İçeriğe geç

Beyhude Zamanlar Kitap Alıntıları – Mahmut Özkızıl

Mahmut Özkızıl kitaplarından Beyhude Zamanlar kitap alıntıları sizlerle…

Beyhude Zamanlar Kitap Alıntıları

dört işlemle ölünüyor artık bu çağda
hiç kimse çiçek taşımıyor ötekilere
hızırın öldürdüğü çocuğum
hâlâ öyleyim
içim kuyu, içim dipsiz, içim çöl
ey meşhed-i ehli beyt içime çömel
içim çocuk cesetleri
çünkü dedim ah bazen hecelerce uzar
bazen babamın beyaz sakalları gibi yıllarca
çünkü bazen ah uzunlamasına bir şiirdir
bir plak aynı hüzzam notaya takılır döner döner döner
Bazı sözler vardır susmaya sebep
Bazen insan hiç yoktan delirebilir
kaderimizle yaşıttık
sevgiler yaşımızı çarpıtıyordu
artık yaşlı ve yaslıydık
Öl artık Mona Roza gidişin taze mezar
İçin göğe kapalı ağlaman neye yarar
kendimin tanıdığıyım uzaktan
doğduğumdan beri
annemin ölümüme verdiği
o hep toy isim gibi
sırtımda ahşap bir kapı taşıyorum
içimde hiç kimsenin oturmadığı
o hep karanlık evler için
ağlarsam susun lütfen
bir çocuk doğabilir
Allah tek insan yalnız
aşk tuhaf kadın uçurum
ve ben
gecenin karnını tekmeleyen
yaramaz bir ceninim
ibrahim’i göğsümdeki kızıl gülle kundakladım
geceye ve dağa and olsun ki
hepimiz tükeneceğiz acımız kadar
kimsenin görmediği bir yerde
açıp solan adsız bir çiçek gibi
biteceğiz
kendimde boğulmak üzereyim
ağzımdan taşışım bundan
göğe bak yetimlerin gözleriyle yıkanan
göğe bak merhametten bahseden yağmuru duy
ve otur bir bir yetim kendi başını okşa
ağla ve göğe ağ
doğum günümü hiç kutlamıyorum -kutlamam da-
hem doğduğumda çok küçüktüm
hem nereden bulunacak sıfır tane mum
çok kutludur hem sadece bir tane doğum
-Muhammeden Resulullah-
ah anne babamın sana sevgisi gün olsa
geceyi görmez bütün dünya
dahası var ama
gözyaşı bırakmıyor elimi
ve aşka tahammül etmiyor dünya
alfabeyi mezar taşlarından söken çocuklar
bir çağı selamda bırakıp gittiler
dünya çok kötüydü
arkalarında üç boğumluk akrep kuyruğu kaldı:
mel-şe-mûk
espri yapıyor psikiyatr
ciddi ciddi şaka yapıyor ölüme dair
hastaneye kar yağıyor
bu bir şiir sayılabilir
bazı sözler vardır susmaya sebep
bazen insan hiç yoktan delirebilir
uykumu bazen kendim bölüyorum
dirilişe bir prova olarak
fakat her cani biraz insansa
sevmeyi bile göze alabilir
ve ki ben yaşama yarışında
mezarı tek geçerim
biliyorum
hayat kadar
ölüm de akar
acı bana
hiçbir şey yapamaz
sen anlayınca
biliyorum
adının iması olmazsa
aydınlatmaz dolunay
göğsümde göğe benzer
bir yanın var
biliyorum bir yangın var
cennet kokan
sevgi kadar
biliyorum
kin de yakar
soğuk bir suskuyu yudumluyorum
ellerimi uzattığım yerde
bir gökyüzü oluyor bazen
içimi hüznümde demlemeye bırakıyorum
sanki yetim parmaklar ellerimde
ellerim kalbimden başlıyor sanki
kül ve duman oluyor bazen
toz oluyor hiç oluyor zaman
gözlerim geceye ertelendiğinde
şafağa üç gül kala
taşları ayıklanmış çocuk düşlerinle gel
en zifiri yerinden böl uykumu
bilmezsin bütün uykularım canavar
her rüyamın sonunda bir cinayet var
gel beni geceden kurtar
ey insan iddiasında olanlar
ey tek metelik vicdanlılar faiz çarpım tablosuna çarpılıp krediyle yahudilik satın alanlar, ev alanlar cehennem alanlar
parfümleriniz kan kokuyor sizin
gözlerinizden bankalar dökülüyor her ay başında
bir kadın oğlunun başını kör bir bıçak gibi
iki göğsünün arasına saplıyorken
babasının mezarında neden gözünüz arka cebinizde banknotlu baylar
topuksuz giymeyince yok olan
rimellerine kıyamadığı için ağlamayan bayanlar

ey akıl, kalbe in var olmayı öğren

doğum ünitesinde bir evliya daha ölü doğuyor
zaten bir asırdır bütün evliyalar ölü doğuyor
bütün doğum ünitelerinde
hastaneye kar yağıyor
bu bir şiir sayılabilir
çünkü gözlerim terliyor
camdan soğuk bir gündemle toplanan
üşüyen serçelere bakarken
sırlı kalmış bir sigara ciğerimin sonuna yaklaşıyor

iyiyim derken kendim hakkında
doktora kötü bir ipucu veriyorum
iyisin diyor doktor
pinokyo’yla burun buruna geliyor

göğsümde göğe benzer
bir yanın var
alfabeyi mezar taşlarından söken çocuklar bir çağı selamda bırakıp gittiler, dünya çok kötüydü arkalarında üç boğumluk akrep kuyruğu kaldı.
En güzel şiir kitabı “Beyhude zamanlar”dır ve bu konu tartışmaya kapalıdır.
Morgda sahipsiz bir ölü kendisine ağlıyor
Çünkü bazen ah uzunlamasına bir şiirdir
Bir plak aynı hüzzam noktaya takılır döner döner döner
Bir çift terlik aldım
Beş liraya şapka
-bunların arasını dolduruyor varlığım-
Annemin gözleri kaç bin yaşında?
Morgda sahipsiz bir ölü kendisine ağlıyor
Parantez içinde gülüyor güzel hemşire
gamzeleri var
Yüzümü annemin ayaklarına nakledin
Hastaneye kar yağıyor
Bu bir şiir sayılabilir
Çünkü gözlerim terliyor
Bazen insan hiç yoktan delirebilir
sarraflar çarşısından geçerken
saçların örüyor rüyalarımı
ama dur biraz, önce gözlerin
gözlerin dupduru martı barınağı
hep sen sen diyorum ya
o anda meleklerin kulakları çınlıyor
dalgalar uğulduyor içimde
kalbim med aklım cezir oluyor
solumda cehennem sağımda cennet sıkıştırıyor
sen yine sen bütün mavilerinle gelip
tufanım oluyorsun
ben kanayan bir bıçağım
sen kime kesiksin nederlerona
ben mi körüm sen mi seçilmiyorsun uzaktan
satrancın nerde şahım mat oldum yalnızlıktan
kötü görme beni hor görme çağır yoksa ölürüm
ey sözü katran sükutu zakkum
nerenin küllerini başıma dökeyim sensiz
sensiz açılan güle ne ad vereyim
sakalı hüzne değen azap yüklüm
sana layık kelime yok bende
yokluğunda nabzı parmaklarımda atıyor izmaritlerin
sensizlik paytak adımlar atıyor
kirpik uçlarımda

yokluğunla beslediğin tüm bu zaman atları
toynaklarını yatıştırıyor
gönlümde ve göğümde

bir başıma baş edemiyorum kendimle
bu ayetle uyumaktan korkuyorum
beni boğmasından korkuyorum
ya leyteni küntu turaba*

*:Nebe/40 Keşke toprak olsaydım

hele aşkın ve aşağılığın çırpınma vakti
yıkanma vakti de yorgunlukların
dargınlığın büyürdü
koca bir imparatorluk kurulurdu
gecemin afrikasında
sana aç sana malulen yenik
sana karasevdalı
kaderimizle yaşıttık
sevgiler yaşınızı çarpıtıyordu
artık yaşlı ve yaslıydık
bir serseri aşka muhtaçtık
bir de yarimizin yüzünde biriken
aya geceleyin

söylemek istediğim sevdiğim
çoğalan kareler dağınık
trajediler sürüyordu ardından
ve günler üzerinden çokça geçilmiş müsveddelerdi

mezarımı sırtımda taşıdım ve
hiç indirmedim
kalabalıktan ürkünce sesim
içimde yuvalandım
bir yanım yoksulluk anam
öbürüm hiç yoktu
tüm açıklarımı kapında bırakıyorum
hatıralarımı al pencerene konan ayışığında ufala
bizi harca bizi harca bizi harca
güllerle konuşan o ihtiyarı
vurdular hiç kimse anlayamadı
ölümü bile bile yaşıyoruz
şahane yaşıyoruz ne tuhaf
müstakbel acıları bile bile
bu yüzden bilmiyorum ne yapsam ellerimi
ayaklarımı nerelere kaçırsam
hangi cümleyle örtsem havlayan bedenimi
yüzümü hangi kuyuya döksem
ciğerime sulanan arsız kedere
nerelerin tütününü içirsem
çünkü ne yana baksam
kutsal bir yönü var varlığın
hangi zamana dönsem kalbimi
yokluğun küfür gibi oluyor
çok oldu siyah gözlüğümü kıralı
hasretine verdim gözbebeklerimi
beni uzun ince bir kırbaç
gibi sarıyordu yalnızlık
içimde katillerim ölüp duruyordu durmadan
biz suçluyduk ceza çekiyordu dünya
yatağım yoruldu bana gizlenen ölüyü taşımaktan
yoruldu gözlerim hayalini eskitmekten
duvarlar yüzümde seni seyretmekten yoruldu
gel güzelsin incesin bibedelsin
beyaz bir gömlek gibi yakışırsın esmerliğime
gecenin can çekiştiği yerde gel
sen şekersiz içerken
ben demli yalanlar söylerim sana
köpekler uyurken aslanların ağladığı yere gel
dünyayı masivayı ardında bırak da gel
her hecede can çekişen sözcüklerin aşkına
ferhat’ın baltası anısına
ibrahim kundaklandığında yeşeren
o kızıl gül hatrına
cennetle cinnetimin arasına gel
bu son gecem olmasın
şafağa üç gül kala
taşları ayıklanmış çocuk düşlerinle gel
en zifiri yerinden böl uykumu
bilmezsin bütün uykularım canavar
her rüyamın sonunda bir cinayet var
gel beni geceden kurtar
tanımadığım mermi yutan silahlar
verme elime
hüznümden önce varma içime
(tütün yakışmıyor elime
gözlerin aklımı alıyor
ağlara bir balık takılıyor
aklım sende kalıyor)
belime kadar aşka battım
gün geldi zamana bağdaş kurmuş dostlarım vardı
bedenimin her yöresinde kazanan sevdalardı
ölümü bekleme durağı diyorsun güze
yılda üç yüz altmış beş gece ölüyorsun
tüm sorulara bir avuç gökyüzünü sunuyorsun
sokaklara adını veriyorlar
başını vuracak sağlam duvarlar arıyorsun yok
yok yağmur sonrası hüzün kokusu
yol uzun bir martı: deniz görünmez oldu gülüyorsun
gülmeyi en iyi sen biliyorsun
çünkü ağlamayı senden öğrendi balıklar
ve unutmayı dalgalı saçları tuzlu dudakları
yeni şeyler söylemek lazım ama
sevgilimin alnına konan dolunaya
bir isim bulamıyorum
Çünkü ihanet bir tıkanıklıktır
sadakatin belkisi yoktur
kimse hiçbir ins-
an bile bana en yakın bana en uzak ol-
anlar bile düşlerimi ölümlerimi
kırıklarımı ve
hıçkırıklarımı yorumlamıyor
belki değil gözün kayboluyor yatağında gözümün
körsün dışardan ithal ettim bu akşamı evet
ama şimdi
cebimde elin ve eldiven
yumruğun çapında yaram
sol göğsümü sen kanattın
oysa asaletine gövdemin
yüzünün armasından başka süs takınmadım
gece aşkın şiddetiyle çarpılır
çoğalan sersemliktir beynim ve dokunamam
bu sokağın emanetisin biliyorum
firari bir yerim var oraya gitmelisin
ah aşkım belkinin üstündesin
varsın elbet şurasını çevirsem dünyanın
askerim ülkende kaybolsam

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir