İçeriğe geç

Başarı, Huzur ve Mutluluk Yolunda Tomurcuklar Açsın Diye Kitap Alıntıları – Ali Bahadır Sevinç

Ali Bahadır Sevinç kitaplarından Başarı, Huzur ve Mutluluk Yolunda Tomurcuklar Açsın Diye kitap alıntıları sizlerle…

Başarı, Huzur ve Mutluluk Yolunda Tomurcuklar Açsın Diye Kitap Alıntıları

Tatil günü bile insanı yataktan kaldırma heyecanı uyaran hedefler…
Bir ülkenin eğitim sisteminin amacı;
katiyen edilgen, silik, sinmiş, bir kayıt cihazı gibi her verileni sorgusuz alan çocuklar yetiştirmek olmamalıdır.
Şu dakikada ben, bir kış günü, sıcacık yuvamda, çalışma odamda aheste aheste klavyenin tuşlarına dokunurken yüzbinler hastane köşelerinde, cezaevlerinde veya taziye çadırlarında acı çekiyor, gözyaşı döküyor olabilir. Mehmetçik canı pahasına nöbette, yorgun ve uykusuzdur. Nerede ve ne zaman, siz bir yandan çayınızı yudumlayıp bir yandan bu satırları okurken belki ben, belki yeni binler, yüzbinler hangi derdin pençesinde kıvranıyor olacak, bilemiyoruz.
Ölüm insana hiçbir şekilde zarar verici değildir. “Ölüm size ne sağken kötülük eder ne de ölüyken; sağken etmez, çünkü hayattasınız; ölüyken etmez, çünkü hayatta değilsiniz.” der Fransız yazar Montaigne.
Özetle yaşam boyu beklersin. Sevmeyi, sevilmeyi, adam yerine konmayı, değer görmeyi… Bu açıdan bakınca beklemek, çoğu zaman aramaktan fazla yorar insanı.
bir şeyin değeri, onu kaybedince daha iyi anlaşılıyor. Onun yokluğunda oluşan boşluk, hissedilen eksiklik veya ona duyulan ihtiyaç, nimetin değerinin büyüklüğünü gösteriyor bize. Halbuki, hayatı ancak kaybetmeden önce sahip olduklarımızın gerçek değerini anladığımızda coşku ve heyecan içinde geçirebiliriz. Değeri anlaşılınca arkadaş bir dosta, aile yuvaya, ülke vatana dönüşür.
Alışkanlıklarını gereğince yönetebilen insan, kendisiyle beraber hayatı da yönetebiliyor demektir. Hayatını yönetebilen insan ise alışkanlıklarını çoktan bir düzene koymuş, kontrol altına almıştır.
Cesaret gösteriyorum zannedersin oysa burnunun dikine gidiyorsundur da haberin olmaz. Halbuki vazgeçmenin de erdem olduğu anlar vardır. Zor olan hangisinin cesaret, hangisinin zayıflık olduğunu bulmaktır.
Sadece gerekli olduğu durumlarda eleştirel düşünce devreye sokulabilir. Çünkü hayat, büyük oranda pozitif düşünmenin olumlu sonuç verdiği bir matematik içinde cereyan eder.
Simdinin hakkini veren insan, dünü de yarini da garanti altina almis olur.
ancak ögrenen insanlar genç kalirlar ve verimli bir yasam sürebilirler.
Düsmana karsi hazirlikliyken dosttan gelen yanlista ne yapacagimizi şaşırıyoruz.
“kisi, ugrunda emek harcadigi seyleri sever ve kisi sevdigi seyler için emek harcar.”
Gerçekten seven, sevdiginin degismesini neden istesin?
Zaman, Bill Clinton’un yeni başkan seçildiği 1993 yılıdır. Başkan ve eşi, Bayan Clinton’un memleketinde arabayla yolculuk ederlerken yakıt almak için bir petrol istasyonunda dururlar. Hillary, istasyon görevlisi olarak çalışan, lise yıllarındaki erkek arkadaşını tanır. Biraz ilerledikten sonra Bill, biraz böbürlenerek “Bak, eğer onunla evlenmiş olsaydın, şimdi bir petrol istasyonunda çalışıyor olabilirdin.” diyerek Hillary’ye takılır. Bu hadiseyi hafızalara kazıyan ise Hillary’in kocasına verdiği cevaptır: “Eğer onunla evlenmiş olsaydım, şimdi başkan o olabilirdi.”
Cesaret, kendini insa sürecinde gerekli olan en birinci duygudur.
Bulasici hastalik gibidir korku
asıl yenilgi, tokat gibi sorunlara maruz kalıp yere yıkılınca değil, insanın bu zorluğun üstesinden gelemeyeceğine inandığında gelir.
Evi yuvaya dönüştüren kadındır.
Ne enteresandır ki bazen bir arkadaşına yapacağın iyiliğin yolu, birileriyle kötü olmayı göze almaktan geçer. Ne diyelim, iyilik cesaret işidir, cesurların işidir.
iyilik alarak birinin iyi hissetmesine vesile olmak da bir nevi iyiliktir.
Mutluluk amaç değil, doğru yapılan işlerin, doğru yaşamın süregelen karşılığıdır.
“Kendisinden hoslanmadigim halde yardim ettim. Hoslanmiyorsam neden yardim ettim. Yardim ettiysem o halde gerçekte nefret etmiyorumdur.”
Mutlak iyilik veya mutlak kötülük yoktur hayatta. Yer, zaman ve içinde bulunulan koşullar -niyeti ayrı tutarsak- olayı iyi veya kötü yapar…
Baska bir ilginç nokta da günes sistemindeki tüm gezegenlerin günes etrafinda saat yönünün tersi istikametinde dönerken Venüs’ün saat yönünde dönüyor olmasidir. Acaba hangisi dogru, hangisi ters?
56 kiloda yarisan bir halterci için koparmada 139 kilogram dünya rekoru olurken ayni agirlik 62 kiloda yarisan bir baska halterci için baslangiç agirligi bile olmayabiliyor.
Gezmeyi çok seven tek gözlü bir adamın yolu körler köyüne düşmüş. Bu köyde yaşayan yediden yetmişe herkesin gözleri kapalıymış. Adam, “körler ülkesinde şaşılar kral olur” sözünü hatırlayarak tek gözüyle de olsa gören tek kişi olarak bu köyde rahat edeceğini düşünmüş. Köyde yaşamaya karar vermiş. Bu köyde insanlar görmüyorlarmış ama buna mukabil elleri, kulakları ve burunları hassasmış.
Adam bir gün bir hırsızlık olayına şahit olmuş. Hemen bağırarak bunu köylüye haber vermiş. Körler gelmişler adamı dinlemişler ama bir türlü adamın bu kadar uzaktan olayı nasıl duyduğunu anlayamamışlar. Adam “benim gözüm var, ben görüyorum” dese de görmenin ne demek olduğunu çoktan unutan körler adama inanmamışlar. “Doğru söyleyip söylemediğini öğrenmek için seni imtihan edeceğiz” demişler. Adamı bir tepede bırakıp kendileri adamın işitemeyeceği bir mesafeye çekilmişler. Oturup kalkmışlar, ellerini oynatmışlar. Hayret, adam her defasında ne yaptıklarını
bilmiş. Bu kez bir evin içine geçmişler. Bu kez haliyle adam bilememiş. “Nasıl göreyim? Evin içine girdiniz” demiş. İçeri girmenin ne olduğunu bilmeyen körler: “Ne değişti? Sadece biraz yana kaydık. O zaman biraz önce tesadüfen bildin.” diye suçlamada bulunmuşlar. Adam, ne dediyse anlatamamış görme ile duymanın farklı şeyler olduğunu.
Derken bir duyan bir duymayan adamda bir bozukluk olduğunu düşünen körler, adamı hekime götürmeye karar vermişler. Kendisi de kör olan köyün hekimi adamı elleriyle yoklayarak muayene etmiş. Ellerini adamın yüzünde gezdirirken birden “buldum” diye seslenmiş hekim. Bozukluk olarak teşhis ettiği şey, adamın açık olan tek gözüymüş. “Saçmalaması bundan” diyormuş. Sonunda kral olma hayaliyle köye yerleşen adam, gözünü zor kurtararak köyden kaçmış.
Herbert George Wells (1846-1946) Körlerin Hikâyesi
Bir öğretmen düşünelim. Sene başında öğrencilerine bir ay boyunca çok yoğun ödev veriyor. Öğrenciler akşam neredeyse uyku saatine kadar ödevlerle boğuşuyorlar. Veliler toplanıyorlar ve öğretmene durumu şikâyete geliyorlar. Uzun pazarlıkların ardından öğretmen, ödevleri yarı yarıya indirmeyi kabul ediyor. Bu olayda öğretmen sözde geri adım atmış, veliler zafer kazanmış gözükse de yılların kurt hocası, bir eğitim-öğretim dönemi boyunca ödev konusunda rahat ediyor. “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” taktiğinin meyvesini yiyor. Ne bir öğrenci ne de bir veli yıl boyu ödevlerin çokluğundan şikâyet etmiyor. Yan sınıfın öğretmeni ise ara sıra ödev vermesine rağmen o sınıfta ödev tartışması hiç eksik olmuyor.
Afrika’da kurak sezon yasanirken birbirinin besin zinciri içerisinde yer alan hayvanlar, can güvenliklerini bir tarafa birakip, bulduklari su birikintilerinden su içmeye çalisiyorlar. Öyle ya, su içemedikleri takdirde zaten ölecekler.
Yıllar önce İskoçya’da yaşayan, dokuz çocuklu Clark ailesinin bir rüyası vardır: “Amerika’ya gitmek ve orada yeni bir hayat kurmak.” Bunun kararı çoktan verilmiş, karı-koca birlikte çalışarak para biriktirmeye başlamışlardır. Yıllarca çalışan Clark ailesi, sonunda Amerika’ya gitmek için gereken parayı biriktirirler. Yolcu gemisinde yerler ayrılır. Bütün aile sabırsızlıkla artık o günün gelmesini beklemeye başlar. Aksilik bu ya! Yolculuğa bir hafta kala ailenin en küçük oğullarını köpek ısırır. Doktor, yarayı dikip pansuman yapmasına rağmen kuduzdan şüphelendiğinden aileyi karantinaya alır. Kuduz ihtimaline karşı bütün aile iki hafta boyunca karantinada kalacaktır. Bu durumda ailenin Amerika’ya gitme hayalleri suya düşmüştür. Kendileri binemese de gizlice geminin limandan ayrılışını izlemeye giden baba, gemi sirenler eşliğinde okyanusa doğru açılırken hayal kırıklığı ve kızgınlık içinde gözyaşı döker.
Beş gün sonra İskoçya sokakları büyük bir trajedi haberiyle sarsılır. Clark ailesinin bilet aldıkları ama binemedikleri gemi batmıştır. Hiç batmayacağı düşünülen “Titanik” isimli gemi batarken beraberinde yüzlerce insanı okyanusun soğuk ve derin sularına gömmüştür. Bay Clark haberi duyunca minik oğluna sarılır, bağrına basar ve ailenin kurtulmasına vesile olduğu için Tanrı’ya teşekkür eder.
Yanlis oldugu apaçik bilinen gerçeklikler bile dogrulugundan emin bir dil ve üslupla anlatildiginda inandirici hâle geliyor ve alici bulmakta zorlanmiyor.
“Mutlu olduğumuz için gülmeyiz. Güldüğümüz için mutluyuzdur.”

William James (1842-1910)
Amerikalı psikolog ve filozof

Uzmanlara göre negatif düşünceler beynin sağ prefrontal korteksini harekete geçirmektedir. İnsanın stres merkezi de bu korteksin yanı başında olduğundan, negatif düşünceyle harekete geçen beyin, stres hormonu salgıladığında, bağışıklık sistemi zayıflamakta ve vücut hastalıklara açık hâle gelmektedir.
Bir zamanlar Afrika’nın bir ülkesinde hüküm süren bir kral varmış. Kralın, çocukluğundan beri arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir de dostu varmış. Kral bu dostunu hiç yanından ayırmazmış. Nereye gitse onu da beraberinde götürürmüş. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu varmış. İster kendi başına gelsin
ister başkasının; ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylermiş: “Bunda da bir hayır var!”
Bir gün kralla arkadaşı ava çıkmışlar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyormuş. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yapmış olacak ki ateş ederken tüfek geriye doğru patlamış ve kralın başparmağı kopmuş. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söylemiş: “Bunda da bir hayır var!”
Kral acı ve öfkeyle bağırmış: “Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?” Sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırmış.
Bir yıl kadar sonra kral, insan yiyen kabilelerin yaşadığı bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyormuş. Yamyamlar, kralı ve adamlarını yakalamışlar ve köylerine götürmüşler. Ellerinden ve ayaklarından direklere bağlamışlar. Ziyafet için köy meydanına odun yığmışlar. Odunları tutuşturmaya geldiklerinde kralın başparmağının olmadığını fark etmişler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyormuş. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü şeyler geleceğine inanıyorlarmış. Bu nedenle kralı salıvermişler. Diğer adamları ise pişirip afiyetle yemişler.
Saraya döndüğünde kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişmanlık duymuş. Hemen zindana koşmuş ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlatmış:
“Haklıymışsın! Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.” demiş. “hayır” diye karşılık vermiş arkadaşı. “Bunda da bir hayır var!”
“Ne diyorsun Allah aşkına?” diye hayretle bağırmış kral. “Bir arkadaşı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir.” “Düşünsenize, ben zindanda değil de sizinle avda olsaydım yamyamlar beni de yemiş olurlardı öyle değil mi?” diye cevap vermiş arkadaşı.
Pozitif düşünme beceresiyle hareket eden kişi –özel ve gerekli durumlar hariç– gece karanlığı yerine gündüz aydınlığında yola çıkan yolcuya benzer. Hazırlıklarını yapar, alması gereken tedbirleri alır ve artık başına gelenlerin iyi ya da kötü olmasıyla ilgilenmez.
Ancak bagisiklik sistemini 7/24 aktif ve güçlü kildigimiz takdirde bir koruyucu kalkan olusturur gibi pes etmez, mücadele edebilir, güçlü bir bünyeye sahip olabiliriz
Deli cesareti gösterip her defasında iradeyi zorlamak yerine iradeyi, yanlışa götüren kanalları tıkamak amacıyla kullanmak daha akıllıca olur.
“çevrenin iradelerimize getirdiği enerji çok yüksektir.”
Sonu ölümle biten bir kavganin faillerini yakalamak elbette önemlidir ancak asil marifet, mümkünse biri mezara, digeri dört duvar arasina girmeden islenen cinayete mâni olabilmektir.
“Hayatımıza mal edemediğimiz bizim değildir.”
“Çocuk elmayı görmeden kokulu soğanı elinden bırakmaz.”

Mevlana

Ideolojik bagimlilik, özgür düsünce ve açik fikirlilikle sürekli
beslenmezse bagnazliga ve radikalizme dönüsme riskini her
zaman içinde barindirir.
Aliskanligin ötesinde bagimlilik ise ister bir davranisa ister bir maddeye isterse bir kisiye yönelik olsun insana zarar verir.
Hayat sahnesinin bir oyuncusu olarak her insan, arada bir yönetmen edasiyla ki her insan kendi hayatinin aktörü oldugu gibi ayni zamanda yönetmenidir de sahne arkasina geçip kendini izlemelidir.
Iyi, güzel ve faydali tutum ve davranislari aliskanliga tasirsan hayat yolunda o da seni tasir. Durgun, yorgun veya sikintili zamanlarinda seni düsmekten kurtarir.
Aliskanlik, dogru ve yerinde kullanildigi takdirde güçtür. (..) Bununla beraber, aliskanligin bir güç oldugunu fark etmek yetmez. Bu güçten hakkiyla istifade edebilmek için aliskanliklari yönetebilmek gerekir. Aliskanliklarini geregince yönetebilen insan, kendisiyle beraber hayati da yönetebiliyor demektir.
beyin, küçük dahi olsa tamamlanan islerde mutluluk hormonu salgilarken sürekli ertelenip sürüncemede birakilan islerde kaygi ve stres hormonu üretir.
tembellik öyle insanin karsisina mertçe çikan, saygi duyulasi bir düsman degildir. Masallardaki cadilar gibi kiliktan kiliga girerek insani kandirmaya çalisir.
Basarinin anahtari; daha çok güçlü taraflari rantabl kullanmak, zayif yanlari arka planda tutmaktir. Zayifliklar, güçlü yönlerin ortaya çikmasini engellerse o zaman gelistirilmesi sart olur.
Geçmişe ait kapatılmayan kapılar ve geleceğe ait zamanı gelmeden açılan pencereler cereyan yapıp insanı bugünde hasta eder.
“Gereğinden önce dertlenmek, gereğinden fazla dertlenmektir.”

Seneca (Romalı devlet adamı ve düşünür)

“Kaçınılmaz bir belaya birden katlanmak, uzun süre korku azapları çekmekten iyidir.”

Gallus (Romalı senatör)

bugünün sorunlarını çözebildiğimiz sürece geçmişin problemlerini de çözüyoruz demektir.
Temel, rüyasinda “yürü ya kulum nidasi duyar” ve sabah uyaninca ilk isi arabasini satmak olur.
“Hayatta hiçbir zaman açlığınızı ve saflığınızı yitirmeyin.”

Steve Jobs

Asıl amaç, bilgiyi hayatın her alanında işe yarayacak araçlara dönüştürmektir.(..) “doğru” davranışa dönüşmeyen her bilgi, insan üzerinde bir yükten ibarettir.
Tarihte süper yaslananlarin sayisi çoktur:
*Mimar Sinan (1489-1588), bir süper yaslanandi. Ustalik eserim dedigi muhtesem Selimiye Camii’nin insasi bittiginde yasi, 86 olmustu.
*Dünya edebiyatinin en büyük yazarlarindan Goethe (1749-1832), altmis yilda tamamlandigi en büyük eseri “Faust”u vefatindan bir yil önce bitirdiginde 82 yasindaydi.
*Italyan bestekâr Giuseppe Verdi (1813-1901), ünlü operasi “Otello”yu bestelediginde “Falstaff”ı bestelediğinde 80 yaşına basmıştı.
*Michelangelo, en ünlü eseri “Pieta”yı 87 yaşında tamamlamıştı.
“Öğrenmenin yavaşladığı yerde yaşlılık, bittiği yerde ölüm başlar.”
Hiç öğrenenle öğrenmeyen bir olur mu?
Hayatin anlamini kavrayan, kendini tanima yolcusu olan her insan, yasam boyu ögrenme sürecinin bir parçasi olur.
“Çocuklara babalarının yeteneklerine göre değil, kendi yeteneklerine göre meslek bulmak gerekir.”
Platon (M.Ö. 427-347)

“Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin.”
Hz. Ali

Öğrenci Thomas bir gün okuldan eve, elinde bir kağıtla gelir. Kâğıdı öğretmeni vermiş ve açmadan annesine ulaştırmasını tembihlemiştir. Annesi kâğıdı alır ve gözyaşları içinde oğluna okur. Kâğıtta “Oğlunuz bir dâhi. Bu okul onun için çok küçük ve okulda onu eğitecek yeterlilikte bir öğretmenimiz yok. Lütfen onu kendiniz eğitin.” yazmaktadır.
Olayın üzerinden uzun yıllar geçer. Geçen zamanda Edison, beklenildiği gibi adını çağın önde gelen bilim insanları arasına yazdırmayı başarır. Annesinin vefatının ardından eski aile eşyalarını toplamak amacıyla eve gelen Edison, çekmeceleri karıştırırken bir sürprizle karşılaşır. Çekmecenin bir köşesinde katlı halde bulduğu o kâğıtta, annesinin o gün okuduğundan farklı bir şey yazmaktadır: “Oğlunuz ‘şaşkın’ (akıl hastası) bir çocuktur. Artık kendisinin okulumuza gelmesine izin vermiyoruz.” Edison o gün saatlerce ağladıktan sonra günlüğüne şu satırları yazar: “Thomas Alva Edison, kahraman bir anne tarafından yüzyılın dâhisi haline getirilmiş, ‘şaşkın’ bir çocuktu.”
“Önümde duran kocaman mermer kütleye baktığımda taşı değil, içindeki heykeli görürüm. Bütün yaptığım iş, heykeli hapsetmiş olan parçaları keskimle yontmaktan ibarettir.”

Michelangelo (1475-1564)
İtalyan ressam, şair, mimar ve heykeltıraş

İnsan hayatta kendi kendisinin mimarı, bir heykeltıraşı, bir ressamıdır adeta. Elindeki malzemeden, yani kendinden bir ömür boyu bir eser oluşturmaya çalışır.
Kendini gerçekleştirmek,.. Bir virtüöz olup kendi besteni kendin yapmak, insanlığa bir resital sunmaktır.
“Dehanın %99’u ter, %1’i ilhamdır.”

Thomas Edison (1847-1931)

İnsan kendini tanırken bir varlık olarak insani da tanır.
“Hayatta önünüze çıkan fırsatları kesinlikle değerlendirmeyin.”

Bill Gates

Güçlü olmak istedim ve Tanrı beni güçlendirmek için zorluklar yolladı.
Başarı istedim ve Tanrı bana çalışmam için zekâ ve kas gücü verdi.
Cesaret istedim ve Tanrı bana üstesinden gelmem gereken sorunlar verdi.
Sevgi istedim ve Tanrı bana yardımcı olmam için sorunlu insanlar yolladı.
İyilik istedim ve Tanrı bana fırsatlar yolladı.
İstediğim her şeyi elde edemedim; ama ihtiyaç duyduğum her şeyi elde ettim.

Andre Gide 1869-1951)
Nobel edebiyat ödülü Fransız yazar

İstiridyenin yaptığı tam da budur. İçine kaçan ve rahatsızlık veren pürüzlü kum tanesini, içindeki gizil gücüyle (salgısıyla), pürüzsüz, parlak ve kaygan bir cisme dönüştürür. İnsan da istiridye misali yaşadığı sıkıntı ve zorluklarda sahip olduğu potansiyel gücü harekete geçirmelidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir