Pınar Kür kitaplarından Bir Cinayet Romanı kitap alıntıları sizlerle…
Bir Cinayet Romanı Kitap Alıntıları
Ben ki tembel bir adamım, böylesi bir yorgunluğu seve seve göze alıyorum, başka yorgunlukların tuzağına düşüp ömür boyu yorulmayı göze alamadığım için.
Tembelliğin en belli başlı erdemleri arasında, bu yeteneğin (sonuna dek geliştirildiği, yani, kusursuzlaştırıldığı takdirde) insanı yalnızca çalışmaktan, yorgunluktan, tedirginlikten, gereksiz heyecanlardan değil, can sıkıntısından da koruduğunu belirtirdim her zaman. Çalışkan ya da çalışan insanlar, can sıkıntısına kurban olmaya elverişli, hatta mahkumdurlar. Ya boş vakitlerinde ne yapacaklarını bilemedikleri için bunalırlar ya da çalışırken, aslında hoşlanmadıkları birtakım işler yapmak zorunda kaldıklarından.. Ya da, benim bilemeyeceğim bir sürü başka sebepten Oysa, tembellik, tanımı icabı, can sıkıntısına açık kapı bırakmaz. Yalnızca canının istediğini yapan, canının istemediği herhangi bir şeyi yapmamakta sakınca görmeyen kişi için boş vakit diye bir kavram yoktur ki Boş oturmak, zaten yaşamın idealidir onun için; tembelliğinin, ana rahmini hatırlatan ılık ve korunaklı sularına sığındığı en güzel anlardır. Ve, bu anlarda elbette canı sıkılmaz derdim eski karıma.
Öldürmüşlüğün bilinci yeni Değil. Eski de değil. Ezelden vardı da yeni mi ayrimsadim? O da değil. Bir karışım. Alkol ile su gibi Alkolün suyu acilastirmasi gibi Alkolün suya katıldığı andaki tatsizligin, ilerisi için vaat ettiği tat gibi
Sevmek gibi bir şey öldürmek Başlangıçta sebepsiz Olup bittikten sonra anlaşılması olanaksız , açıklanması yapay
Sevmiyorum bu acı suyu. Her yudumda yüzümü burusturuyorum. Onu öldürdüm. Öldürmüşlüğün bilincine eşlik etsin diye içiyorum. – keyifle değil, zorlukla. Bundan böyle neyi keyifle yapabilirim?
Beni sevdiğini yalandan da olsa, tek söyleyen oydu. Onu öldürmesem olmaz mıydı?
Ömrüm insanları idare etmekle geçiyor.İdare ediyorum işte.Herkesi.Ve herkesten çok kendimi.
Sevmek gibi bir şey öldürmek Başlangıçta sebepsiz Olup bittikten sonra anlaşılması olanaksız, açıklanması yapay
Kirkina varmış yalnız kadınlar, otuzunu aşmış evli kadınlardan çok daha korkuncturlar.
Nasılsın? derler, nasıl olduğunu hiç merak etmeden
Her an seni öldürmeyi kollayan bir kadınla, hep korku ve kuşku içinde mi geçireceksin ömrünü?
Hiçbir ayrıntı boşuna konmaz romanlara
Hiçbir şey unutmaz mısın sen?
Unutulmaması gerekenleri hatırlarım.
Unutulmaması gerekenleri hatırlarım.
Bu kadınlar, bu erkeklerin nesine güvenirler, bilmem ki
Zavallı? Sıradan? Anlamsız? Renksiz? Kokusuz? Önemsiz? Sünepe? Ya da uyanık? Uyumlu? Akıllı? Kurnaz? Hangisiyim ben?
Ölümü göze almak gibi bir şey, biraz yaşamaya karar vermek
Denizlerde yolunu bulmaya çalışan bir beyaz balina olmasaydım, bir Dostoyevski romanına dalardım.
Mutlu değilim belki, ama mutsuz da değilim. Zaten durup dururken mutlu ya da mutsuz olamıyor insan. Elinden geldiğince yaşıyor işte Yaşamayı sürdürüyor
Yalnızca canının istediğini yapan, canının istemediği herhangi bir şeyi yapmamakta sakınca görmeyen kişi için boş vakit diye bir kavram yoktur ki
Doğmak, başkalarının yanlışlarının ya da yanlış kararlarının sonucu zorunlu oluyor.
Kurbanı seçmek Doğal değil ki bu. Psikolojik, ve hatta, toplumsal bir davranış. Sonradan öğrenilmiş bir şey. Ya da, işte doğal güdülerin toplum yaşamına uygulanışı Yani, cinayet!
İnsan yalnızca ölmek için değil, ölmeden önce mümkün olduğunca öldürmek için doğuyorsa eğer; doğarken çektiğimiz (ve hemen unuttuğumuz), çektirdiğimiz (ve hiç bilincine varmadığımız) acılar, ölmek kadar öldürmeyi de zorunlu kılıyorsa ben suçsuzum demektir.
Öldürmezsem yaşayamazdım.
Bir sona varmadan yeni bir başlangıç umulamaz.
Burada tek başıma aklımı oynatacağım ya da, belki oynatım bile
Zarif ellerini yüzüne kaldırıp şakaklarına götürüşünde, ince uzun parmaklarını, bir telin bile dağılmasına yol açmaksızın saçlarının arasında şöyle bir dolaştırışında
Gecenin geç bir vaktinde acı bir su içiyorum. Yudum yudum Suyu acılaştıran alkol Rengini de değiştiriyor, saydamlığını yok ediyor.
..
Alkolün suya katıldığı andaki tatsızlığın, ilerisi için vaat ettiği tat gibi
..
Alkolün suya katıldığı andaki tatsızlığın, ilerisi için vaat ettiği tat gibi
Garip olan ne, biliyor musun? Yaşadıklarımı, vaktim ne kadar kısıtlı olursa olsun, anlatmak da istiyorum. Anlatmak Paylaşmak Ne bileyim, tanıklar yaratmak mutluluğuma
Dünyada Yasemin gibi kadınların bulunması ne güzel ve sayılarının pek az olması ne acı
Hâlâ rüya görmeyi beceremediğime göre, bu gibi hayallerle oyalanmam çok anormal olmasa gerek. Öylesine dalıyorum ki, çoğu kez, deli gibi kendi kendime konuşmakta olduğumun farkına varmadan uyuyakalıyorum..
“Sabahları
bir başka uyanıyor insan. Ömrüm boyu vazife icabı uyanmışım sanki de, onunla birlikte olduğum gecelerin sabahında ( sabahları yanımda olmadığı halde ) yeni bir güne, yeni
mutluluklara kavuşmak amacıyla, bir güzelliğin bilinciyle uyanıyorum.Dün gece o kadar güzeldi ki, bugünün daha güzel olmaması imkânsız.
bir başka uyanıyor insan. Ömrüm boyu vazife icabı uyanmışım sanki de, onunla birlikte olduğum gecelerin sabahında ( sabahları yanımda olmadığı halde ) yeni bir güne, yeni
mutluluklara kavuşmak amacıyla, bir güzelliğin bilinciyle uyanıyorum.Dün gece o kadar güzeldi ki, bugünün daha güzel olmaması imkânsız.
Kendi kendimi cezalandırmasını ezelden biliyorum ben. Başka bir şeye gerek yok.
Çığlık seslerine uyandım. Bağıran benmişim.
İnsanın içi huzursuzken hiçbir şey yapmamak, zoraki çalışmaktan da yorucuymuş meğer. Ya da başka türlü bir çalışmak oluyor beklemek.
Şimdi durup dururken neden bir ahmakla muhatap olayım?
Bu kadınlar, bu erkeklerin nesine güvenirler, bilmem ki
Beni çıldırtan yalnızca tek başınalık değil, ne yapacağımı bilememek.
Çektiklerimin, çekeceklerimin yanında bir hiç olduğunu açıkladı bana.
Okulda insana yakıştırılan sıfatların hayatta hiçbir karşılığı olmayabilir.
Bu kadının hiçbir şeyine inanmayabilirim ama zekasına inanırım.
Gelmeyecek. Bir daha hiç gelmeyecek. Bitti bu masal.
Basit konularda bile nasıl yanlış anlayabilirler insanlar birbirlerini? Hiçbir konuda mı anlaşamıyoruz?
Günlük programımı bile fazla aksatmayan sıkıntılı bekleyişlerden öte ne yaşadım şu ana dek?
Bir kadının, mücevherci vitrininin önünden ayrılmamasını garip karşılayacak tek Allah kulu yoktur dünyada.
Hiç tanımadığım, tanımaya heves etmediğim insanlar arasında ilerliyorum gene de, istemdışı bir itilmeyle, mekanik adımlarla.
İnsan, sevdiği, sevildiği ölçüde güzel görürmüş kendini.
Mutluluk her şeyi dayanılır kılıyor, çünkü her şeyi güzelleştiriyor. En çok da beni.
Denizlerde yolunu bulmaya çalışan bir beyaz balina olmasaydım, bir Dostoyevski romamına dalardım.
Bazı insanlar yaşamınıza hiç de önemli saymadığınız kapılardan girdiklerinden, onları da önemsiz sayıyorsunuz. Açıkça, insan muamelesi bile etmiyorsunuz. Onların da duyguları, sorunları, acıları, yararlanabilecek yanları, güzellikleri olabileceğini aklınıza bile getirmiyorsunuz.
Geçecek ama, geçmesi gerek.
Matematikte anlamsız bir şey yoktur, doğru. Ama hayat, matematiğin tam tersi. Anlamsızlıklarla dolu.
Herkes bir yerlere geç kalıyor
Biri, “Hiç Hindistan’a gittin mi?” diye sorduğunda, düşünmeden “hayır” diyebilirsin ama hiç düşünmeden “hayır” diyebildiğin soruların cevabı, düşünmeyi göze aldığın anda “evet” olabilir.
Sorular genellikle saçmadır aslında. Ya da, daha doğrusu, yanıtları kimseyi ilgilendirmediği için anlamsızdırlar. Nasılsın? derler, nasıl olduğunu hiç merak etmeden. Ve, gerçekten nasıl olduğunu anlatacak olsan, dinlememek için ellerinden geleni yaparlar. Kulaklarını tıkarlar hatta. Yani, ne dediğini duymazlar.
Ömrüm insanları idare etmekle geçiyor.
Her türlü istemsiz kişisel çabadan kaçınmayı ilke edinmiş biri olarak, tembelliğimin doludizgin dorunkara tırmanmasına fırsat tanıdığım için, bu alanda virtüözler katına yükselebildim.
Doğmak, başkalarının yanlışlarının ya da yanlış kararlarının sonucu zorunlu oluyor. Son anda ne kadar dirensek de, bir forseps ya da vakumun esiri, eseri(?) olarak geliyoruz dünyaya.
Hayatta karşılaştığın insanlara insanca yaklaşma olanağını yitirmişsin. Belki farkında değilsin henüz ama herkese, her şeye dikkatle ve umutsuzca yaklaşıyorsun.
İnsan yaşayabildiği ölçüde yaşıyor. Elinden geleni yaptığın, elinden gelen bir şeyler olduğu sürece dayanıyorsun.
Ötekilerden farkı olmayan bir gün seçmek için düşünmeme gerek yok. Hiçbir günün ötekilerden farkı yok çünkü.
İnsanın aklına esiveren şeyler, hiç aklına gelmeyen yorgunluklara yol açabiliyor.
Sorular genellikle saçmadır aslında. Ya da, daha doğrusu, yanıtları kimseyi ilgilendirmediği için anlamsızdırlar. Nasılsın? derler, nasıl olduğunu hiç merak etmeden. Ve, gerçekten nasıl olduğunu anlatacak olsan, dinlememek için ellerinden geleni yaparlar.
Bazı insanlar yaşamınıza hiç de önemli saymadığınız kapılardan girdiklerinden, onları da önemsiz sayıyorsunuz.
Oysa o, vereceğim yanıtı merak ediyordu; ağzımdan çıkacak sözleri dikkatle dinleyeceği belliydi. Saçma soru, bu yüzden anlamlanıyordu.
Öylesine sınırlanmış ki imgelemim yıllar yılı, kurabildiğim hayaller bile yarı yolda bırakıyor beni. Doyuma değil, doyumsuzluğa varabiliyorum ancak.
Zaten durup dururken mutlu ya da mutsuz olamıyor ki insan. Elinden geldiğince yaşıyor işte Yaşamayı sürdürüyor
Aklımız, uygarlık özentilerimiz, inceltmeye çalıştığımız duygularımız, hep bu öldürme güdüsünü maskelemek ve hatta ona kılıflar, bahaneler uydurmak için gelişmişse?
Herkes, her yerde öldürecek birini mi aramaktadır? Ve de, birinin öldürmesi, ötekinin öldürülmesi, kimin kimi daha önce bulduğuna mı bağlıdır? Ya da, kimin kimi daha önce öldürdüğüne? Düşünceyi uygulama alanına sokmakta kimin daha acele davrandığına?
İnsan kendi kendinden saklanır belki, ama aynalardan nasıl saklanır?
Nasılsın? derler, nasıl olduğunu hiç merak etmeden. Ve, gerçekten nasıl olduğunu anlatacak olsan, dinlememek için ellerinden geleni yaparlar.
Başka ne olabilirdi? Başka ne amaçlamıştım hayatta? Halen neyi amaçlıyorum? En acıklısı bu işte Başka neyi amaçlayacağımı bilemiyorum.