İçeriğe geç

Beyaz Kale Kitap Alıntıları – Orhan Pamuk

Orhan Pamuk kitaplarından Beyaz Kale kitap alıntıları sizlerle…

Beyaz Kale Kitap Alıntıları

Aptallar üzerine düşünüyorum, niye o kadar aptallar?
Aynaya bakarken nasıl görünüşünü seyrediyorsa insan, kendi düşüncesinin içine bakarak da özünü seyredebilirdi.
Sanki kulaklarımın içinde bir ses, sürekli bana şarkı söylüyor.
Aynı şeyleri acı ve umutsuzlukla yeniden görüyor ve adlandıramadığımız bir yenilgiyi boş yere bekliyorduk sanki.
İnsanın niye öyle,ya da böyle olduğunu kim bilebilir ki zaten?
Bir zamanlar ben olan, ya da şimdi öyle sandığım o kişiyi arada bir hâlâ rüyalarımda görüyorum ve terle uykudan uyanıyorum.
az sonra elimdeki kitaptan uzaklaştırılacağım aklımdaydı, ama bunu değil, kitabın sayfalarında yazılanları düşünmek istiyordum. Sanki kitaptaki düşünceler, cümleler, denklemler arasında kaybetmek istediğin bütün geçmişim vardı; gözüme rastgele takılıveren satırları dua eder gibi mırıldanarak okurken bütün kitabı aklıma kazımak istiyorum ki onlar gelince onları bana çektireceklerin değil, severek ezberlemiş bir kitabı sevgili kelimelerini hatırlar gibi geçmişimin renklerini hatırlayayım.
Önceden belirlenmiş bir hayat olmadığını, bütün hikayelerin aslında birer rastlantılar zinciri olduğunu birçokları bilir. Ama gene de, bu gerçeği bilenler bile, hayatlarının bir döneminde, geri dönüp ona baktıklarında, rastlantı olarak yaşadıkları şeyleri birer zorunluluk olduğuna karar verirler.
Ölümden korkuyorum ,deyiverdi .Sanki başka şeylerden sözediyordu ,üzerinde utançtan çok öfke vardı ;haksızlığa uğramış birinin öfkesi
çevrelerinde acılarını ve hazlarını paylaşacak kimse olmadığı zamanlar daha da hüzünlü bir güzelliğe bürünen bu hastaları sevgiyle selamlıyorum
Kaybettiğimiz hayatı ve düşleri yeniden ele geçirmek için, onları yeniden düşlemek gerektiğini herkes bilir: Ben hikayeme inandım!
Seviyordum O’nu, O’nu rüyamda gördüğüm kendi çaresiz, acınası görüntümü sevdiğim gibi, bu görüntünün utancı, öfkesi, suçu ve hüznüyle boğulur gibi kederle ölen yabani bir hayvan karşısında utanca kapılır gibi, kendi oğlunun arsızlığına öfkelenir gibi, kendimi aptalca bir tiksinti ve aptalca bir sevinçle tanır gibi seviyordum; belki de, en çok böyle.
Ama, tuhaf ve şaşırtıcı olanı, dünyada aramalıymışız, kendi içimizde değil! Kendi içimizdekini aramak, kendi üzerimizde o kadar uzun boylu düşünmek mutsuz edermiş bizleri.
O’nu bir daha unutamayacağımı, bunu da beni hayatımın sonuna kadar mutsuz edeceğini de o zaman açık seçik anladım; hiçbir zaman tek başıma yaşayamayacağımı biliyordum artık.
Hayatın bir bekleyiş değil de, tat alınabilecek bir şey olabileceğini bu dört yılda öğrendim.
Yoksa, yıkım, insanların ve inançların farkına varmadan değişmesi anlamına mı geliyordu? Belki de yıkım, ötekilerin üstünlüğünü görerek onlara benzemeye çalışmak demekti.
İnsanın, en küçük ayrıntısına kadar tanıdığı birisinin büyüsüne, korkulu bir rüyayı sever gibi kapılacağını ileri sürdüm.
İnsanın niye öyle, ya da böyle olduğunu kim bilebilir ki zaten?
Ötekiler gibi oldu, bilmediğini bilmek istemiyor artık!
bütün kitabı aklıma kazımak istiyordum ki, onlar gelince, onları ve bana çektirdiklerini değil, severek ezberlenmiş bir kitabın kelimelerini hatırlar gibi geçmişimin renklerini hatırlayayım.
Önceden belirlenmiş bir hayat olmadığını, bütün hikayelerin aslında birer rastlantılar zinciri olduğunu birçokları bilir. Ama gene de, bu gerçeği bilenler bile, hayatlarının bir döneminde, geri dönüp ona baktıklarında, rastlantı olarak yaşadıkları şeylerin birer zorunluluk olduğuna karar verirler.
Her şeyi birbiriyle ilgili görmek, sanırım günümüzün hastalığıdır.
Bilmediğini bilmek istemiyor artık .
Aptal oldukları için başlarının üzerinde gezinen yıldızlara bakıp düşünmüyorlardı, aptal oldukları için öğrenecekleri şeyin önce neye yarayacağını soruyorlardı, aptal oldukları için ayrıntılara değil özetlere merakıydılar, aptal oldukları için birbirine benziyorlardı.
Yoksa yıkım, insanların ve inançların farkına varmadan değişmesi anlamına mı geliyordu?

Belki de yıkım, ötekilerin üstünlüğünü görerek onlara benzemeye çalışmak demekti.

Kaybettiğimiz hayatı ve düşleri yeniden ele geçirmek için, onları yeniden düşlemek gerektiğini herkes bilir.
Kendi içimizdekini aramak, kendi üzerimizde o kadar uzun boylu düşünmek mutsuz edermiş bizleri.
Kendimizi tanıyor muyuz, insan kim olduğunu iyi bilmeli.
Aynaya bakarken nasıl görünüşünü seyrediyorsa insan, kendi düşüncesinin içine bakarak da özünü seyredebilirdi.
“İlk zamanlar da beni tedirgin eden kimlik sorularına da pişkinlikle cevap veriyordum artık: İnsanın kim olduğunun ne önemi var derdim. önemli olan yaptıklarımız ve yapacaklarımızdır.
İstanbul’un güzel şehir olduğunu ama insanın burada köle değil, efendi olması gerektiğini düşünürdüm.
“Aptal oldukları için başlarının üstünde gezinen yıldızlara bakıp düşünmüyorlardı, aptal oldukları için öğrenecekleri şeyin önce neye yarayacağını soruyorlardı, aptal oldukları için ayrıntılara değil özetlere meraklıydılar, aptal oldukları için birbirlerine benziyorlardı.”
Aptal oldukları için başlarının üstünde gezinen yıldızlara bakıp düşünmüyorlardı, aptal oldukları için öğrenecekleri şeyin önce nege yarayacağını soruyorlardı, aptal oldukları için ayrıntılara değil özetlere meraklıydılar, aptal oldukları için birbirlerine benziyorlardı.
Yalnız kalmaktan, düşünürken tek başına olduğunu hissetmekten korkuyordu.
İnsanın niye öyle, ya da böyle olduğunu kim bilebilir ki zaten?
Aptal oldukları için başlarının üstünde gezinen yıldızlara bakıp düşünmüyorlardı, aptal oldukları için öğrenecekleri şeyin önce neye yarayacağını soruyorlardı, aptal oldukları için ayrıntılara değil özetlere meraklıydılar, aptal oldukları için birbirlerine benziyorlardı
Bir zamanlar ben olan, ya da şimdi ben sandığım o kişiyi arada bir rüyalarımda görüyorum ve terle uykudan uyanıyorum..
İnsanın kim olduğunun ne önemi var, önemli olan yaptıklarımız ve yapacaklarımızdır.
Yoksa,yıkım,insanların ve inançların farkına varmadan değişmesi anlamına mı geliyordu?
…Belki de yıkım,ötekilerin üstünlüğünü görerek onlara benzemeye çalışmak demekti.
İnsan bazen bir çocuğun , bir gencin davranışlarında kendi çocukluğu ve gençliğini görür de sevgi ve merakla onu izler
Niye söylemiş bunu? Yıllardır bana mı, kendisine mi sorduğunu anlayamadığım sorulardan biriydi; nedense ona artık yakınlık duymadığımı, huzursuzluktan usandığımı düşünüyordum
İnsan, seçtiği hayatı sonradan benimseyecek kadar sevmeli; seviyorum da.
Ama acıyla fark ediyordum : konuştukları şeylere katılabileceğim, ilgiyle dinleyecekleri ve onlara içtenlikle söyleyebileceğim hiçbir sözüm yoktu. Belki yakınlıklarını kıskanıyordum.
Bir zamanlar, ben olan kişi, beni bırakıp gitmişti de, bir köşede pinekleyen ben, sanki kaybettiğim heyecanımı yeniden bulmak için ona özeniyorum.
Izdırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için, yeni bir sevinç başlıyor: Istırabın ilâcı ıstıraptır. İkisinin hâsıl-ı zarbı (neticesi) sevinç
Belki de o sırada, sonuna kadar kendi olarak kalmaya razıydı.
Aynaya bakarken nasıl görünüşünü seyrediyorsa insan, kendi düşüncesinin içine bakarak da özünü seyredebilirdi.
Oysa rahatını tehlikeye atabilecek her türlü belirsizliğin sözünden bile ürkenler gibi korkuyla sustum.
Tekrarlaya tekrarlaya bugün çoğuna inandığım bu hayallerin, gençliğimde gerçekten yaşadığım şeyler mi olduğunu yoksa kitabımı yazmak için her masaya oturuşumda kalemimin ucuna geliveren düşsel hikayeler mi olduğunu çıkaramıyorum şimdi.
Bir gencin tutkusuna imrenen ihtiyarlar gibi öfkesine imreniyordum.
Belki de o sırada, sonuna kadar kendi olarak kalmaya razıydı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir