Georges Duby kitaplarından Batı’da Aşk ve Cinsellik kitap alıntıları sizlerle…
Batı’da Aşk ve Cinsellik Kitap Alıntıları
Kısacası, tüm XVIII. yüzyıl boyunca, erkekler toplum dışı ve azınlıktaki bir cinsel zevk temelinde toplaşmaya çalışırlar. İki şeyi, erkekliği ve toplumsal konumu çiğneyen bir
kimlik yaratırlar. Bu iki yasak, aristokratik bir incelik modelinin benimsenmesinde birleşir. Sodomluların kendilerini böylece ifade etmeleri, üçüncü cins kuramına, hetero ve homoseksüellik arasındaki çelişkiye kapıyı aralar. Sodomi artık ortak bir günahkar doğanın yaratabileceği ciddi bir tehlike değil, özel bir doğanın ifadesidir.
kimlik yaratırlar. Bu iki yasak, aristokratik bir incelik modelinin benimsenmesinde birleşir. Sodomluların kendilerini böylece ifade etmeleri, üçüncü cins kuramına, hetero ve homoseksüellik arasındaki çelişkiye kapıyı aralar. Sodomi artık ortak bir günahkar doğanın yaratabileceği ciddi bir tehlike değil, özel bir doğanın ifadesidir.
Bu, bir levazım subayının hizmetinde çalışan on yedi yaşındaki bir aşçı yamağidır. Uzun bir redingot, bir kravat, bir şapka giymektedir,
fiyonklu küçük bir saç örgüsü vardır. Bu giysinin neresi uygunsuzdur? Halk onun oğlancı olduğunu nereden çıkarmıştır?
fiyonklu küçük bir saç örgüsü vardır. Bu giysinin neresi uygunsuzdur? Halk onun oğlancı olduğunu nereden çıkarmıştır?
Oğlancı devriyeleri nin raporlan, yüzyıl sonundaki bu çifte aynının nasıl takibe alındığını göstermektedir.
Başkalan ise, zamanla kadınsı özellikleriyle ve kibarlıklarıyla sokakta bile diğerlerinden ayrılmak istiyorlardı. Kimi kişiler allık ve pudra kullanarak makyaj yapıyor, renkli kurdeleler takıyor, kadın gibi reverans yapıyor, birbirlerine Madame diyordu.
Bütün zevkler doğada vardır.
En iyisi kendi sahip olduğundur.
En iyisi kendi sahip olduğundur.
Erkekler arasında sodomi, öbür erkeklerden ayırdedici bir zevk (eğilim) haline geliyor, bir incelik, gelişmişlik olarak yaşanıyor, insanları farklılaştırıyor .
Guerin ona, Onan günahına kapılmış pek çok genç kızı, klitorislerini kızgın demirle dağlamak suretiyle tedavi ettiğini söylemişti.
Kızlar için de aynı sertlik söz konusuydu. Papaz Debreyne, Havva kızlannın, tüm günahlarin kaynağı olan korkunç bir organları olduğunu çok iyi biliyordu; bu organ klitoristi. Üstelik bu organ, üreme için hiç de gerekli değildi. Dolayısıyla, eğer klitoris sürekli bir heyecan kaynağı haline geliyorsa, bu organı bedenden alıp çıkarmak, doğru olurdu.
Tissot’ya göre, sperm, aşın harcanmasının diğer duygulan zayıflamasına yol açacağı, bir anlamda önleyeceği, gerçek öz, belki de düzenleyici ruh tu, Spermin boşa harcanması, organizmayı zayıf düşürür ve hastalıklara karşı daha dayanıksız hale getirirdi. Daha Antik Çağ’larda ortaya atılan bu saçma öğretiden yola çıkılarak, rekoru kolay kolay kınlamayacak aşırılıkta bir tıp edebiyatı doğdu. Aralarında hiç de yabana atılmayacak doktorlar da bulunan, Fransa’da ve diğer ülkelerde İkinci Dünya Savaşı’na dek her tarafta kaynayan sayı sız doktorun birbiriyle yanştığı, dramatikleştirilmi ş
klinik tablolar, bu edebiyatı körüklüyordu.
klinik tablolar, bu edebiyatı körüklüyordu.
İstanbullu doktor Dimitrius ZambakoKızgın demirle dağlama işlemi, birkaç kez tekrarlandığında, klitorisin duyarlılığını tümüyle ortadan kaldırabilir diye yazıyordu, ikinci duyarlı cinsel nokta olan dişilik organının ağzı
da bu dağlama işlemi sonucu kendiliğinden körlendiğinden, cinsel açıdan daha zor heyecanlanan çocukların kendi kendilerini ellemeye teşebbüs etmeyecekleri de açıktır.
da bu dağlama işlemi sonucu kendiliğinden körlendiğinden, cinsel açıdan daha zor heyecanlanan çocukların kendi kendilerini ellemeye teşebbüs etmeyecekleri de açıktır.
Kendi cinselliğini engelsiz olarak tatmin etmek isteyen kadının önünde, toplumsal kökenli değil, doğal kökenli olduğu için daha da güçlü bir engel vardır: Çocuk. Entelektüel kültür ya da çalışma yaşamı sayesinde kurtulmuş olan
kadını, çocuk düşüncesi yeniden eski günlerin köleliğine iter. Erkek gereksinimini karşılayıp özgürce çekip gider, kadın ise anneliği üstlenmek zorunda kalırsa, aşkta eşitlikten nasılsöz edilebilir? Annelik, her şeyden önce, kadını hem fiziksel açıdan hem de düşünsel açıdan aşağı bir düzeye indiren gebelik demektir. Daha sonra korkunç acılarıyla doğum gelir, sonra esas olarak annenin üzerine yıkılan ve onun kendi bireyselliğini tümüyle geliştirmesini engelleyen çocuk bakımı
izler. Kadın, o zamanın toplumunda ancak aşktan ve annelikten vazgeçerse yaşayabilir .
kadını, çocuk düşüncesi yeniden eski günlerin köleliğine iter. Erkek gereksinimini karşılayıp özgürce çekip gider, kadın ise anneliği üstlenmek zorunda kalırsa, aşkta eşitlikten nasılsöz edilebilir? Annelik, her şeyden önce, kadını hem fiziksel açıdan hem de düşünsel açıdan aşağı bir düzeye indiren gebelik demektir. Daha sonra korkunç acılarıyla doğum gelir, sonra esas olarak annenin üzerine yıkılan ve onun kendi bireyselliğini tümüyle geliştirmesini engelleyen çocuk bakımı
izler. Kadın, o zamanın toplumunda ancak aşktan ve annelikten vazgeçerse yaşayabilir .
Doğanın kadinlann ahlaksızlığını
kısıtlamak için koyduğu baskılardan biri de çocuk sahibi olma korkusudur; kadınlara böylesi bir tehlikeye karşı koymayı öğretmek demek, çoğunluğunun içindeki ahlaksızlık eğilimini tutan barajı yıkmak demektir
kısıtlamak için koyduğu baskılardan biri de çocuk sahibi olma korkusudur; kadınlara böylesi bir tehlikeye karşı koymayı öğretmek demek, çoğunluğunun içindeki ahlaksızlık eğilimini tutan barajı yıkmak demektir
Kadınlar artık suçluluk duygusuna
filan kapılmazlar, fabrikada ve tuvaletlerde birbirlerine fikir danışırlar. Çocuk düşürdüğü söylenen maddeler (sedef otu, kara ardıç, çavdar kılçığı) yutarak, sondalar takarak ya da
uzun ve sivri çeşitli nesneler kullanarak (demir çubuk, saç tokası, maydanoz sapı. .. ) kendi kendilerine çocuk düşürmeye çalışırlar, ya da kürtajcı kadınlara, halk arasında söylendiği
gibi melek yapıcılara başvururlar; bunlar genellikle gazetelere kimliklerini pek de saklamayan ilanlar veren ebelerdir.
filan kapılmazlar, fabrikada ve tuvaletlerde birbirlerine fikir danışırlar. Çocuk düşürdüğü söylenen maddeler (sedef otu, kara ardıç, çavdar kılçığı) yutarak, sondalar takarak ya da
uzun ve sivri çeşitli nesneler kullanarak (demir çubuk, saç tokası, maydanoz sapı. .. ) kendi kendilerine çocuk düşürmeye çalışırlar, ya da kürtajcı kadınlara, halk arasında söylendiği
gibi melek yapıcılara başvururlar; bunlar genellikle gazetelere kimliklerini pek de saklamayan ilanlar veren ebelerdir.
Çocuğu reddeden bazı kadınlar ise radikal çözümlere başvuruyordu. Kırsal kesimde çocuk düşürmek çok sık rastlanan bir uygulamaydı,
Sanayileşme onları da çekmişti, erkekler gibi onların da maddi durumu XIX. yüzyıl sonunda ve XX. yüzyıl boyunca giderek iyileşti; ancak yine de uzun süre düşük ücretli bir işgücü potansiyeli olarak kabul edildiler; Birinci Dünya Savaşı’na kadar, başta kadınların çalışmasını istemeyen rakip erkek işçiler olmak üzere, herkes, kadına ödenecek ücretin bir çırak ücreti olması gerektiğinde hemfikirdi, aldıkları ücretler de genellikle erkeklerinkinin yarısı kadardı.
Annelik dışında kurtuluş yolu yok: XIX. yüzyılda, yüzyılımızın 60’lı yıllarına kadar, egemen söylem buydu; kadın doğası, kadını, çocuğa mahkum etmişti. Ama kadın ulusun içinde bir hiçti ( 1944’den önce oy hakkı yoktu), ailenin içinde de bir hiçti : Napoleon döneminden kalma Medeni Kanun, kadını hukuksal açıdan rüştünü ispat etmemiş bir mahlük sayıyor, erkeği, tüm gücü elinde bulunduran baba olarak yüceltiyordu
Aynı Journal de la femme, bir yandan da doğumlarin azalmasından erkekleri sorumlu tutuyordu. Oğlan çocuklarını kabul eden ama kız doğuran kadınları küçümseyen, karılarının hamileliklerine tahammül edemeyen, emzirmelerine büsbütün köpüren, rol dağılımı gereği çocuklarından uzaklaşan erkekler suçlanıyordu. Buna karşılık derginin yayıncıları, annelik duygusunun her kadının kalbinde potansiyel olarak yaşadığını belirtiyorlardı; annelerin grevi , toplumun grevi demekti, çünkü kadının durumu, gerçek bir çocuk korkusuna yol açıyordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ailelerin boyutu tabii ki toplumsal gruba bağlıydı, ama, genel olarak, doğumların sınırlandırılması eğilimi XIX. yüzyılda zengin sınıflardan halk kesimlerine doğru, toplumsal birleşme ölçüsünde yayıldı. Bu eğilime paralel olarak, karıkocalar içlerine kapandılar ve yeni bir çocuk kavramı doğdu: Çocuk artık iyi bir eğitim verilmek istenen, toplumsal basamaklan tırmanmak açısından ana-babasının umudu haline gelen tek varlıktı.
Durmadan korkmak bir kadını felç ediyor Kızlarımın doğum kontrolünü uygulayabilmesi beni sevindiriyor. İstedikleri çocukları doğuracaklar, daha fazlası yok, diye düşünüyo-
rum.
rum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün son çalışmaları, frenginin dinlere göre farklı bir dağılım gösterdiğini ortaya koymuştur: Bosna’da (buraya frengi Türkler tarafından XV. yüzyılda girmiştir) ortodokslardan çok müslümanlar arasında yaygındır. Aynı eşitsiz dağılım Tayland’da da gözükür; ancak burada Budist topluluk Müslümanlardan daha çok etkilenmektedir.
Herhalde kişisel sağlık bakımı, yaşama biçimi değişiktir: yine de Bosna’da Müslümanlann ekonomik açıdan geri kalmasının bunda başlıca rolü oynayıp oynamadığı düşünülebilir.
Herhalde kişisel sağlık bakımı, yaşama biçimi değişiktir: yine de Bosna’da Müslümanlann ekonomik açıdan geri kalmasının bunda başlıca rolü oynayıp oynamadığı düşünülebilir.
Genç Plinius, eski bir hastalık sonucu gizli
yerlerinde çürümüş yaralar bulunan bir adamın eşi bulunmaz kansının öyküsünü anlatır. Muayeneden sonra hastaya o kadar korkunç bir teşhis konur ki, kadıncağız kocasına intihar etmesini önerir, kendisi de ona tutunur ve birlikte göle atlarlar.
yerlerinde çürümüş yaralar bulunan bir adamın eşi bulunmaz kansının öyküsünü anlatır. Muayeneden sonra hastaya o kadar korkunç bir teşhis konur ki, kadıncağız kocasına intihar etmesini önerir, kendisi de ona tutunur ve birlikte göle atlarlar.
Doğa, insanlan, yeryüzündeki her şeyden yararlansınlar, zevk alsınlar diye yarattı; doğanın en değerli yasası bu; bu yasa benim yüreğimin de yasası olacak. Kurbanlardanbana ne, kurban gerek; derin denge yasaları olmasa, evrende
her şey yıkılırdı. Doğa erdemin elinden aldığı haklan ancak kıyımlarla, cinayetlerle yeniden kazanıp elinde tutabilir. Demek ki kötülüğe başvurduğumuzda, doğaya boyun eğiyoruz
demektir: doğanın asla bağışlayamayacağı tek suç, buna direnmek olacaktır.
her şey yıkılırdı. Doğa erdemin elinden aldığı haklan ancak kıyımlarla, cinayetlerle yeniden kazanıp elinde tutabilir. Demek ki kötülüğe başvurduğumuzda, doğaya boyun eğiyoruz
demektir: doğanın asla bağışlayamayacağı tek suç, buna direnmek olacaktır.
Birey, arzunun özgürlüğü adına, bu kanlı ve fantastik düşte tüm haklara sahiptir; yapay bir yapı olan toplum ise, doğanın yok saydığı, güçlü insanın da küçümsediği bir baskı makinesinden başka bir şey değildir. Kendini tümüyle doğanın kollanna bırakmış olan insan, hiçbir engel tanımaz, insanlann oluşturduğu kuralların hiçbirine uymaz: Görgü kurallari ona gülünç gelir, erdemler günah, günahlar erdem gibi gözükür. Sağlıklı bir felsefe, insanın en sapık eğilimlerinin beslenmesini gerektirir, çünkü mutluluk yalnızca karışıklıkta, düzensizlikte yakalanabilir. Gerçek bilgelik insanın günahlarinı bastırması değildir, çünkü günahlar yaşamımızın tek mutluluğudur, onları bastırmaya kalkmak, kendi kendimizin celladı olmak demektir. Kısacası özgürlüğe ve doğal
ahlaka olan bu bağlılık, bu tapınma, suçun övülmesiyle sonuçlanır, Histoire de Juliette’de Nerceuil bu dersi kendi deneyiminden ve eğitiminden çıkanr, öyle bir derstir ki bu, hiçbir iktidar bunu hoşgöremez, hiçbir toplum kabul edemez, iktidardaki rejim ne olursa olsun, bu ders, yazannı hapse götürür
ahlaka olan bu bağlılık, bu tapınma, suçun övülmesiyle sonuçlanır, Histoire de Juliette’de Nerceuil bu dersi kendi deneyiminden ve eğitiminden çıkanr, öyle bir derstir ki bu, hiçbir iktidar bunu hoşgöremez, hiçbir toplum kabul edemez, iktidardaki rejim ne olursa olsun, bu ders, yazannı hapse götürür
Doğanın düzeni suçtur, bu suçun biçimleri, genişliği, koşullan hiç önemli değildir ama doğa onunla beslenir. Cinsellik ve cinselliğin
şiddeti, yarattığı sado-mazoşist güdüler ve vahşet, doğadaki bu saflığın bir parçasıdır, bu saflıkta suç, yaşamla birleşir,yaşamın kendisi de devasa ve sürekli bir cinayetten başka
bir şey değildir.
şiddeti, yarattığı sado-mazoşist güdüler ve vahşet, doğadaki bu saflığın bir parçasıdır, bu saflıkta suç, yaşamla birleşir,yaşamın kendisi de devasa ve sürekli bir cinayetten başka
bir şey değildir.
Ahlak, doğanın tanımadığı bir şeydi. Crebillon’lar, Nerciat’lar, d’Argens’lar ve Mirabeau’lar bunu deflarca söylemişlerdi. Aydınlanma Çağı’
nın libertenleri, cinsel özgürlüğü savunurken, doğaya dayalı bir ahlakın oluşmasına, tüm tabulardan, baskılardan, önyargılardan kurtulmuş bir bireyin ortaya çıkıp serpilmesine katkıda bulunmuşlardı
nın libertenleri, cinsel özgürlüğü savunurken, doğaya dayalı bir ahlakın oluşmasına, tüm tabulardan, baskılardan, önyargılardan kurtulmuş bir bireyin ortaya çıkıp serpilmesine katkıda bulunmuşlardı
Çünkü haklılığından emin olamadığı ayrıcalıklar üzerine kurulu bir toplumda, artık kendini frenleyemeyen bir iktidar cinsel özgürlüğün, özellikle de sadizmin aşınlıklarıyla renklenirse, rejimi ve hiyerarşiyi çökertebilecek bir düzensizlik ve kargaşa unsurunun doğabileceği düşünülüyordu. Eğer kurumun kendisi kangrene yakalandıysa, çökme ve çözülme tehlikesi de o kadar artar ve ciddileşi
İşte Sade da, zaten XVIII. yüzyıl erotik roman geleneğinin kurumlar ve toplum için oluşturduğu riskleri daha da genişleten ve bunların doğasını değiştiren gerçek bir tehlikeydi. Cinsel özgürlük politik açıdan masum değildi; Sade’ı hapse atan iktidar da saf değildi. İktidar bir çürüme kokusu alıyor, aristokrasinin bir bölümünde görülen düzensizliğin moral bozucu bir kaynak olduğunu seziyordu
İşte Sade da, zaten XVIII. yüzyıl erotik roman geleneğinin kurumlar ve toplum için oluşturduğu riskleri daha da genişleten ve bunların doğasını değiştiren gerçek bir tehlikeydi. Cinsel özgürlük politik açıdan masum değildi; Sade’ı hapse atan iktidar da saf değildi. İktidar bir çürüme kokusu alıyor, aristokrasinin bir bölümünde görülen düzensizliğin moral bozucu bir kaynak olduğunu seziyordu
Genç yaşta olsun olmasın, evliliğin geleceği birlikte yaşama mı olacak? Brassens’in şarkısındaki gibi herkesin Bana evlenme şerefini bahşetmemeni diliyorum dediği gün, boşanma artık ne işe yarayacak
İlk atılımı orta sınıflar yaptı, boşanma anormallik sayılırken, onlarin sayesinde bir normallik haline dönüştü. Boşanma konusunda kadınlar her zaman önde oldular (ortalama yüzde 60), bu durum, kadınlar arasında ücretli iş yaygınlaştığında daha da göze çarpar hale geldi.
Uyuşmayan çiftler için uzun bir
çöl yürüyüşü başlamıştı. Bonald Yasası, 1792’de kaldınlan ve 1804’te yeniden konulan ayrı yaşama hakkını kabul ediyordu, ama XIX. yüz)’ll mahkemeleri Medeni Kanun’la hiç dalga geçmezlerdi. Örneğin 18 17’de Rennes mahkemesi, eşine bilerek frengi geçirmeyi ayrı yaşamak için temel bir neden olarak görmediğini açıklıyordu! 1818’de Lyon’da,
182l’de Toulouse’da, 1840’da Rouen’da, 1859’da Bordeaux’da aynı karar alınmıştı. Zarar vermenin ciddi olabilmesi için
kadının hırpalanması, servetinin batınlması ya da bir yere hapsedilmesi gerekiyordu
çöl yürüyüşü başlamıştı. Bonald Yasası, 1792’de kaldınlan ve 1804’te yeniden konulan ayrı yaşama hakkını kabul ediyordu, ama XIX. yüz)’ll mahkemeleri Medeni Kanun’la hiç dalga geçmezlerdi. Örneğin 18 17’de Rennes mahkemesi, eşine bilerek frengi geçirmeyi ayrı yaşamak için temel bir neden olarak görmediğini açıklıyordu! 1818’de Lyon’da,
182l’de Toulouse’da, 1840’da Rouen’da, 1859’da Bordeaux’da aynı karar alınmıştı. Zarar vermenin ciddi olabilmesi için
kadının hırpalanması, servetinin batınlması ya da bir yere hapsedilmesi gerekiyordu
Yasanın ulusa, istemediği bir armağan sunarak gelenekleri çiğneyip çiğnemediğini araştırmak anlamsızdır. Bu yasa çıktı diye kimse sızlanmamıştı. Paris’te toplu dilekçelerle talep edilen, taşrada ise herhangi bir kaygıya yol açmayan boşanma, yasal olarak kabul edilir edilmez büyük bir rağbet gördü. Özgürlük, senin adına ne boşanmalar işleniyor! Hatta
bazıları, noter huzurunda evsizleşmek için yasanın çıkmasını bile beklemediler. Yasanın kabulünü izleyen üç ayda, Paris’te 1875 evlilik, 562 boşanma gerçekleşti. Bu yalnızca başlangıçtı. 2 ve 3. yıllarda boşanmalar daha da arttı; bu konudaki rekoru ise 4. yıl kırdı. Paris’te o yıl boşanmalann
sayısı, evlilikleri geride bıraktı.
bazıları, noter huzurunda evsizleşmek için yasanın çıkmasını bile beklemediler. Yasanın kabulünü izleyen üç ayda, Paris’te 1875 evlilik, 562 boşanma gerçekleşti. Bu yalnızca başlangıçtı. 2 ve 3. yıllarda boşanmalar daha da arttı; bu konudaki rekoru ise 4. yıl kırdı. Paris’te o yıl boşanmalann
sayısı, evlilikleri geride bıraktı.
Diderot bu konuda doğaya dönülmesi ve evliliklerin genellikle on beş dakika sürdüğü Otaiti törelerinin benimsenmesi gerektiğini ileri sürmekteydi
Montesquieu, Romalılarda olduğu gibi kadm-
lann onlardan istedikleri gibi yararlanabilen birkaç kocanın elinden geçmesinin engellenmesini kınıyordu.
lann onlardan istedikleri gibi yararlanabilen birkaç kocanın elinden geçmesinin engellenmesini kınıyordu.
Kocasının kötü hareketlerine, hatta en
kötü muamelelerine karşı yalnızca sabırla yanıt vermelidir. Bunun Tanrin’nın buyruğuyla gerçekleştiğine günahlarının bedeli olduğuna inanmalıdır. Bu kötü muameleler kadının
yine de, her vesileyle kocasının hoşuna gidecek şeyler yapmaya çalışmasını engellememelidir; kadın kocasını ancak olaylar en aşırı uçlara vardığında terketmelidir.
kötü muamelelerine karşı yalnızca sabırla yanıt vermelidir. Bunun Tanrin’nın buyruğuyla gerçekleştiğine günahlarının bedeli olduğuna inanmalıdır. Bu kötü muameleler kadının
yine de, her vesileyle kocasının hoşuna gidecek şeyler yapmaya çalışmasını engellememelidir; kadın kocasını ancak olaylar en aşırı uçlara vardığında terketmelidir.
Hukukçu Loisel 1609’da Evlilikler gökyüzünde yapılır ama yeryüzünde gerçekleşir diye yazmıştı
Böylece onyıllar boyunca artık erkekler eşlerinin tepkilerine aldırmadan rahatlıkla yaşayabilirlerdi. Spermin yönetimi saplantısı zirveye ulaştığı sıralarda, Victoria çağı ahlakı denen şey de Batı’da bir zafer kazanmıştı; kadının zevk gereksinimi bu kötü dönemde resmi olarak yasaklanmıştı. Doktorların çoğunluğunun kocalara eşlerine zevk vermeleri
iznini verene kadar aradan on yıllar geçecekti. Bunun için savaş sonrasını ve yeni seksolojinin ortaya çıkışını beklemek gerekecekti.
iznini verene kadar aradan on yıllar geçecekti. Bunun için savaş sonrasını ve yeni seksolojinin ortaya çıkışını beklemek gerekecekti.
Böylece erkeğin üç görevi oluyordu: Spermlerini korumalı, güçlü bir dölleme sağlamalı, bu arada da eşinin aşırı bir cinsel zevk duymasını engellemeliydi: Aksi takdirde, normal kadında uyuklayan, ancak nemfomanlann ve isteriklerin varlığını kanıtladıklan o dölyatağındaki heyecanlan , o karanlıktaki gücü kışkırtabilirlerdi.
XIX.
yüzyılın sonunda, bazı kadınlar hala, gebe kalma tehlikesini azaltmak iÇin orgazm olmamaya çalışıyorlardı. Hiçbir zevk almadıkları halde gebe kaldıklarını anlayınca şaşkınlığa kapılan pek çok kadın vardı.
yüzyılın sonunda, bazı kadınlar hala, gebe kalma tehlikesini azaltmak iÇin orgazm olmamaya çalışıyorlardı. Hiçbir zevk almadıkları halde gebe kaldıklarını anlayınca şaşkınlığa kapılan pek çok kadın vardı.
İsviçreli seksolog Auguste Forel, burjuvalardan oluşan hastalarının, ortalama cinsel ilişki süresinin üç dakika olduğunu
belirtir; Kinsey’nin birkaç on yıl sonra hemen hemen aynı sonuca ulaştığı da bilinmektedir.
belirtir; Kinsey’nin birkaç on yıl sonra hemen hemen aynı sonuca ulaştığı da bilinmektedir.
Çiftleşme aklı kararttığına göre,
yazınsal çalışmalar yapan erkeklerin, Doktor Reveille Parise’in deyişiyle, yapıtlarım bitirene dek cinsel ilişkiden tümüyİe kaçınmaları yerinde olur.
yazınsal çalışmalar yapan erkeklerin, Doktor Reveille Parise’in deyişiyle, yapıtlarım bitirene dek cinsel ilişkiden tümüyİe kaçınmaları yerinde olur.
Jean-Louis Flandrin ve John T. Noonan, Kilise’nin 1850 yılından itibaren evlilik içi Onan günahı adı verilen bu yeni salgına nasıl dikkat çektiğini göstermi ştir. Bu deyim, evli
çiftler arasında,gebelik tehlikesi olmadan zevke yol açan tüm ilişkileri kapsamaktadır. Bu çokbiçimli günah, dindarlarinn cehenneme gitmesine, vatanın insansız kalmasına yol
açabilir; doktorların gözündeyse, daha çok erkeklerin canlılığını yok edebilir,- kadınların da sinirli olmasına neden olabilir.
çiftler arasında,gebelik tehlikesi olmadan zevke yol açan tüm ilişkileri kapsamaktadır. Bu çokbiçimli günah, dindarlarinn cehenneme gitmesine, vatanın insansız kalmasına yol
açabilir; doktorların gözündeyse, daha çok erkeklerin canlılığını yok edebilir,- kadınların da sinirli olmasına neden olabilir.
Sanının işin püf noktası bu. Tıp kitaplan, sperm yönetimini öğreten el kitapları gibidirler. Her sayfada böylesi bir kayıp korkusu sezilir. Termodinamik, ısının enerjiye dönüştüğünü göstermiştir; aynı biçimde yaratıcı zevk de can kaybına yol açar: Kişi her üretme eyleminde, yeni bir yaşam oluşturmak için kendi yaşamının bir parçasını verir diye yazar Doktor Seraine, Aşınhkları, çağımızın en büyük kötülüklerinden biri olan bu çok çekici ve korkutucu gücü yönetmek, tıbbın (. .. ) görevidir . Erkeklerin kendilerini denetlemesinin yol açacağı yararlar -ya da aksi takdirde zararlar- konusundaki tartışmalar, mastürbasyon ve evlilik öncesi ilişkilere karşı açılan haçlı seferleri, evlilik kaçamaklanna indirilen afarozlar, hep bundan kaynaklanmaktadır.
Hem Fransız doktorlan, hem de Victoria çağı İngiliz doktorlan, sperm konusunda tasarruflu davranmanın gerekliliğini sık sık vurgularlar. Doktor Revei11e-Parise’in sıvı halindeki yaşam ”, Doktor Alexandre Mayer’in5 ise kanın en saf örneği olarak adlandırdığı bu dölleyici sıvının salgılanması, yoğun bir çaba ister. Doktor Garnier bu sıvının otuz gramının bin iki yüz gram kana eşit olduğunu hesaplamamış mıdır? Bu nedenle, sıvıyı boşa harcamamak, yani aşın
derecede salgılamamak gerekir. Bu gücün gerektiği gibi korunması yaşamı uzatır ve dehanın doğmasına yol açar. Freud’un yüceltme kavramının kökleri derindir!
derecede salgılamamak gerekir. Bu gücün gerektiği gibi korunması yaşamı uzatır ve dehanın doğmasına yol açar. Freud’un yüceltme kavramının kökleri derindir!
Bir yakınlığın, ortak bir kaderin anlamı ve yolu yitirilmiştir.
Uyku bedene yarar sağlamalıydı; rastgele bir biçimde de uyunamazdı. Doktor Savo (1624), daha sonra da yaşlı büyükanneler ve sütanneler, sırtüstü yatanların şeytan doğuracaklarını söyleyip dururlardı. Midenin yiyecekleri hazmetmesi isteniyorsa, (ya da belki de aç kamına yatmak zorunda kalanlar için) güzel rüyalar görülmesi isteniyorsa, sağ tarafa, olmadı sol tarafa ya da yüzüstü yatmak gerekiyor
xvıı. yüzyıl yazarlarinda
yatak evi simgeler; yuvanın birliğini ve sevincini çağrıştırır;bu nedenle de merkezi bir yerde durur, başucu duvara bitişik, pencerenin karşısındadır. Duvara dayanmış bir yatak, ya zenginlere özgü bir biçimdir, ya da Polonyalılara
yatak evi simgeler; yuvanın birliğini ve sevincini çağrıştırır;bu nedenle de merkezi bir yerde durur, başucu duvara bitişik, pencerenin karşısındadır. Duvara dayanmış bir yatak, ya zenginlere özgü bir biçimdir, ya da Polonyalılara
Herkesin bir yatağı vardır ve genellikle bu, gerçek bir yataktır.
Yatak her şeyden önce bir dönemeçtir. Uyku, aşk ve ölüm orada oynanır. Kentsel halk kültüründe, yatak dinlenmek, çalışma gücünü yeniden kazanmak için şarttır; ama, aynı zamanda, geceye özgü dinginliğin psikolojik olarak değer kazanması da, yuvanın varlık nedenini, bir sığınağın gerekliliğini, güvenli ve sakin bir köşe gereksinimini sürekli olarak
kanıtlar. Temel bir mobilya olan yatak, mekanın kısıtlı, üst üste yığılmanın kural olduğu halk evreninde, evlilik bağının simgesi, mahremiyetin en güçlü siperidir; aile bireylerinin yarattığı izdiham, üst üste yığılmış eşyalar ve seslerin saldırısı arasında, özel yaşamın konuşulabileceği tek yerdir.
kanıtlar. Temel bir mobilya olan yatak, mekanın kısıtlı, üst üste yığılmanın kural olduğu halk evreninde, evlilik bağının simgesi, mahremiyetin en güçlü siperidir; aile bireylerinin yarattığı izdiham, üst üste yığılmış eşyalar ve seslerin saldırısı arasında, özel yaşamın konuşulabileceği tek yerdir.
Yatağın öyküsünü ve tarihini yazmak gerekir; çünkü etkileri çok çeşitlidir. Çok farklı eylemlere sahne olur: Orada yenilip içilebilir, yazılabilir. Voltaire, dev yapıtının önemli bir bölümünü yatakta kaleme almıştır. Yatakta hiçbir şey deyapılmayabilir: Rousseau ve Diderot yatakta tembellik etmeyi severler; orada sevişilebilir, ama aşk başka sahnelerde de yaşanabilir. Yatak her şeyden önce uykunun yeridir, şeyleri
adlanyla ifade etmekten iğrenen precieuse’lere(*) göre yatak, ihtiyar uykucu ya da Morpheus’un (uyku tanrısının) imparatorlugu’dur.
adlanyla ifade etmekten iğrenen precieuse’lere(*) göre yatak, ihtiyar uykucu ya da Morpheus’un (uyku tanrısının) imparatorlugu’dur.
Yatak sıradan bir mobilya ,değildir. İnsanoğlu, göçebelere özgü sert yer yatağını terkettiğinden beri, ömrünün üçte birini-altmış yaşına geldiğinde yirmi bin saatini- ve genellikle de
ilk ve son dakikalannı bu mobilyada geçirir. Beşikten mezara dek, etnologlar zenginlerin ve yoksulların ortak noktası olan bu yolculuğun çeşitli aşamalarını saptamışlardır; yeni
doğmuşlann salıncaklan ve kuvözleri, aşıkların ve karı kocanın yatağı, hasta yatağı ve ölüm döşeği. Ama yatak vardır, yatak vardır. Yumuşacık kuştüyü yataktan gevşek ottan döşeğe, bitli şilteden iğrenç sedire, asker yatağından uşak yatağına kadar, hepsinin kaderi farklıdır. Kısaçası, son derece sık rastlanan bir mobilya olmasına karşın, yatağın anlam
zenginliği hayal gücünü harekete geçirir.
ilk ve son dakikalannı bu mobilyada geçirir. Beşikten mezara dek, etnologlar zenginlerin ve yoksulların ortak noktası olan bu yolculuğun çeşitli aşamalarını saptamışlardır; yeni
doğmuşlann salıncaklan ve kuvözleri, aşıkların ve karı kocanın yatağı, hasta yatağı ve ölüm döşeği. Ama yatak vardır, yatak vardır. Yumuşacık kuştüyü yataktan gevşek ottan döşeğe, bitli şilteden iğrenç sedire, asker yatağından uşak yatağına kadar, hepsinin kaderi farklıdır. Kısaçası, son derece sık rastlanan bir mobilya olmasına karşın, yatağın anlam
zenginliği hayal gücünü harekete geçirir.
ancak Aşk’la Venüs uyum sağladığı takdirde
tam bir kusursuzluğa ulaşabileceği düşüncesini kabul ederler. Açıklığa kavuşturalım; burada Aşk, erkeğin duyduğu arzu, Venüs ise kadının duyduğu arzudur; saray usulü ince
aşk ise kadının arzusunu yok sayar.
tam bir kusursuzluğa ulaşabileceği düşüncesini kabul ederler. Açıklığa kavuşturalım; burada Aşk, erkeğin duyduğu arzu, Venüs ise kadının duyduğu arzudur; saray usulü ince
aşk ise kadının arzusunu yok sayar.
Bir koca gizemli bir biçimde ölünce, gözler hemen karisına çevrilirdi. Kadın cinsinin taşkın, doyumsuz, bu nedenle de yok edici olduğuna inanılırdı.
Kadın doğası sapkındı. Mikrokozmosla
(yani insanla) kozmos arasındaki ilişkiler konusunda hayal kuranlar, kadını her zaman gölgenin, ayın ve uyuyan suyun tarafına yerleştiriyorlardı; kışkırtıcı, sürüngen kadın tarafından dünyaya sokulmuştu günah. Kadının sapkınlığı taşıdığı, sinsi silahlarla, kötü büyüyle, zehirle donandığı söyleniyordu.
(yani insanla) kozmos arasındaki ilişkiler konusunda hayal kuranlar, kadını her zaman gölgenin, ayın ve uyuyan suyun tarafına yerleştiriyorlardı; kışkırtıcı, sürüngen kadın tarafından dünyaya sokulmuştu günah. Kadının sapkınlığı taşıdığı, sinsi silahlarla, kötü büyüyle, zehirle donandığı söyleniyordu.
Sözünü ettiğim dönemde erkeğin kadın karşısındaki tutumunda arzudan çok korku egemendi.
Laiklerle din görevlilerinin üzerinde anlaştıkları bir nokta vardı: Evlilikte sadakatin değeri. Gelenekler, erkeğin cinsel özgürlüğünü gençlik ya da dulluk dönemleriyle kısıtlıyorlardı. Örneğin Guines Kontu, en az otuz üç piçi olduğunun bilinmesinden utanmıyordu; tam aksine onlara çok iyi bir eğitim sağladığı ve bütün gayrimeşru kızlarını evlendirdiği için övünüyordu: Ama bunların hepsinin de ya evlenmeden önce, ya da karısı öldükten sonra doğduklarıni söylenmesini istiyordu. Aynca gelenek, erkeği karısını sevmeye de zorluyordu. Ama çok fazla değil. Kilise adamlarıyla gezgin şairler bu konuda anlaşmaktaydılar. Birinciler kocayı bir ahlaksız olmak için fazla ateşli buluyordu; ikinciler ise ince aşkın yalnızca özgürlük sayesinde yaşayabileceğini ve evlilik zırhına girince solacağını düşünüyordu. Ne olursa olsun, kadının sadakatsizliği, en büyük cezaya mahkum edilmekteydi. Çünkü zina, soy zincirine, başka bir kanın karışmasına neden olabilirdi.
Gerçekten de kızın normal kaderi, on dört yaşını geçtikten sonra, ana babasının onu çoktandır nişanladıklan bir erkek tarafından büyük bir törenle bekaretini yitirmesi, efendisi nin (dominus) evine girmesi, orada tiıbiyet altında yaşamasıydı. Soylular, içten evlenmeyi tercih ediyorlardı: Kardeş çocuklarını evlendirmek, gerçekten de mülkün parçalanmasını engelliyordu. Ama bu noktada, her türlü ölçüyü aşmış bir ensest kavramına sahip olan Kilise’yle çatıştılar: Kilise, yedinci dereceye kadar akrabalarla evlenmeyi yasak ediyordu. Bu,
aşırıya kaçmış bir istek, uygulanamaz bir kısıtlamaydı: Bir bölgedeki bütün şövalyeler aslında birbirleriyle çok daha yakın akrabaydılar. Öyle ki, akrabalık engelinin başlıca işlevi,boşanmaları meşrulaştırması oldu. Gerçekten de soylu erkekler güle oynaya çokeşliliği benimsiyorlardı. Laik ahlakta
boşamayı kınayan hiçbir şey yoktu: Eğer kansı oğlan doğuramazsa ya da daha avantajlı bir evlilik yapma olanağı varsa erkek, drahomayı iade etmek ve karısına bağladığı gelir konusunda ödün vermek koşuluyla, rahatlıkla boşanabilirdi. Tabii bu uygulama Kilise’nin ahlakıyla çelişiyordu. Yine de Kilise bu konuda anlayışlı davranabiliyor, ensesti bahane ederek, bir evliliği bozmayı kabul ediyordu, tabii fiyatı ödenirse.
aşırıya kaçmış bir istek, uygulanamaz bir kısıtlamaydı: Bir bölgedeki bütün şövalyeler aslında birbirleriyle çok daha yakın akrabaydılar. Öyle ki, akrabalık engelinin başlıca işlevi,boşanmaları meşrulaştırması oldu. Gerçekten de soylu erkekler güle oynaya çokeşliliği benimsiyorlardı. Laik ahlakta
boşamayı kınayan hiçbir şey yoktu: Eğer kansı oğlan doğuramazsa ya da daha avantajlı bir evlilik yapma olanağı varsa erkek, drahomayı iade etmek ve karısına bağladığı gelir konusunda ödün vermek koşuluyla, rahatlıkla boşanabilirdi. Tabii bu uygulama Kilise’nin ahlakıyla çelişiyordu. Yine de Kilise bu konuda anlayışlı davranabiliyor, ensesti bahane ederek, bir evliliği bozmayı kabul ediyordu, tabii fiyatı ödenirse.
Erkeklerin evlenmelerine konan sınır, evlilik piyasasında kız satanların aleyhine işlemektedir. Bu yüzden şanssız kızlar, kendileriyle
aynı durumdaki halalarıyla, ailenin bütün dullarıyla birlikte, evde bu amaçla yapılmış küçük bir manastırda yaşamak zorundadırlar. Bu istenmeyen kadınları teselli etmek için de
Kilise, kadınlara özgü bir kusursuzluk modeli önerir. Bu modelde üç derece vardır: en altta evlilik, ortada dulluk, zirvede ise bekaret. Ama yine de laikler kızlarının evlenmesini en ideal çözüm yolu olarak. görürler:
aynı durumdaki halalarıyla, ailenin bütün dullarıyla birlikte, evde bu amaçla yapılmış küçük bir manastırda yaşamak zorundadırlar. Bu istenmeyen kadınları teselli etmek için de
Kilise, kadınlara özgü bir kusursuzluk modeli önerir. Bu modelde üç derece vardır: en altta evlilik, ortada dulluk, zirvede ise bekaret. Ama yine de laikler kızlarının evlenmesini en ideal çözüm yolu olarak. görürler:
Erkeklerin doğuştan üç işlevsel gruba ayrildığını (papaz, savaşçı, köylü) kanıtlamaya çalışırken, kadınları da aynı biçimde sınıflandırır; ancak, diye ekler, kadının görevinin dua etmek, tarla sürmek ya da savaşmak olduğunu söylemiyorum: kadınlar dua edenlerin, tarla sürenlerin, savaşanlarinn karılarıdırlar ve onlara hizmet ederler.
Bütün kızlar evlendirilebilirse, mülk, eksiksiz olarak erkek kardeşlerine geçer. Tabii bunlann da o sıralarda törelerin izin verdiği gibi mülkü
kendi aralannda eşit parçalara bölmemeleri gerekir. Buamaçla, grubun yöneticileri var güçleriyle aralarından yalnızca en büyük oğulu evlendirmeye çalışırlar. Yalnızca o, bölünmemiş servetin yönetimini ele alarak mirasa hak kazancaktır. Yalnızca o üreyecektir, böylece soyağacı her yeni kuşakta arızi ince dallara ayrılmayacaktır. Ataların kaynağından yalnızca tek, sağlam bir gövde fışkıracaktır.
kendi aralannda eşit parçalara bölmemeleri gerekir. Buamaçla, grubun yöneticileri var güçleriyle aralarından yalnızca en büyük oğulu evlendirmeye çalışırlar. Yalnızca o, bölünmemiş servetin yönetimini ele alarak mirasa hak kazancaktır. Yalnızca o üreyecektir, böylece soyağacı her yeni kuşakta arızi ince dallara ayrılmayacaktır. Ataların kaynağından yalnızca tek, sağlam bir gövde fışkıracaktır.
XI. yüzyılda soylu aileler (yalnızca onlar hakkında yeterli bilgimiz var) kamu iktidarının artık koruyamadığı mülklerini savunmak
için gittikçe kendi aralarındaki ilişkileri sıkılaştırıyorlardı; bu eğilim ailelerin, toprakları parçalamamak için çocuklarının evliliği üzerinde çok sıkı bir denetim kurmalarına yol açmıştı; öte yandan 1200 yılına doğru da kilisenin evliliğe koyduğu engeller ortaya çıkmıştı. Küçük erkek çocuklar özgürce evleniyor ve önemsiz derebeylikler kuruyorlardı. Batı’nın genel olarak zenginleşmesi de -servetlerin soylara göre yoğunlaşması sonucu- büyük siyasal oluşumların güçlenmesi de soyluların ayncalıklannı koruma altına almıştı. Aileler artık savunulması kolaylaştığından, mülklerine eskisi kadar bağımlı değildiler. Soylu sınıfın üyeleri de Kilise’nin tüm laikler için öngördüğü çerçeveye girmişlerdi: Hıristiyan evliliğinin disiplinine. Ekonomik ve ailevi zorunluluk önceleri Kilise’nin oluşturduğu evlilik modeline karşı çıkmıştı; artık bu zorunluluk azaldığına göre, Hıristiyan evliliği de rahatça gelişebilirdi.
için gittikçe kendi aralarındaki ilişkileri sıkılaştırıyorlardı; bu eğilim ailelerin, toprakları parçalamamak için çocuklarının evliliği üzerinde çok sıkı bir denetim kurmalarına yol açmıştı; öte yandan 1200 yılına doğru da kilisenin evliliğe koyduğu engeller ortaya çıkmıştı. Küçük erkek çocuklar özgürce evleniyor ve önemsiz derebeylikler kuruyorlardı. Batı’nın genel olarak zenginleşmesi de -servetlerin soylara göre yoğunlaşması sonucu- büyük siyasal oluşumların güçlenmesi de soyluların ayncalıklannı koruma altına almıştı. Aileler artık savunulması kolaylaştığından, mülklerine eskisi kadar bağımlı değildiler. Soylu sınıfın üyeleri de Kilise’nin tüm laikler için öngördüğü çerçeveye girmişlerdi: Hıristiyan evliliğinin disiplinine. Ekonomik ve ailevi zorunluluk önceleri Kilise’nin oluşturduğu evlilik modeline karşı çıkmıştı; artık bu zorunluluk azaldığına göre, Hıristiyan evliliği de rahatça gelişebilirdi.
Hükumdarlarin evliliğini tüm Ortaçağ toplumuna yaymak doğru olmaz. Bu, ancak bazı sorunların saptanmasına, anlaşmazlık noktalannm anlaşılmasına katkıda bulunabilir. Evliliğin soya bağlı bir kurum olarak kavranması, XI. yüzyılın ikinci yarısında, feodal devrim sırasında, artık birbirine komşu topraklarda yerleşmiş birer hükümdarlık hanedanı olan soylu ailelere kadar yayılmıştı. Hükümdarların evliliği gibi, bu çevrede de kız çocuklann evlendirilmesi, bir ittifak ve güçlenme aracıydı.
Soyun başı, bir mülkün sorumlusuydu; bu mülk topraklardan oluşuyordu, ancak ondan da önemlisi, ailenin onuruna katkıda bulunan birtakım maddi olmayan unsurları da
içeriyordu. Soyun başı bu mülkü babasından devralmıştı; onu yasal , yani gerçek bir evlilikten doğmuş oğluna devretmek zorundaydı. Bir eşin seçimi, gerektiğinde de onun yerine bir başkasının seçimi, bu zorunluğa bağlıydı. 1. Philippe, doğurgan olmayan eşinden başka bir oğlan çocuğu sahibi olamaya-cağına göre, onu yollayarak, soyunun devamını daha emin bir biçimde sağlamalıydı. Bunu da tehlikesizce yapabilirdi, çünkü yirmi yıl önce ona Berthe’i vermiş olan Flander Kontu bir manastıra çekilmişti, yani artık silahlı değildi. Üs-
telik bu eş değişikliğini kendi mülkünün ve soyunun çıkarını da gözeterek yapıyordu:
içeriyordu. Soyun başı bu mülkü babasından devralmıştı; onu yasal , yani gerçek bir evlilikten doğmuş oğluna devretmek zorundaydı. Bir eşin seçimi, gerektiğinde de onun yerine bir başkasının seçimi, bu zorunluğa bağlıydı. 1. Philippe, doğurgan olmayan eşinden başka bir oğlan çocuğu sahibi olamaya-cağına göre, onu yollayarak, soyunun devamını daha emin bir biçimde sağlamalıydı. Bunu da tehlikesizce yapabilirdi, çünkü yirmi yıl önce ona Berthe’i vermiş olan Flander Kontu bir manastıra çekilmişti, yani artık silahlı değildi. Üs-
telik bu eş değişikliğini kendi mülkünün ve soyunun çıkarını da gözeterek yapıyordu:
Evliliğin geçerli kıldığı onay, iki ailenin değil, iki bireyin onayıdır: Bu, toplumsal düzen için tehlikeli, radikal bir yeniliktir.
Çok eskilere dayanan yüzük töreni de Hıristiyan törenine girer. Karolenj döneminden itibaren, yüzük, Tanri’nın birleştirdiklerini insan ayırmasın diye, bağlılığın ve aşkın simgesi, evlilik birliğinin bağı (Hincmar) haline gelir.
IX. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar öğretiler arasında ve öğretilerle uygulamalar arasındaki belli başlı stratejik tartışma ve anlaşmazlık noktası, evlilik ilişkisinin bozulmazlığı, dolayısıyla bu ilişkinin kurulması sorunudur. Onay (ama kimin onayı?) evliliği oluşturur mu? Bunun için bir tören gerekli midir? Evliliğin oluşumunda cinselliğin yeri nedir?
Germen hukukunda ise en az iki tür evlilik görülür: Gerçek evlilik diyebileceğimiz türde, koca kansının velayetini onun babasından ya da ailesinden alır. Bu durumda bir tür satın alma söz konusudur: koca, velayeti kansına bir
gelir sağlamayı taahhüt ederek elde eder. Bu da herkesin önünde ve belli bir törenle gerçekleşir. Ama bu gerçek evliliğin yanısıra, yine hukuk tarafından tanınan, ancak velayet alışverişini öngörmeyen bir başka tür evlilik daha vardır; bu durumda koca, bu ikinci sınıf kansına herhangi bir gelir vermez. Dolayısıyla ondan kolaylıkla aynlabilir.
gelir sağlamayı taahhüt ederek elde eder. Bu da herkesin önünde ve belli bir törenle gerçekleşir. Ama bu gerçek evliliğin yanısıra, yine hukuk tarafından tanınan, ancak velayet alışverişini öngörmeyen bir başka tür evlilik daha vardır; bu durumda koca, bu ikinci sınıf kansına herhangi bir gelir vermez. Dolayısıyla ondan kolaylıkla aynlabilir.
Cinsellik böylece hep kirliliğin, kutsalın karşıtının tarafındadır. Hyeronimius kan kocaya komünyondan önce birkaç gün cinsel ilişki kurmamalarını söylerken, Büyük Gregorius
da karısıyla ilişki kuran bir erkeğin, kutsal yere saygı göstermek için, Kilise’ye birkaç gün girmemesi gerektiğini düşünür.
da karısıyla ilişki kuran bir erkeğin, kutsal yere saygı göstermek için, Kilise’ye birkaç gün girmemesi gerektiğini düşünür.
Hıristiyan evliliği Hıristiyanlık kadar eski değildir. Bunu aslında Ortaçağ yaratmıştır. Bir papaz tarafından birleştirilmek ise, ancak XIII. yüzyılda yaygın bir uygulama haline gelmiştir. Hıristiyanlann önemli bir bölümü için, evliliğin
tek eşli, bozulmaz ve iki bireyin karşılıklı onayına dayalı olması gerektiği yolundaki inanç kendiliğinden oluşmadı; bunun yerleşmesi bin yıl sürdü!
tek eşli, bozulmaz ve iki bireyin karşılıklı onayına dayalı olması gerektiği yolundaki inanç kendiliğinden oluşmadı; bunun yerleşmesi bin yıl sürdü!
Evlilik kalkanı, genelevin yayılmasına ve hamamların rağbet görmesine neden olur. Bedensel günahın cehennemde olduğu gibi yeryüzünde de bir mekanı vardır. Moissac’in kulakdavulunda şehvetin -göğüslerini ve cinsel organını yılanların ısırdığı çıplak bir kadın olarak- sergilenmesi, uzun süre Batı’nın cinsel hayal dünyasında bir saplantı olarak kalacak-
tır.
tır.
Şeytan’ın her birini bir başka toplumsal kesimle çiftleştirdiği kişileştirilmiş günahlar, yani Şeytan’ın kızlari arasında, şehvet, Şeytan’ın herkese sunduğu bir fahişedir.
Son olarak, yedi temel günah sistemi, bedensel günahları yıllar sonra biraraya getirir; bu sistem içinde bedensel günahın tür olarak tek bir adı vardır: Şehvet. Kuşkusuz, şehvet, çok ender olarak ölümcül günahların arasında en başa geçer; bu yeri genellikle gurur (superbia) ve cimrilik (auaritia) paylaşırlar. Ama yine de başka tür bir üstünlüğü vardır
Ancak reformdan sonra hoşgörü, genel kural olarak sona erdi. Sodomi, korkutucu bir biçimde sapkınlığa yaklaştınhyor, iç içe geçiyordu. Böylece, X.111. yüzyılda yapılan büyük dışlama
operasyonu sırasında, cinsel günahkarlar da inkar edilenlerin dünyasına itildiler. Bu inkar edilenler, Öbür Dünya’da ek bir anndırma zamanı ve mekanı yaratan yere, yani Arafat’a
bile zorlukla, çok ender olarak kabul edilirler.
operasyonu sırasında, cinsel günahkarlar da inkar edilenlerin dünyasına itildiler. Bu inkar edilenler, Öbür Dünya’da ek bir anndırma zamanı ve mekanı yaratan yere, yani Arafat’a
bile zorlukla, çok ender olarak kabul edilirler.
Ama cinsel baskı yalnızca evliliği etkilemiyordu. J. Boswell’in de gösterdiği gibi, Kilise, XII. yüzyıla kadar, en azından uygulamada, eşcinselliğe karşı oldukça hoşgörülü davrandı. Hatta Kilise’nin gölgesinde, çoğu zaman da bünyesinde bir tür gay culture’ın geliştiği bile söylenebilirdi
Laiklere evlilik, din adamlarına bakirlik, bekarlık ve özdenetim. Böylece temizliği kirlilikten bir duvar ayırmış oluyordu
Büyük Perhiz’de kannla kirlendin mi? Kırk gün ekmek ve suyla perhiz yapmak ya da yirmi altı sou (para birimi) sadaka vermek zorundasın. Eğer bu sen sarhoşken olduysa, yirmi gün ekmek ve suyla perhiz yapacaksın. Noel’den önce yirmi gün, ve bütün pazar günleri ve yasa tarafından belirlenmiş bütün oruç günleri ve havarilerin doğum günleri ve başlıca bayramlarda ve halka açık yerlerde iffetini koruyacaksın. Eğer korumazsan, kırk gün ekmek ve suyla perhiz yapacaksın.