Virginia Woolf kitaplarından Bayan Dalloway kitap alıntıları sizlerle…
Bayan Dalloway Kitap Alıntıları
Hiçbir haz, gençliğin zaferlerine denk olamaz!
İnsan düşmana ihtiyaç duyardı, dosta değil.
Ama düşünmek hastalıklı bir hal alabiliyordu,duygusallaşabiliyordu insan
Bilgiye giden yol acıdan ve insan nefsinden geçer.
Ölüm bir direnmeydi.Ölüm,iletişim kurma çabasıydı-insanlar gizemli bir şekilde ellerinden kaçan öze ulaşamayacaklarını anlıyorlardı,yakınlık uzaklaşıyordu,tad yok oluyordu.Bir kucaklaşma vardı ölümde.
insanı boğan bir yetersizlik;annenizle babanız hayatınızı elinize veriyorlardı,sonuna kadar yürütün,sonuna kadar yaşayın,diye;belki de bu yüzden büyük bir korku düşmüştü yüreğinin derinliklerine.
hiçbir tat,diye düşündü,gençliğin zaferini tüketmek,yaşama hırgürü içinde bir ara,gün batarken,güneş doğarken bunu tatlı bir ürpertiyle anlamaktan daha doyurucu olamaz.
Aşk ve din! Diye düşündük Clarissa, salona dönerken; tir tir titriyordu. Ne kadar iğrençler, ne kadar iğrenç!
İnsanların onuru vardır; yalnızlıkları; karı ile koca arasında bile bir uçurum bulunur; ve insan buna saygı duymalıdır, diye düşündü Clarissa, Richard’ın kapıyı açmasını seyrederken; çünkü insan özgürlüğünü ya da öz saygısını yitirmeden kendiliğinden vazgeçmez ondan, ya da arzusu dışında kocasının elinden almaz – ne de olsa paha biçilmez bir şeydir onur.
Yine de güneş ısıtıyordu.Yine de üstesinden gelebiliyordu insan her şeyin.Yine de hayat, günleri birbirine eklemenin bir yolunu buluyordu.
Eğer şimdi ölecek olsaydım, en büyük mutluluğu şimdi yaşardım.
Ölmek istemiyordu.Hayat iyiydi.Güneş sıcaktı.Ama ya insanlar?
Birini tanımak için onu tamamlayan kimseleri,hatta yerleri bilmek gerekirdi.
Yürekle kıyaslandığında aklın değeri nedir ki?
insan yalnızdı, ölümde bir kucaklaşma vardı..
Belki de çok önceleri Peter’ın dediği bir şeyi anımsamıştı – evlenseler birlikte dünyayı değiştireceklerini söylemişti Peter
Kimi görüntüler nasıl da akla kazınıyor!
Tek bir sözcük sarf etmeden barışmışlardı.
Birbirlerinin aklının içine hiç zorlanmadan girip çıktılar.
Ve birden anladı: Onunla evlenseydim, bu coşku bütün gün benim olacaktı!
O günden bugüne duyduğum mutsuzlukların toplamından fazla üzülmüştüm o an, diye düşündü..
Yürek korkma artık derdi. Yürek korkma der ve yükünü, tüm acılar adına iç geçiren denize boşaltır; sonra da yürek kendini yeniler, başlar, toplar ve bırakır.
Ama merhamete susamıştı. Gülleri yitirdiği için merhamet..
Kendini hem çok genç hem de inanılmaz derecede yaşlı hissediyordu. Bir bıçakmışçasına her şeyi deşiyordu, aynı zaman da her şeyin dışındaydı, gözlemliyordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Clarissa’nın aklına birden Şu an benimle olsa ne derdi acaba? sorusu düşerdi – kimi gün, kimi manzara, eski kırgınlıkların boyunduruğu olmaksızın, onu usulca geri getirirdi..
İnsan mutlu olunca kendi kendine yeter,demişti Elizabeth’e,oysa Miss Kilman lastiksiz bir tekerleğe benziyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Peki Clarissa Dalloway gibi kadınlar kaçarken o neden katlansındı acıya?Bilginin yolu acıdan geçer,demişti Mr Whittaker.
Kimsenin hayatında ilk sırayı tutmamıştı.Son zamanlarda yaşamasının tek amacı yemek yemekmiş gibi geliyordu,yani rahatı,yemeği,çayı,geceleri sıcak su torbası.
Mr Whittaker’in öğretisine uyarak kendisini hor gören,aşağılayan,kovan bu dünyaya sonsuz bir savaş açmak,insanların bakmaya iğrendikleri çirkin gövdesiyle işe girişmek ne güzeldi.
Aşk da yok ediyordu birsürü şeyi.Güzel olanı,doğru olanı yıkıyordu.
Hayat ne acımasızdı!
Kolaylıkla her şeyden etkileniyor olması onun felaketi olmuştu.
Ama ben çok mutsuzum
Öldüm ama hâlâ hayattayım.
Şimdi kendimizi öldüreceğiz,
toplama yapabiliyordu ama;beyninde en küçük aksaklık yoktu;demek ki dünyadaydı suç – yani duygularını yitirişinin suçu.
Böyle bir dünyaya çocuk nasıl getirilir?Acıyı ne hakla besleyebiliriz?Uzun süreli sevgilerden yoksun küçük duyguların ardına takılıp şuraya buraya sürüklenen bu zevk düşkünü hayvanların soyunu ne hakla sürdürebiliriz?
Değil mi ki lanetlenmiş bir soyuz ve batan bir gemiye zincirlenmişiz demek bütün olanlar kötü bir şakadır;öyleyse biz de hiç değilse kendi payımıza düşeni yapalım,öbür tutsakların acısını hafifletelim hücremizi çiçeklerle,minderlerle döşeyelim,elimizden geldiğince dürüst olalım.
Duygudan yoksunuzdur,insanın gövdesini ayakta tutan,artık alışkanlıkların iskeletidir.
Sevmek insanı yalnız kılıyor…
‘İnsan, böyle bir dünyaya çocuk getiremez. Acıyı sürdürüp, sürekli duyguları olmayan, sadece geçici istekleri ve gösterişleri olan, bir o yana bir bu yana savrulan bu tutku dolu hayvanları besleyemez.’
Odaya girer girmez onu sevdiğini açık açık söyleyecekti.Çünkü insanın hissettiklerini söyleyememesi çok yazık, diye düşündü
Acı çeken kendisiydi ama anlatacak kimsesi yoktu.
İnsan aşıkken başkalarının kayıtsızlığı çok garibine gider.
çocukluğundan beri bedenini bir çarşaf gibi sarmalayan o el değmemişlik duygusunu atamıyordu üstünden.
Ancak Tanrı bilebilir neden böylesine sevdiğimizi, nasıl böyle değerlendirdiğimizi ,usul usul kurduğumuzu ,çevremizde büyüttüğümüzü ,yıktığımızı sonra ,her an yeniden yarattığımızı
sanki gerçekten bir canavar vardı köklere tutunmuş,sanki bu gözalıcı örtü,bu hoşnutsuzluk siperi aslında bencillikten başka bir şey değildi;bu kin!
bütün yetenekleriyle bu gövde,bir hiçmmiş gibi geliyordu-bir hiç.Görünmüyormuş gibi bir acayip duyguya kapıldı;görünmüyordu.
Keşke Richard gibi her davranışnda yalnızca o davranışın sonucunu amaçlayan insanlardan biri olsaydı,oysa kendisi davranışlarının çoğunu karmaşık hale getirir,başka amaçlara sapardı;insanlar şunu bunu desinler diye;düpedüz ahmaklıktı bu biliyordu,çünkü bir an bile aldanmıyordu kimse.
“ Güneş isterse içeri girip ÇIKSINDI, püsküllerin üzerine, duvar kağıdına VURSUNDU ” Çeviri : İlknur Özdemir / Kırmızı Kedi Yayınevi
“Güneş içeri girip çıkıyor, perde raylarını, duvar kağıdını aydınlatıyordu ” Çeviri: Tomris Uyar / İletişim Yayınevi
“Güneş içeri girip çıkıyor, perde raylarını, duvar kağıdını aydınlatıyordu ” Çeviri: Tomris Uyar / İletişim Yayınevi
‘Dünya kırbacını kaldırmıştı, nereye vuracaktı?’
Ölüm, bir karşı koyuştu bu, ölüm bir iletişim kurma çabasıydı, insanlar esrarengiz bir biçimde onlardan kaçan o öze ulaşamayacaklarını hissediyorlardı; yakınlık uzaklaşıyor, coşkular sönüyordu yalnızlaşıyordu insan. Ölümde bir kucaklaşma vardı.
Sevmek insanı yalnızlaştırıyor.
Ah hayatımı yeni baştan yaşayabilseydim!
Kendini çok genç hissediyordu; aynı zamanda da inanılmaz yaşlı. Her şeyin içinden bir bıçak gibi keserek geçiyordu; aynı zamanda da dışarıdan bakıyordu her şeye.
Kalple kıyaslandığında, beynin ne önemi var ki?
Şimdi dünyada hiçkimse için şöyledir ya da böyledir demeyecekti. Kendini çok genç hissediyordu; aynı zamanda da inanılmaz yaşlı. Her şeyin içinden bir bıçak gibi keserek geçiyordu; aynı zamanda da dışarıdan bakıyordu her şeye.
* oysa yıllardır kalbine saplanmış bir ok gibi taşımıştı kederini, ıstırabını içinde
Kendini çok genç hissediyordu; aynı zamanda da inanılmaz yaşlı.Her şeyin içinden bir bıçak gibi keserek geçiyordu; aynı zamanda da dışarıdan bakıyordu her şeye.
Hayat, mükemmel bir kalp atışı gibi sokaklardaydı.
Ölmek istemiyordu. Hayat güzeldi. Güneş sıcaktı. Sadece insanlar, ne istiyorlardı?
Septimus, insanların acımasızlığı yüzünden ağlamıştı; birbirlerini nasıl bu şekilde parçalayabilirlerdi? Düşeni affetmiyorlar, demişti.
Akşam yemeği için giyinmesi gerekiyordu. Ama saat kaçtı? Saat neredeydi?
Hepsi boş, canımın içi. Sonuçta yemek, içmek ve çiftleşmek, kötü günler ve iyileri, düşünülünce hayat hiç de gül gibi geçmemişti
“Yürekle kıyaslandığında aklın değeri nedir ki?”
İnsan ilişkilerinden sıkılınca (insanlar ne kadar zordu) çoğunlukla bahçesine gider ve insanlarda asla bulamadığı huzuru çiçeklerinde bulurdu.
Hiçbir zevkin sandalyeleri düzeltip, raftaki kitapları yerleştirmek kadar keyifli olamayacağını düşündü.
”her şeye rağmen sıcaktı güneş. her şeye rağmen üstesinden geliyordu insan. hayat bir şekilde günleri birbiri ardına eklemenin bir yolunu buluyordu, her şeye rağmen.”