırladı?
Ne mutlu, o eve ve evlerin anahtarlarının emanetçilerine!
İnsan yani eşref-i mahlukât, yaratılmış olan her şeyin efendisi. Ayın, güneşin, nebatâtın, hayvanların efendisi ama bu efendiliği ona Yüce Yaradan lütfetmiş. Dağlara, taşlara da teklif etmiş; ama onlar korkmuş. İnsan kabul etmiş.
O zaman efendi, efendiliğe yakışır olgunluk, nezaket ve alçak gönüllülükle bütün mahlukâta saygılı davranmalı.
Ya taşlar, eşref-i mahlukât olsaydı, onlar bize kötü davransalardı? İster miydik? Yaratılan her şeyle beraber yaşayacağız, istesek de istemesek de. Beraber yaşamayı bileceğiz. Hayvanla yaşıyorsak evimizde besleme kelimesini değil bölüşme kelimesini kullanacağız. Çiçekleri yaşıyorsak sulama gibi üstünlük ve kibir, kokan kelime değil ikram kelimesini kullanacağız.
Unutma! Onların da gönlü var.
İnsanlık daima savaş içerisindedir İyi ve kötü"nün, "Hak ve Batıl"ın savaşı.

Asıl savaş; cephede olmayan, cephesi her yer olan savaştır.

Hiç de azımsanacak gibi değildir geçim sıkıntısı, düzen karmaşasının, stres denen çağın hastalıklarının getirdiği ölümler. Sinir sistemlerinin çökmesi, maneviyatın uğradığı tahribat. Aile faciaları, cehaletin getirdiği ölümler de bu savaşın bir parçasıdır.

İşte bu cephede olan savaşlar asıl savaşları; yani yaşarken cephesi her yer olan, içinde bulunduğumuz, bilinçli veya bilinçsiz, bir neferi olduğumuz savaşı gölgelemek içindir. Dikkatler hep cephelere çekilir.
Deli olmak için önce insan olmak gerekir dedim. Çünkü Rabbimizin bize bu kadar lütfuna ve bizi mahlukâtın, yarattıklarının en üstünü yapmasına ve diğer yarattıklarını da bizim hizmetimize vermesine karşın bunca kötülüğü, haksızlığı, zulmü insanın insana yaptığını görünce deli olunmaz mı?
Harareti yükselmişti dakikaların; televizyon, savaş, cinayet, yolsuzluk haberlerini veriyordu. Kahvede siyaset konuşuluyordu yine: Ben başbakan olsaydım diye başlıyordu söze hırsızlıktan sabıka yediğini bildiğim köşedeki yüzü yaralı adam. Ötede beli bükülmüş yaşlılar… Emekli kuyruğunda ise neneler dedelerle itişiyordu: Senin sıran, benim sıram. Evet, senin sıran mı, benim mi?… Aslında güzel soruydu; ama niçin sorulmuştu? Bunların ki ise -taşıdığı niyetle- öylesine sakil, öylesine bomboştu… Kedilerle martılar çöplükte kapışıyordu yiyecek artıkları için. Onlar kapışadursun, kara karga çoktan aradan aldı alacağını ve uçtu.
Yani bir hengamedir gidiyordu.
Geceler… Kimine göre rahmet hazinesi göz yaşlarının sinelere aktığı; kimine göre de günahları işlemede birer perde.
Yaradan, insanı kâinatın efendisi yaptı; kâinatı da hizmetçisi.
Ama İnsan efendiliği bıraktı; oldu kainatın hizmetçisi

Efendi köle-Köle efendi oldu.

Pis deniz yoktur. Pisletilmiş deniz vardır. Kirli hava yoktur. Kirletilmiş hava vardır.
Hayvanlar beslenmez, onlarla beraber yaşanır.
Harareti yükselmişti dakikaların; televizyon, savaş, cinayet, yolsuzluk haberlerini veriyordu. Kahvede siyaset konuşuluyordu yine: Ben başbakan olsaydım diye başlıyordu söze hırsızlıktan sabıka yediğini bildiğim köşedeki yüzü yaralı adam. Ötede beli bükülmüş yaşlılar… Emekli kuyruğunda ise neneler dedelerle itişiyordu: Senin sıran, benim sıram. Evet, senin sıran mı, benim mi?… Aslında güzel soruydu; ama niçin sorulmuştu? Bunların ki ise -taşıdığı niyetle- öylesine sakil, öylesine bomboştu… Kedilerle martılar çöplükte kapışıyordu yiyecek artıkları için. Onlar kapışadursun, kara karga çoktan aradan aldı alacağını ve uçtu.
Yani bir hengamedir gidiyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir