İçeriğe geç

Bildiğin Gibi Değil Kitap Alıntıları – Rojin Canan Akın

Rojin Canan Akın kitaplarından Bildiğin Gibi Değil kitap alıntıları sizlerle…

Bildiğin Gibi Değil Kitap Alıntıları

İnsanlar burada yaşamıyor, saklanıyor.
Benim Kürtçemde hayatın her Şeyi var. Kürtçe espri yapabiliyorum, Kürtçe gülebiliyorum, Kürtçe konuşabiliyorum, Kürtçe ağlayabiliyorum, Kürtçe haykırabiliyorum .
Biz bu dili bir yerden öğrenmedik. Allah vermiş. O zaman sorunu bizimle değil bu öğretmenin, Allah’la olması gerekiyor
Biz her yerde hayatı seviyorduk. Tüm bu çabamız da hayatı sevdiğimiz içindi. Güzel şeyler bırakma hevesiydi
Aşkın insan hayatındaki en önemli yanı, güzelliklerin olduğunun farkına vardırması.
Hikâyelerini bilmediklerimizdir
en çok düşman olduklarımız…
Acı, hiçbir dilde aynı karşılığı bulmuyordu. Acıyı tercüme etmek imkânsızdı.
Doyamadığın bir adamı başkasında arıyorsun. Yaşamak isteyip de yaşayamadığın şeyleri başkasında arıyorsun, onun eksikliğini o kapatsın diyorsun
Bunca şeyi gördüğümüz halde
hâlâ anlayamadığımız nedir?
Görme nin sınırlı olanaklarında, göremediklerimizin
hayatlarımıza kattığı huzursuzluğu neyle açıklayabiliriz..?
Çocuklarımın kendilerini ait hissedecekleri bir topraklarının olmasını isterim.
Dilimi reddetmem demek;kendimi reddedmem demek..
“Sınırsız bir dünya istiyorum .“
.
zengin olan adamın oglu gelip burda ölmüyor, fakirin çocuğu ölüyor.
Ama Batı’dakiler bunların hesabını sormuyor. Bu yüzden tepkim oluyor bazen.
.
Şu an allak bullak yaşıyorum. Hayat ne kadar anlamlıdır bilmiyorum.
.
Sürekli yasaklar vardı hayatımızda. Toplum tarafından, aîle tarafından, devlet tarafından konulan yasaklarla büyüyorsun.
.
nerede doğduysam, nerede mücadeleme başlamışsam o mücadelenin içinde ölmek de isterim.
O dönemler Hizbullah’ın da artık ismini duyurduğu dönemlerdi. Tabii biz Hizbullah olarak bilmiyorduk, isimleri bölgede Şeytanok ya da Hizbilşeytan olarak geçiyordu.
O döneme dair çok net hatırladığım bir olay daha var. Ağabeyimde yaklaşık böyle on, on beş tane kaset vardı. Bir iki tanesi Şiwan Perwer’indi. Mesela askerler geldiğinde abim kasetleri poşete sarıp tuvaletin içine bırakıyordu. Tuvaletin iç kısmına çivi asmıştı. O çiviye bağlıyordu, bırakıyordu. Yani dışardan hiçbir şey görmüyorsun. Tuvaletler de zaten köy tuvaletleri. O şekil bırakılıyordu. Askerler gelip köyü aradıktan, gittikten sonra tekrar resmen lağımın, o pisliğin içinden çıkarılıp dinleniliyordu
Şiwan Perwer’in kaseti yakalanmıştı bizim bir köylüde. Adam dokuz yıl mı ne içerde kaldı. Hani nasıl söyleyeyim direkt terör suçlamasıyla alınmıştı ve yıllarını cezaevinde geçirdi yani. Bu tür şeyler çok oluyordu. Hani çocukluk dönemimden aklımda kalan buna benzer çok şey var. Tüm bunları o yaşta görünce irdeleyemesen de bir şeylerin olduğunu ister istemez anlıyorsun ve daha sonra yani ileriki yıllarda da şekillendiriyorsun.
Onlar da acı yaşasın ki bizi anlasınlar.
Bu coğrafyada ölüm yadırganası, durmadan uzağa itilen, başkalarının derdi değil.
Barış başkadır, affetmek başka!
Umudunuz yok mu? Kürtler, Hayır! diyor, Hayır, yoktur. Tırnaklarının altından şişler sokularak, ağzına elektrik verilip hayaları burularak on gün sürekli işkence gören, sonra da otuz altı yıl hüküm yiyen on dokuz yaşındaki oğlunu anlatan anaya soruyorlar: Temyiz imkânı var mı? Genç ana, Hayır, diyor, bizi kimse dinlemiyor, diyor, o orada, ben burada ölüp gideceğiz, diyor. Hayır diyor. Bu kadar keskin bir inançla, bıçak çeker gibi Hayır diyen insanlar, gazetecileri korkutuyor.
Köylüler sabah 4:00-4.30’da caminin hoparlörüyle uyandırılıyor. Camiye toplanıyorlar. Sabah saat 8’e kadar mühlet veriliyor. Evlerini boşaltıp köyü terk edecekler. Korucu olmayı kabul etmeyen bu köy haritadan silinecek. Köy meydanında birkaç köylü öldüresiye hırpalanıyor. O sırada evlerden birkaçı ateşe veriliyor. Ateş, tarihin gelmiş geçmiş en etkili sözü. Ateş hayatla, geçmişle arana girdi mi kıyımın bile yapamadığını yapıyor. Ateş* dönebileceğin, bir gün dönebilme umuduyla açlığa, yokluğa direndiğin tarihini, yuvanı siliyor.
Yirmilerinde Batılı gençler. Sokaklarda gün boyu zeytin, pekmez, kaçak tütün, pestil, sucuk ve İran’dan gelme meyveler satılıyor. Diyarbakır, İpek Yolu’nun canalıcı bir noktasında, kocaman bir şark çıbanıyla yaralanmış yüzü ve kebapçıların ekşi yanık yağ kokusuyla tütsülenmiş sokaklarıyla bize sanki tarih öncesindcn kalma, dilden dile incelmiş bir mesel söylüyor. Giderek o zulüm meselinin kendisine dönüşüyor.
Biz dilimizi yaşatmak istiyoruz, özgürce konuşmak istiyoruz. Hiç olmazsa coğrafi bazda doktor bizim dilimizde olsun. Savcı bizim dilimizde olsun. Hâkim bizim dilimizde olsun. Artı bizim dilimizi geliştirmemiz için devlet imkânlar sunabilir. Kültürümüzü yaşatmak istiyoruz. Mesela Yüksekova’nın ismi Gever’dir. Kalkmışlar Yüksekova koymuşlar. Buna benzer
.
Ben Kürdüm, benim dilim var, ben buna sahip çıkmak zorundayım. Benim bunları reddetmem demek kendimi reddetmem demek.
Kürtçe ağlayabiliyorum, Kürtçe haykırabiliyorum. Benim dilimin eksikliği yok. Niye birileri inatla Türkçeyi öğretiyor? Benim dilimin ne problemi var ki?Kürtçe yaptığım bir espriye ya da bir arkadaşın yaptığı espriye saatlerce gülüyoruz bazen.Ama aynı espriyi Türkçeye çevirip söylersen yüzünde hiçbir mimik, reaksiyon olmaz
Biz bu dili bir yerden öğrenmedik. Allah vermiş. O zaman sorunu bizimle değil bu öğretmenin, Allahla olması gerekiyor
Aşirete bağlı kalmak, aşiretin radikallerinden olmak insan hayatını köreltir.
Ben Kürdüm ve Kürtçe konuşmak istiyorum, kimliğimi istiyorum.
Babasızlık çok zor, bunu ancak yaşayan bilir. Arada biri babasına sarılıp öptüğünde ben çok istiyorum bunu yapmayı, tam sevilecek zamanımda babamı kaybettim. Babamı çok seviyordum, hâlâ babamı, bizleri sevmesi, alıp kucağına gezmesiyle hatırlıyorum
.
Ben sana saygı gösteriyorsam, sen de bana göstermelisin
Herkes bilirdi, o sivil toroslar Jitem’in arabasıdır.
Biz kardeşiz diyorlar, ama ortada bir kardeşlik görmüyoruz. Bize hayvan muamelesi yapıyorlar. Ben küçüklüğümden beri rezillik içerisindeyim. Açlık, susuzluk, sefalet içinde geçti ömrüm. Bu mudur kardeşlik?
Bu memlekette kadınların hiç hakkı yok.Yok efendim,bir kadın kayınpederinin yanında konuşamaz, yok onu yapamaz, yok bunu yapamaz. Yok kadınsan kadınlığını bil. Burası çok geride kalmış bir yer. Ben de kadınım, ben de insanım.
İnanın hiç umudum yok artık gelecekle ilgili. Gençliğimiz, sevdiklerimiz, hayallerimiz elimizden alındı. Çok ağır bedeller ödedik
Biz doğarken bize sorulmadı, ölürken de bize sorulmayacak, bari bırakın da istediğimiz gibi yaşayalım.
Ben Kürdüm, benim dilim var, ben buna sahip çıkmak zorundayım. Benim bunları reddetmem demem kendimi reddetmem demek.
Doyamadığın bir adamı başkasında arıyorsun. Yaşamak isteyip de yaşayamadığın şeyleri başkasında arıyorsun, onun eksikliğini o kapatsın diyorsun
Her gün bizi öldürüyorlar, artık dağa gidelim.
Çok yoksul olduğu için Diyarbakır’a göçememiş, yan köye sığınmış bir köylüye soruyoruz: Neden korucu olmayı kabul etmedin? Korucu olmak silah kuşanmak demek. Adam öldürmek demek. Ben sineği öldüremem. diyor
Sınır yasak demektir.
Bir yerin bittiği kısımdır ve bence gereksizdir.
Hepinizi bitirmek geliyor içimden.
Benim
Kürtçemde hayatın her Şeyi var. Kürtçe espri yapabiliyorum, Kürtçe gülebiliyorum, Kürtçe
konuşabiliyorum, Kürtçe ağlayabiliyorum, Kürtçe haykırabiliyorum .
Bir sendika toplantımız vardı. Yanıma bir bayan oturdu. Van’dan gelmişsiniz, dedi. Evet,
dedim. Sizin Türkçeyi kullanmanız çok düzgün. Siz Vanlı değilsiniz, dedi. Yok, ben Kürdüm,
dedim. Emin misiniz, dedi. Kesinlikle eminim, dedim. Siz Türk müsünüz, dedim. Evet,
dedi. Emin misiniz, dedim. Ne demek, dedi. İşte dedim, bu demek. Kürtler anadillerinde
eğitim istiyorlar, falan dedi. En doğal hakkımız, dedim. Siz, dedim, nasıl Türkçeyi
kullanıyorsanız İyi de okuduktan sonra ne yapacaksınız, dedi. Siz ne yapıyorsunuz,
dedim. Ama üniversite, meslek hayatı falan. Dedim, sen Türkçe konuştuğun zaman benim
halkıma da hitap edebiliyorsun. Ben de bayağı senin halkına hitap edebilirim. İngilizce
eğitimde sorun çıkmıyor, hatta övünüyorsun da, niye Kürtçe ile olmasın? Benim Kürtlere
güvenim bitti, çünkü anadil de istediklerine göre bu ülkeyi bölecekler Bu bir sendika
yöneticisi. Üyesi değil. Biz kimliğimizi bilmezken, biz itiniz köpeği-nizken, hiçbir canlı
değilken, ot bile değilken, bacım, kardeşim, canım cicimdi de, şimdi bizim bir kimliğimiz
var, dilimiz var diye dayatırken mi, güveniniz bitti? Öncesinde nerdeydiniz? Bizim hiç
halimizi, bir hiç olmamızı seviyordunuz da, varlıklı halimizi mi sevmiyorsunuz?.. Hemen
yanımdan kalkıp gitti. Ne yaparsan yap onlar bizimle empati kuramazlar. Onların varolan
bir anayasaları var.
Ben kendi devletimi istiyorum. Çünkü her koşulda senindir.
Barış derken kiminle barış,
ne ile barış? Kaybolan hayatları mı diriltecekler? Ya da kaybedilen babaları, umutları,
ne bileyim neyi geri getirecekler? Hiçbir şeyi. Bu barış dediklerini sadece sermayenin
kazanımı diye görüyorum. Halkların kazanımı değil bu. Sermaye burada daha rahat iş
yapacak. Enerji kaynaklarını genişletecekler. Halklar için bir getirisi olmayacak.
Barıştan anlamıyorum.
Normal halka
her şeyi anlatabilirsin ve bir yerde seni dinlerler de, ama ülkücüye hiçbir şey
anlatamazsın. Kafatasçıydılar, ırkçıydılar, çok belli ezberleri vardı.
Solcuları vardı tabii, ama iş Kürt meselesi
olunca hepsi direkt MHP kişiliğine bürünüyordu. Yani milliyetçi solcuydular.
Çoban
öldürülmüş, ertesi gün haberlerde bir terörist ölü ele geçirildi deniyor. Askeriye evleri
rasgele tarıyor, ertesi gün haberlerde teröristler köy bastı, şu kadar insanı öldürdü,
deniyor. Madem teröristler ilçeyi ya da köyü basıyorlar neden devlet kurumlarımdan birine
bile zarar vermiyorlar !
Çok tuhaftı yani, matematik
dersine beden eğitimi öğretmeni, fen bilgisine bilmem kim giriyordu. Gelen öğretmenlerde
asker öğretmenlerdi.
Çatışma var diyerek halk hedef alındı.
90’lı yıllar benim için kâbus yıllarıydı. Çukurca’da saat 17:00 dedin mi herkes içerde olmak
zorundaydı. Yaz veya kış hiç önemli değil, o saatte evde değilsen ya gözaltındasın ya da
ölüsün. Her an çatışma olma ihtimali çok yüksekti ve zaten hemen hemen her gün de oluyordu. İnanın çatışma olmadığı gün kötü oluyorduk, başka bir şey mi oldu diye merak
ediyorduk. Çünkü alışmışız her gün silah, havan, roket sesine. Zaten çatışmanın saati
belliydi, saat 21:00 dedin mi başlardı ve sabaha doğru kesilirdi. Çatışma da değildi
aslında, tek taraflı, rasgele halkı tarama diyelim. Kesinlikle tek taraflı olurdu genelde ve
evler hedef alınırdı. Rasgele evlere havan topu atılırdı. Bu yüzden dayımın kızını kaybettik,
evlerin rasgele tarandığı bir gece Çok insan bu şekil öldürüldü, çatışma var diyerek halk
hedef alındı. Genelde kalenin ordan ateş açılıyordu.
Bir halkın kendi
dilini, kendi kimliğini, kendi kültürünü kullanmak istemesinin bedeli neden bu
kadar ağır ödetildi ki? Çukurca’da halktan çok asker var. Her tarafımız karakol,
kışla, tabur
Onlar benim kahramanımdı.
Gerillanın bir adalet terazisi olduğunun farkındaydım. Bir sahiplenme vardı.
O küçük çocuğa bile ateş
etmişlerdi. Büyüyünce yanımıza bırakmaz diye.
Benim aklıma devlet denince JİTEM geliyor.
Ortada bir kardeşlik görmüyoruz.
Başka bir gün yine geldiler. Babamı götürüp kırk gün kaybettiler. Babama, ya korucubaşı
olmayı kabul edip operasyonlara çıkacaksın, ya da bu köyii boşaltacaksınız, yoksa seni
öldürürüz, demişler. Ondan Önce bir olay çıkmıştı. Bizim köyün yakınında bir karakol vardı.
Orda çatışma çıkmış, dediler. Cudi Dağı’nın eteklerinde büyük radar karakolu vardı.
Babama, sen radar karakoluna gitmişsin. PKK’ye yardım etmişsin, diyerek iftira atmışlar.
Babamın ne işi olabilir ki radar karakolunda? O zaman babamı gelip evden aldılar ve kırk
gün kaybettiler. Gelenler arasında özel timler, jandarma, korucular hepsi vardı. Nerde
olduğunu bile bilmiyorduk. Her yere sorduk ama yine de babamdan bir haber alamadık.
Hapisten çıkan bir adam gelip nineme haber verdi. Onun yanından geldiğini, ayın yerde
hapis tutulduklarını söyleyen adam, korucu olması yönünde baskı yapıyorlar, siz
yetişmezseniz onu öldürürler, dedi. Komutan, babamın onların elinde olduğunu
öğrendiğimizi anlayınca serbest bıraktı. Babam serbest bırakıldıktan sonra köye gelerek
köyü boşaltmak zorunda olduğumuzu, aksi halde çok zarar görebileceğimizi söyledi. İki
amcanı, iki de akrabamızın ailesi ile beraber toplam beş aile çoluk çocuk hepimiz mülteci
olarak Irak’a gittik.
Aslında karşı taraf ne bizi anlıyor ne de kendini anlayabiliyor. Vahşeti, yakılmaları
yıkılmaları biz gördük, ama onların fikri düzeyde yaklaşımları çok daha sakat. Bazı
aydınlar hariç Batı’daki komünist, solcu aydınların buradaki insanları anladığına
inanmıyorum. Dünyanın neresinde olursanız olsun, zulmeden tarafın aydınları var, onlar
her zaman zulme uğrayan insanların yanında yer alırdı, ama Türkiye’de bu yapılmadı.
Ülkenin solcuları bile bu sorunun adını koymaktan uzak kaldı. Bu nedenle İslami alanın,
solcu alanın aydınlarının bu soruna yaklaşımlarım samimi görmüyorum.
Bir korku yok. Belki temelinde şu var: Her şeyin en ağırını her alanda gördük ve
bunun ötesi yok.
Kürtlerin bu devleti sevmelerini, vergi vermelerini, askerlik
yapmalarını beklememek gerekiyor.
Polislerden biri, neden devlete sürekli başkaldırdığımızı, bunu
samimiyetle sorduğunu, nedenini ögrenmek istediğini söyledi. Ben de ona şunu
söyledim: Devlet benim dedemi şehit etmiş, asker öldürmüş. O zaman bana döndü, o zaman o şehit değil, dedi.
Ben de, hayır, dedim, size göre olmayabilir ama bize göre şehit. Devletin suç ve ceza
mantığında biri suç işlediğinde bütün sülale fişleniyor ve suçlu sayılıyor. Devlet sürekli
bunu yapıyor ve kayıt altına alıyor. Bunu yaşayan bizler de devlete karşı bir kayıt
yapıyoruz hafızamızda. Ve bu zihniyet sürdüğü sürece bu sorun çözülmeyecek. Devlet bu
anlayışı terk etmeyecekse Kürtler de terk etmeyecek.
Hemen hemen bütün köyler o boşaltılma sürecinden geçti. Korucu olmaları için tacizler
yapıldı, panzerlerle yıkılan evler oldu.
Saat on bir gibi baktım
çatışma başladı, ama bu seferki bayağı şiddetliydi. Ben hemen yataktan fırladım. Babam
da uyandı, hemen aşağı inelim, dedi. O gün aşağıdaki odamızın pencerelerini sıvayıp sığınak gibi bir yer yapmıştık,
Babam yengemlerin kapısını da çaldı. Zehra kalkın, çatışma başladı, aşağıya inelim, dedi. Yengem, amca siz de odamıza gelin burası daha emniyetli, dedi.
Odanın camları daha yüksekçeydi, bizim odanın camları alçaktaydı. Kapıyı açtı biz de
oturduk. Benden küçük kız kardeşim vardı onu yanına aldı, Bebek de yengemle benim
aramdaydı. Ninemle babam da yerde oturuyordu. Babam, aşağıya gidelim, çatışma
olacak, dedi. Ağabeyimle yengem, yok, burası daha güvenilir, merdivenlerden inerken
kurşun gelebilir, dediler. Bir ara yengeme saati sordum. El fenerini açıp, üstüne battaniyeyi koyup saate baktı. Işığı görseler tarayacaklar.
Yengem, Avsiye saat on ikiye geliyor, dedi. Allahım, dedim, sabaha daha çok var. Sabaha
kadar bu durumda mı olacağız, dedim. Yengem, dua edelim de kazasız, belasız bu akşamı
atlatalım, dedi. Aradan zaman geçti, sabaha doğruydu. İçeriye kurşunun geldiğini gördük.
Babam, biriniz yaralandı, hanginizdir, söyleyin, dedi. Bir süre kimse ses etmedi, sonra
yengem, amca benim, dedi. Ama o kadar ciddi değil, dedi. Çok ciddi sanmamış durumu.
Henüz sıcak ya ondan. Göbek kısmında ve birde parmağının üstündeydi. Yüzük paramparça olmuştu. Pencereye çıktık bağırdık. Komşular da gelemiyordu. Millet
korkuyordu yani. Mahallede özel harekât iğne atsan yere düşmeyecek kadar çoktu.
Pencereden bağırdık bizim bu evde (yan taraftaki evi işaret ediyor) komşular vardı.
(Avsiye uzun bir sure ağlıyor ) Seslendik, onlar da, kim yaralandı, dedi. Ben de,
yengemdir, dedim. Komşumuz birçok defa kapıya çıktı, özel harekAt okulun yanında
bekliyordu. İçeri girin yoksa vuracağız, vur emri var, dediler. İçeri girdiler. Biz dışarı
çıkacaktık. Yengem bağırıyordu, dışarı çıkmayın, ben yaralandım başkası yaralanmasın,
diye. Ağabeyim bağırıyordu, ben çıkacağım, diyordu. Yengem, allah aşkına Ömer, çıkma.
Ben artık yaralanmışım, kimse kötü olmasın, diyordu. Kan kaybediyordu.
Kapıyı açtım ne olursa olsun artık çıkacaktım. Şu aşağıdaki komşunun kapıya gittik ya,
oraya vardım. Sanki kaleden bir insan avuçla taş atıyor, o kadar kurşun geliyordu. Ben
çıplak ayakla çıktım, komşumuz kapıyı açtı. Ne oldu, dedi. Yengem yaralıdır, yardım edin,
dedim. Onlarda, ne yapacağız?Telefon kesik, dediler, beklediler. Baktılar ki böyle olmuyor, gidelim artık, ölsek dahi, dediler. Bizim amcaoğlunun kamyonu
vardı. Yengemi kamyona aldılar, hastaneye getirmeye çalıştılar. Kamyona da çok ateş
edilmişti. başkasına da isabet etmişti kurşunlar, Tam hatırlamıyorum katır mıydı? Paramparça ettiler. Bizimkileri yolda durdurdular. Yaralı var denince
epey bekletip sonra geçirdiler hastaneye. Bağırdılar, çağırdılar, ana avrat küfrettiler*
Nereye gideceksiniz, dediler. Ağabeyim de bağırarak, benim yaralım var. Siz yine de
bırakmıyorsunuz. Siz yaptınız, bırakın da bari doktora götürelim, dedi. Götürdüler, Orada
(ağlıyor) can verdi. Kurtarılamadı o gece. Aşırı kan kaybından. îç kanama olmuştu. İlk
başta hissetmemişti acıyı da sonra onu aşağıya indirirken, ara sıra ses çıkarıyordu. Biz
de ağlıyorduk. Yoo, ağrımıyor o kadar.., Kızımı gelirin yanıma, dedi. On bir aylık yeğenimi
götürdüm, kucağımdaydı. Götürdüm ama annesine uzak durdu, gitmek istemedi. Avsiya, Rojin sana emanet, dedi.
İşkence edilerek öldürülmüş. Sabah panzerin arkasına
bağlayıp güneşin altında bekletmişler.
Bir göz
boyama mı desem, artık bu halkı ancak böyle durduracaklarına mı inanıyorlar.
Yaşadıklarımız aynı zamanda bizi bir savaşa da hazırlıyordu.
Sınırsız bir dünya istiyorum.
Konya’da yurttaydım, arkadaşım, o da Ankaralıydı.
Avrehan kendi dilinizde bir kanalınız oldu artık, demişti. Bizim dilimizde zaten bir
kanalımız var, ROJTV var, dedim. Ben ondan bahsetmiyorum, dedi. TRT ŞEŞ açılmış, dedi,
işte AKP açmış. () beni temsil etmiyor, dedim, o benim için bir şey ifade etmez. O kanalı
izleyen de Kürt olamaz, dedim. Kendi kanalım var sonuçta, dedim. Gerçeği ne kadar
yansıtabilir ki?.. Seni yansıtan bir şey yok orda. Kendi Kürtlüğünü inkâr eden birini sunucu
diye koyarsan ben izlemem. Bu benim için bir adım değildi. Devletin köleleştirmiş olduğu
Kürtleri koymuş olduğu bir kanal.
O bebek katilini mi savunuyorsun ? Bebek katili veya değil, dedim. Sonuçta elinden
alınmış bir şey, değerlerin var, sen o değerler için savaşıyorsun, ben bu değerler için
savaşan insanı Önder alıyorum, dedim. Ve özellikle şunu demek istedim: Ben Kürdüm,
benim dilim var, ben buna sahip çıkmak zorundayım. Benim bunları reddetmem demek
kendimi reddetmem demek. Ben bunları savunuyorum. ben bunlara inanıyorum, bunlar
benim için önemli şeyler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir