İçeriğe geç

Bilinç Üzerine Konuşmalar Kitap Alıntıları – Susan Blackmore

Susan Blackmore kitaplarından Bilinç Üzerine Konuşmalar kitap alıntıları sizlerle…

Bilinç Üzerine Konuşmalar Kitap Alıntıları

Bana göre özgür iradeyi reddettiğinde takip edebileceğin iki yol mevcut. Birincisi, bu bedenin aldığı bütün kararların bir şekilde gerçekleşeceğini, o yüzden de bunlara yönelik bir irade hissine sahip olmanın aptalca olduğunu düşünmek ve böylece irade hissini tamamen bırakıp hiçbir tercih yapmadan yaşamak. Ben bunu yapıyorum ve böyle yaparak daha az insan olduğunuzu ya da yaşamın zenginliğini yitirdiğinizi düşünmüyorum.
Başka bir alternatif de, “bütün bunların mekanizmalardan ibaret olduğunu biliyorum, ama sanki bunları gerçekten kendim yapıyormuşum gibi yaşayacağım” demek. Hangi yolu seçtiğimizin bir önemi
var mı sence? Ayrıca, sen hangi yolu seçtin?

Ben ikinci seçenek olan “mış gibi yapıyorum. Ayrıca, mutlu ve sağlıklı olan hemen hemen herkesin de bu şekilde davranmaya meyilli olduğunu düşünüyorum.

Aman tanrım!

Bir sürü ilginç şey gerçekleştiren ve içinde milyarlarca devre bulunan oldukça karmaşık bir robotu kontrol ettiğini düşün. Bu robotun bir sonraki adımda ne yapacağını bilmek insana belli bir keyif verir; robotun içinde bir şey, “şimdi sola gidiyoruz, şimdi şu tepeyi tırmanacağız” dese bile. Kendi zihnimiz söz konusu olduğunda biz de aslında aynı bu konumdayız.

Bilinçli irade sahibi olmamız üzüntü verici bir yanılsama değil; ne yapıyor olduğumuzu bildiğimizi düşünmek iyi hissettiriyor.

Peki, artık bütün bu süreçlere dair nihai olmasa da derin bir kavrayışa ulaştığına göre, normalde düşündüğümüz şekildeki özgür iradenin bir yanılsama olduğunu söyleyebilir misin?

Evet, bu bir yanılsama, fakat esas” diyebileceğimiz türden bir yanılsama. Oldukça gerçek hissettiriyor. Bilinçli irade deneyimi, yaptığımız şeyleri hissetmeye dikkatimizi çeken bir tür “sahiplik duygusu sağlamak suretiyle sadece zihin de değil bedende de meydana geliyor.

O zaman, bir şeyi yapmış olma hissi o şeyi gerçekten yapmamızdan ötürü değil, bir şey hakkında düşünme ile onun gerçekleşmesi arasında kısa bir boşluk olmasından kaynaklanıyor. Peki bu, faillik hissinin, gerçek bir fail olduğunu kanıtlamadığı anlamına gelir mi?

Evet. Faillik, kandırılabilir bir his; ama yine de günlük yaşamımızda unun tam tersini hissederiz: Fail olma hissimizin, zihnimizin o şekilde alıştığının kanıtı olduğu şeklinde bir sezgiye sahibizdir. Aslında kendi zihinsel süreçlerimize o kadar da vakıf değiliz.

Bulutları oynatabildiğini veya sokaktaki ışıkları kapatıp açabildiğini iddia eden birçok insanla karşılaştım. Burada da aynı etkiden mi söz ediyoruz?

Kesinlikle.

Bunun işlevi ne sence?

Birçok işlevi var aslında. Bana kalırsa bunun en önemli işlevi, neyi kimin yaptığını ortaya koymak. Yaşamı, belirli eylemlerin bizim tarafımızdan mı başkaları tarafından mı yapıldığının çok önemli olduğu kocaman bir dedektif romanı gibi düşünebilirsin. Bir şeyi yaptığımız veya bir şeyi yaptığımız çıkarımında bulunduğumuz her vakit ortaya çıkan bu his, bir şeyleri kendi eylemlerimiz olarak adlandırmamıza yarar. Bu yolla, davranışlarımıza karşı sorumlu olduğumuzu hissedebiliriz ve iyi ya da kötü şeyler yapan kişileri bu eylemlerinden ötürü ahlaki açıdan yargılayabiliriz. Bir eylemde bulunan kişileri, eğer onu kendilerinin yaptığı hissini taşıyorlarsa hapishaneye koymak; eğer öyle bir his taşımıyorlarsa da, hapishaneye koymak yerine psikiyatrik tedaviye sokmak isteriz. Hukukta, insanların sorumluluğunu hissettiği ve kasıtlı yapılan eylemler ile kasıtlı yapılmayan eylemler arasında çok güçlü bir ayrım mevcuttur. Bence söz konusu ayrım da, kasıtlı olmamızı sağlayan bu önizleme sistemi ile bir netice olarak her birimizin sahip olduğu bu faillik hissi sayesinde mümkün oluyor. Birbirinizin faillik hissine güveniyoruz ve günlük hayatta, insanları ödüllendirmeye veya cezalandırmaya karar verirken başvuracağımız bir yol olarak bu faillik hissinden faydalanıyoruz.

Yani buradan hareketle şunu diyebilir miyiz: Normal yaşamda “üç kere elini çırp” diye düşünüyorum ve ellerim bunu yapıyor. Ben de el çırpma davranışıma bu düşüncenin sebep olduğunu düşünüyorum, Ama aslında bu ikisine de altta yatan bir beyin mekanizması neden oluyor.

Kesinlikle. Bunun sonucunda da, sanki o şeyi ben istemişim gibi hissediyorum. İrade hissini bir duygu gibi bir gey olarak düşünüyorum: Seni öne doğru itiyor, deneyimi senin sahip olduğun bir şey olarak nitelendiriyor; deneyimi onaylıyor. Bunun, ne yaptığımızı anlamanın rasyonel bir süreci olduğunu düşünmüyorum; daha ziyade, hızlı bir teşhis | etme süreci olduğunu düşünüyorum. “İşte, yine yaptım, üç defa ellerimi çırptım!”

Ruh çağırma tahtasından yola çıkarak Thalia Wheatley ile gerçek leştirdiğimiz bir dizi başka çalışma daha var. Deneydeki katılımcılarda “ bilgisayar faresinin üzerinde duran küçük bir tahtanın üstüne elleri koymalarını istiyoruz. Bu fare ekrandaki imleci hareket ettiriyor. E randa çeşitli nesneler -diyelim ki 1-Spy kitabından bazı resimlerv minik plastik oyuncaklar bulunuyor. Odada bir de işbirlikçimiz var. İkisinin de kulağında kulaklıklar var ve ikisinden de imleci ekranda hareket ettirmelerini ve birkaç saniyede bir müziği duyduklarında bir nesnenin üzerinde durmalarını istiyoruz.

Yani ikisinin de eli ruh çağırma tahtasının üzerinde, öyle mi?

Evet, ikisi birlikte hareket ediyor. Çoğu kulaklıktan bir ses duyuyor ve bu seslerin bazılarında ekrandaki bir şeyin ismini söylemiyor. Bazı denemelerde bizimle işbirliği yapan kişiden katılımcımızı belirli bir nesnenin üzerinde durmaya zorlamasını istiyoruz. Yani hareketi 4 kişinin kendisi yapmıyor ama buna zorlanıyor. Sanki ruh çağırma tahtasında bir hile yapılıyormuş gibi düşün. Katılımcının elini zorla hareket ettirmeden önce veya sonra, belirli bir zaman aralığında katılımcıya o nesnenin ismini kulaklık aracılığıyla söylüyoruz. Bunun sonucunda yaptıklarım söylüyorlar. Nesnenin ismini epey önce -mesela 30 saniye kadar önceçalarsak, bu deneyime sahip olmuyorlar. Aynı şekilde, nesnenin ismini o nesneye doğru uzanmaya zorlanmalarından hemen sonra çaldığımızda da bu deneyimi yaşamıyorlar.

Özgür irademiz olduğunu düşünüyor musun?

Sanki özgür iradem varmış gibi geldiği kesin. Bu sıralar özgür bir şekilde eyleme hissimizle ilgili çalışmalar yapıyorum. Bu hissin nasıl açığa çıktığını anlamaya çalışıyorum, çünkü bu his olmadan da eyleyebiliyoruz. Bilinçli irade hissiyle yapılmış bir eyleme tamamen benzeyen fakat yine de istenmeden yapılmış hissi veren birçok eylem mevcut.

Birkaç örnek vereyim. Otomatizm olarak adlandırdığımız bir dizi davranış var. Bunların en bilinen örnekleri 100 yıl öncesinin ruhçu (spiritualist) geleneğinde kullanılan ruh çağırma tahtaları ve otomatik yazma gibi basit numaralardı. Masanın eğilmesi de gözdelerimden biri: İnsanlar bir masanın etrafında oturup bir ruhun bu masayı eğmesini bekliyor ve birkaç dakika içinde masa odanın etrafında dönmeye başlıyor. Çubukla maden arama da başka bir örnek. İnsanlar ellerinde maden arama çubuğuyla yürürlerken, sanki bu çubuk bir güç tarafından dünyaya doğru çekiliyormuş gibi hissediyorlar. Bu insanlar onun iradi olduğu hissini kesinlikle taşımıyorlar; ama gerçekte, söz konusu eylemler tümüyle iradi bir şekilde gerçekleştiriyormuş gibi görünüyorlar. Bu masayı ruhların oynatıyor olduğu hipotezini sınamaya çalışmıyorum; ben daha çok, kendisinin o şeyi hareket ettirdiği çok açık olmasına rağmen, hareketin niçin kişiye gayri iradi geldiğiyle ilgileniyorum.

Bu benlik bilgisi o kadar küçük ve kırılgan ki, çok büyük ihtimalle diğer organizmalar bizden daha fazla benlik bilgisine sahipler.
Bu sorun öylesine tüyler ürpertici ki, bahsettiğin o ilk alternatifi tüm kalbimle sahipleniyorum. Doğanın bize gülmeye değer devasa bir şaka yaptığını düşünüyorum -kendimi bu sıradışı evrende, sanki eykeyen benmişim gibi bir yanılsamayla birlikte buluyorum. Halbuki

Her şey mekanik. Tabii ya.

Tabii ki. Bir de, özgür iradeye sahip olma hissi olmadan yaşamanın imkansız olduğunu söyledin ya, işte ben o konuda şüpheliyim . Bu his olmadan yaşamak için çok uğraştım ve bir yere kadar başardım da.
Zamanla yok olabiliyor.

Onsuz yaşayabileceğini düşünmüyorum, çünkü eğer öyle olsaydı bir sonraki anda ne söyleyeceğine karar veremezdin. Bir eylem içerisinde olmak ile kendine dair eski bir film kaydını izlemek arasındaki farkı düşün: O kayıtta bir sonraki sahnede ne olacağı tümüyle bellidir. Kaydı izlerken, “O zaman aptalca bir şey yapmıştım, umarım bir sonraki ıynı şeyi yapmam” gibi bir şey düşünmezsin. Çünkü olacakların peşinen belli olduğunu bilirsin.

Bütün hayatın boyunca yaptığın her hareket, nörolojik düzeydeki eksiksiz bir belirlilik [determinacy] üzerinden yani tümüyle neden süreçler tarafından belirlenir.
Seçeneklerden biri bu ve ona epifenomenalcilik deniyor. Bu görüşe göre, zihnin aslında herhangi bir önemi yok, [beyindeki nörol etkinliklere -çev.] öylesine eşlik ediyor sadece. İlerleyen zamanlarda bunun doğru olduğu ortaya çıkabilir ve eğer öyle olursa, doğa bize gelmiş geçmiş en büyük oyunu oynamış demektir.
Zor sorun meselesine varıyorsun burda ve o konuda ne düşündüğü» nü bilmeyi çok isterim. Bilincin beyinle nasıl uyuştuğu sorusunu kastediyorsun değil mi7 Eskiden buna zihin-beden sorunu denirdi. Felsefi açıdan bu sorunun görece kolay bir çözümü olduğunu düşünüyorum. Asıl zor sorun ise nörobiyolojik olandır. O yüzden, önce kolay çözümle başlayalım. Ons tümüyle beyin süreçlerinin neden olduğunu biliyoruz; bütün bilinçli durumlarımıza, bu meretlerin her birine beyindeki nörobiyolojik süreçler neden oluyor. Buradaki anahtar kelime ise, ‘neden’ (cause). Beyin bir biyolojik organ. Ayrıca, diğer bütün biyolojik organlar gibi, beyin de nedensel işleyen bir mekanizma ve bilinçli durumlar ile bilinçli süreçlere neden olmak için işlev görüyor. Peki, nedir bu durumlar ve süreçler? Bu durum ve süreçler, öznel niteliksel bir hisse sahiptirler fakat beyinde gerçekleşen süreçler olarak vardırlar; beynin üst-düzey nitelikleridirler. Yani bilinç ve beyin arasındaki ilişkiyi şu şekilde özetleyebiliriz: Birincisi, beyindeki süreçler bilince neden olur; alt-düzey nörobiyolojik süreçler bilinçli durumlara neden olur. İkincisi, bu bilinçli durumların kendileri, bütün bu beyin sisteminin üst-düzey nitelikleridirler, Dolayısıyla, bilinçli durumlara neden olan şey bir grup nöral ateşlemedir, fakat bilinçli durumun kendisi belirli herhangi bir nöronla özdeş değildir. Bir tane nöronu seçip de “bu nöron büyük annen hakkında düşünüyor” diyemezsin. Tek bir cümleyle: Bilince, beyin sisteminde gerçekleşen beyin süreçleri neden olur.
Herkesin bir robottan daha fazlası olduklarını düşündüklerini bildiğin halde, kendini bir robot olarak hissediyor olman senin onların çoğundan ayrı düşmene sebep olmadı mı?

Onların da birer robot olduğunu biliyordum, yalnızca robot olmadıkları yanılsamasına kapılmışlardı.

Tümüyle bu alana dalmış vaziyettesin, bu deneyleri yapıyorsun ve insanların görüşlerine meydan okuyorsun; artık bu görüşlere sahip biri olarak insanlarla ilişkide olmanın senin açından daha kolaylaştığını söyleyebilir miyiz?

İnsanlar beni biraz daha fazla dinliyor ama hâlâ epey keyifleri kaçıyor, çünkü gerçekten de önlerindeki her şeyi gördüklerini hissediyorlar; gerçekten de birer robot değil de birer insan olduklarını hissediyorlar,

İnsanların senin hayatından uzaklaştığını hissediyor musun?

Hayır, hem de hiç. Bir robot olmam acı çekmediğim, âşık olmadığım ve sanattan hoşlanmadığım anlamına gelmez. Bir şeyler his-tmediğim anlamına da gelmez; aksine bu, o hisleri ve deneyimleri açamanın büyülü bir mekanizma gerektirmeyen bir yolu sadece.

Ölümden sonra da bilincin devam edebileceğini düşünüyor musun Önümüzdeki yıllar içerisinde kişiliklerimizi bilgisayarlara yüklemenin ve biz öldükten sonra kişiliğimizin sanal dünyada yaşamasını sağlamanın mümkün olacağını düşünüyorum. O zaman bilincimiz ölümde sonra da devam etmiş olacak.

Peki, özgür iradeye inanıyor musun?

Evet, herkes inanır, Özgür irade sahibi olmamalarına rağmen robotlar bile özgür iradeleri olduğuna inanır.

Bilenler konuşmaz, konuşanlar ise bilmeyenlerdir
Her şeyden evvel, evrimin bizzat kendisinin bir fail olmadığını belirteyim: Evrim oyunlar oynamaz, akılsız ve zalim bir kendi kenrşme örgütlenmeden ibarettir o. Evrendeki gezegende işler bu şekilde yürüyor çünkü. İkincisi, evrimle ilgili her şeyin yanlış olduğuna inanmam mümkün değil -tabii eğer fenomenal durumların veya bilinçli deneyimlerin, temsili durumlar veya gerçekliğin imgeleri olduğu doğruysa. Bir dışsal fiziksel gerçeklik vardır, bir de vücut sıcaklığın, kan şekerin ve duygusal durumun gibi şeylerden müteşekkil bedenine ait bir içsel gerçeklik. Dolayısıyla, çoğu durumda bunun aslına uygun bir anlatı olması gerekiyor; aksi halde, fiziksel bedenimizi fiziksel ortamda hareket ettirmekte başarıya ulaşamazdık. Belki de katı bir nesnel veya felsefi bakış açısından ele alındığında kısmen yanıltıcı olan bazı üst-düzey nitelikler -süregelen bir varlık olma deneyimi veya zaman içerisinde değişmeden kalan bir öze sahip olma deneyimi gibivardır. Ayrıca, eğer bilim insanlarını kendi akademik çevrelerine terk edip gerçekten sağduyu sahibi normal iyi insanlarla konuşursan, hayatın boyunca aynı kişi olmadığını bildiklerini görürsün -aslına bakarsan hepimiz yüzyıllardır bunu biliyoruz. Bu kendimizi nasıl tanımladığımızla da ilgili bir mesele aslında. Hristiyansak veya Kartezyen bir filozofsak, o zaman bilinçli deneyimimizi belirli bir şekilde tanımlarız ve süregelen bir benlik arar, sonra da onu buluruz.

Bana kalırsa, bir şeylere isim vermeksizin ve onları geçmişteki herhangi bir şeyle ilişkilendirmeksizin, yalnızca içedönük dikkatle bilinçli deneyimin gerçek, derin yapısına ulaşmamız ve bütün tanımlarımızdan ya da kulağa hoş gelen o ideolojilerden bağımsız bir şekilde “benlik [selfhood]’ diye bir şeyin var olup olmadığını görmeye çalışmalıyız.

Filozofların da öne sürebileceği gibi, öz-bilincin içeriğini, saydam bir benlik-modelinin içeriği şeklinde ele almak büyük ölçüde romantik İmayan ve iç karartıcı bir değerlendirme tarzıdır. Orada bulunması, a rağmen bir imge olarak göremeyeceğin, kendine ait bir içsel imge,

. Bunun romantik olmayan kısmı ise, onu bilişsel sılahlanma yanında ortaya çıkmış bir silah olarak ele almaktır. Milyonlarca yıl be. bu gezegendeki organizmalar arasında sabit, gaddar ve zalım bı kabet vardı. Belleğe, düşüncelere ve daha iyi bir algıya sahip olmak iyi bir ayağa, karaciğere veya kalbe sahip olmak kadar önemliydi. benlik-modeline, nörohesaplamaya dayalı bir silah ya da beynin zaman zaman etkinleştirebileceği belirli bir veri yapısı (sabahleyın uyandığında, duyusal algılarını motor davranışınla bütünleştirmek 20runda olman gibi) şeklinde bakmayı seviyorum. Ego makinesi, fenomenal benliğini çalıştırıyor ve o anda sen devreye giriyorsun. İyi bir benlik modeline sahip olmak, belirli bir ortamda başarılı olmak anlamına gelir. Bu, oldukça basit niteliklerle başlar: Ne kadar uzağa zıplayabilirsin, bedenin nelere muktedir, ne büyüklüktesin, sınırların ne Bazı ilkel hayvanlar ile psikiyatrik sorunlar yaşayan kimi insanlarda olduğu gibi kendi bacaklarını yemek istemiyorsan bunları bilmen lazım. Mesele, bir benlik modelini iyi bir benlik modeli yapanın ne olduğudur. Modelin uygunluğu, bir sürü çocuk ve torun sahibi olman ya da belirli bir sosyal çevre üzerinden belirlenebilir.

Cumartesi gecesi saat üçe çeyrek kala sarhoş bir haldeyken sahip olduğun benlik modeli, sonraki sabah saat onda kahvaltı için anne babanı ziyaret ettiğin vakit sahip olduğun benlik modelinden genellikle farklıdır. Yani aslında benlik modelinin değişken olması, farklı benlik deneyimlerine, farklı sosyal durumlarda farklı fenomenal bilinçli kimliklere sahip olmak, akıl sağlığının bir göstergesi olabilir. Ama çoklu kişilik bozukluğunda veya siyasilerde gördüğümüz gibi, iş çığırından da çıkabilir

Basit bir noktaya değinelim mesela; böylesi bir kuram, dünyada renkler diye bir şey olmadığını, renklerin dışarıdaki şeylerin nesnel bir niteliği olmadığını söyleyebilir ve sen de buna inanmaya başlayabilirsin ama yine de renkleri harici bir şekilde deneyimlersin. Ama böyle bir kuram “benlik diye bir şey yoktur; bir kimse olmak şeklindeki deneyimimiz karmaşık temsili bir fenomendir” gibi bir şey de diyebilirdi; hatta elimizdeki en iyi kuramlar sonunda böyle bir noktaya varabilir. Peki, böylesi fenomenal bir benlik altında veya fenomenal olarak deneyimlenen böyle bir birinci şahıs bakış açısı altında işleyen ve deneyim seviyesinde bir türlü bunun dışına çıkamayan sistemler olarak bizler, bu söyleneni nasıl kavrayabiliriz?
Bilinci bu kadar özel ve farklı kılan şey nedir ki “bilinç sorunu diye bir şey ortaya çıkmış? Nedir bu sorun?

Sorun, bilincin diğer bütün durumlarla çelişiyor olması. Fiziksel bir urum, biyolojik bir durum veya kimyasal bir durum ancak dışarıdan, üçüncü şahıs bakış açısından bilinebilir. Bilincin farkı ise, onunla ilgili ’em içeriden hem de dışarıdan bilgi alıyor olmamızdır -bu ifadenin na anlama geldiğini dahi gerçekten bilmiyoruz. Bilinç aynı zamanda birinci şahıs bakış açısından, deneyimleyen benlik üzerinden de bilinebilir diyoruz. Bu nedenle, bu fenomene ilişkin bilgi edinmenin iki farklı yolu var. Filozoflar bunu ‘epistemik asimetri’ olarak adlandırır filozofların bu gibi şeyler için her zaman anlaşılması güç kelimeleri olur. Bir insan fiziksel niteliklerine, mesela bedenine bakarak nesnel üçüncü şahıs ilgisine sahip olabilirsiniz. Ayrıca, ilkece, bir insanın bedenini oluşturan kimyasal durumlara ilişkin tüm kimyasal bilgileri edinmeniz de mümkündür; insanların biyolojisini, nörobiyolojisini yani bütün o nesnel bilimsel niteliklerini tanımlayabilirsiniz. Kişinin beynini nitelendirebilirsiniz, hatta daha üst tanımlama düzeylerine bile erişebilirsiniz: Beyinlerinin şu anda bilgileri nasıl işliyor olduğunu, ne tür temsili içerikleri (felsefi bir terim daha) etkinleştirdiğini tanımlayabilirsiniz. Ama asıl ilginç düzeye yani bilinçli deneyim düzeyine geldiğinizde ve kişinin bilinçli durumlarına ilişkin bilgi sahibi olmak istediğinizde, bu durumlara iki farklı türden erişim olduğunu fark edersiniz: Bir tanesi içeridendir, yani birinci şahıs bakış açısındandır ve yalnızca o kişinin kendisi tarafından kullanılabilir. Bir diğeri ise, fiziksel bağıntılar üzerinden yani o kişinin beyninde olup bitenler üzerinden sağlanan erişimdir.

Dolayısıyla bilinç, hem içeriden hem de dışarıdan bilinebilen tek doğal fenomendir -ki ben onun tümüyle doğal bir fenomen olduğuna ikna olmuş durumdayım ve sorun da, bu içerisi ile dışarısının nasıl bir iliş” kide olduğunu ve “içeriden bilmek? gibi bir şey dediğimizde tam olarak neyden söz ettiğimizi bilmememizde yatıyor.

Özgür iraden olduğunu düşünüyor musun?

“Özgür irade” derken, “irade” derken ve “ben derken neyi kastettiğimize bağlı. “Bilinçli zihnim, kendime dair modelim ve rüya meselesiyle ilgili konuşurken sözünü ettiğim kişi ne yapmak istediğine karar verir, aksi halde bu soruları nasıl cevaplayacaktı?” diyorsak; hayır, öyle olduğunu düşünmüyorum. Ama cümleyi, “Bütün bir ben, ben olan her şey bu soruya nasıl cevap vereceğime karar veriyor” diye kurarsak eğer, o zaman evet. Buradaki sorun, ‘ben [me]’ derken neyi kastettiğimizde. Özgür iradem var dediğimde, buna sahip olan o ben [I] kim?

Yani, aydınlanma olarak da adlandırılabilecek uyanıklık yaşamına bir gün uyanırsak, bir şekilde bu ayrılığın ortadan kalkabileceğini, bu benliğin ortadan kalkabileceğini mi söylüyorsun? Yine de berrak rüyada neredeyse tam tersiymiş gibi görünüyor: Uyandığında daha fazla kendin gibi hissediyorsun, berrak olmadan önce rüya gören aslında ben değildim ama artık ben rüyamın içindeyim.

Evet ama bu, “kendin” derken ne kastettiğine bağlı. “Daha çok kendim gibi hissediyorum” manasında mı diyorsun; yoksa bu, insanların Susan Blackmore dediği o kişi mi? Kendine dışarıdan bakıyormuş gibi hissetmiyorsun da sanki kendi içindeymiş gibi hissediyorsun, mesele de bu zaten: Bu kimliği hissetmek, kar taneleri arasındaki fark gibi biraz. Diyelim ki belirli kristal biçimlere sahip birer kar tanesiyiz hepimiz. Kesinlikle iki kar tanesi arasında bir fark bulunur, çünkü farklı yapılara sahipler. Kar tanelerinden biri okyanusa düşüyor olsun; neyden korkacak? “Mahvolacağım, yok olacağım, öleceğim, hiçbir şeyim artık.” Ama belki de asıl olan, sonsuz bir genişlemedir (ki bu, ölüm veya aydınlanma için kullanılan bir metafordur), Artık bir donmuş su tanesi değil de, suyun kendisi olduğunu hatırlarsın. O yüzden bu töz metaforu, biçim ile birlikte aynı anda var olan başka bir düzeydir. Ayrılık ortadan kalkmaz; ortadan kalkan, biçimdir. Töz, birliktir.

İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
eğişim körlüğünün gösterdiği bir şey de, uyanıklık bilincindeki görsel dünyanın görünürdeki o zenginliği ve devamlılığının aslında koca bir yanılsama olduğudur. Yaptığın araştırmaların ışığında, uyanıklık algısının gerçek ve uykunun ise kusurlu olduğunu değil de, hem uyanıklık hem de uykunun benzer yanılsamalar olduğunu mu iddia ediyorsun?

Evet, her iki durumun da, aynı beynin iki farklı durum altında aynı şeyleri yapmaya çalışan -istediklerini almak ve istemediklerinden kaınmak için etrafta neler olduğunu anlamaya çalışan halleri olduğunu üşünüyorum. Televizyonda gördüğün her şey nasıl bir yanılsamaysa, ünya da aynı şekilde bir yanılsama. İster bilgisayarlarda üretilmiş olTin ister sahnede isterse bir haber akışında, bunun yanılsama mı gerçek i olduğuna karar veremezsin. Aynısı dünya için de geçerli. Evet, dünya bir yanılsama; ama bazı mistik geleneklerin öne sürdüğü gibi, gerçeklik de hep orada gösteriliyor.

Berrak rüya, rüya görürken bunun bir rüya olduğunun farkında gl. duğun rüyalardır, Aynen öyle. Çoğu rüyalarımızda deneysel bir düzeyde bilineliyizdir. Benim başıma gelen garip bir şeyi örnek vereyim: Yatakta uyanmıştım ) ve sirkte olmakla ilgili bir hikaye anlatmıştım. Bu deneyimleri hatırlayabiliyor olmam, ifade edilebilirlik kriterine göre, bunların bilinçli olduSu anlamına gelir. Ancak, rüyada mevcut olmayan şey reflektif bilinçtir -yani tüm bu şeylerin bir rüyada meydana geldiğinin, her şeyin senın gihninde olduğunun ve aslında yatağında uyuduğunun farkına varmak. Bunu hatırladığın anda, geniş bir bağlam içinde anlam kazanan ve öncesinde gerçek manasıyla düşünülemeyecek bir dizi muhtemel eyleme sahip olursun. Bu, iletişim kurduğun farklı bir boyutun olması gibi bir şey Kulağa çılgın bir fikir gibi geliyor, ama rüyada olmak böyle bır şey, Tıpks özerinde şu kablolar takılı şekilde fiziksel dünyayla irtibat halindeyken çüya görmek ve o esnada bir rüya karakteriyle konuşarak ona, “Bana bir dakika müsaade edin, bu deneyi yapmam lazım” demek gibi bir şey,

Ama bana öyle geliyor ki, berrak olduğun zaman sanki uyanmışsın gibi hissediyorsun. Yaşadığım ilk berrak rüyaları hatırlıyorum da, birinde kayak teleferiğiyle yukarı çıkıyordum, alacakaranlıktı ve güneş doğuyordu. O esnada, “Kayak teleferiklerinin sabahın bu sastinde açık olması çok garip” diye düşündüm. Sonra, neredeyse tepeye yaklaştığımı ve inmem gerektiğini, ama ayaklarımda kayakların olmadığını fark ettim. “Bu korkunç, ayağımda kayaklar olmadan nasıl ineceğim teleferikten?” diye düşündüm. Sonra da, “E, ayağımda kayaklar olmadan nasıl bindim ki buna?” diye düşündüm. İşte o anda bunun bir rüya olduğunu fark ettim ve o vakit her şey canlı, güzel ve berrak bir hal aldı. Bunun bir rüya olduğunu fark eder etmez her şey çok daha gerçek gelmeye başladı. Neydi bu Allah aşkına? Bu, bilinç hakkında bize ne söyler?

Evet, bir paradoks gibi görünüyor değil mi? Bir şeyin gerçek olmadığını fark etmek, neden onun daha gerçek görünmesini sağlasın ki? Bence daha canlı görünmesinin sebebi, o ana yoğun bir şekilde odaklanmaktan kaynaklanıyor. İşte buradayım! Şu anda bile, eğer bilinç büyüsünün ve şimdi ve burada olmanın farkına varsan, yine benzer bir deneyim yaşardın.

Bu, bir rüyada olup da etrafına baktığın vakit her şeyin hayatın boyunca gerçek diye gördüğün şeyden -yani, uyanık var oluş kadar batta belki de ondan daha gerçekçi görünmesinin acayipliğinden kaynaklanıyor, Bu o kadar inanılmaz bir deneyim ki, insanlar onu coşku verici buluyor ve bu da o ana dair farkındalığı arttırıyor.

“Bunun bir yanılsama olduğunu biliyorum ama herkesin buna inanılması lazım, çünkü aksi takdirde şunlar şunlar olur ” gibi bir şeye yaklaşıyorsun ama.

Hayır, bunun doğru olduğunu hissediyorum. Çok abartıyor gibi görünebilirim, fakat gerçekliğin kendisi büyük bir ihtimalle bir yanılsama. Bununla birlikte, evet, bir bakıma her şey bir yanılsama. Ama yandan, kendi özgür irademin olduğuna da inanıyorum. Senin, Susan Blackmore tarzınla orada oturup, “Bu kız ne karar verecek şimdi?” demeni anlayabiliyorum. Belki bu çok eğlenceli de olabilir; ama hayatının her bir dakikasında, “Şimdi bu kızın ne yapacağını merak ediyorum dediğini sanmıyorum. Şizofren olsaydın öyle yapabilirdin belki, faka çoğu insan için durum böyle değil. Başka kişilerin de özgür irade göre davrandığını ve senin kendinin de tutarlı bir varlık olduğunu var sayman gerekiyor.

Libet deneylerini biliyoruz hepimiz. Hatta bir defasında ben de « deneylerden birinde denek olmuştum. Hani sen daha bir şey yapmay istemeden önce EEG’nin çoktan değişim gösterdiği deneyler var ya, işte onlardan birinde. Bu durum bende bir tedirginlik yaratmıyor. Ayrıca bazılarının tuhaf bir şekilde düşündüğü gibi, tanımlanamaz bir ben’i beynim tarafından kontrol edildiği anlamına da gelmiyor, bedenimd olup bitenlerin işleyişini gösteriyor yalnızca, hepsi bu.

Bence sorun şu: Neden bilinçli olduğumuza dair çizdiğin taslakta, sanki bilinç sonradan eklenen bir şeymiş gibi konuşuyorsun. elimizde bir makine var, bir şeyler yapıp duruyor. Sonra bir sorunu çözmek için, “Böyle hissetmek nasıl bir şey” veya “Uf, gerçekten çok acıttı” gibi bir şey ekliyor. Köpeklerin başka bir biçimde evrimleşmiş olabileceğini ima ettin; yani bir köpek, kuyruğuna basmana rağmen viyaklamayabilirdi. Kuramın, sanki bir eklenti kuramı gi Nitelceler eklenen bir şeylermiş gibi.

Kesinlikle. Evrim sürecinde ekleniyorlar işte. Daha önceki mekanizmada, anlık hareket mekanizmasında bilinç diye bir şey yok.

Ama bir işlevselci bunun bir eklenti olmadığını, viyaklayabilen bir sinir sistemine sahip olmak ile birlikte zorunlu olarak geldiğini söylerdi.

Aynı zamanda refleksler kadar duyarlı da olmaması vs. nedeniyle, sinir sistemiyle değil de bilişle el ele gittiğini düşünüyorum. Bana kalı bilinç, davranış ve algı büyük ölçüde bilgiye bağlı olduğu zaman -mesela geçmişten yola çıkarak şimdiyi okuduğun zaman- sistemin içine giriyor

VA Kant okursan (yine bir filozof, pardon!) onun özgür irademiz varmış gibi hareket etmemiz gerektiğini, çünkü bunun öznel deneyimimizle uyumlu olduğunu söylediğini görürsün. Kimse elimi kaldırmam için beni zorlamıyor. Elimi kaldırmam için beni zorlamadın. Bunu soğuk özgür irademle ben kendim yaptım. Hukuki açıdan özgür iradenin mevcut olduğunu varsayıyoruz. Kanunlara aykırı hareket ettiklerinde, özgür iradeleri olduğunu varsayarak, insanları cezalandırıyoruz (ki bence de öyle olduğunu varsayarak insanları cezalandırmalıyız). Peki bu, metafizik bağlamda gerçekten özgür irade midir? Bunun oldukça zor bir soru olduğunu düşünüyorum.

Metafizik bağlamda özgür irade, kendisini önceleyen ya da onun ortaya çıkmasını sağlayan bir fiziksel etkinin yokluğunda gerçekleştirilen eyleme işaret eder. Bilim insanları veya düşünen herhangi bir birey olarak bunun gerçek olamayacağını biliyoruz. Her zaman fiziksel önceleyiciler olmak zorundadır. Dolayısıyla ‘özgürüm’ dediğimde, eylemlerimi belirleyenin sen ya da kör bir güç veya kaderin değil; benim yetişme tarzım, genlerim, tercihlerim ve arzularım olduğunu kastediyorum. Bunların hepsine bir de beynimdeki dalgalanma ve gürültüye dayanan rastlantısal bir bileşeni eklediğimizde, bir kararın öyle mi böyle mi olacağı belirleniyor.

Bu beni çok rahatsız etmiyor, hayır.

Bence sorun şu: Neden bilinçli olduğumuza dair çizdiğin taslakta, sanki bilinç sonradan eklenen bir şeymiş gibi konuşuyorsun. elimizde bir makine var, bir şeyler yapıp duruyor. Sonra bir sorunu çözmek için, “Böyle hissetmek nasıl bir şey” veya “Uf, gerçekten çok acıttı” gibi bir şey ekliyor. Köpeklerin başka bir biçimde evrimleşmiş olabileceğini ima ettin; yani bir köpek, kuyruğuna basmana rağmen viyaklamayabilirdi. Kuramın, sanki bir eklenti kuramı gi Nitelceler eklenen bir şeylermiş gibi.

Kesinlikle. Evrim sürecinde ekleniyorlar işte. Daha önceki mekanizmada, anlık hareket mekanizmasında bilinç diye bir şey yok.

Ama bir işlevselci bunun bir eklenti olmadığını, viyaklayabilen bir sinir sistemine sahip olmak ile birlikte zorunlu olarak geldiğini söylerdi.

Aynı zamanda refleksler kadar duyarlı da olmaması vs. nedeniyle, sinir sistemiyle değil de bilişle el ele gittiğini düşünüyorum. Bana kalı bilinç, davranış ve algı büyük ölçüde bilgiye bağlı olduğu zaman -mesela geçmişten yola çıkarak şimdiyi okuduğun zaman- sistemin içine giriyor

“Bunun bir yanılsama olduğunu biliyorum ama herkesin buna inanılması lazım, çünkü aksi takdirde şunlar şunlar olur ” gibi bir şeye yaklaşıyorsun ama.

Hayır, bunun doğru olduğunu hissediyorum. Çok abartıyor gibi görünebilirim, fakat gerçekliğin kendisi büyük bir ihtimalle bir yanılsama. Bununla birlikte, evet, bir bakıma her şey bir yanılsama. Ama yandan, kendi özgür irademin olduğuna da inanıyorum. Senin, Susan Blackmore tarzınla orada oturup, “Bu kız ne karar verecek şimdi?” demeni anlayabiliyorum. Belki bu çok eğlenceli de olabilir; ama hayatının her bir dakikasında, “Şimdi bu kızın ne yapacağını merak ediyorum dediğini sanmıyorum. Şizofren olsaydın öyle yapabilirdin belki, faka çoğu insan için durum böyle değil. Başka kişilerin de özgür irade göre davrandığını ve senin kendinin de tutarlı bir varlık olduğunu var sayman gerekiyor.

Libet deneylerini biliyoruz hepimiz. Hatta bir defasında ben de « deneylerden birinde denek olmuştum. Hani sen daha bir şey yapmay istemeden önce EEG’nin çoktan değişim gösterdiği deneyler var ya, işte onlardan birinde. Bu durum bende bir tedirginlik yaratmıyor. Ayrıca bazılarının tuhaf bir şekilde düşündüğü gibi, tanımlanamaz bir ben’i beynim tarafından kontrol edildiği anlamına da gelmiyor, bedenimd olup bitenlerin işleyişini gösteriyor yalnızca, hepsi bu.

Topluluğun boyutu arttıkça bilincin de büyüyeceğini, derinleşeceğini, genişleyeceğini -artık doğru kelime hangisiyseiddia ettin. Seni bu düşünceye iten şey neydi? Bu düşünceni çürütebilecek ya da destekleyecek kanıtlardan söz edebilir misin?

Tamam, diğer adaylara bakalım hadi: Bence ikimiz de şu varsayımda -ki bunun bir varsayım olduğu görüşündeyimhemfikiriz: Pan-psişik değiliz ya da ben öyle değilim ve senin de öyle olmadığını düşünüyorum. Ayrıca, bilincin beyin tarafından oluşturulduğunu da varsayalım. Bu ise, fiziksel beyindeki adaylara bakacağız demektir.

Peki, genler olabilir mi bu? Elbette ki hayır, bilinç geni diye bir şey yok. Böyle bir düşünceyi çok ciddiye almazdım açıkçası. Peki, “bilinç kimyasalları diye bir şey var mı? Bazı insanlar bunu kastetmeye çalışıyor ama aslında söyledikleri, “bilinç üzerinde değişiklikler yapabilen kimyasallar var” demenin kısa bir yolu ve bu, o kimyasalların içinde bilinç olduğu anlamına gelmiyor. Diğer bir uçta da şu soruya dönebiliriz: Bilince özel beyin bölgeleri var mı acaba? Hayır, beyinde bir bilinç merkezi diye bir şey yok. Böyle böyle bütün argümanları tekrar edebiliriz. Ama sanırım Dennett bunu çoktan yaptı ve hepimiz de biliyoruz bunları; bu konuyu artık anladığımızı sanıyorum. Elimizde fazla seçenek dkalmamış gibi görünüyor, değil mi? Dolayısıyla, tüm bunlardan sonr beyin organizasyonunun hiyerarşisine baktığımızda, elimizde kalan te. şey kimyasallar, sinapslar, proteinler arasında ve makro beyin bölgele arasında kalan orta düzeydir. Bu düzey, aslında en dinamik nöron şebekeler düzeyidir.

Özgür iraden olduğunu düşünüyor musun? Evet.

Peki, özgür irade derken neyi kastediyorsun?

Benim açımdan anlamlı olan her şeyle ilgili, en önemli şeyin ne ol uğuna ve o şeyin niçin önem arz ettiğine dair bir değerlendirme yapın arar verebileceğimi kastediyorum. Takıntılı, bağımlı veya sebepleri aklımda tutamayacak kadar kafası karışık biri olsaydım ya da bir plan, akika dakika takip edemeyecek derecede bir bellek sorunu yaşasaydım, özgür iradem olmazdı. Öyle bir durumda özgür irademin bir anlam, omazdı.

Sahip olmayı istediğimiz özgür irade modelinde otonom bir özne ya. tıyor; ama bu, metafizik bağlamda bir otonomluk değil; öznenin kendisi için önemi olan sebeplere göre hareket edebilmesi ve zamanına uygun bir biçimde hareket edebilmek için gerekli bilgiye de sahip olması bağlamında bir otonomluktan bahsediyorum. Bunun önemini kavrayabilmek için beyinlerin ne işe yaradığını fark etmeniz gerekir. Beyinler, gelecekle alakalı beklentiler üretmek için vardır. Beynin yapabileceği çok basit şeylerden birini düşün; örneğin, yere düşen tuğladan başını kurtarmanı sağlamak gibi. Tuğlanın geldiğini görürsün. Sana doğru geldiğini görürsün. Başını eğmek için küçük bir enerji harcarsın ve tuğla sana çarpmaz. Hayatta önüne geçilmesi gereken çok fazla şey vardır; gerçi başarmaya çalışacak da çok şey vardır ama hadi önüne geçmek (avoid) filini ele alalım önce. “Kaçınılmaz” kelimesinin de buradan gelmesi de, belirli bir açıdan anahtar bir nokta. Kaçınılmaz linevitablel, önüne geçilemez demektir; ve önüne geçmenin mümkün olmadığı bir bağlamda aslında bir anlam ifade etmez. Önüne geçmek diye bir şey ‘kaçınılabilir’ şeyler vardır. Bir şeylerin Özgür iraden olduğunu düşünüyor musun? Evet.

Peki, özgür irade derken neyi kastediyorsun?

Benim açımdan anlamlı olan her şeyle ilgili, en önemli şeyin ne ol uğuna ve o şeyin niçin önem arz ettiğine dair bir değerlendirme yapın arar verebileceğimi kastediyorum. Takıntılı, bağımlı veya sebepleri aklımda tutamayacak kadar kafası karışık biri olsaydım ya da bir plan, akika dakika takip edemeyecek derecede bir bellek sorunu yaşasaydım, özgür iradem olmazdı. Öyle bir durumda özgür irademin bir anlam, omazdı.

Sahip olmayı istediğimiz özgür irade modelinde otonom bir özne ya. tıyor; ama bu, metafizik bağlamda bir otonomluk değil; öznenin kendisi için önemi olan sebeplere göre hareket edebilmesi ve zamanına uygun bir biçimde hareket edebilmek için gerekli bilgiye de sahip olması bağlamında bir otonomluktan bahsediyorum. Bunun önemini kavrayabilmek için beyinlerin ne işe yaradığını fark etmeniz gerekir. Beyinler, gelecekle alakalı beklentiler üretmek için vardır. Beynin yapabileceği çok basit şeylerden birini düşün; örneğin, yere düşen tuğladan başını kurtarmanı sağlamak gibi. Tuğlanın geldiğini görürsün. Sana doğru geldiğini görürsün. Başını eğmek için küçük bir enerji harcarsın ve tuğla sana çarpmaz. Hayatta önüne geçilmesi gereken çok fazla şey vardır; gerçi başarmaya çalışacak da çok şey vardır ama hadi önüne geçmek (avoid) filini ele alalım önce. “Kaçınılmaz” kelimesinin de buradan gelmesi de, belirli bir açıdan anahtar bir nokta. Kaçınılmaz linevitablel, önüne geçilemez demektir; ve önüne geçmenin mümkün olmadığı bir bağlamda aslında bir anlam ifade etmez. Önüne geçmek diye bir şey ‘kaçınılabilir’ şeyler vardır. Bir şeylerin

önüne geçilmesini mümkün kılan, neler olacağına dair bir önbilgi sahibi olmaktır. Beyinlerimiz de bu işe yarar.

Bu ekipmana sahipsen ve bunu kullanırsan, harekete geçmek için güzel ve sana ait sebeplerin olur. Bunları yoktan var etmezsin. O zamana kadar göz önünde bulundurduğun ve üstüne düşündüğün bilgiler ve değerlerden damıtırsın bunları. İyi ya da kötü bir dizi değer olur elinde, artık hareket etmeye hazırsındır.

Hamle yapan bir satranç oyuncusunu düşün sadece. O hamleyi neden yaptı? Şöyle diyebiliriz: “İşte saat işliyordu, öyle ya da böyle karar vermem gerekiyordu. Evet, yeteri kadar düşündüm, artık hamle yapma vakti. Bu benim hamlem. En iyi hamle olmayabilir. Belki pişman olacağım. Birkaç saniye içinde daha iyi bir hamle aklıma gelebilir. Belki de yenileceğim. Ama oyun tahtasının konumu hakkında aldatılmış değilim. Kurallar hakkında da aldatılmış değilim. Oyunun amacı hakkında da aldatılmadım. Yapabileceğimin en iyisi buydu. Bu benim özgür iradem,

benim hamlem bu.”

Özgür iradeyi tarif ederken sürekli “Ben, ben, benim, benim deyip durdun. Bunu ve içinde hiçbir seyircinin bulunmadığı Kartezyen tiyatro fikrini, yani benliğin yararlı bir kullanıcı yanılsaması olduğu vs. şeklindeki fikrini nasıl ilişkilendiriyorsun, merak ediyorum. Özgür iradeye sahip olan kişi kim?

Fail.

‘Fail’ derken, bütün bir bedeni mi kastediyorsun?

Eibette.

O zaman bu görüşünü başkalarının özgür iradeden anladığı şeyden “özgür irade sahibi olan onlardır, yani Kartezyen tiyatrodaki seyirci ya da içerideki özel ufak bilinçli bendir” görüşündenayırman sence

de önemli değil mi? Bu konular hakkında daha yeni yeni yazmaya başlamışken, Elbow oom kitabımdaki en önemli cümleyi parantez içine aldım ve bu cümle kimsenin dikkatini çekmedi. Bence bu başıma gelen en tuhaf ironilerden Tiydi. İronik bir şekilde şunu demiştim: Kendini gerçekten küçültürsen, neredeyse her şeyi dışsallaştırabilirsin.

Darwin, yaratılışa dair aşağıdan-yukarıya bir kurama sahip olabileceğimizi; yani biyosferde gördüğümüz bu harika tasarımın akıl ve amaç sahibi olmayan süreçlerin doğrudan veya dolaylı birer ürünü olabileceğini fark ettiğinde, düşünme biçimimizi altüst etti.
Yani bir bakıma öznel deneyimi bir kenara bırakıp sorunun bir gün çözüleceğini umarak beynin nasıl çalıştığını çözme işine mi odak. lanmış durumdasın? Öznel deneyim denilen bu zor sorun hakkında gerçekten ne hissediyorsun?

Herhangi bir anda birlikte ateşlenen bir nöronlar koalisyonunun mevcut olduğuna ve bunların hemen hemen aynı anda ve muhtemelen de belirli bir eşiğin üstünde ateşlendiğine inanıyorum. Edelman ve Tononi bu örneği vermeyi çok sever; belirli bir görüntü görüyorsanız aslında bu, görebilmenizin mümkün olduğu uçsuz bucaksız görüntüler içerisinden yalnızca bir tanesidir.

Örneğin, şu anda motosikletler hakkında düşünüyor olabilirim, ama bunu söylememden önceki anda düşünmüyordum. Gördüğünüz gibi, gerçekleşmeyen birçok etkinlik de mevcut. Bu yüzden BNB’ler de, belirli bir andaki nöronların yalnızca küçük bir kısmına bağlıdır. Bunun yüzdesini söylemekten hoşlanmayız ama yüzde bir, hadi bilemedin yüzde on olsun.

Özgür iradeniz olduğuna inanıyor musunuz?

Pat: “Kararlarım bir şeylerin sonucu değildir” gibi bir şey ise bundan | kasıt, hayır inanmıyorum. Bildiğimiz kadarıyla beyin, nedensel bir makine. Önceki koşulların bir sonucu olarak bir durumdan diğer duruma geçer ve önceki koşullar farklı olduğu vakit, geçilen durum da farklı olur. Ama bunlar bir tarafa, kişinin-kontrolünde diyebileceğimiz davranış ile kişinin-kontrolünde-olmayan davranış arasındaki fark bizim için hâlâ önemli ve en azından bir noktaya kadar bu farkların nörobiyolojik nitelendirmesini gerçekleştirebileceğimizi düşünüyorum. İlgili parametreleri teşhis etmekle işe başlayabiliriz ve sorunu, bir parametreler alanında ele alabiliriz. Bunu üç boyutlu bir parametreler alanı olarak gözünde canlandırabilirsin, ama n-boyutlu bir parametreler alanı olacak tabii.

Paul: Hem de büyük bir n.

Pat: Ve orada kişinin-kontrolünde olan davranışlara da yer olacaktır. Muallak sınırları komik bir şekli ve dinamik nitelikleri olacak ve aynı zamanda denetim olmanın da farklı şekilleri olacaktır. Mesela ergenlikte hormonların açığa çıkması, kişinin kontrolü-altındaki alanın şeklini değiştirecektir.

Bana göre evrim, fiziksel sistemleri fiziksel işlev | leri sebebiyle seçer. Böyle işlevler gösteren bir sistem varsa, bilinçli de olacaktır. Bu yüzden de bilinç evrimleşecektir. Peki, bu sistem bilinçli olduğu için mi evrimleşti? Bilinç bu sistem için bir işe yarıyor muydu? Bence bu soruya henüz kimsenin verecek bir cevabı yok.
Yalnızca beyin süreçlerine dayalı hiçbir açıklama, bilincin varlığını ortaya çıkarmamıza yetmeyecek. Ben, dünyayla ilgili bütün fiziksel gerçekleri bilsek dahi bilinci öğrenmiş olacağımızı sanmıyorum. Peki, beyin süreçleriyle bilinçli deneyim arasınd. ilişki indirgenerek açıklanamayacaksa, nedir bu ilişki? Oldukça yakın bir bağıntı ve bağlantı elbette var. Bir bilinç biliminin yapması gereken şeyse, bu köprünün sistematiğini oturtmak.
Bilim, insanları aslında inanmak istemeyecekleri şeylere inanmalarını zorlar -Kopernikçi güneş sistemine kadar geriye götürebilirsiniz bunu. İnsanlar bunda çok rahatsızdı; Darwin’in Descend of Man eserinden sonra insanların keyfi feci kaçtı ve bunda haklıydılar, yani keyifleri kaçarken haksız değillerdi. Bence insanların nedenlerinden biri, özgür irademizin olmadığı fikrinin birçok insana üzücü gelmesidir. Buna göre, her şey kafamızın içinde ateşlenen bu komik küçük hücrelerden ve buna benzer başka şeylerden kaynaklanıyor. Duygularımı paylaşıyorum.
Bilinç gerçek bir tiyatro sahnesidir.
Samual Johnson’ın da dediği gibi, Bütün kuramlar özgür iradenin aleyhine, bütün deneyimler ise onun lehinedir .
Bilinçli irade sahibi olmamız üzüntü verici bir yanılsama değil; ne yapıyor olduğumuzu bildiğimizi düşünmek iyi hissettiriyor.
Bilinçli irade deneyimi, yaptığımız şeyleri hissetmeye dikkatimizi çeken bir tür sahiplik duygusu sağlamak suretiyle sadece zihin de değil bedende de meydana geliyor.
Bir şeyi yapmış olma hissi o şeyi gerçekten yapmamızdan ötürü değil, bir şey hakkında düşünme ile onun gerçekleşmesi arasında kısa bir boşluk olmasından kaynaklanıyor.
Aynı anda hem bir niyete hem de eyleme dair sahip olduğumuz farkındalığa neden olan, altta yatan bir beyin süreci bulunur ve biz de ortada nedensel bir ilişki olmamasına rağmen, sanki varmış gibi düşünüveriyoruz.
Zihnin, eylemleri ve bu eylemlerle ilgili düşünceleri ürettiği görüşündeyim. İrademiz olduğunu hissediyoruz, çünkü düşüncelerimiz ve eylemlerimiz arasında nedensel bir bağlantı olduğunu görüyoruz.
Bilinçli irade hissiyle yapılmış bir eyleme tamamen benzeyen fakat yine de istenmeden yapılmış hissi veren birçok eylem mevcuttur.
İnsanlarla konuşurken dile getirmek isteyeceğimiz bazı düşünceler vardır ve bunlar, nihayetinde istenmeyen düşüncelere dönüşüyor.
İnsanlar konuşmaktan en çok çekindikleri şeyleri ifade ettiklerinde büyük bir huzura kavuşuyorlar.
İnsanlar kendilerini kaygılandıran bir şey hakkında düşünmemeye çalıştıklarında, bu şey beyinlerinde patlayıveriyor ve daha fazla erişilebilir bir hale geliyor.
Bir şey hakkında düşünmemeye çalışmak, o şeyin otomatikman zihninize geri döndüğü ironik bir süreci meydana getiriyor.
Başka biri gibi olmanın ve başka bir bilince sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz.
Esas sorun, herkesin bir bilince sahip olması, buna karşın bir diğer kişinin bilincine erişim sağlamanın imkansızlığıdır.
Dünyanın doğası ile kendimiz hakkında sahip olduğumuz kuramlar, içinde hayatlarımızı sürdürdüğümüz çerçeveler haline geliyorlar.
Zihinlerimiz, kararları vermemize ve sonrasında da verdiğimiz bu kararların sorumluluğunu almamıza birçok bakımdan yeterli olacak bir karmaşıklık düzeyindedir.
İlgilerimize ve önceliklerimize bağlı olarak neye dikkat kesileceğimizi seçebilir, dikkat kesildiğimiz şeyleri temel alarak da ne yapacağımıza dair kararlar verebiliriz.
Beynimizdeki işlevsel ve yapısal koşulları tümüyle kopyalayabilseydik ve fiili olarak tıpkı bizimki gibi işleyen yapay bir beyne sahip olsaydık, bu şeyin tıpkı bizim gibi deneyimleyebileceğine şahsen ben ihtimal vermezdim.
Bilginin iki görüntüsü var: Onun dışarıdan nasıl göründüğü ve o bilgi olmanın nasıl bir şey olduğu. Sen bu konuda onunla aynı düşünmüyorsun. Sana göre, belirli türde bir maddeden yapılmış bir bilgi işleme sistemine sahip olunması gerekiyor.
İnsan olmak ve canlı olmak, etrafımdaki kişilerin de bilinçli olduğunu derinlemesine bilmek demektir.
Dünyayı deneyimleyişimi değiştirdiğini sanmıyorum. İnsanlara ve onların farklı fikirlerine dair bakış açımı değiştirdi ve bunun gibi daha birçok şey öğrendim.
Yalnızca kişinin kendisi, kendi deneyimlerine dair doğrudan bilgi sahibi olabilir ve bu da onu felsefi bir mesele haline getiriyor. Duyuları bizimkinden farklı bir organizmanın nasıl hissettiğini tasavvur edemeyiz.
Bilinç, deneyimin önkoşuludur ve deneyim de bizi mutlu veya üzgün kılan, günbatımından veya bir kadeh şaraptan veya harika bir yemekten keyif almamızı sağlayan şeydir.
Bilinç olmadan deneyim diye bir şey olmazdı.
Her şey bir yanılsama olabilir; fakat bu yanılsamanın tam olarak ne olduğunu çözmeliyiz.
Bir benliği varsaymaksızın özgür eylemi anlamlandırmanın mümkün olmadığını düşünüyorum.
Özgürlüğü yok sayamayız ya da gerçekten özgür iradeye sahip değişmişiz gibi davranamayız.
Hepimiz özgür irademiz olduğunu düşünürüz, özgür irademizin dışına çıkmayız.
Bilinçli durumlara neden olan şey bir grup nöral ateşlemedir, fakat bilinçli durumun kendisi belirli herhangi bir nöronla özdeş değildir.
İnsanların kandırılabileceği veya bilinçli durumlarının karakterini tasvir etmede yanılabilecekleri birçok yolun bulunduğunu, şu ana kadar yapılmış birçok deneyden biliyoruz.
Bilinç, ancak ve ancak bir insan veya hayvan özne tarından, bilinçli bir yaratık veya bir ben tarafından deneyimlenerek ya da tadılarak var olabilir.
Bilinç, belirli türdeki insan ve hayvan beyinlerinin inanılmaz bir ürünüdür fakat oldukça yereldir, oldukça özeldir.
Bilici özel kılan şey, mesele insan yaşamı olduğunda onun önem arz eden her şeyin önkoşulu olmasıdır.
Bilincin neden önemli olduğu değil, herhangi bir şeyin nasıl olup da önemli olabildiğidir.
Yaşamımızın seyrini düşünürsek eğer, doğumumuzda ölümümüze kadar bizler için önemli olan her şeyin bilicin biçimleri olduğunu görürsün.
Hareketlerimizin gerçekleşmesine bilinçli düşüncelerimizin neden olduğunu düşünüyorsak, yanılmış oluruz.
Beynin üstesinden gelebildiği ve benlik için de uygun olan yalnızca belirli sayıda adım vardır.
Gelecekte, bütün fiziksel ve kimyasal yapılar hakkında daha çok şey öğreneceğiz ve tümüyle yeni bir süreç karşımıza çıkacak. Bu da insanın kavrayışını ve bilincini açıklayacaktır.
Kavrayış, farkındalık gerektirir; kavrayışta bilinç vardır.
Fikirlerin doğumu esnasında, bilinç ile bilinçdışı etkileşim halindedir; ama bunların tutarlı bir bütün oluşturması için, bilincin devreye girmesi gerekir.
Mesele, kuralları takip etmek değil kuralların neden işe yaradığını bilmektir. Bu da size kuralların ötesinde bir içgörü kazandırıyor.
Evet, herkes inanır. Özgür irade sahibi olmamalarına rağmen robotlar bile özgür iradeleri olduğuna inanır.
Bence insan yaşamın en büyük zorluklarından biri, kontrol edilmeyen arzular içinde yaşamaktır. Bunların üstesinden gelmeyi başarabilirsek ve bir robot gibi olabilirsek, her şeyin daha iyi olacağını düşünüyordum.
Hakkında bir sorgula yapmadığın hiçbir şeyi görmediğini söylüyorum. Gerçek görme diye bir şey yok; görsel ortamının bir görüntüsünü sorgulamana tekabül eden görmenin dışında, görmek diye bir şey.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir