İçeriğe geç

Ben, Öteki ve Ötesi Kitap Alıntıları – İbrahim Kalın

İbrahim Kalın kitaplarından Ben, Öteki ve Ötesi kitap alıntıları sizlerle…

Ben, Öteki ve Ötesi Kitap Alıntıları

1892’de İstanbul’da mukim Fransız mimar Alexander Vallury tarafından tasarlanan ve 1895’te hizmete açılan Pera Palas Oteli, önce Orient Expresss yolcularını ağırlamak için kurulur, ama kısa sürede İstanbul’daki Küçük Avrupa’ nın adresi haline gelir. Pera’nın serbestiyetçi, kozmopolit ve biraz da günahkar iklimi İstanbul sakinlerinin olduğu kadar yabancı ziyaretçilerin de ilgi ve merak konusu olur. Otel, bu yeni iklimin en merkezi mekanlarından biridir. Pera Palas aynı zamanda İstanbul’da Avrupa standartlarına sahip, saraylar dışında sıcak suyu, elektriği ve elektrikli asansörü olan ilk oteldir.
Asıl adı Louis Marie Julien Viaud olan Loti, Fransız donanmasında deniz subayı olarak görev yaptı. 1870’de İzmir’e geldi ve Türkiye ve Türklerle yakın ilişki geliştirmeye başladı. Edebi başarılarından dolayı 1891’de Fransız Akademisi üyeliğine seçildi ve 19212de Onur Nişanı aldı. Balkan savaşları, Birinci dünya savaşı, Ermeni meselesi, Sevr anlaşması İstiklal mücadelesi konularından Avrupa’nın emperyalist politikalarını sert bir dille eleştirdi ve Türkiye’nin yanında tavır aldı. Türkiye’ye her gelişinde büyük bir ilgi ve muhabbetle karşılandı. Abdülhamid tarafından kabul edildi. Eyüp sırtlarından Haliç’i ve İstanbul’u seyretmeyi sevdiği, Sarayburnu ve Beykoz’a sık sık gittiği bilinmektedir. Bugün kendi adını taşıyan Pierre Loti Tepesi yerli ve yabancı ziyaretçilerin soluklandığı ve kendisi gibi şehri seyrettikleri önemli duraklardan biridir.
Jefferson, Amerika siyasi tarihinde Müslüman olduğu iddiasıyla suçlanan ilk Amerikan başkanıdır. Yaklaşık iki buçuk asır sonra Amerikan başkanı Barrack Obama’nın aynı suçlamayla karşılaşması dikkat çekicidir.
Zira saf akıl ın filozofu olan Kant, sadece aklın sınırları içinde bir din tasavvur ederken de İslam’a kahir ekseriyetle akla uzak, hisse ve şehvete yakın bir din olarak bakar. İslam Peygamberi’ nin tarihi başarısını belağat, tahayyül ve ikna kabiliyetiyle izah eder.
İslam ülkelerine hakim olmak için kendi aralarında yoğun bir güç mücadelesi veren İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar ve diğer Avrupalılar kendilerini İslam muhibbi ve Müslüman dostu göstermek için ilginç yöntemlere uyguladılar. Tıpkı Mısır’ı işgal eden Napolyon’un kendini İslam’ın mütevazi bir hizmetkarı olarak takdim etmesi gibi, diğer sömürgeci güçler de İslam hilafetini temellük ve temsil etme yarışına girdiler.
Mehter müziği Avrupalıların duyduğu ilk ve belki de tek Türk müziği türüydü. Askeri yürüyüşlerde ve muharebe meydanlarında çalınan Mehter müziği, Türkler için normal bir dinleti müziği olmadığı halde Avrupalıların dikkatini çekmiş ve pek çok büyük besteciyi etkilemiştir. Mozart, Beethoven ve Haydın gibi müzisyenler orkestra için yaptıkları bestelerinde sert, haşin, vurgulu ve yüksek volümlü bölümlere yer verdiklerinde bunu genellikle Mehter müziğinden esintiler alarak yapmışlardır.
1669’da Süleyman Ağa’nın XIV.Louis’i ziyaretinden sonra kahve Paris2te ve Fransa’nın geri kalan kısmında hızla yayılır. İkinci Viyana Kuşatmasını kaybeden Trüklerin meşhur içeceği Avrupa’yı adeta içeriden fetheder. Bir rivayete göre kuşatmanın yarılmasından sonra Franz Georg Kolschitzinky adlı bir asker Mezifonlu Kara Mustafa Paşa’nın cephaneliğinden çuvallar dolusu kahve tanesi getirir ve bunlarla Avrupa’nın ilk kahve dükkanını açar.Croissant da ilk defa bu dönemde pişirilir. Fransızca ‘da ay demek olan croissant bayraklarındaki sembolü ay olan Türklerin yenilgisini kutlamak için pişirilir ve kahveyle beraber servis edilir. Böylece Viyana sırtlarında Türkleri ilk defa yenen Avrupa orduları bu zaferi Türklerin iki sembolü yani ay şeklindeki çörek ve Trük kahvesiyle kutlarlar.
Goethei islam kültürüne olan hayranlığını gizlememiş ve ünlü Doğu-Batı Divanı’nı, Fars islam edebiyatının büyük simalarından Sa’di Şirazi’ye ithaf etmiştir. Edebi ilginin ötesinde Goethe islam dinine ve onun Peygamberine karşı da muhabbet beslemekteydi.
Siyaset ve diplomasinin yanı sıra Osmanlılar ile Avrupalılar arasındaki ticari, kültürel ve sanatsal ilişkilerin önemli merkezlerinden biri de Pera’dır. Cenevizlilerin 13.yy dan itibaren yerleştiği Pera semti, İstanbul’un göbeğinde adeta küçük bir İtalyan kolonisiydi. Galata Kulesi, taştan evleri, kiliseleri ve piazetta ile Pera ve sakinleri İstanbul’un fethi sırasında tarafsız kalmış ve gelişmelere göre tavır almıştır. Pera fetihten sonra da müstakil kimliğini muhafaza etmiş ve İstanbul’daki küçük Avrupa olarak var olmaya devam etmiştir.
Da Vinci Haliç üzerine yapılmak üzere Bayezid’e mektup ve çizimler göndermiş olup bugün Topkapı Sarayı arşivinde bulunmaktadır.
1506’da Sultan Bayezid bu sefer Michelangelo’yu İstanbul’a davet ederek Haliç üzerindeki köprüyü yapmasını istediği rivayet edilmektedir. Bunun üzerine Michelangelo İstanbul’a giderek Sultanın hizmetine girmeye karar verir. Hatta kendisine zulmeden Papaya karşı kaleme aldığı eserini Türkiye’den yazan Michelangelo’nuz imzasıyla bitirir. Büyük ressam ve heykeltraşın gerçekten İstanbul’a gitmeyi kafaya koyduğunu duyan Floransa sancaktarı Soderini Türk için yaşayacağına, Papanın yanında öl, daha iyi! diyerek onu kalmaya ikna eder. İşi sağlama almak için sanatçıyı Floransa Senyörlüğü’nün resmi Roma elçisi olarak atar.
Kudüs’te barış ve adaleti tesis etmeye çalışan Salaheddin Eyyubi,siyasi ve dini bütün tarafların takdirini toplar. Ortaçağ da en iyi bilinen müslüman kahraman haline gelir, yer yer Hristiyan şövalye olarak anılır. Dante, Salahaddin’i Limbo’ daki erdemli paganlar arasına yerleştirir. Walter Scott’ın The Talisman adlı eserindeki Salahaddin betimlemesi, Kudüs fatihine gösterilen romantik ilginin dikkat çekici örneklerinden biridir. Ridley Scott ‘ın Cennetin Krallığı(2005) filminde Salahaddin, tarihi gerçeklerle uyumlu bir şekilde adil ve dirayetli bir komutan olarak tasvir edilir.
Hristiyanlar açısından asıl şaşırtıcı olan husus, Kur’an da Hz.İsa ve Hz.Meryem’e geniş bir yer verilmiş olmasıdır. İslam, Hz.İsa’yı tanrının oğlu değil elçisi olarak görür. Kur’an da Hz.İsa’nın çarmıha gerilmesi hadisesini de farklı şekilde açıklar. Kur’an ın yorumuna göre Hz.İsa çarmıhta ölmemiş Allah2ın katına yükselmiştir. Çarmıh sembolizmi üzerinden üretilen trajik teolojinin islam da yeri yoktur.
Yunan mitolojisindeki meşhur bir hikayeye göre Zeus, Finikeli bir asilzade olan Europa adlı genç bir kıza aşık olur. Europa’nın çok sevdiği beyaz bir boğa şekline girerek ona yaklaşır. Boğayı gören Europa, hayvanın yanına gelerek onunla oynamaya başlar ve sonra ona biner. Bunu fırsat bilen Zeus kanatlarını açarak havalanır ve Europa’yı kaçırır. Bir rivayete göre Zeus, Europa’yı Girit adasına getirir ve burada gerçek kimliğini açıklar. Bir başka rivayete göre ise, kaçırıldığını anlayan Europa, Zeus’a kendisini bırakmasını aksi halde atlayacağını söyler. Çığlıklarına cevap alamayan Europa, kendini beyaz boğa suretindeki Zeus’un üzerinden boşluğa bırakır. Düştüğü yer bugün Avrupa toprakları olarak bilinen yerdir.
Ötekine bakarken, aslında aynada kendimize bakarız.
insanlar sadece kullanma ihtiyacı duydukları şeylere isim verirler;böyle bir kelimeye ihtiyaç olmadığında,ona duyulan ihtiyaç da ortadan kalkar.
Ötekine bakarken aslında aynada kendimize bakarız.
Ah! Yarımadada İslam’a göz değdi, yağdı bela yağmur gibi.
Şimdi o canım Endülüs şehirlerinde, İslam’ın ne namı bar ne nişanı;
Sanki hiç olmamıştı, sanki baştan beri yoktu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
”Öteki ” hakkında gözlem yapmak bizi her zaman ve zorunlu olarak ötekileştirici ve dışlayıcı bir tutuma sevk etmez. ”Ben ” ile ”Öteki ” arasında bulunan fark yahut mesafe, bakış açımıza göre bizi dost ya da düşman yapabilir. ”Öteki ” karşısında ”ben ”i inşa eden unsurlar, idrakimizi karartan bir duvara da dönüşebilir, bizi özgürleştiren ve yeni dünyalara açılan bir kapı da olabilir. Mesele, kendimizin müstakil ve muktedir bir özne olduğunu kabul etmekle ilgilidir. Gadamer’in ”ufukların tedahülü ” olarak ifade ettiği düşünceyi hatırlayacak olursak, ”ben ” ile ”öteki ”nin sahip olduğu farklı ufuklar bir noktada buluşarak daha geniş ufukların ve renklerin keşfedilmesine imkan sağlayabilir. Özneler arasındaki ”anlayış/idrak ” ameliyesinin kendisi de ufukların füzyonu ile mümkün hale gelir. Dahası bir meseleyi anlamak demek, ancak karşımızdakinin de söyleyecek şeyleri olduğunu kabul ettiğimiz zaman mümkün hale gelir.
Bir sorunun ötekileştirilmesi, onun dışarıda, ötede, başka yerlerde ve ihdas edilmiş ”ötekiler ” ve korkular üzerinden tartışılması anlamına gelir. Bu zihni ve vicdani bir rahatlık sağlamanın en emin yollarından biridir.
Batı düşüncesi -belki de diğer geleneklerde olduğu gibi- kendi sorunlarını yansıtabileceği bir ayna olarak ”İslam sorunu ”nu inşa etmiş görünmektedir. Demokratik katılım, eğitim, işsizlik, göç, ırkçılık, ailevi ve dini değerlerin aşınması vb. konuları ele alırken, bunların mütemadiyen İslam ve Müslüman topluluklarla ilişkilendirilmesi, aslında İslam ve Müslümanlardan ziyade Batı’nın ”ben ” tasavvuruyla ilgili bir konudur.
Dindar ve seküler Avrupalılar, Hz. Peygamber başta olmak üzere Müslümanların bütün kutsallarına vahşice saldırırken, hiçbir Müslüman Hz. İsa yahut havariler aleyhine tek bir söz etmemiştir. Tersine Müslüman Doğu, belki de fazlasıyla naif bir şekilde ve beyhude bir çabayla, hep uzlaşı ve barış yollarını aramıştır. Batı’nın temsil ettiğini ileri sürdüğü hak ve adalet, insanlık ve medenilik bu değilse, nedir?
İslam dünyasına musallat olan taklit ve teslimiyet hastalığına şiddetle karşı çıkar. Avrupa toplumlarının tükettiği maddi değerler, kazanma hırsı, yayılmacılık ve ben-merkezcilik zaten büyük felaketlere yol açmış durumdadır. İslam dünyası bu hataları tekrar etmek yerine, akıl ve erdeme dayalı bir hayat inşa etmek için kendi öz kaynaklarına yönelmeli ve giderek yıkıcı, provan ve rölativist bir nitelik kazanan modern dünyada kendi değerlerine sahip çıkmalıdır.
”Hayatında büyük bir Avrupa şehri gören bir adam, kendini sonradan göreceği bütün büyük Avrupa şehirlerini evvelden görmüş sayabilir: Bu şehirler o kadar birbirinin eşidir. ” Haşim’in ironik üslubu , bu hükmün hayranlık mı, yoksa istihza ifadesi mi olduğunu kolayca ele vermez. Fakat yazarımız bir konuda kesin konuşur: ”Almanya pembe ve büyük bir elmadır. Fakat içi kurtludur. ” Ahmet Haşim’in gözüyle Avrupa, biçimi özün yerine ikame etmiş yeni bir yaşam tarzının habercisidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Afrika kökenli (zenci) Müslümanlar, dini kimliklerinin yanı sıra beyaz ırkçılığına karşı da mücadele ettikleri için Amerikan toplumunun geneli tarafından şüpheyle karşılandılar. Muhammed Ali ve Malcolm X gibi isimlerin İslam Milleti (Nation of Islam) hareketine katılması, geleneksel İslam karşıtlığının ırkçılıkla birleşmesine neden oldu. Böylece etnik olarak İslam’ı daha ziyade Araplar ve Türklerle özdeşleştiren Amerikan toplumu, bu sefer yeni bir olgu ile karşı karşıyaydı: Siyahi İslam. Amerika’da ırkçılık ve ayrımcılık karşıtı sivil haklar hareketinin uzun ve zorlu tarihi dikkate alındığında Afrikalı-siyahi İslam konusunda yaygın önyargıların ve hasmane tutumların bugün dahi devam ediyor olmasına şaşırmamak gerekiyor.
Modern insan, varlığın ve hayatın anlamına ilişkin en temel ve evrensel sorular karşısında hayatî derecede yanlış tercihlerde bulunmaktadır.
Tarih bizden tamamen bağımsız, ölü bir kronolojiler yığını olmadığı gibi, bütünüyle keyfi değerlendirmelerimize ve ihtiyaçlarımıza göre şekil alan bir bukalemun da değildir.
‘Oysa biz Türkçe olarak ”iki kere iki dört eder ” dediğimizde lafız olarak milli, mana olarak evrensel bir hakikati dile getirmiş oluruz. Aynı şey başka dillerde, başka kültür zeminlerinde ifade edilen hakikatler için de geçerlidir. Türk modernleşmesinin çoğunlukla yaptığı gibi başkalarının lafzını evrensel diye kabul ettiğimizde, kendi lafzımızdan da iştirak ettiğimiz külli manadan da kopmuş oluruz. ”
İrfan, nefs terbiyesi, olgunluğa açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Kültür, irfana göre katı ve fakir. İrfan, insanı insan yapan vasıfların bütünü, yani hem ilim, hem iman ve hem de edep.
Bir hakikat arayışı olarak felsefe bir elit lüksü değil, dinî vecibedir.
Tarih hiçbir zaman sadece geçmişe ait bir şey değildir. Tarih, bizimle ve bugünle birlikte yaşamaya devam eder. Onu anlamlı ve yaşayan bir gerçeklik haline getiren, kendi müstakil kimliği kadar bizim bugün kendimize, evrene ve varlığa nasıl baktığımızdır.
Türklere saldıran kişi , karşısında birlik ve beraberlik içinde hareket eden bir millet bulur.
Avrupalılar, bir din olarak İslam’ı , bir kültür ve medeniyet olarak İslam’dan ayırmış; birincisine şiddetle karşı çıkarken , ikincisine hayranlıkla yaklaşmış ve ondan etkilenmiştir.
Bilim tarihçileri, Kopernik sisteminin Nasiruddîn et-Tûsî ve İbn Şâtır gibi bilim adamlarının geliştirdiği modellerden etkilendiğini kabul etmektedir.
Dünya da hiçbir millet yabancıların icatlarından istifade etme konusunda Türkler kadar elini çabuk tutmamıştır
Lamartine, Türklerin ‘hoşgörü sahibi tek halk olarak görür.
Türklerin aşkı, sevdayı ve sevgiliyi anlatmak için kullandıkları dil, büyük bir medeniyetin ve zengin bir gönül dünyasının tezâhürüdür.
Bayan Montagu,
Osmanlı kadınlarının Avrupa kadınlaŕından daha özgür ve güvenli olduğunu söyler. Múslüman kadınların asalet ve zarafetinden hayranlıkla bahseder.
19. Yüzyılda Avrupa emperyalizmine karşı direnişin temel dayanak noktası, İslamî uyanış hareketleridir.
Osmanlı’da ittihâd-ı İslam ve İslamcılık fikrinin yayılmasının temel sebeplerinden biri, Avrupa’nın Osmanlı Hristiyanlarına yönelik tasarruflarda bulunmak istemesi ve İslam ülkelerini sömürgeleştirmeye çalışmasıydı.
İslâm’ın kendi dışındaki toplum ve kültürlere adeta yasak ve hummalı gözüyle baktığı iddiasını ne teolojik ne de tarihi verilerle temellendirmek elbette mümkün değil.
Tevhîd inancı ve adalet ilkesi , İslâm düşüncesinin ve hayatının her alanını kapsar.
Toprak ile düşünce arasında sağlam ve sağlıklı bir ilişki kurmak, düşünce ufkumuzu daraltmak demek değildir. Tersine toprak, bize köklerimizi hatırlatır; nereden beslendiğimizi gösterir. Fakat her kökün amacı açık bir ufka doğru yönelmek ve yükselmektir. Kökler bizi sınırlamaz, tersine özgürleştirir; zira sağlam köklere sahip olmadan semâya doğru yükselmek mümkün değildir.

Kök ile ufuk arasında doğru ve dinamik bir ilişki kurmak, aynı zamanda birey ile topluluk, akıl ile erdem, zihin ile duygu, özgürlük ile disiplin, değişim ile süreklilik arasında doğru ilişkiler kurabilmek demektir.

Mehter müziği, Avrupalıların duyduğu ilk ve belki de tek Türk müziği türüydü. Askeri yürüyüşlerde ve muharebe meydanlarında çalınan Mehter müziği, Mozart, Beethoven ve Haydn gibi müzisyenler, orkestra için yaptıkları bestelerinde sert, haşin, vurgulu ve yüksek volümlü bölümlere yer verdiklerinde, bu genellikle Mehter müziğinden esintiler olarak yapmışlardır.
Kahve kelimesi, bir iştikaka göre Arapçada iştah kesen manasında Kahy kökünden gelmektedir.
Müslümanların kısa sürede büyük bir medeniyet inşa ettiği doğrudur.
Cem, ile Philippine ( güzel helen) olan aşkları giderek şiddetlenir.
Farsça kökenli dülbend kelimesinden yüretildiği tahmin edilen lale, sarık biçimdeki çiçek anlamına gelmektedir ve Batı dillerindeki Tulip kelimesi de buradan gelmektedir.
Cem, Osmanlı henedan mensupları arasından hacı olan ilk ve tek şehzade/sultandır.
Fatih, batılı bir ressama portresini yaptıran ilk Osmanlı padişahıdır.
Bellini’nin 25 kasım 1480’de tamamladığı Fatih portsi, Rönesans sanat akımlarının izlerini taşır ve realist kimliğiyle öne çıkar..
Bellini, Fatih’in sarığını ve üzerindeki kıyafetleri Osmanlı Sultanının ihtişam ve zerafetini yansıtacak şekilde çizer..
Jean Bodin, 1576’da Roma’nın gerçek varislerinin Osmanlılar olduğunu söyler:
Hristiyanların elinden Bizans’ı, impadatorluğun başkentini aldıktan sonra, Perslerden de Babil bölgesini alan.. Roma’nın eski eyaletlerine Tuna ötesine diyarı da ekleyen Türklerin sultanını, Roma Imparatorluğu’nun mirasçısı olarak görmek çok daha adil olurdu.
12. Yüzyıl Rönesansı, Islam kültür ve medeniyetinden derin etkiler almıştır..
Zira bu dönemde Avrupada yapılan tercümeler Yunancadan değil Arapçadan yapılmıştır..
Müslüman Endülüs, Ortaçağların karanlığı nda bir gece lambası gibi Güney Avrupa’yı aydınlatmıştır.
Kurtuba Camii ve Gırnata Sarayı, bu gün hâlâ Güney Avrupanın en gözde mimari eserleri arasında yer almaktadır.
İtalya’nın Sicilya adasında köklü bir Müslüman Kültürü gelişmiş ve bilim, düşünce ve sanat alanlarında önemli eserler vücuda getirilmiştir. İslam felsefe ve bilimi, Kurtuba, İsbiliye ve Gırnata gibi şehirlerde zirveye ulaşmış, yer yer doğu İslam topraklarını da etkilemiştir.
Akıl sahibi varlıklar olarak aramamız gereken hakikat, görünen sûretlerin ötesindedir.
Batı Medeniyeti üç temel üzere inşa edilmiştir; Yunan düşüncesi, Roma kültürü, Hristiyan teolojisi ve ahlak.
Müslüman Endülüs, ortaçağların karanlığı nda bir gece lambası gibi Güney Avrupa’yı aydınlatmıştır.
Avrupalılar, bir din olarak İslam’ı, bir kültür ve medeniyet olarak İslam’dan ayırmış, birincisine şiddetle karşı çıkarken, ikincisine hayranlıkla yaklaşmış ve ondan etkilenmiştir
Hikmet, Yunanlıların zihnine, Arapların diline, Farisilerin kalbine, Çinlilerin eline indirilmiştir.
Türklerin savaşçı bir millet olduğu ve İslam’ın bayraktarlığını yaptığı inancı öylesine kök salmıştır ki, Avrupa muhayyelesinde Türkler ile kültürü, sanatı, medeniyeti, felsefeyi, hatta diplomasiyi ve siyaseti bir arada düşünmek adeta imkansız hale gelmiştir.
‘Öteki’ ile ilişki özünde dışlayıcı, düşmanlaştırıcı, yıkıcı ve yok edici bir ilişki olmak zorunda değildir. Tersine, ‘öteki’ ‘biz’i/’ben’i zenginleştirir; Kendimizi başka aynalarda görmemize imkân sağlar. Bize yeni keşif ve inşa imkanları sunar. Daha da önemlisi ‘öteki ile ilişki, kendimizi keşfetme ameliyesi ile yakından irtibatlıdır.
Asıl tehlikeli olan, Batı’yı bir günah keçisi ilan edip İslâm dünyasının kendi sorunlarını ötelemek ve onlarla yüzleşmekten kaçınmaktır. Bu tavır bir fayda sağlamadığı gibi, sonuçta bizi zihnî tembelliğe, ahlaki konformizme ve sahte bir güven duygusuna götürür. Tarihî ve güncel gerçeklikler dikkate alındığında, hem İslâm hem de Batı toplumlarının eş zamanlı olarak aynaya bakması ve muhasebe yapması gerekiyor
”Oysa biz Türkçe olarak ”iki kere iki dört eder ” dediğimizde lafız olarak milli, mana olarak evrensel bir hakikati dile getirmiş oluruz. Aynı şey başka dillerde, başka kültür zeminlerinde ifade edilen hakikatler için de geçerlidir. Türk modernleşmesinin çoğunlukla yaptığı gibi başkalarının lafzını evrensel diye kabul ettiğimizde, kendi lafzımızdan da iştirak ettiğimiz külli manadan da kopmuş oluruz. ”
Michael Scott ve Antakyalı Theodore gibi büyük mütercimler, onun döneminde Sicilya’da önemli tercümelere imza atarlar ve İslâm medeniyetinin Latin Avrupaya aktarılmasında kilit bir rol oynarlar.
Hamidullah gibi bazı islam tarihçileri, İdrisi’nin Atlantik Okyanusu hakkindaki tasvirlerinin, Müslüman coğrafyacıların Amerika kıtası hakkında Kolomb’tan çok daha önce detaylı bilgilere sahip olduğununu gösterdiğini ileri sürmüşlerdir.
İdrisi’nin coğrafya kitapları ve haritalar, döneminin en önde gelen bilimsel çalışmalarıydı. El-me’mün dòneminde gelişen ve Batlamyus haritacılığını esas alan İdrisi, dünyanın yuvarlak/dairevi olduğunu ilkesinden hareket etmiş ve kuzey ve güney uç bölgelerini sferik dünya tasavvuruna göre belirlemiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir