İçeriğe geç

Bedenin Tuzu Kitap Alıntıları – Benoit Groult

Benoit Groult kitaplarından Bedenin Tuzu kitap alıntıları sizlerle…

Bedenin Tuzu Kitap Alıntıları

mutsuzluğun katlanılması en zor yanı, aslında mutsuz olmak değil de, kişinin en aza indirgenmiş kaygısızlık, gülme gereksiniminden ya da dahası, engelleri aşmasına yardımcı olan kurtarıcı çılgın gülüşten mahrum kalmasıdır; o gülüş sayesinde, sıkışıp kaldığımız çemberleri aşıp en korkunç gerginlikleri bile bir iç çekişiyle, soluk soluğa atlatabiliriz. Mutsuzluk, umutsuz bir ciddiyettir.
Otuz yaşıma girerken, kaygısızlık denen o önemli özelliğimi yitirdim. O zamana dek, ölümlü olduğum gerçeğini tümüyle göz ardı ederek yaşamıştım, daha da kötüsü, dayanıksız olduğumu, bedenimin benim kuralımı reddedip kendi kuralını kabul ettireceğini görmezlikten gelmiştim. Yine o zamana dek, üzüntü dahil, yaşadığım her şey, ilk olmanın hoşluğunu taşıyordu.
Onsuz yaşamak felaket olacaktı ve onun için defalarca ağlayacaktım, onun söylediği gibi.
Kendine ihanet etmemek için arada bir başkalarına ihanet etmesini bilmek gerekir.
Tutkunun yerini hiçbir şey alamaz.
Yirmi yaşındayken her şey istenebilir ve mantıklı olarak her şey umulabilir. Otuz yaşında, hâlâ bunun elde edileceği düşünülür. Kırk yaşına gelindiğinde, çok geç kalınmıştır. Yaşlanan; insanın kendisi değil, içindeki umuttur.
Ne zaman senden ayrılsam, sanki içimde bir şeyler ölüyor.
İnsanlar artık sizi etkilemez olduğunda, onları daha kolay idare edebiliyorsunuz ve artık onları sevmez olduğunuzda, kendinizi sevdirebiliyorsunuz.
Tenlerimiz altında garip insanlar saklıyoruz. Ama yasalar, hep aynı kişiler tarafından yapılmıyor.
Daha doğrusu bitmeyen aşkı, bitmek bilmeyen arzuyu, onunla kendisi arasındaki bu hafif hava titreşimini, birlikte geçirdikleri anlara paha biçilmez bir değer katan bu yaşam nabzını seviyor.
Aslında, iddia edilenin tersine, sevişmede kendini veren, erkektir. Erkek boşalıp tükendikçe, kadın açılıp saçılır.
Öyle deyimler var ki, en beteri ya da en terbiyesizi olmasa bile, insanı öfkeden çıldırtır.
Varlığınızın en bilinmeyen yanına neyin uygun düştüğünü bilmek için, zaman gerek, çeşitli erkekler gerek. O zaman da, size uyanın, yaşayanlar arasında bulunmadığını anlıyorsunuz.
Yaş ilerledikçe, gerçek sandığımız kişiliğimizin içinde, eski kişiliklerimizi boğmaya çalışırız. Ancak onların hepsi, bütün tazelikleriyle gün ışığına çıkmak için, harekete geçirici bir hareket, bir rastlantı beklerler.
Onun yanındayken, uykum bile farklı oluyor.
Başarı Yalnızca sizi gerçekten seven kişinin karşısında, özsaygısını yaralamadan ya da kinine neden olmadan üstünlüğünüzü gösterebilirsiniz.
Güçlü olan, asla başarısız kalmaz. Ve kadın ya da erkek, yeterli ölçüde insanla ilişkide bulunulmazsa, aşkın neresinde durmak gerekir, bilinemez. İçimizde bir sürü yabancı kadın uyuyor ve bunların birçoğu asla uyanamayacak.
Bir dişin eksik olması korsan havası verebilir ama iki diş eksik olursa, dedeye benzetir!
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
İlişkimizin tüm eğretiliği gözlerimizin önünde. Günün birinde ona hayır demiş olmam, bizi kesin olarak bugün ayırıyor. Uzun süre, önemli olanın kurtarıldığı, en iyi bölümünün korunduğu düşünülür. Ama korkunç gün geldiğinde, en büyük ihtiyaç anında, sevdiğiniz kişi sizi aramayacaktır. Artık arkadaşlarının sonuncusu bile değilim ve bu imkânsızlık beni kahrediyor.
Beni seven birisi olduğu için, bedenimdeki ilk bozulma işaretlerine fazla kaygı duymadan bakabilme şansına sahiptim. Biraz sarkmış ve sıkılığı yok olmak üzere olan karnıma parmaklarımla vururken yılgınlığa fazla kapılmıyordum, çünkü birisi beni seviyordu. Kırışıklar oluşuyordu Hay Allah, ne sıkıcı, ama beni seven birisi var. O beni arzu ettiği sürece, hiçbir bozukluk beni alt edemezdi.
İlk başta meydan okunur yaşlılığa. Birkaç savaşım zaferle sonuçlanır. Gitgide daha zor ve daha pahalı hale gelen manevralarla, yayılması biraz geciktirilir. Gediği kapatmaya, yaşamaktan fazla zaman ayrılması gerekmez.
Tıpkı gençlikte olduğu gibi, başınıza birtakım ilkler gelir: Günün birinde merdiven tırmanırken dizinize ilk kez saplanan sancı Şimdiye dek kusursuz olan dişetinizin ilk geri çekilmesi Bunun oluştuğu günü belirleyemezsiniz ve birden, dişinizin üstündeki o sarı tabakanın, bir sabah kalkarken bir ekleminize saplanan krampların farkına varırsınız Dün tavan arasını düzenlerken abartmış olmalıyım diye düşünürsünüz. Ama hayır, her zamankinden fazla bir iş yapmadınız. Yalnızca siz, her zamanki kişi değilsiniz. Yorgunluk alanı genişlemektedir ve her gün biraz daha genişler. Yaşlılık sürecine girersiniz.
Ama yaşlılık da, bir tür gençlik içerir; yerleşene kadar, aradan zaman geçer. Nefreti bir patavatsızlıkla, bir gider bir gelir. Kendinizi aynı gün içinde, hem çok iyi görürsünüz, hem de berbat!
Yaşlanma, her gün azar azar değil, ani darbeler halinde gerçekleşir. Aynı basamakta uzun süre durulabilir, orada kalacağını sanır insan, sonra bir seferde, on yaş birden alınır.
Bir aşık beklemek, bir koca ağırlamaktan çok daha iyi gelir tene!
Duygusunu azaltamayacağına göre, mesafeyi arttırmayı yeğlemişti.
Gitgide daha uzun adımlarla, artık kötü sürprizlerin kaldırılamadığı ellili yıllara yaklaşıyorum. Şurada burada fark edilen bozulmalar, başlangıçta önemsiz görünür, ama ilk oldukları için öfke yaratır ya da bunaltır insanı. Oysa gözün etrafındaki o kırışıklar, bedendeki gizlenmesi kolay ufak tefek kusurlar yerlerini daha kötülerine bıraktıklarında, özlenir hale gelirler. Bundan böyle her yıl, bir önceki yaza ait fotoğraflar gözden geçirilirken: Baksana! Geçen yıl bayağı iyiymişim! denir. İki yıl sonra da, bir önceki yıl bayağı iyi olunduğu fark edilir.
Kırk yaşından sonra, var olmayan insan, on iki ayın on birinde beklenmez oluyor. Arkadaşlığın aşktan daha geçerli ve değerli olduğu hüzün çağına mı giriyordum?
Bazen korkunç bir ayrıntı, her şeyin bittiğini ortaya çıkarıverir.
Bir çiftin aynı anda, aynı adımlarla ilerlediği durumlar, çok enderdir.
Ortak bir yaşamda, her şeyin bakış açısına ne kadar bağlı olduğunu görüyordum: Bir kişinin aynı davranışı, onunla birlikte yaşamak ya da onu terketmek isteğine bağlı olarak, itici ya da duygulandırıcı görünebilir.
Gerçekten aşık bir kadın, spermin tadından hoşlanmazlık etmemeli. Ama kadınlar, midelerinde veletler gibi kıpırdanmayı sürdürecek bu yarım porsiyonluk küçük çocuklardan iğreniyor olsalar gerek.
Erkeğin aleti, gevşek sarkık borusu ve doğuştan buruşuk iki yaşlı torbasıyla gülünç görünür kuşkusuz. Ama erkekler, bu hayret verici üçlüyü satmayı ve ona saygı duyulmasını becermiştir.
Kendilerinden kuşku duyan aşıklar, ‘anımsıyor musun’larla birbirine güvence verirler.
Tutkunun yerini hiçbir şey tutamaz. Entellik, bedeni beslemez. Acıklı olan da, bizim gibi kadınlar için, her ikisinin de gerekli oluşudur.
Engeller karşısında yılmamak, ancak gerçek bir aşkın açıklamasıdır.
En güzel yaş, en fazla hangi düşlere değer verildiğinin bilindiği; içlerinden bazılarının hala yapılabileceği yaştır.
Yirmi yaşındayken her şey istenebilir ve mantıklı olarak her şey umulabilir. Otuz yaşında, hala bunun elde edileceği düşünülür. Kırk yaşına gelindiğinde, çok geç kalınmıştır. Yaşlanan; insanın kendisi değil, içindeki umuttur. Yaşlanmak, biraz da iç yoksulluğudur.
Aşk, tıpkı güneş gibi, depo edilemiyor. Her zaman benzersiz oluyor ve okyanusun göğsüne dönen dalgalar gibi silinip gidiyor.
Zaman zaman, nefret edilen bir şeyi yapmak, ince bir sanattır.
Yıllar bazı aşıkların üzerinden, onları birbirine hiç yabancılaştırmadan geçebiliyor.
Kim bilir, belki de doya doya gülmek; kısa bir süre önce birlikte doya doya sevişilen erkeğin yanında olasıdır ancak.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir