Grigory Petrov kitaplarından Beyaz Zambaklar Memleketinde kitap alıntıları sizlerle…
Beyaz Zambaklar Memleketinde Kitap Alıntıları
Biz, zorluklardan ve çalışmaktan korkmayız. Daha çok çalışıyorlar diye başkalarını kıskanmayız.
Devlet yapısını teşkil eden duvarlar dağılarak çatlamakta, bu çatlaklar giderek büyümektedir. Fakat dağılarak çatlamakta, bu çatlaklar giderek büyümektedir. Fakat kimsenin buna dikkat ettiği yok.
Her şeyden önce anadilimize saygı göstermeli ve onu korumalıyız; bir halk olduğumuzu ancak dilimiz yaşadığı sürece hissedebiliriz. Atalarımızın dili yok olursa halk da yok olur ve varlığını sürdüremez.
Çünkü Yarvinen ile Karokep iki çocukluk arkadaşıdır. Onlar, bizim milletimizin iki yarısıdır. Birisi, soğuk bir karanlık ve bilgisizlik içinde ölmüştür. Diğer yarısı güneşin ışıklarıyla parlak bir bahar hayatı yaşamaya çağrılmıştır.
Bilge bir atasözü “Yeni dönem beraberinde yeni şarkılar getirir” demektedir. Değişen ve yenilenen nesiller yeni anlayışlar, gayeler ve taleplerle gelmektedir. Bu yeni nesil insanlara geçerliliğini çoktan kaybetmiş yönetim şekilleri zorla dayatılamaz; yeni nesillerin hayatının temelini mantıklı, adil ve sağlam bir devlet yönetimi esasına göre şekillendirmek gerekmektedir.
İsa’ya, günah işlemiş bir kadın gelmiş, günahlarını bağışlatmak için ne yapması gerektiğini sormuş. İsa da ona: ‘Kalk git, bir daha günah işleme!’ demiş.
Suç gençlerde değil, sizdedir. Siz gençleri nasıl terbiye ederseniz, onlar da öyle yetişir. Gençlere verdiğiniz terbiye nerede hani? Hiç!
Milyonlarca halk bedenen, ruhen,
fikren ve ahlâken çürüyor da hiç kimse
bu kokuşmuşluğu görmüyor.
Okulu, kitabı olmayan, hayatın daha güzel, daha sevinçli daha düzenli olması için neler yapılması gerektiğine dair hiçbir söz duyulmayan bir yerde yetişen halktan ne beklenebilir? Milyonlarca insan, madden ve manen çürüyor ama hiç kimse bu kokuşmayı hissetmiyor. Herkesin koku alma duyusu bozulmuş ya da herkes artık bu kötü kokuya alışmış da bunu doğal sanıyor. Fakat böyle mi olmalıdır?
Devlet denilen şey, yukarı katları geniş pencereli, yüksek tavanlı, bol havalı ve aydınlık; aşağı ve bodrum katları ise karanlık, rutubetli, dar ve penceresiz bir şato değildir.
Yalanı ve hileyi yeryüzünden kaldırmak için, elimden gelse bütün insanları öldürecektim.
Ne ekerseniz, onu biçersiniz! Ne pişirirseniz, onu yersiniz! Eğer gençliğin ruhunu, ekilmeyen bir tarla gibi kendi hâline bırakırsanız, orada ısırgan ve diken yetişir.
Zekânız ayrıcalığınız değildir. Size iktidar kurma, cömert bir yaşam sürme hakkı tanımaz. Siz halka ışık tutmak için varsınız. Ve bir mum yakıldığında üstü kapatılmaz, etrafı aydınlatması için yükseğe, şamdanın üzerine yerleştirilir.
Çocuklara: “Kimseyi incitmeyin, kibar ve terbiyeli olun” derler ama dediklerini kendileri yapmazlar. Çocuklar, hile ve aldatmayı çok çabuk fark eder. İlk önce şaşırırlar. Ailelerinin, kendilerine kötü ve günah olarak gösterdikleri şeyleri nasıl yaptığını anlayamazlar. Sonra bu ters durumu göre göre, anne babalarının sözleriyle uygulamalarının birbirine uymadığı kanısına varırlar. Böylece anne babasına karşı güvenini kaybeder. “Bunu yapmayın, şunu yapın!” gibi öğütlere artık aldırış etmezler.
Diğer yandan anne babalar, küçücük çocuklarının dik başlı olduğundan ve söz dinlemediklerinden yakınır ama çocuklarının bu duruma kendileri tarafından getirildiğinin farkına varmazlar.
Snelman, kimi zaman kızıp gençleri azarlar ama yaşlılar, gençlerin yaramazlığından ve ahlaksızlığından şikâyete başlayınca hemen gençleri savunurdu: “Suç gençlerde değil, sizde! Siz gençleri nasıl eğitirseniz, onlar da öyle yetişir. Gençlere ne terbiye verdiniz?” diyerek onları sustururdu.
Anneler çamaşır ve bulaşık yıkayıp yerleri silmek, temizlik ve yemek yapmakla; babalar da memurluk, ticaret, dükkân veya fabrika işleriyle uğraşırdı. Geceleri de zamanlarını geç saatlere kadar kahvehane ve kulüplerde oturup iskambil oynayarak geçirir, çocuklarıyla ilgilenemezlerdi. Çocuklarla ilgilenmek yorucu ve bezdirici bir iş olarak görülürdü. Çocuklarla konuşmaz, onların yaşayışlarıyla ilgilenmezlerdi. Ara sıra boş zamanlarında çocuklarını okşar, onlara şeker ve oyuncaklar verip:
“Haydi, bir kenarda yaramazlık yapmadan kendi başınıza oynayın” derlerdi. Bunun anlamı şuydu: “Başımızdan gidin de ne yaparsanız yapın.” Bu durum karşısında çocuk, ruh, akıl ve düşünce bakımından el sürülmemiş tarla gibi kalırdı.
İnsanlar kendi için hırsızlık yapmaz, âdice davranışlara tenezzül etmez, sineği bile öldürmezler, fakat üyesi oldukları partinin başarısı için, mensubu oldukları sınıfının çıkarları veya kendi düşünceleri uğruna, vatanın bekası için yalan da söyler, dolandırıcılık da yapar, adi davranışlarda da bulunur, işkence eder ve hatta öldürür de.
Eğer gençliğin ruhunu tarım yapılmayan bir tarla gibi kendi haline bırakırsanız, orada ısırgan ve dikenler yetişir.
Herkes hayatın zorluğu, eziyeti ve düzensizliğinden yakınıyor. Ve kimse hayatı inşa etmek, onu daha iyi hale getirmek için çaba sarf etmek istemiyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kendinizi köle ve kader kurbanı olarak görüyorsanız, istediğiniz olsun? Sabredin, ıstırap çekin , ölün.
Ey saf , hayalperest arkadaşım , bütün hayat koca bir panayır tiyatrosudur .
Devlet büyük bir ailedir. Onun fertleri sizin küçük kardeşlerinizdir. Aşağı tabakanın kusurları kısmen de yukarı tabakanın ihmalinden kaynaklıdır.
Her halkın içinden hem büyük şahsiyetler hem de aşağılık insanlar çıkabilmektedir. Bunlardan hangisinin iktidara geleceğini belirleyen temel etken halk kitlelerine hakim olan ruh halidir.
“Hayattaki aşırı düzensizliğin başlıca nedenlerinden birisi herkesin hayatta iyi bir düzen kurmaya çalışması, fakat hiç kimsenin hayatın kendisini düzene sokmak istememesidir.”
Ən əhəmiyyətli xəzinəmiz məktəblərdir. Məktəbi əlimizdən aldığınız anda bitərik. Eynilə mayasız xəmir kimi çökərik..
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Milyonlarca halk, bedenen, fikren ve ahlaken çürüyor da kimse kokuşmuşluğu hissetmiyor. Herkesin koku hissi bozulmuş yahut da bu kötü kokuya alışmışlar.
Karanlığın ruhu söndürüyorsa, siz de ateşleyin!
..Anne ve babalara sorarım: Siz çocuklarınızı eğitirken yükselmek için onlara kartal kanatları mı verdiniz? Yoksa bu kanatları kökünden mi yoldunuz?
Herkes yaşam koşullarını ağırlığından , karşılaştığı zorluklardan ve hayatın düzensizliğinden bahsedip dert yanıyor , fakat hayatı düzene sokmak ve daha yaşınılır kılmak adına kimsenin bir şeyler yaptığı yok .
İnsanlar, din adamlarının hangi yoldan gitmeleri gerektiğini unutmuş gibiler .
İnsanlar doğuştan öfkeli , kötü kalpli ve kusurlu değiller , sadece baskı altında , sindirilmiş durumdadırlar .
Yalanı, hileyi yeryüzünden kaldırmak için elimden gelse bütün insanları telef edecektim.
Halk bir şeyde son derece iyidir, sabretmede. Aç kalıyor, üşüyor, pislik içinde yaşıyor ama yine de sabrediyor.
Birçok şey için halkı azarlayıp küçük görmüşlerdir. Her yerde ve her zaman “halk içici, halk tembel, halk çalışmak istemiyor, halk kaba, haset ve acımasız” demişlerdir.
-”Gençleri değil, kendinizi suçlayın. Gençler sizin terbiye ettiğiniz gibidir. Onları nasıl yetiştiriyorsunuz? Yetiştirmiyorsunuz! Anneler ev işleriyle meşgul: mutfak, alışveriş, temizlik, çamaşır. Babalarsa memurluk, ticaret ve diğer işlerle. Akşamları da meyhane ve kulüplerde oturup kağıt oynuyorlar. Çocuklarla hiçbir zaman ilgilenmiyorlar, buna zamanları yok, ayrıca çocuklarla uğraşmak onlar için zor ve sıkıcıdır.
-Herkes hayattan mümkün olduğu kadar fazlasını almaya çalışırken, hayata da bir şeyler katmak gerektiğini düşünen yok.
Tüm dünyayı: Ağacı, taşı, kum tanesini, gökteki yıldızı sev.
“Aydın olmak ; şehir elbisesi giymek, boynunda kolalı yaka taşımak, başında modern şapka bulunmak değildir. Aydınlar, ulusun beynidir. Ulus sizi öğrenim gördükten sonra iyi bir maaşa geçip geceleri kahvehanelerde iskambil kâğıdı başında, ‘domino’ başında vakit öldüresiniz diye okutmamıştır. O halde siz aydın değil, aydın küfüsünüz. Sizler ulus zekâsının, ulus irade ve enerjisinin, ulus vicdanının uyandırıcısı olmalısınız. Halkın düşüncesini uyandırıp canlandırınız. Halka —köylülere, işçilere, şehirlerin ayak takımına— daha iyi nasıl yaşıyabileceklerini, daha iyi bir hayatın kurucusu nasıl olabileceklerini öğretiniz.”
Herkes hayattan bir şey almak ister ama ona bir şey vermek istemez. Çoğu kimse hayata menfaatçi, zorba ve asalak olarak atılır. Hayatın anlamını bu asalaklıkta ararlar.
Gençlerin zihnini ve ruhunu bakımsız bir tarla gibi boş bırakırsanız orada sadece ısırgan otu,devedikeni ve benzer yabani otlar yetişir.
İlkel halkların fakirlik ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmalarının nedeni sahip oldukları toprakların zenginliklerinden faydalanmamalarıdır.
Vatan için yaşamak, ülkenin ilerlemesi ve yükselmesi için çalışmak da ülke için ölmek kadar şereflidir!
Siz kilise yöneticilerine derim ki: Tanrı’nın, halkın gönlündeki yeri küçülmektedir. Bundan daha korkunç ne olabilir? Kendinize, Tanrı’ya, ulusunuza karşı açık yürekli olmak isterseniz, suçluları başka yerde aramayın. Bilimi, felsefeyi ya da aydınları suçlamayın. Bütün din ve mezheplerin ikiyüzlüleri, her zaman her yerde bunu böyle yapmış ve yapmaktadır. Kendinizi eleştirin, kendinizi tedavi edin. Halkı nasıl eğiteceğinizi kendiniz öğrenin. Tanrı’yı önce kendiniz arayıp bulun. Ondan sonra da halka iyi doğru bir yaşam yolu gösterin.
O hâlde ne istiyorsunuz? Daha kendi içinizden, domuzlara bile namuslu çoban bulamazken, kilisede değerli papaz yok diye niye şaşırıyorsunuz?
Her meslekte olduğu gibi, öğretmenler arasında da öğretmenlik mesleğine yabancı çok kimse vardır. Bunlar zanaatçı bile değildir, öğretmenliği küçük gören gündelikçilerdir. Böyle kişilere, dostça bir öğüdüm var: gidip ticaretle uğraşsınlar, sekreter olsunlar. Ruh ve gönül işi yapacak insanların görev yapması gereken yerlere onlar değil, başkaları gelsin.
Millet, cansız bir kil tabakası gibidir. Eğer bir sanatçının eline geçmezse, sonsuza kadar şekilsiz ve hareketsiz kalır. Fakat Sezar, Napoleon, Büyüt Petro, Sokrat, Hz.
Muhammed (s.a.v.) gibi bir sanatçı, bir büyük adam, bir kahraman, bir peygamber çıkıp da bu kili eline alacak olursa, ona istediği şekli verebilir.
Vatan için çalışmak, ülkenin ilerlemesi ve yükselmesi için çalışmak da ülke için ölmek kadar şereflidir.
Yöneticiler, iyi veya kötü, kahraman veya zalim olsunlar, onlar kendi milletlerinin birer aynasıdır. Onlar, millî ruhun birer kopyasıdır. Onlar, halkın içinden doğmuştur. Bir toplum nasılsa, yöneticileri de onlar gibidir. İşte bundan dolayıdır ki, öteden beri: “Her millet layık olduğu yönetime ve yöneticilere sahip olur.” denilmiştir.
Elden geldiğince işleri kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Herkese karşı güler yüzlü ve iyi niyetli olun.
Bir millet nasılsa, devlet adamları da onlar gibidir.
.
Toplumun düşüncesi uykuda; Cehaletse zirvedeydi.
Çocuklarla konuşmuyor, hayatlarının nasıl geçtiğini sormuyorlar. Zaman bulunca biraz okşayarak, ellerine bir oyuncak veriyor ve “Çocuklar, şimdi gidin ve kendiniz oynayın” diyorlar. Bu aslında “Gözümden kaybolun, ne yaparsanız yapın, yeter ki bizi rahat bırakın” demektir.
Gençlerinizi değil kendinizi suçlayın. Nasıl yetiştirirseniz gençler öyle olur.
Kaba küfürlerle konuşmak köpek ulumasından
daha beterdir.
“Ülke insanının çoğunluğunun eğitimden yoksun bırakılmış olması bir cinayettir. Devletin kendi kendini yok edişi, intihar etmesi demektir.”
Lamba güzelce yağlandığı zaman ‘Ben ne yapayım?’ diye sormaz.
Sizler de canlı lambalar olun! Her biriniz kendi işinizde yaptılarınızla yanın ve aydınlatın. Soba güzelce odunla dıldurulduğunda’Ben ne yapayım?’ diye sormaz.
Sizler de soğuk hayatımıza sıcaklık veren sobalar olun!
Fakat insan doğanın kendisine meydan okuyan ve savaşa davet eden çağrısını kabul etti ve mücadeleyi kazanarak, doğayla alay etmeye başladı.
Bizim Fin kilisesi de böyle boş unutulmuş ve kimsenin işine yaramayan bir değirmen. Tekerlek dönüyor, değirmen taşı gıcırtıyla hareket ediyor ama un yok. Çünkü kimse taşa buğday dökmüyor.
Bana kalırsa halkların birçoğu hâlâ yamyamlık düzeyinde bulunmaktadır. Sadece insanları farklı yollarla yiyorlar.
İnsanlık büyük bir çocuğa benziyor. Aptal ve küçük çocukların anlaşmazlıklarını kavga ederek çözmesi gibi.
Terk edilmiş çorak arazide ne gül ne elma ne salatalık yetişir. Buralarda ya ısırgan yetişir ya da devedikeni. Halk kitlelerinin yüreklerinde de kafalarında da durum budur.
Aydın olmak sizlerin görevi ve sorumluluğudur. Siz halkın kandilisiniz. Mumu yaktıklarında şapkanın altında tutmazlar. Yükseğe bir yere ,şamdana koyarlar ki etrafındaki herkesi aydınlatsın.
Herkes hayattan sadece bir şeyler almaya bakıyor. Fakat kimse hayata bir şeyler katmaya düşünmüyor.
sonra yaşlılar gençlerin gökyüzünde kartal gibi uçmamasına, çocukların kanatsız olmasına şaşırıyor.
Şunu sormama izin verin sevgili ebeveynler: Verdiğiniz terbiyeyle çocuklarınıza kartal kanatları mı kazandırdınız? Yoksa o kanatları kökünden kopardınız mı?
Asla kirli ayaklar ile ve kirli ellerle büyük, kutsal,temiz bir işe girişmeyin. Ciddi ve büyük işlere gerekli hazırlıkla başlanmalıdır.
Herkes hayattan mümkün olduğu kadar fazlasını almaya çalışırken , hayata da bir şeyler katmak gerektiğini düşünen yok .
İnsanların sizinle sohbet ettikleri zaman mutlu olmaları için çabalayın.
Asla kirli ayaklar ve kirli ellerle büyük, kutsal temiz bir işe girişmeyin. Ciddi ve büyük işlere gerekli hazırlıkla başlanmalıdır.
Gerçekten de vakit geç oldu. Ama geç olan vakit, bu gece ki vakit değildir. Geç olan asıl vakit, asıl benim hayatımdaki zamandır.
Çocukları belki karınları doyuyor, iyi giyiniyor, sağlıklarına dikkat ediliyor, ancak zihinlerinin ve ruhlarının sağlığı, saflığı ve güzelliği için çok az emek sarf ediliyor.
Tanrı’nın önünde, kendi vicdanınıza dürüst olmak istiyorsanız etrafınızda suçlu aramayın.
Fakat vatan için ölmek değil, vatan için yaşamak çok daha kahramancadır. Ülkenin kalkınması, halkınızın refahı için çalışmak gerekir.
Kötü ruh ateşinizi söndürürse siz tekrar yakın!
Tanrısızlık, insanlarda kutsal olan ve nihayetinde de insani her şeyin ölümüdür; vicdansızlık, kaba bencillik, soygun ve ahlaki çürümeye yol açar.