İçeriğe geç

Belirsizlik ve Değişimle Beraber Güzel Bir Hayat Kitap Alıntıları – Pema Chödrön

Pema Chödrön kitaplarından Belirsizlik ve Değişimle Beraber Güzel Bir Hayat kitap alıntıları sizlerle…

Belirsizlik ve Değişimle Beraber Güzel Bir Hayat Kitap Alıntıları

&“&”

.. bir duygu hissettiğimizde bunu düşüncelerimizle besliyor, bir buçuk dakika sürmesi gereken bir şeyi 10 ya da 20 yıl uzatabiliyoruz.
Dünyadaki tüm savaşlar, tüm nefret, tüm cehalet, bizim fikirlerimize bu kadar güvenmemizden kaynaklanmaktadır.
Şefkat egoyu tehdit eder.
Bugün toplumumuzdaki rekabet, acı verici düzeydedir. Bunu siyasette, sporda, iş dünyasında ve hatta arkadaşlıklarda bile görürüz.
Her şeyin daima değişmekte olduğu bir dünyada geçici zevklere tutunmaya ve rahatsızlıklardan kaçınmaya çalışırız.
Kaba bir söz ya da iğneleyici bir yorum, küçümseyici ya da beğenmez bir surat ifadesi, saldırgan vücut dili; bunların hepsi zarar vermenin farklı yollarıdır.
Görüş ve fikirlere yapışmak, sürekli haklı olduğunuzu düşünmek ve başkalarına bunu dayatmak sizi sonsuza kadar çıkmazda bırakır.
Hepimizin aşina olduğu kaçışlar vardır: televizyon karşısında oturup kalmak, sürekli e-postalarımızı kontrol etmek, akşam eve gelip üç,dört ya da altı kadeh içki içmek, fazla yemek, fazla çalışmak, gevezelik etmek, amaçsızca çene çalmaktır.
Ne tutsak ne de tamamen özgürüm.
.. bir duygu hissettiğimizde bunu düşüncelerimizle besliyor, bir buçuk dakika sürmesi gereken bir şeyi 10 ya da 20 yıl uzatabiliyoruz.
Hayat denize açılıp batmak üzere olan bir tekneye binmek gibidir.
“Düşündüğünüz hiçbir şeye inanmayın.”
Budizim’de dönüp dolaşıp aynı yere gelmek ve aynı örüntüleri tekrarlamaya samsara denir. Ve samsara acıya eşittir.
Yaşamak emin olamamak,sırada ne olduğunu ya da nasıl olduğunu bilememektir. Nasıl olduğunu bildiğiniz anda ölmeye başlarsınız.
Bu dünya, tamamen saf
Olduğu gibi. Korkunun ardında,
Savunmasızlık. Bunun ardında,
Üzüntü,sonra şefkat
Ve bunun ardında engin gökyüzü
Dilerim hepimiz, ne acının ne de zevkin, yolculuğumuzun sonu olmadığını öğreniriz. Bunların ikisini birden, aslında hepsini, aynı zamanda tutabilir ve bu Don Kişoduk gerektiren, öngörülemez, çalkantılı ve sarsıcı, canlandırıcı ve heyecan ve­rici çağda yaşanan her şeyin, kutsal dünyada uyanmaya açılan birer kapı olduğunu hatırlayabiliriz.
Savaşçının çığlığı şöyledir: Bize ihtiyaç var." Bu yolculuğu kendimiz için, sevdiklerimiz için, düşmanlarımız için ve diğer herkes için yaparız. Hepimiz aynı gezegeni paylaştığımıza göre, onu yok edecek şeyler yapmaya devam etmek deliliktir.
elimizden gelen her yolla bun­lardan kurtulmaya çalışırız. Ama dayanaksızlık kaçınmamız gereken bir şey değildir. Böylesi rahatsız edici bulduğumuz bu duygu, ona kendimizi açtığımızda büyük bir ferahlık, tüm kısıtlamalardan kurtuluş olarak deneyimlenebilir.
Duygularınızı dolaysız ve özveriyle hissedin ve güçleriyle si­zi açmalarına izin verin."
Yavaş yavaş, duygularının ortaya çıkmasına, yoğunlaş­masına ve geçip gitmesine izin verdikçe, o yoğun suçluluk ve başarısızlık duygusu hafiflemeye başlamış ve üç yıldır ilk kez tüm gece boyunca uyuyabilmişti.
Elbette genellikle zorluklarla ve sıkıntılarla başa çıkma yöntemimiz bu değildir. Ne kadar zor ya da acı verici olursa olsun, her şeyi bir macera olarak görebilen şanslı bir azınlık vardır; ama çoğumuz hayatı böyle göremeyiz.
En zor koşullar altında bile anda kalabilirseniz, durumun yoğunluğu sizi dönüştürecektir. Cehennemin en derin köşelerinde bile uyanabildiğinizi görünce dünyanız çarpıcı bir şekilde değişecektir.
Yaşamın rahatsızlık verici olduğu, tedirgin olduğumuz ve nereye döneceğimizi bilemediğimiz zamanlar anda kalmanın en zor olduğu zamanlardır. Ancak aynı zamanda bunlar anda kalmanın en faydalı olduğu zamanlardır.
Mezarlık, hayatın bizim istediğimiz gibi değil, tam da ol­duğu gibi oluşunu simgelemektedir.
Kulağın duyduğu her şey boşluğun yankısıdır; ama yine de gerçektir."
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Korkunç bir durumu güzel göstermek mümkün değildir. Ama bunun verdiği acıyı başka insanlarla aynılığımızı fark etmek için kullanabiliriz.
Kendimize yardım ederek dünyaya yardım ederiz.
Bunun tam tersi bir yaklaşım benimsememizin zamanı geldi: Kötülüğü içeri al ve dışarı iyilik ver. Bu şefkat, acıma ya da güçlünün zayıfa yardım etmesi değildir; eşitler arasında, birbirine karşılıklı destek olma ilişkisidir.
Dünyanın acısı kalbimizi delip geçer; ama hayatta olmanın güzelliğini asla unutmayız.
Sevdiğimiz birini kaybederiz ve bu bizi yas tutan herkese bağlar. Uyku tutmadığında uyanık bir şekilde yatakta yatarız ve bu bizi uyanık bir şekilde yataklarında uzanan sayısız insana bağlar.
Karşılaştığımız her tür direnç, bu egzersize bir ferahlık duy­gusu katmanın ne kadar önemli olduğuna işarettir. Bunun bir yolu, gökyüzü kadar engin bir alana doğru nefes verdiğinizi hayal etmektir.
Hayat, tekrar denememiz için fırsatlarla doludur.
Acımızla anda kalabildi­ğimiz ölçüde bizi kışkırtan biri ile yan yana durabiliriz. Acıyı ne pahasına olursa olsun kaçılacak bir şey olarak değil, bizi dönüştürebilecek bir şey olarak görmeye başlarız.
Kanser olduğumuzu öğrenir, tüm kanser hastalarının korku­sunu, inkarını ve acısını içimize çekip, hepsine ferahlık gönde­ririz.
Chögyam Trungpa’nın gerçek üzüntünün kalbi" olarak adlandırdığı şeyle bağlantıya geçmeyi kabul ettiğimizde, bize en büyük dersleri veren bu çözümsüz görünen ilişkidir.
Muhtemelen başarılarımızdan öğrendiği­mizden daha fazlasını hatalarımızdan öğreniriz. Bir şeyin işe yaramadığını fark etmemiz ve en önemlisi, bunu kişisel alma­mamız gerekir. Bunun yerine, Chögyam Trungpa’nın tavsi­yesine uyabiliriz: Hayatınızı bir deney gibi yaşayın. Olaylara Bu durumda neyin faydalı olacağından emin değilim ama şunu deneyeceğim" tavrıyla yaklaşın. Bazen sonuç "Vay be, gerçekten işe yaradı!" olacaktır. Ama böyle olmasa bile bir şey öğrenmiş oluruz ve artık başka bir şey deneyebiliriz.
Önce ana gel. Şu an sana neler olduğuna bak. Bedeninin, enerji niteliğinin tamamen farkında ol. Düşünce ve duy­gularının farkında ol.
Sonra, istersen elini gerçekten göğsüne koyarak, kalbini hisset. Bu o anda kendini olduğun gibi kabul etmenin, Bu benim şu anki deneyimim ve bunda bir sorun yok." deme­nin bir yoludur.
Sonra hiçbir beklentin olmadan bir sonraki ana geç.
….Hala orada duruyor. demiş. Fakat bu duygu artık onu aşağıya çekmiyor, insanlara elinden gelen her şekilde faydalı olabilmek için çalışmaya devam etmesini sağlıyormuş.
Kapıyı ta­mamen açmadıkça olmaz diye düşünmektense, o kapıyı açmaya devam etme yönünde güçlü bir niyetle yola çıkar ve yavaş yavaş, sahip olduğumuzun farkında bile olmadığımız bir içsel güç hazinesine erişiriz.
Aslında bizler daima iki arada bir derede, daima süreçte­yizdir. Asla tam olarak varamayız. Yaşamlarımızın dinamizmi ile anda olduğumuzda, aynı zamanda geçicilik, belirsizlik ve değişimle de anda oluruz. Anda kalabilirsek, sonunda zevk ya da acımızın nesnelerinde, kazanmada ya da kaybetmede, övgü ya da eleştiride, iyi ya da kötü bir günde, herhangi bir güvence ya da değişmezlik olmadığını, geçici olan, değişime tabi olan hiçbir şeyde asla bir güvence ya da değişmezlik olmadığını anlarız.
Vizyoner dahi Steve Jobs, kanser olduğunu öğrendikten sonra bu dünyevi kaygılardan kurtulma konusunda şunları söylemişti:
Kısa bir süre sonra öleceğimi hatırlamak yaşamda önemli tercihler yaparken bana yardımcı olan en önemli araç oldu. Çünkü neredeyse her şey, tüm dışsal beklentiler, tüm gurur­kar, tüm utanç ve başarısızlık korkuları, ölüm karşısında uçup gidiyor ve geriye gerçekten önemli olan şey kalıyor. Öleceğinizi hatırlamak, kaybedecek bir şeyiniz olduğunu düşünme tuzağından kaçınmak için bildiğim en iyi yol. Zaten çıplak­sınız. Yüreğinizin götürdüğü yere gitmemeniz için hiçbir se­bep yok."
Rekabet, genellikle de amansız bir rekabet, bugün toplumumuzda acı verici düzeydedir. Bunu siyasette, sporda, iş dünyasında ve hatta arkadaşlıklarda bile görürüz. Acı verici sonuçları da ortadadır.
Ne bastırarak ne de reddederek, iki uç arasında, evet ile hayır, doğru ile yanlış, gerçek ile yalan arasında ortada kalırız. Bu, acımıza karşı iyi yürekli ve cesur bir hoşgörü geliştirme yolculuğudur. Demlenme, içsel gücümüzü kazanmanın yollarından biridir.
Kaba bir söz ya da iğneleyici bir yorum, küçümseyici ya da beğenmez bir surat ifadesi, saldırgan vücut dili; bunların hepsi zarar vermenin farklı yollarıdır
Bu acı verici bir deneyim olabilir. Kendimizi olmak istediğimiz ya da olmamız gerektiği gibi değil, tam olarak şu an olduğumuz gibi kabul etmenin önemini ne kadar vurgulasam azdır. Ken­dimize ve yaşanan her şeye karşı yargısız bir açıklık geliştirerek, şaşırarak ve sevinç içinde, yaşamın asla tam olarak sabitlene­mezliğini samimiyetle kabullendiğimizi, onu artık bir düşman değil bir dost, bir öğretmen ve bir destekçi olarak deneyimle­diğimizi görürüz.
Yaşam filminde neler olup bittiğini seyrederken bedenimizin içinde anda olmamıza izin verir.
Hissettiğiniz her ne ise, onu iyi ya da kötü diye etiketlemeden, kendinizi böyle hissetmek ya da hissetmemek gerektiğini söylemeden, olduğu gibi olmasına izin verebilirsiniz. Olanla, sevgi ve kabulleniş yoluyla bağlantı kurduktan sonra, merak ve cesaret ile devam edebilirsiniz. Bu üçüncü adıma ben atlamak" diyorum.
Ve sadece zarar vermemeye yemin etmeyiz," der Patrul Rinpoche; "tersini de taahhüt ederiz: Yardım ederiz. Şifa ve­ririz. Başkalarına faydalı olmak için elimizden geleni yaparız.
Giydiğimiz kıyafetlerin, yediğimiz yemeklerin üretimi için sayısız canlı zarar görür. Yürüdüğünüzde bile bazı varlıklar zarar görür. Kim yürürken sayısız minik böceği ezme suçunu işlememiştir?" diye sorar. Durumunuzdan kaçış yoktur; çünkü tüm varlıklar karşılıklı bağlantılar içindedir. Fark yaratan şey zarar vermeme niyetinde olmamızdır.
Gökyüzünün sınırsızlığını deneyimlemek istiyorsak bu bulutlar hakkında meraklı olmamız öğretilir. Bulutlara dikkatle baktığımızda dağılacaklar ve engin gökyüzü görünecektir. Gökyüzü aslında hiçbir yere gitmemişti, hep ordaydı; ama gelip geçici ve de­ğişken bulutların arkasında bir süreliğine bizden gizlenmişti.
Dikkatimizi vermemiz gereken şey filmimizin içeriği değil projektördür. Acımızın kaynağı yazdığımız hikaye değildir; bu hikayeyi yazma eğilimimizdir.
İşte sınavınız budur. Maskeleri indirme, kendimizi bırakma, zihni ve kalbi açma süreci budur.
Tercih yapmak bizim elimizde. Her şeyi olduğu gibi
kabul etmediğimiz için tüm hayatımızı çile içinde geçirebilir, ya da insanın taze, sabitlenmemiş ve tarafsız durumunun açık uçluluğunu kabullenip rahatlayabiliriz.
Biz insan olmanın kaçınılmaz muğlaklığından uzaklaşmaya çalışıp durur ve başarısız oluruz. Bundan kaçmak değişimden kaçmak ya da ölümden kaçmak kadar imkansızdır. Çilemizin sebebi bu kaçışsızlık gerçeğine verdiğimiz tepkidir; egoya ya­pışma ve bundan kaynaklanan tüm dertler, kendi derimizin içinde rahat etmemizi ve birbirimizle iyi geçinmemizi zorlaş­tıran her şeydir.
Fakat korku ve hoşlanmama gibi duygulardan kaçmak yerine bunlarla birlikte çalışabilmemiz için insan olmanın kaçınılmaz muğlaklığına farklı bir yaklaşım geliştirmek müm­kündür. Hissettiğimiz şeylerle his olarak ilişki kurabilir ve bu hissi iyi ya da kötü diye etiketlemeden kendimizi ona açabi­lirsek, kendimizi geri çekme dürtüsünü hissetsek bile anda kalabilir ve duygunun içine doğru ilerleyebiliriz.
Shantideva, fiziksel acı yoluyla çektiğimiz çilenin tamamen kavramsal olduğunu söylemiştir. Bu çile, acı hissinin kendi­sinden değil onu nasıl gördüğümüzden kaynaklanmaktadır.
Burada fiziksel hissin kendisi iyi ya da kötü değildir. Onu iyi ya da kötü yapan bizim yorumumuzdur.
Rahatsızlıktan kaçınmaya çalışmak yerine kendimizi ona tamamen açarız. Acı hissini kabul etmeye başlar, zihnimizin uydurduğu hikayeye takılıp kalmayız: Bu çok kötü; böyle hisset­memeliyim; ya bundan asla kurtulamazsam…
Fakat Buda Çilemizin sebebi geçiciliğin kendisi ya da öle­ceğimizi biliyor olmamız değildir," der. Gerçek sebep duru­mumuzun kaçınılmaz belirsizliğine karşı direnmemizdir. Bizi rahatsız eden ayağımız sağlam zemine basmaya, daima iyi olma hayalimizi gerçekleştirmeye yönelik çabalarımızdır. Değişime karşı koyduğumuzda buna çile çekmek denir. Tamamen ken­dimizi akışa bırakabildiğimizde ve buna karşı koymadığımızda, durumumuzun dayanaksızlığını kabullenip bu dinamik du­rumda rahat olabildiğimizde ise buna aydınlanma ya da gerçek doğamıza,özümüzdeki iyiliğe uyanma denir. Bunu ifade etmek için kullanılan diğer bir sözcük ise kurtuluştur; insan olmanın kaçınılmaz muğlaklığına karşı mücadele etmekten kurtuluş.
Biz farkında olsak da olmasak da, zemin daima kayar. Hiçbir şey kalıcı değildir; biz de değiliz. Muhtemelen çok az insan her an Öleceğim," düşüncesiyle yaşar; ama bu düşün­cenin ve korkunun bizi sürekli takip ettiğine dair bol miktarda kanıt bulunabilir. Shantideva "Ben de kısa ve geçici bir şeyim," gözleminde bulunmuştur
Karşılaştığımız her şeyi, iyi ya da kötü, keyifli ya da acı verici olsun, uyanmış enerjinin bir belirtisi olarak görme taahhüdüdür. Her şeyi ve herhangi bir şeyi, daha fazla uyanabilmenin aracı olarak görme taahhüdüdür.
Geçicilik karşısında duyduğumuz bu kaygı ya da bulantı, aslında bazılarımıza mahsus değil; bu insanlığın dört yanını sarmış bir durum. Peki acaba yaşamın bu muğlaklığı ve belirsizliği karşısında cesaretimizi kaybetmek yerine, onu ka­bullenir ve burada rahat olabilsek nasıl olurdu? Evet, durum bu, insan olmak böyle bir şey" desek ve oturup bu yolculuktan keyif almaya karar versek nasıl olurdu?
İnsan varoluşunun ahlaki muğlaklığı." Bence bu, hepimizin yapmak durumunda olduğu önemli bir tercihe işaret ediyor. Sadece anlık tatmin verdiklerini bilsek de sabit fikirlerimizin ve ilkel görüşlerimizin sahte güvencesine mi tutunalım; yoksa korkularımızın üstesinden gelip gerçek bir hayat yaşamaya mı başlayalım?
Şunları yapar ya da bunları yapmazsak güvenli, güvenilir ve kontrol edilebilir bir yaşama ulaşacağımızı düşünürüz. İşler planladığımız gibi gitmediğinde ise büyük bir hayal kırıklığına uğrarız.
Biz insanlar etrafımızdaki her şeyin değişmekte olduğunu fark ettiğimiz zamanlarda değişmezlik için çabalama eğilimine gi­reriz. Zor dönemlerimizde, üzerinde durabileceğimiz sağlam bir zemin, öngörülebilir ve güvenli bir yer bulmaya çalışırken, yaşadığımız stres sanki iyice yoğunlaşır. Ama aslında daimi de­ğişim varoluşumuzun doğasında vardır. Biz farkında olsak da olmasak da her şey değişir.
Yaşamak emin olmamak, sırada ne olduğunu ya da nasıl olduğunu bilmemektir. Nasıl olduğunu bildiğiniz anda öl­meye başlarsınız. Sanatçı asla tam olarak bilmez. Biz tah­min yürütürüz. Yanlış tahminlerde bulunabiliriz; ama ka­ranlığın içine adım atmaya devam ederiz.

-Agnes De Mille

Bir şeylere verdiğimiz etiketler onların bize görünen şekilleridir. Yeryüzünün bir bölümünü Çin , Brezilya ya da Birleşik Devletler diye etiketlediğimizde, o toprak parçası yoğun bir duygusal yük taşıyan bir yük haline gelir. Bir şeyi iyi olarak etiketlediğimizde, onu iyi görürüz. Bir şeyi kötü olarak etiketlediğimizde onu kötü görürüz. Sanki bu etiketler gerçekmiş gibi, beğenmeye ve beğenmemeye ya da kimin doğru kimin yanlış olduğuna takılıp kalırız. Ancak insan deneyimi hiçbir şeye tutunamayacağımız, hiçbir şeyin sonsuza kadar belirli olmadığı bir deneyimdir. Gerçeklik sürekli yıkılır. Bu geçiçilik durumunda mantıklı olan tek şey birbirinize el uzatmamızdır.
Bu çağlardır böyledir. Sessiz olanlar eleştirilir. Çok konuşanlar eleştirilir. Ortalama olanlar eleştirilir. Dünyada eleştiriden kaçabilen yoktur. Tamamen eleştirilen ve tamamen onaylanan asla olmamıştır, olmayacaktır ve şu anda da yoktur."
Dışarıdan aldığım onaylar olmadığında, etiketler olmadığında ben kimdim?
Bizler özünde iyi, kaçınılmaz olarak kusurlu varlıklarız.
Gözle görülen herşey boşlukta canlı bir biçimde gerçekdışıdır; ama yine de biçim vardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir