İçeriğe geç

Bıçağın Ucu Kitap Alıntıları – Attila İlhan

Attila İlhan kitaplarından Bıçağın Ucu kitap alıntıları sizlerle…

Bıçağın Ucu Kitap Alıntıları

#8212; – . bir devletin kudreti ve ihtişamı neyle ölçülür, söyle bakayım! Siyasi teşkilatının duygusuzluk derecesiyle. Bu teskilât ne kadar katılaşır, insanlıktan uzaklaşırsa, o kadar kudretli ve muhteşem sayılır. Fertler için, durum aynıdır. Kendi kaderini olduğu kadar, öteki insanların kaderini de umursamayan kimse, hangi siyasi düzen içerisinde olursa olsun, örnek vatandaştır. Öve öve göklere çıkarır, adına heykel dikerler. İstediğin kalıba sokarsın, gık demezler.
İmam Gazali ne der, bilir misin? İnsanın ruhu, daima vücudundan evvel ölür, fakat ölüme kızmak faydasız, onu sevmek lâzım, sevmek: Yalnız ve yalnız ölümdür ki, hakiki adaleti ve eşitliği yeryüzünde gerçekleştirir.
Kaç satar bu gazete, hiç. İktidar diğerlerine yaptığı gibi ‘resmi ilanlarla beslemese , ayakta durabilir mi? Ne münasebet! . bu rezilliğin göbeğinde yaşadım ben, bilirim:
yukarda patronla adamları haberleri tıraş eder , sivri uçlarını yumuşatır; partinin, daha doğrusu Menderes’in hoşuna gidecek bir biçime sokmaya çabalarlardı. Enflasyon gemi azıya mı almıştı, “görülmemiş kalkınma’ydı adı; muhaliflerin birer ikişer ayıklanması, ‘démokrasinin korunması demek oluyordu; dalkavuk bir ğunluğa yaslanarak kişisel diktanın kurulmasıysa, ‘milli iradenin tezahürü.
#8212; . sen, bunların kurtarıcı bir eylem yürüttüklerini mi sanıyorsun, şaşarım aklına, politika yapıyorlar, politika: Hem, en bayağı cinsinden!”

– Ben onları, insanları daha iyi bir yaşamaya götürecek yürekli kılavuzlar sanırdım, demek politikacıymışlar; üstelik, aralıksız ezildikleri, başarısızlıktan başarısızlığa uğradıkları için dar kafalı, zalim ve hınzır politikacılar!

Bir sorunu çözümlemenin değilse bile, ortadan kaldırmanın en kestirme yolu, hiçe indirgemektir.”
Ben sosyalizm denince Doğan Bey’in bana öğrettiklerini anlıyordum, o çocuk aydınlığı ve saflığı, düşünce soyluluğuyla aklıma yatırdıklarını: Herkesin mutluluğunu sağlamak için yürütülen, bilinçli ve düzenli bir eylem! Oysa gördüğüm, lağım ve leş kokuları salıveren yılanlı bir çukurdu; bir sürü engerek, komuta düğmesinin başında yalnız kalabilmek için birbirini sokup öldürüyor, acımadan zehirliyordu. Öylesine çabuk ve kolay adam harcıyorlardı ki aralarında, zaman zaman polisin Bastırıp harcadıkları, bunun yanında hiç kalırdı, hiç!
Arkamızda silinmez bir sümük izi, başımızın üzerinde bizi her an çatır çutur ezebilecek bir ayak tehdidi ile salyangozlar gibi utanç ve korku içinde yaşamaktansa, ölüp kurtulmak çok daha iyi
Şiddet, şiddetin mayasıdır.
Haklı mıydı? Belki! Sık sık haklı çıkardı zaten, herkesin ona içerlemesi bu yüzden değil miydi?
#8212;- onları gözünde büyüterek, bilmem hangi gizli dinin esrarlı yasakları gibi gören, içlemlerini ve niteliklerini, değiştiren benim. Budalalılığımdan m:? Belki. Belki beceriksizliğimden, belki ne yana döneceğimi kestiremediğimden. Yanlış anladığımdan da olabilir bak, asil bundan olabilir hatta: Hayatımın en az on yılını, bütün gençliğimi yani, bir yanlış anlamaya harcamak!..”
Kahvenin tadı ağzıma, havanın kıvamı gönlüme göre .
İnsanlar iğrençtiler, yüzlerce yıllık bencilliklerinin kabuğunu kalın bir zırh gibi üstlerine çekmişlerdi. Güçlüydüm, onları bu zırhın içinden çıkarabilir, bu arada ben de bulaştığım uğursuzluktan kurtulabilirdim. Oysa benimle birlikte köklü değişikliklerin yaratıcı gücünü taşıdıklarını iddia edenler, değiştireceğiz dediklerinden farklı değillerdi ki! Şu yalancının biriydi, şu gözünü hırs bürümüş bir şıllık, öteki sapık, beriki hınzır, şunlar yavan, bunlar kendini beğenmiş, onlar iktidar hastası! İyi ama, bunca yavanlığımız, sapıklığımız, hınzırlığımız ve yalancılığımızla, şu içinde yaşayıp beğenmediğimiz toplumdan daha soylu ve erdemlisini nasıl yaratabilirdik? Önce kendimizi düzeltmemeli miydik acaba?
Toplumsal tabakalaşma, hayatın yükünü çekenlerle tadını çıkaranlar arasındaki fark olduğu gibi kalacaksa, bir devrime kalkışmanın faydası ne? Yerine gelecek olan da o kadar bozuk çıkacaksa, yerleşik bozuk düzeni değiştirmek niye? Lokmanın büyüğünü daima hileci kapacak, kurnaz kazanacak, açıkgöz yolunu bulacaksa, ilk insanın en ilkel yaşamak haklarıni isteyenler kodese atılıp da, korku ve dehşet, iki dev tabut gibi şehirlerde gezecekse, biz tehlikeli ve ahmak hayal düşkünleri değil miyiz? Gelmiş geçmiş bütün devrimciler, çoktan ihanete uğramış değiller mi?
Önünüzde yaşanacak yıllar var. Gençsiniz daha.. Kımıldanın biraz, dengeniz mi bozulacakmış, bozulsun varsın! O denge, gösterişten ibaret zaten! Daha gerçek, daha hareketli bir yenisini yaratmaya gayret edin
Hem boğazlarına kadar, insanların bütün kusurlarına batmışlar, hem herkese yukardan bakmayı kendilerine hak görür, yeni bir dinin el değmemiş havarileri olduklarını yutturmaya çalışırlar
İnsan dediğin, kendini doğru ve haklı bir davaya adamış, kalıptan çıkma bir yaratık değil ki! Baştan ayağa karşıtlıklarla dolu bir varlık: Aynı zamanda iğrenç ve saygıdeğer, aşağılık ve yüce, ödlek ve cesur! Her şey gibi o da değişiyor, değişiyor ama, değişmesi kötüden iyiye, bilgisizden bilgiliye, vahşiden medeniye sürekli yükselen bir eğri çizmiyor; çizdiği daha çok, iyiyle kötü, günahla sevap arasında aralıksız bir zikzak. Ayrıca, iyilik ve kötülük kavramları, koşullara göre değişen kavramlar
Bu adam, insan değil sıvı : Hangi kaba koyarsan, dakikasında onun kalıbını alır. Benle konuşurken, şaşarsın, şiirler okuyor. Yobazla konuşurken dinle, Müslümanin koyusu. Sağcılarla, sapına kadar ‘Demokrat Partili’. Ama kime sorarsan sor, namuslu adam diyeceklerdir. Hele başarısını, kabul etmeyen yok!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Değil mi ki hiçbir şey, hiçbir şeyi tutmuyor, her şey aralıksız değişiyor, başka türlü nasıl olur? Öyleyse insanlara biçim vermek ya da insanın kendine biçim verdiğini zannetmesi, avuntu!
Soyunu inkar eden onmaz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Etme bulursun dünyasıdır burası: Men dakka dukka!
Yanlış olmak, acı; yanlışını bilmek, zehir; düzeltememek, rezillik!
Hayat dediğin ne, işte bu: Biri gider, öteki gelir, birbirinden haberi olmaz.
Hayat yalan, ölümün gerçekliği çok daha şüpheli
#8212; .medeni bir ülke olmaya azmettiysek, kültürümüzün temellerini değiştirmek zorundayız. Daha bir yüzyıl Müslüman skolastiği içinde bocalarsak, bu iş biter: Bataklığa gömülüp boğulan fil gibi, kaynayıp gideriz. Ondan sonra, artık ara Türkiye’yi!”
Heyecanlı bir oyuna kapılmıştım, içim içime sığmıyordu, oynuyordum, Temizdim, damıtılmış su gibi arı, saydam. Kimsenin kötülüğünü istemediğim gibi, yobaz bir militan, gönüllü bir savaşçı olmayı da düşünmüyordum. Çocuktum yahu! Şımarıkça, durduğu dalda duramayan, biraz zirzop, önüne gelene gözü kapalı güvenen bir çocuk! Gerçek buydu, hiç değilse benim bakımımdan, benim gerçeğim! Polis, soğuktan ve açlıktan çatlayayım diye, beni o fare deliğine tıkmadan, bu gerçeği gözönüne alsaydı; belki, hiç getirmez; getirse bile içeriye atmadan, niye getirdiğini olsun söylemek lütfunda bulunurdu; ama nerde?
Mutsuz bir zengin, mutsuz bir yoksulun yanında, mutlu sayılmaz mı?
Hayatınızın düzeni bozulurmuş, amaaan, bırakın bozulsun: Ben böyle kısır ve somurtkan düzene, düzen mi derim, ölü bir düzen bu, ölülerin düzeni! Kımıldarsanız, evet, yaşantınız alt üst olacak, şaşıracak, belki üzüleceksiniz, yaşamış olacaksınız, önemli olan bu değil mi?
Olmayası görünen olasılaştı mı, hayal kırıklığı başlar ; gerçekleşir gibi oldu mu, felaket
— it köpek arasında bile dayanışma var be, belki aşağılık bir dayanışma, olsun, dayanışma ya! Oysa biz yapayalnızız, kuşkuya ve korkuya kapılmışız, birbirimizi yiyoruz. Hayır gelir mi bundan? Yenilgi kapıda hazır ”
bütün çabalarına rağmen, onlardan olmadığını, olmayacağını fark ediyor. Onların da kendinden olmadığını; olamayacağını! Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, hep uzak ve yabancı kalıyor: Umutları kıracak kadar uzak, bir o kadar da yabancı.
#8212; .. bizimki bildiğin gurbetçilik! Toprağın yohsa, ohuman yazman yohsa, bir lokma ekmeğin ardından gidilecek leylek temsili
Ben hatırlıyorum, ölürsem belki unuturum.
Yanlış, tepeden tırnağa yanlış! başarısızlık varsa, sorumlusu biziz: Ne örgütlenmesini becerebildik; ne de, örgütlenebildiğimiz kadarıyla, gücümüzü gereken eyleme yöneltmeyi! Susulacak yerde konuştuk, konuşalacak yerde
İşçi sınıfı bizi iplemiyorki biz onu sevelim. İşçi sınıfıymış! Bok yesin işçi sınıfı, tiksiniyorum be ondan. İşte o kadar! Sen kalk onun adına, onun için başını bunca belâya sok, adını kirlet, işinden ol, hayatını kaydır, sonra o kalksın göz göre göre, kendisini kazıklayan bir demagoga alkış tutsun, yooo, bu kadarı olmaz!
#8212; . Her hál-u kârda tehlikeyi göze alıp, bir tecrübe edeceğim. Ahval ve şerait öyle ki, önümüzdeki aynı kapıya çıkan tek bir yol kaldı: Ya galip geleceğiz, ya da mağlup olmayacağız!
Emin olduğum tek husus, işgal altında yaşayamayacağım. Boğazıma bir şey gelip duruyor, tıkanıyorum. Dengine getirip, Anadolu’ya kapağı bir atabilirsem ”
#8212; Kemal Paşa’yı görürseniz, gözlerinden öptüğümü söyleyin, deyin ki, kör mör, Manastır’lı Salih Paşa’nın hâlâ memlekete verilecek bir canı vardır !
Okumak ve unutmak , okumak ve avunmak! Elden başka ne gelir ki?
yatakta savsaklanıyor, sıcacık: Yalnızlığını bilmek istiyor, iyice duymak; kimsenin, hiçbir yoldan kendisine ulaşamadığından emin olmak! (Emniyetteyim, emniyetteyim!)
kolay kolay kendisiyle buluşamiyor ki, sanki bir başkası, yabancının biri.
Adamın sırtında damgası oldu mu, yandı: Hiçbir yerde barınamaz artık.
Her türlü insan köleliğinden uzak ilkbaharın, yüz bin yıllık ustalığı ve el çabukluğuyla üzerine renk renk çiçekli, deli böcekli, yeşil ve bol yapraklı kır resimleri çiziverdiği tepeler yok mu, onların arasında nazlı nazlı titreşen açık mavi bir uyuklama gelişiyor. Basan bu tatlı ağırlığın altında, parıltısını dalga dalga büyüten deniz, uzayap sap, çiçekten rüzgâra dağılan döltozu: Hayat.
Haklı olmadığını bile bile eğilimlerini gemliyor; gizli isteklerinin, ancak başkalarını kınamak yoluyla belirlemesine göz yumuyordu. Ne saçmalık! İnsan, olduğu gibi olmamak için, kendisine işkence eder mi? Haydi etsin diyelim, bunun bilincine vardığı gün, mutsuzluğu, hiçbir çıkış yolu olmayan derin bir umutsuzluğa dönüşmez mi?
Türkiye devrimci ve laik bir ülke olmuştu, halbuki bugün aç radyoyu dinle, iki günde bir ezan, Kur’an ve mevlit! Bu kadarı fazla kaçmıyor mu biraz? Anadolu’da okul yapmayı bıraktılar, cami yapıyorlar.
Daha bir yüzyıl Müslüman skolastiği içinde bocalarsak, bu iş biter: Bataklığa gömülüp boğulan fil gibi, kaynayıp gideriz. Ondan sonra, artık ara Türkiye’yi!
Senin şair dediğin ne, yeni doğmakta olan bir ışığın; bir yaşama sevincinin peygamberi değil mi?”
Nasıl etse de kendi kendisine yenilmekten kurtulsa?
kitapların önünde -diyordu-, çâresiziz: Bu bir gerçek! Elimiz kolumuz bağlı! Kesinlemeleri, Ya da kuşkularıyla canımıza okuyorlar: Ya dünyayı, onların yüzünden, olmadığı kadar güzel görüyoruz, Ya da olduğundan çok daha rezil! Her iki durumda, sonuç değişmiyor: Aynı yabancılaşma, yabancılaşmanın da iyileşmezi!
hayatla aranıza bir çizgi çekmişsiniz, bir sınır çizgisi, kendinizi başkalarından koparmaya çalışıyorsunuz. Hiç olur mu? Gençsiniz, güzelsiniz, yaşanacak nice yıllarınız var, kımıldayın biraz, ahlâki dengenizi sarsmaktan korkmayın, zaten yalancı bir denge, bozulsun varsin, ne çıkar? Bir başkasını, daha gerçek ve dinamik olanını kuruverirsiniz, olur biter: Hayatınızın düzeni bozulurmuş, amaaan, bırakın bozulsun: Ben böyle kısır ve somurtkan düzene, düzen mi derim, ölü bir düzen bu, ölülerin düzeni! Kımıldarsanız, evet, yaşantınız alt üst olacak, şaşıracak, belki üzüleceksiniz, ama yaşamış olacaksınız, önemli olan bu değil mi?
Sanki yaşadıklarını kelimede bırakıyorlardı. Onların böyle dayanıksız ve ömürsüz olduklarını görmek ise, yüreklerini daraltan hiçlik duygusunu büsbütün yoğunlaştırıyordu. Kelimeler, sadece kelimeler. Korkak, etkisiz, kalleş, ama insan!
Yalnızlığını bilmek istiyor, iyice duymak; kimsenin, hiçbir yoldan kendisine ulaşmadığından emin olmak!
yüreğinde bir aşağılanmışlık, sövülmüşlük duygusu
İnsanın göğsünü sıkıştıran, ağır bir mavi dağıtıyor.
İnsanın ruhu der, daima vücudundan evvel ölür.
onlar hayatlarını yaşayamadan ihtiyarlamışlardı.
benim en büyük yanlışım, kitaplara inanmam kardeş. Çok okudum be , okuduklarıma körü körüne inandım. Oysa kitaplar hayatı değiştiriyor, kolaylaştırıyor, daha kullanışlı hale getiriyor. Bir yerden sonra hangisi gerçek, hangisi uydurm karıştırıyorsun; uydurmayı kurtarayım derken, bir bakıyorsun, gerçeği elden gitmiş.
.. yoksa hayalleriyle yaşayan bir ceset miyim?
Gerçekler, hiçbir zaman, hayallerin yüksekliğine ve canlılığına erişemiyor
Zorluk üstüne zorluk. Derdin birine çare bulmadan öbürü baş gösteriyor.
İçim sessizlik istiyordu, ulu, durgun bir sessizlik!
Başkalarını yıkabilmenin yolu, kendimi yıkmaktan geçiyor. Kendimi yıkmak! Kendi içimde başkalarını yıkmak!
Biliyor musun, yorgun düşüyor insan
Ne olduğunu kesinlikle bilmediği bir huzursuzluk vardı içinde.
İyi ama, bunca yavanlığımız, sapıklığımız, hınzırlığımız ve yalancılığımızla, şu içinde yaşayıp beğenmediğimiz toplumdan daha soylu ve erdemlisini nasıl yaratabilirdik? Önce kendimizi düzeltmemeli miydik acaba?
Eylem olmadı mı, yaşamak da yok!
gizlemeye çalıştığım duygularımın tutsağıydım.
Her şey görkemli ve saçma, her şey anlamsız ve boş.
Ah bir çıkış yolu bulabilse!
Ölmesine ölmüyoruz, ölemiyoruz bir türlü ama, dirilemiyoruz da!
küçülüyor insan, azaldıkça azalıyor.
Yanlış olmak, acı; yanlışını bilmek, zehir; düzeltememek, rezillik!
yıllardır bıçağın ucunu kalbimizin üstünde duyarak yaşıyoruz, koymuyor.
Herkes yalnız kendini düşünürse, iş nereye varır?
ben çoktan kendimden çıkmışım, ne olacağımı artık hiç umursamıyordum.
Hayatım bana ait olmaktan çıkıyordu sanki.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir