İçeriğe geç

Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda Kitap Alıntıları – Yılmaz Özdil

Yılmaz Özdil kitaplarından Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda kitap alıntıları sizlerle…

Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda Kitap Alıntıları

Muhafazakarlaştığı söylenen Türkiye; kadına yönelik şiddet, cinsel suçlar başta olmak üzere ahlaka dair giderek daha fazla yozlaşmıştı
Ergenekon davasının tanıkları arasında tecavüzden, cinayetten, dolandırıcılıktan sabıkalı olanlar ve teröristler vardı. Genel kurmay başkanı ve kuvvet komutanları tanık kabul edilmiyordu. Hukuk zaten bitmişti bu da tesciliydi.
Bingöl’de mayın patladı, 8 polis şehit oldu. Türk bayrağı açarak “teröristleri Habur’da karşılayanlar nerede?” diye bağıran bir kadın şehit yakınları tarafından bayıltana kadar dövüldü. Sen bizim hükümetimize nasıl laf söylersin ulann diyerek vuruyorlardı.
“1936da Mustafa Kemal döneminde ahır yapıldı” denilen cami, 1936da Mustafa Kemal döneminde yeniden cami haline getirilmiş ve ibadete açılmıştı.
Bugünkü çamaşır dünkü güneşte kurutulmaz, bugün siz geçmişteki yanlışları araştırıyorsunuz, yarın da bir başkası çıkar bugünkü yanlışları araştırır.
Ösym başkanı Ali Demir koltuğa oturdu. Bismillah ilk üniversite sınavında cevap şıklarına şifre konulduğu ortaya çıktı. Ösym’nin açılımı Önceden Seçilmişleri Yerleştirme Merkezi gibiydi.
Beyaz peynirle kavunun yanına 35’lik üzüm açtım..
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uygur Yiğit, “Teröristler Haburdan ellerini kollarını sallayarak girerken, subaylarımın terör örgütü kurduğu söyleniyor, milletimize şikayet ediyoruz” dedi.
Urumçi’de binden fazla Uygur Türkü katledildi. Caddeler ceset doluydu. Gazzeden beter katliamdı. İsrail’e “İnsan öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyenler Türklerin katledilmesini eften püften açıklamalarla geçiştirdi.
Türk ordusu, terörist olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu.
İtiraz etmeyeceksin kardeşim.
Kayıtsız şartsız biat edeceksin.
Vicdan ve iş ahlakı olmayınca, eğitimin de manası olmuyordu.
Bizim ahali dünya yansa okumaz, magazini mutlaka okur.
Dünya ekonomi tarihinde..
Üreterek değil satarak kalkınacağını sanan ilk millettik.
Hem devlet, hem vatandaş
Gırtlağına kadar borca gömülmüştü.
Liyakat sistemi allak bullak edilmişti.
Basın eliyle psikolojik harekât yürütülüyordu.
Ensen kalınsa, canın sağolsun.
Garibansan, vatan sağolsun’du.
Kaç eş hastalandı, kaç evladın psikolojisi bozuldu, kesilen maaşlar, borçlar, geçim sıkıntıları, pırıl pırıl kaç hayat, kaç gelecek karartıldı?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hukuk, çocuk oyuncağına dönmüştü.
Özetle söylüyorum ki, iktidara ceket iliklemeyen, baskılara boyun eğmeyen sanatçı sayımız, utanç verici derecede azdı.
Benzin fiyatında dünya şampiyonu olmuştuk. Bizim benzin vergisini sollayabilen Formula otomobili henüz icat edilmemişti.
Değil predator, teleskop verseler nafileydi, bakarkörlüğe çare yoktu.
Peki neydi?
İtiraz etmeyeceksin kardeşim.
Kayıtsız şartsız biat edeceksin.
İstenen buydu.
Vicdan ve iş ahlakı olmayınca, eğitimin de manası olmuyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Türkiye, kafasını toprağa gömerek hadiseleri görmezden gelmeye çalışıyordu, ki memleketimizin devekuşu üretiminde yüzde 500’lük artış meydana geldiği açıklandı.
Ensen kalınsa, canın sağolsun,
Garibansan, vatan sağolsun’du.
AKP iktidardan gittikten sonra, mutlaka bilimsel olarak ele alınacağını tahmin ediyorum Çünkü daha fazla muhafazakârlaştığı söylenen Türkiye, kadına yönelik şiddet, cinsel suçlar başta olmak üzere, ahlak’a dair giderek daha fazla yozlaşmıştı.
Milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız.
Ergenekon davasında Deniz kod adıyla gizli tanık olarak ifade veren Şemdin Sakık, bundan sonraki duruşmalarda açık kimliğiyle ifade vermek istemişti. İstemeseydi, Türkiye’nin ruhu bile duymayacaktı, Şemdin Sakık’ın tanık olduğunu savcılardan başka kimse bilmeyecekti. Hazin bir şaka gibi ama Teröristin tanık olduğunu bizzat terörist sayesinde öğrenmiştik.
İmralı’yla yeniden görüşebiliriz lafından sadece iki gün sonra, AKP kongresi yapıldı. Barzani onur konuğu olarak katıldı. Konuşma yapmak üzere kürsüye çıkarken Türkiye seninle gurur duyuyor sloganları atıldı.
Has partiyi kapatan Numan Kurtulmuş, bu kongrede AKP’ye katıldı. Rozetini Başbakan taktı. Halbuki, daha düne kadar verip veriştiriyor, Harun olmaya geldiler, Karun oldular, biz AKP gibi firavunlaşmayacağız diyordu. AKP’yi yerden yere vuran adam, AKP Genel Başkan Yardımcısı yapıldı.

Süleyman Soylu da AKP’ye geçmişti. Demokrat Parti Genel Başkanı’yken AKP’nin ülkeyi yolsuzluk çukuruna batırdığını, Başbakan’ın padişah olmak istediğini söylüyordu. O da AKP’de Genel Başkan Yardımcısı yapıldı. Hatta, transferden sonra Allah’a yemin ederim ki, bütün meselelerin çözülmesinde en yetkili lider Recep Tayyip Erdoğan’dır, Türkiye’nin ilelebet ve ebedi başkanıdır bile dedi.

Türkçe Olimpiyatı’nın finaline katılan Tayyip Erdoğan, isim vermeden Fethullah Gülen’e seslendi. Gurbet hasrettir, hasretin bedeli ağırdır, gurbette olup vatan toprağı hasreti çekenleri aramızda görmek istiyoruz, bitsin artık bu hasret dedi.
iş kurultayla olsaydı, Kemal Kılıçdaroğlu ABD Başkanı bile olurdu!
AKP İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, Lig TV’de yorumculuk yapmaya başlamıştı. Hem vekilliğinin dışında ekstra maaş alması etik değildi, hem de mecliste olması gereken saatlerde ekranda olması anormaldi. Sordular kendisine Bu davranışınız doğru mu? diye. Başbakan’ı kastederek Beyefendi’ye sorulmuş, gerisi laf-ı güzaf cevabını verdi.
Ensen kalınsa, canın sağolsun.
Garibansan, vatan sağolsun
Başbakanımıza dokunmak bile ibadettir.
Sandık başına gittik.
Yüzde 58 evet çıktı
Başbakan, teşekkür konuşmasında Okyanus ötesinden destek veren kardeşlerimi de kutluyorum dedi.
Demokrat Parti Genel Başkanı Süleyman Soylu, vade biçti, Altı ayda Tayyip Erdoğan’ın hurdasını çıkarırım dedi. Breh Breh Breh Bu adam AKP’ye geçecek diye yazsak, eminim, iftiradan mahkemeye verirdi.
Fransa’da Ermeni soykırımı yoktur diyene, yasayla hapis cezası getirildiği gün Nobel Edebiyat Ödülü’nün Orhan Pamuk’a verildiği açıklandı.
Orhan Pamuk, İsviçre dergisine konuştu. “Kimse söylemiyor, bari ben söyleyeyim, Türkiye’de 30 bin Kürt, 1 milyon Ermeni öldürüldü” dedi. Aslında Kar romanının tanıtım röportajıydı. Ve bu lafların, romanın içeriğiyle alakası yoktu. Yazdıklarıyla değil, söyledikleriyle şöhret olan dünyadaki tek yazar’dı!
Peki neden onca ülke varken, bu lafı gidip İsviçre’de söylemişti? Çünkü çamur atıp iz bırakmak için ideal adresti… İsviçre’de konuşup “Ermeni soykırımı vardır” demek, serbestti, “Ermeni soykırımı yoktur” demek, yasaktı. Herhangi bir Türk’ün Orhan Pamuk’un söylediklerine karşı savunma yapabilmesi, kanunen suçtu. Nitekim… Kısa süre sonra, İsviçre’ye gidip “Ermeni soykırımı yoktur” diyen Türk Tarih Kurumu Başkanı Profesör Yusuf Halaçoğlu hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı.
Edebiyatçı tarihi suçlarsa, fikir özgürlüğüne giriyordu.
Tarih profesörü savunursa, hapse giriyordu.
Tayyip Erdoğan, Siirt’te okul açılışı yaptı.
Karatahtanın başına geçti.
Milli Egitim’in yeni sloganını yazdı:
Oku, Düşün, Uygula, Neticelendir
Küçük bir pürüz vardı.
Başharflerini dizince ODUN çıkıyordu!
Tarım Bakanı Edirne’ye gitti. Edirne Tarım İl Müdürlüğü Tarımın Mimarı Hoş Geldin pankartı astı. Yağcılığın bu kadarı bakanı bile kızdırdı, Ben daha altı aylık bakanım, nasıl tarımın mimarı olurum? diye sordu Tarım il müdür vekilinin cevabı şahaneydi, Bu afiş hep hazırda duruyor, her bakan geldiğinde bu pankartı asıyoruz dedi.
Günler geçiyor, Kürt açılımında neyi açacağımız açıklanmıyordu. Bülent Arınç çıktı, “Bu Kürt açılımı değildir, demokratik açılımdır” dedi. Açılımın adı bile değişmişti ama, hâlâ neyi açtığımızı, tarihi fırsatın ne olduğunu, neye destek istendiğini açıklamıyorlardı. Utangaç bi açılımdı!
Berlin’in en lüks genelevini bir Türk açtı. 6 milyon euro harcamıştı. “Bizimki farklı bir konsept, fuhuş var ama ticari bir iş, ben pezevenk değilim!” diyordu. Aman yanlış anlaşılmasındı yani. Bu kerhanede her şey vardı Bir tek ne yoktu biliyor musunuz? “Alkol yoktu.”
Benzetmek gibi olmasın da, memleketi andırıyordu. Her haltı yiyebiliyordun, içki yasaktı.
Kemal Kılıçdaroğlu için basın’ç başladı.
Basın, onun adaylığı için bastırıyordu.
O güne kadar sanki suçmuş gibi Alevi ve Kürt olduğunu yazanlar, şimdi mutlaka CHP’nin başına geçmesi gerektiğini, genel başkan olursa CHP’nin en az yüzde 50 oy alacağını
yazıyorlardı. Kılıçdaroğlu “Adaylığım söz konusu değil, aday değilim dedi. CHP Genel Sekreteri Önder Sav ise “Baykaľa sahip çıkacağız, kimse avucunu ovuşturmasın açıklaması yaptı.

24 saat sonra
Kemal Kılıçdaroğlu “Adayım dedi.
İlk destek veren Önder Sav oldu.
Kaset soruşturmasının sonucu beklenmemişti. “Kral öldü yaşasın kral devreye girmişti. Eski genel başkanı boşverip, yeni genel başkanı omuzlara almaları iki saniye bile
sürmemişti. Baykal istifa ederken en çok ağlayanlar, şimdi en çok alkışlayanlar arasındaydı. CHP çok kötü bir sınav veriyordu.
Komplonun peşine düşeceklerine, koltuk kavgasına düşmüşlerdi. Bize bunu kim yaptı? diyeceklerine, “Kim yaptıysa yaptı, iyi oldu, fırsat bu fırsat yeni yönetimden pay
kapayım duygusu hâkim olmuştu. Kemal Kılıçdaroğlu sadece bir gün bekleseydi, aday
olamayacaktı. Çünkü sadece bir gün sonra Ulusal Kriminal Bürosu, kaset raporunu açıkladı. Deniz Baykal’ın isteğiyle devreye giren söz konusu şirket, mahkemelere yeminli-bilirkişi hizmeti veriyordu. Rapora göre, görüntüler montajdı.

Darbecileri yakaladık rüzgârıyla yelkenlerini şişiren AKP, fırsat bu fırsat, Anayasa için düğmeye bastı. 26 maddelik taslak hazırladı. Referanduma sunulması halinde tümüyle oylanır şartı koydu.
Ya hepsine birden evet diyecektik.
Ya hepsine birden hayır diyecektik.
Bazı maddelere evet, bazı maddelere hayır deme imkânımız yoktu. Tam şark kurnazlığıydı 12 Eylül’e yargı yolunun açılması, memura toplu sözleşme hakkı verilmesi, kadına pozitif ayrımcılık, çocuk hakları gibi herkesin alkışladığı maddeleri oltanın ucundaki balık yemi gibi koymuşlardı. Bunların yanına da, yüksek yargiyi komple iktidarın emrine sokacak maddeleri eklemişlerdi.
Yargıtayyip
Danıştayyip
Sayıştayyip olacaktı.
Başbakan Hap gibi sunuyoruz, tablet gibi dedi.
Hapı yutmamızı istiyordu.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ çıktı, Domuz gribi salgını çok ciddi, aşı yapılmazsa beş bin kişi ölecek, aşı yapılırsa bile 400 kişi ölecek dedi, iyi mi! Kuş gribinden onca insan öldüğünde “Risk yok, pişirin yiyin demişlerdi. Keneden onca insan öldüğünde Risk yok, pantolon paçalarını çoraba sokun demişlerdi. Domuz gribinden henüz ölen mölen yoktu ama, her nedense 43 milyon aşı almamız lazım, 21 milyon kişiye bulaşacak, 5 bin kişi ölebilir diyorlardı.
Sizce de garip değil miydi bu grip?
Meksika’da başlayan, ABD’den Avrupa’ya sıçrayan domuz gribi, şiddetli ateş yapıyordu. Gripli yolcuları vücut ısısından yakalamak için İstanbul Atatürk ve Ankara Esenboğa’ya
termal kameralar yerleştirildi. Aferin’di Ancak, 9 milyon yabancı turistin giriş yaptığı Antalya Havalimanı’na termal kamera koymamışlardı. Ve, maalesef domuz gribine ilk kurbanı Antalya’da verdik. Panik başladı. Nezle olup burnu akan, ölüyorum diye hastaneye koşuyordu. Doktorlar ikiye bölünmüştü. Kimisi “Mutlaka aşı yaptırın diyordu, kimisi “Gerek yok diyordu. Kafalar allak bullaktı. Güya otoritedir diye, taaa ABD’den canlı yayın yaptık, Profesör Mehmet Öz’ü ekrana çıkardık, ne şiş yansın ne kebap demeye getirdi, Ben aşı yaptırdım, eşim yaptırmadı dedi.
Gripten çok, korku salgını yaşanıyordu. Sağlık Bakanı yangına körükle gidiyor, “Beş ay kimseyle öpüşmeyin diyordu. Milli Eğitim Bakanlığı, dezenfekte etmek için, Türkiye’deki bütün okulları dört günlüğüne tatil etti.
Hay Allah, tesadüf işte, denk geldi..
Okullar tatil edildiği için, 29 Ekim törenleri yapılamadı!
Saglik Bakanlığı 43 milyon doz sipariş vermişti. Tamamı ithaldi.
MHP’li eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş çıktı, bu aşılarda adjuvan diye bir madde olduğunu, öldürücü yan etkileri olabileceğini söyledi, Türk milleti kobay olarak kullanılıyor dedi.
Hakikaten öyle görünüyordu. ABD Federal Îlaç Dairesi, domuz gribi aşılarında söz konusu maddeye kesinlikle izin vermiyordu. Türkiye’ye Fransa’dan getirilen aşılarda ise, o madde vardı. Hatta, Almanya Başbakanı Merkel’in bile ABD’deki aşıyı tercih ettiği ortaya çıkmıştı. Özellikle, hamileler ve çocuklar için riskten bahsediliyordu. Bunlar yetmezmiş gibi, dinci basın domuz gribi aşısında domuz hücreleri bulunduğunu iddia etti. Çarşı iyice karıştı.
Diyanet’in telefonları kilitlendi, “Aşı olalım mı, caiz mi? diye soruyorlardı.
Tam bu kargaşada, Sağlık Bakanı aşı oldu. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın da aşı olacağı duyuruldu. Başbakan’ın tepesi attı, Sağlık Bakanı’nı fırçaladı. “Ben aşı olmayı düşünmüyorum, bu iş cebren olmaz, kimseyi zorlayamazsın, hemen laflarını düzelt dedi.
Tayyip Erdoğan “Aşı maşı olmam deyince, yalaka basınımızdaki domuz gribi haberleri bıçak gibi kesildi. Hadi cümleten geçmiş olsun.. Artık domuz bile domuz gribinden
ölse, zatürree’den diyeceklerdi!
Peki, bu tartışmalı aşılar ithal edilirken hükümetimizin aklı neredeydi? Başbakan’ın canı can da, ahalimizinki patlıcan mıydı? Kol kırıldı, yen içinde kaldı. Bu tarihi skandal,
ihalesiyle, ithalatıyla muamma olarak kaldı. Halının altına süpürüldü.
Sadece 4 milyon kişi aşı olmuştu. Sağlık Bakanlığı, elde kalan aşıların bir bölümünün Filistin’e gönderileceğini açıkladı. Başbakan’ın bile yaptırmayı reddettiği aşılarla Filistin’e jest yapıyorduk!
Atlasjet’in İstanbul’dan havalanan MD83 tipi uçağı, geceyarısı 1.30’da Isparta’da düştü. 50 yolcu ve 7 mürettebatın tamamı hayatını kaybetti. Yaklaşma cihazının bozuk olduğu, sola
dönmesi gerekirken, tam tersi istikamete dönüp, Türbetepe’ye çakıldığı öne sürüldü.
Atlasjet, bu hurda uçağı World Focus adındaki bir başka şirketten kiralamıştı. World Focus, aynı uçağı 2005 senesinde THY’ye de kiralamıştı. Sık sık arıza yaptığı, buna rağmen uçurulduğu ortaya çıktı. Hatta, World Focus’un eski yönetim kurulu başkanı, Para yoktu, uçakların periyodik bakımı bile yapılamıyordu, bu sorumluluğu taşıyamam diye istifa etmiştim dedi. Kurbanlar arasında, İsviçre CERN’deki deneylere Türkiye adına katılan Profesör Engin Arık da vardı. Ekibiyle birlikte, Isparta’ya konferansa gidiyordu. Kaderin oyunu. Engin Arık’ın CERN’de katıldığı deneyin adı da Atlas tı.
Faciadan sadece bir hafta sonra Yılın Başarılı Havacılık Ödülleri dağıtıldı. Yılın Başarılı Havacılık Yöneticisi Ödülü kime verildi biliyor musunuz? Kazadan sonra hakkında
inceleme başlatılan Sivil Havacılık Genel Müdürü’ne verildi.
Ödülü kim takdim etti biliyor musunuz? Ulaştırma Bakanı!
Yeni seneye kuş gribi dramlarıyla başladık.
Aslında üç aydır zaten memleketi kasıp kavuruyordu ama, tavuk firmaları reklamveren olduğu için, haberler sansürleniyordu. Halk sağlığı konusunda attı mi mangalda kül
bırakmayan medyamız, reklam gelirleri azalmasın diye, salgını görmezden geliyordu.
2006’nın ilk günü, Doğubayazıt’ta tavuk yiyen dört kardeşten biri öldü. Ertesi gün kız kardeşi, daha ertesi gün öbür kardeşi öldü. Üstü örtülemez hale gelmişti Ve haftalardır
kamuoyundan saklanan gerçek, mecburen itiraf edildi: Altı şehirde 19 vatandaşımız komadaydı. Hayatını kaybeden çocuklara “kuş gribi değil, zatürree verilmişti, iyi mi.. Kim vermişti bu raporu? Ankara Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü Başkanı vermişti. Bilahare, bizzat Sağlık Bakanı çıktı, Çocuklar zatürreeden değil, kuş gribinden öldü dedi. Bunun üzerine bütün basın, Enstitü Başkanı’nın pesine düştü. Aradılar taradılar; skandal raporu verdiği gün, hacca gittiği tespit edildi. Mekke’de, beş yıldızlı Ümmül Kurra Oteli’nde kalıyordu. Gazeteciler israrla telefon ediyor, Başkan Bey telefona çıkmıyor, eşi açıyor, “Bizi rahat bırakın, buraya ibadetimizi yapmaya geldik deyip kapatıyordu. Ne diyelim Allah kabul etsin’di.
Tavuk itlafları tekrar başladı. Karantina bölgeleri ilan edildi ama, iş işten geçmiş, bulaşmadık şehir kalmamıştı. Maalesef, bu hazin tabloya rağmen, hâlâ, sabretmemizi telkin eden, kış mevsimi geçince gribin de geçeceğini söyleyen yandaş profesörlerimiz vardı. Utanmasalar kışt gribi diyeceklerdi! Türkiye bu yalakalığın bedelini ağır ödeyecekti.
Kaderin cilvesi. Van’da hastaneye kaldırılan kritik durumdaki vatandaşlarımızı, Rektör Yücel Aşkın’ın hapse tıkılmasına yargılanmasına sebep olan solunum cihazı kurtarıyordu.
Ahalimiz, havada uçan güvercinleri bile kolluyordu ki, aman diim, kafasına talih kuşu konmasın. Evinin, apartmanın çatısına martı geliyor, karga geliyor diye itfaiyeden yardım
isteyen, polisi arayanlar oluyordu. Kaz tüyü yastık satışları bile durmuştu. Yumurta ticareti dibe vurmuş Maliye Bakanımızın maharetli oğlunun Unakıtan markasıyla likit yumurta
piyasasına girdiği ortaya çıkmıştı! Vahşet manzaraları yaşanıyordu. Cehalet, kâbusa dönüşmüştü. Tavukları çuvalların içine, çukurlara doldurup, canlı canlı yakıyorlardı. Avrupa Birliği heyet gönderdi, inceledi, rapor yazdı. Türkiye’nin önlem almakta geç kaldığı, ihmalkâr davrandığı resmen tescillendi. Bir milyon tavuk yok edildi. Neticede Türk televizyon tarihinin en güvenilir ismi, araştırmacı gazetecilik duayeni şUğur Dündar, tavukçuluk sektörünün oluşturduğu Sağlıklı Tavuk Bilgi Platformu’nun reklamlarında oynadı. Tek kuruş almamıştı. Hatta, araştırmaları için cebinden para ödemişti. Çıktı ekrana, “Entegre tesislerde üretilen tavuklara güvenebilirsiniz dedi. Hükümete güvenmeyen Türk halkı, Uğur Dündar’ın kefaletini kabul etti. Sektör batmaktan kurtuldu.

Buyrun burdan yakın

Diyarbakır’da sekiz yaşındaki çocuğa otobüs çarptı. Hayatını kaybetti. Ailesi tazminat davası açtı. Bilirkişi ne rapor verdi biliyor musunuz?
Ailenin tazminat istemeye hakkı yok Çocuğu büyütmek için yapılacak masraftan kurtuldular dedi!
Bilirkişinin akıllara ziyan hesabı şuydu:
Yörenin ve ailenin sosyal konumu gereği, çocuk üniversite okuyamayacak. 18 yaşından sonra çalışmaya başlayacak. Ömrü 55 sene 10 ay 3 gün olacak. 2058’de vefat edecek. Askerden dönüp iki sene sonra evlenecek. Ailesi, çocuğa 56 milyar lira masraf yapacak. Çocuk evlenene kadar çalışıp ailesine 18 milyar lira destek olacak. Sekiz yaşına kadar yapılan masrafı düşüp, tüm bunları hesap ettiğimizde, çocuğun ölmesinden dolayı, ailesi 42 milyar 691 milyon lira masraftan kurtulacak.”
İlk resmî davet Beyaz Saray’dan gelmiş, Başbakan Gül değil, henüz milletvekili bile olmayan Erdoğan çağırılmıştı. O günlerde AKP’liler dahil, herkes “AKP” derken, gazetelerimize manşet olan davet mektubunda “AKP” yerine “Ak Parti” yazıyordu. Kimse bunun farkında değildi. AKP’ye Ak diyen ilk kişi, ABD başkanıydı.
Başbakan, Almanya seyahatinde tarih verip, “En geç sekiz senede AB’ye üye oluruz” demiş, Yeşiller Partisi Başkanı Claudia Roth da “Türkiye AB’ye girince evleneceğim” demişti. Kadıncağız bizim yüzümüzden evde kaldı.
AKP’nin karakteristik özelliğiydi, oy kazanacağını düşünürse “Ben yaptım” diyordu, oy kaybedeceğini düşünürse “Devlet yaptı” diyordu.
KESK Genel Başkanı “Memura zam olarak, Başbakan’ın oğlunun damatlık elbisesi kadar para istiyoruz, hepsi o” dedi.
Bingöl’ün yaraları sarılmadan, Kayseri Müftülüğü’ne bağlı Kuran kursu binası çöktü, 10 çocuk hayatını kaybetti. Sebepler sorgulanmadı, takdiri ilahi denildi, geçildi. Türkiye giderek bilimsel gerçeklerden uzaklaşırken, YÖK’ün kadro talebi reddediliyor, iki bin kadro isteyen Diyanet’e 15 bin kadro veriliyordu.
AKP’nin icraatlarını eleştiren herkes provokatördü.
Tam adı “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için hükümete yetki verilmesi” olan “1 Mart tezkeresi”nin oylanmasına saatler kalmıştı. İngiliz basını, ABD’nin 27 milyar dolar verdiğini, Ankara’nın 4 milyar dolar daha istediğini yazıyor, ABD Başkanı Bush “Türkler at pazarlığı yapıyor” diyor, Barzani’nin internet sitesi “Türkiye pahalı fahişe rolünde” manşeti atıyordu.
Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, memleketin kalkınma planını açıkladı: Bütün limanlar satılacak, Tüpraş, Petkim satılacak, madenler, Telekom, Tekel satılacak, bankalar, fabrikalar, köprüler, otoyollar satılacaktı.
Dünya ekonomi tarihinde… Üreterek değil satarak kalkınacağına inanan ilk millettik.
Ensen kalınsa,canın sağolsun.
Garibansan,vatan sağolsun’du.
Türk Standartları Enstitüsü hıyar standardını belirledi. Tarla hıyarında 20 milimetrelik eğiklik kabul edilebilirken, daha fazla eğikliğe sahip olanlar 2. sınıf hıyar sayılacaktı. Yani bundan böyle, çaktırmadan usulünce eğlenler kaliteli hıyar, alenen eğilenler 2. sınıf hıyardı.
Savcılara verilmeyen izin, hakime verildi.Hakim Kadir Kayan kozmik oda ya girdi. Türkiye tarihinde bir ilkti.
Diyanet, hacılarımızın kargoya yüklediği zemzem sularının Suudi Arabistan izin vermediği için sınırlarda döküldüğünü, Türkiye’de yeniden doldurulduğunu, insanlarımızın zemzem yerine Şekerpınar suyu içtiğini açıkladı.
”Gelene ağam, gidene paşam. ”
Temmuz 2007 Sandıklar açıldı.
“Ananı da al git, babalar gibi satışlar, gemicik ” vs ahalimiz için hiç de sorun teşkil etmemişti. Her iki kişiden biri AKP’ye oy vermişti. %47 ile yine tek başına iktidardı.
1 Mayıs’ta kan döküldü.
PKK’ya hoşgörü gösteren hükümet, kendisine karşı olanlara acımasızdı. Kalaşnikov’la yürüye yürüye sınırdan çıkmak serbestti, elinde çiçekle Taksim’e çıkmak yasaktı.
Neredeyse hic beysbol oynanmadigi halde, dunyada en cok beysbol sopasi satilan dorduncu ulke, Turkiye’ dir
19 Mayis sabahi gazeteleri actik
Turkan Saylan mansetlerdeydi.
Vefat etmisti.
Sen dur dur, diren, tam 19 Mayis’ a denk getir.
Hakikaten mubarek kadindi
Ask-i Memnu dizisindeki Behlul, yengesi Bihter’ i dudagindan optu; izlenme rekorlari altust oldu.
Degil Kardak’ a cikan yarbayi, Ulubatli Hasan’ i bile tutuklasalar, hikayeydi Herkes Bihter’ in kocasini boynuzlamasini konusuyordu
Maliye Bakani Unakitan ABD’ deydi. Kalp ameliyati oldu, yurda dondu. Esi Ahsen Hanim, ameliyat yeri icin Allah’ a dua ettigini belirterek, Rabbime sordum, icime Cleveland dogdu dedi
1919 #8242; un 16 Mayis Cuma gunu
Mustafa Kemal’ in Bandirma vapuruyla
Samsun’ a gitmek uzere yola ciktigi gun.
2008 #8242; in 16 Mayis Cuma gunu
Bandirma limani ile Samsun limani satildi!
Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz
Satilmayan liman kalmamisti.
Eurovision’ u Yunanistan kazandi. Gulseren’ in Rimi Rimi Ley sarkisiyla katildik, madara olduk. Rimi rimi ley, bu ne bicim seydi Turkiye, Yunanistan’ a 12 tam puan verdi. Yunanistan, Turkiye’ ye sifir cekti
İstanbul Atatürk Havalimani Dış Hatlar Terminali’ nde, Zeki Triko’ nun bikinili reklam panosu, haci adaylarinin aptesini bozuyor diye beyaz perdeyle kapatiliyordu
Tayyip Erdoğan”Partimizin adı Ak Parti,AKP diyenler edepsizdir “dedi.O güne kadar AKP diyen gazetecilerin çoğu,anında Ak’a döndü.Minimalistti zaten Başbakanımız 96
metre boyundaki gemi”gemicik”oluyorsa,upuzuuun Adalet ve Kalkınma Partisi neden ufalıp,kısaca Ak olmasındı?
Tarım Bakanı,Edirne’ye gitti.Edirne Tarım İl Müdürlüğü

“Tarımın Mimarı Hoş Geldin”pankartı astı.Yağcılığın bu kadarı bakanı bile kızdırdı,Ben daha altı aylık bakanım,nasıl tarımın mimarı olurum?”diye sordu Tarım il müdür vekilinin cevabı şahaneydi,”Bu afiş hep hazırda duruyor,her bakan geldiğinde bu pankartı asıyoruz”dedi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir