Mahmut Turan kitaplarından Bana Gülücük Yaz Doktor kitap alıntıları sizlerle…
Bana Gülücük Yaz Doktor Kitap Alıntıları
&“&”
maziye bir dolmuş kalkar…
özlemle dolmuş,
sitemle dolmuş,
hüzünle dolmuş…
bir dolmuş ki,
yolcusunu alır almaz,
gözden kaybolmuş…
hani hep yanımda olacaktın,
hani bu aşk hiç bitmeyecekti?..
hani aramızdaki bağ çok sağlamdı,
hani hiçbir güç yetmeyecekti?..
ihmal ettiğim evimdi,
aksattığım işimdi…
boşuna mı heveslendim,
boşuna mı ümitlendim şimdi?..
bir anda hayattan soğudum,
bir anda insanlardan iğrendim!..
gözler de yalan söylermiş,
ben onu öğrendim…
demek kimliğinde soyadım,
demek çocuğunda kanım olmayacak?..
demek artık ellerini tutamayacağım,
demek artık seni öpme imkanım olmayacak?..
ne yani,
biz seninle hiçbir zaman,
hesabı getir garson,
çocuklar uyudu,
biz kalkıyoruz,
diyemeyeceğiz öyle mi?..
hıh!
şimdi ben kendimi neyle öldüreyim,
sen söyle?..
ateşli bir silahla mı,
kesici bir aletle mi,
zehirli bir iğneyle mi?..
iki nahoş müdavimiyiz biz…
biri annem olur,
öteki ben…
biz her gece hüzne gömülürüz,
her yatsı namazını müteakiben…
benim de birtakım hayallerim vardı…
az buz değil öyle,
bir eve anca sığardı…
boy boy,
rengârenk hem de…
pembe,
mavi,
kızıldı…
bir gün,
biri kırıldı,
takım bozuldu…
göl değil,
deniz değil…
insan durup durup,
bir düşünceye niye dalar ki?..
sümbül değil,
nergiz değil…
insan bir kışı atlatıp,
bir bahar niye solar ki?..
balkona çekeceğim brandaydı,
bahçeye atacağım masaydı…
kiraz mevsimini iple çekecektim oysa,
ipler inceldiği yerden kopmasaydı!..
kayısılar çağala dökecekti,
ben toplayacaktım sözde…
hıh,
sözüme tüküreyim!..
siz de tükürün,
siz de!..
sonra,
sonra bir de Allah’ım;
güneş hiç gitmesin,
sigaraya zam gelmesin,
annemin dizleri ağrımasın!
koşmak,
oynamak şurada kalsın,
ayaklarım da benle gelsin!
yalnızlık diyorum,
birinin nefes alış verişini değil de,
duvardaki saatin tıkırtısını duymaktır…
yalnızlık diyorum,
ritmik bir şekilde,
halıdaki desenleri saymaktır…
çalar saatle uyanmaktır mesela,
tepsiye tek bardak koymaktır…
yalnızlık diyorum,
zili hiç kullanmamaktır,
anahtarı kimlik gibi yanında taşımaktır…
yalnızlık diyorum,
bir çift gözden ayrılıp,
dört duvarla yaşamaktır…
yalnızlık diyorum,
akvaryumdaki balığa Yunus diye seslenmektir,
salondaki çiçeğe Sibel…
çığlık atmak sessiz sessiz,
endişe duymak desibel desibel…
yalnızlık diyorum,
bazen gönüllü bir intihar hizmetidir,
bazen mecburi…
bazen sahiplenmek bir şarkıyı,
bazen üstlenmek bir şiiri…
yalnızlık diyorum,
gözlerine hatıra yedirmek,
yanaklarına su içirmektir…
bir köpeği evlatlık almayı düşünmek,
iki muhabbet kuşunu nüfusuna geçirmektir…
yalnızlık diyorum,
yükseklere yağıp da,
alçaklarda emilmektir…
yalnızlık diyorum,
yıllar önce ölüp de,
yıllar sonra gömülmektir…
bu şairlik iş değil,
kendime başka iş bakmalıyım…
yoruldum ben artık!
her gün,
kaç göze giriyorum,
kaç kulak arşınlıyorum…
sigortası bile yok.
düşün,
cümlem düşse,
kalemim kırılsa,
cebimden karşılıyorum…
onca okul,
tonla kitap okudum ben…
öğrendiklerimin hiçbiri,
bir gram işime yaramadı günlük hayatta…
üçgenin iç açılarının toplamı yüz seksen olmasa da olurmuş yani,
iç acılarımın toplamını bana öğretselerdi ya!..
de ayrı yazılmasa kıyamet mi kopacak şimdi,
pi sayısını beş alırsak batar mıyız?..
annem ekinoksları bilmez mesela,
yedi çocuğunu izohipsler mi büyüttü?..
kiramı Keynes Teorisi mi ödüyor her ay,
faturamı Ohm Kanunu mu?..
gayrı safi milli hasılada benim payıma zırnık düşmüyor,
ulusal yüz endeksten bana ne!..
hıh!
suyun kaldırma kuvvetini öğrendim de ne oldu sanki?
bak bir sözü bile kaldıramıyorum şimdi!..
yaş problemlerinin psikolojik sonuçlarını öğretmediler hiç,
iki farklı şehirdeki özlemlerin adı bile yoktu müfredatta.
hangi hızla gidilse,
hangi noktada buluşulur,
inan hiç bilmiyorum…
varoluşçu filozoflar hangi sıkıntımı çözdü ki,
Pavlov’un köpeği halden ne anlar?..
Kant’a göre mi ağlamalı şimdi,
Marks’a göre mi gülmeli?..
babama söyleyeceğim;
beni okuldan alsın,
beni sana versin!..
çatal bıçak tutmayı senden öğrendim,
aklımı yemeyi senden…
haddimi hesabımı senden öğrendim mesela,
yarı çapımı senden…
susmayı senden,
hasreti sonra,
beklemeyi senden..
babam benim,
koca babam!
çocuğuna kocaman,
karısına koca babam!
bir başta kaç boğazı taşır,
bir başına kaç boğazı dolaşır?
sabah demez akşam demez,
bugün için çabalar,
yarın için çalışır…
nasıl olur anlamam ben,
burada olsa sırrından öperdim…
amele yanığı,
çatlamış eller…
burada olsa nasırından öperdim…
ne makamı var,
ne koltuğu…
burada olsa hasırından öperdim…
biraz cahil kalmış,
biraz köylü…
burada olsa kusurundan öperdim…
sen,
zifiri karanlığımın beyaz saçlı kadını…
utanıyorum şu an bak,
anarken bile adını…
aklınca bir mert,
fikrimce bir dert doğurdun sen…
içine atmasan,
toplasan şu kırıklarını,
önüme koca bir dağ yığardın sen…
ben düştüm,
sen kaldırdın…
iflah olmaz derdim için,
yüzündeki gülüşleri aldırdın…
yükseklere avuç açtın,
alçaklarımı doldurdun…
zaman zaman dağıldım ben,
saçınla topladın sen…
her rüzgarda açıldım ben,
kanadınla kapladın sen…
ufak tefek bir hiçtim aslında.
benden,
bir adam hesapladın sen…
sen beni herkesten çok,
ben seni çoğundan az sevdim anne…
ergendim,
aklımı aklından çok sevdim mesela…
dengesiz dönemlerimde,
kafa dengi arkadaşlarımı senden çok sevdim…
bir kerecik öptü diye,
sevgilimi senden kat kat fazla sevdim…
evlendim karımı,
çocuklarım oldu,
kızı da oğlanı da senden çok sevdim…
bağışla beni çileli annem,
nankörlüğüm boyumu aşar…
evlat işte,
böyle de hayırsız yaşar…
ne kadar da cahilmişim!
şimdi şimdi anlıyorum kıymetini,
bir ömür dolu zahmetini…
hakkını helal et ne olur anne,
pişmanlık ile çok yaptık gıybetini!..
kendine güzeldir tabi,
herkesin kendi annesi…
jüriye de nesi!
ben yaşadıkça,
sensin her yılın annesi…
bakışları sıcak bir yel,
saçları kuş tüyü…
ey içimdeki alev,
büyü ha büyü!
kaşları gerilmiş bir yay gibi,
gözleri bir iç deniz…
ab-ı hayat bu dersiniz,
elinden bir tas su içseniz…
sanırsınız,
ona harcamışlar bütün beyazları alları…
sanırsınız,
cetvelle çizilmiş bacakları kolları…
benleri öyle,
gamzesi öyle…
yatarken okunulması gereken bir duanın sonunda,
Tanrı’m diyeceğim,
Tanrı’m ne güzel şeyler yaratıyorsun sen öyle!
bu kadar güzel gülmesin öyle!
Tanrı’m,
Tanrı’m bir şey söyle!
Sen yoksun diye;
Hiçbir şeyden tat alamıyorum ben,
Kendimi hiçbir işe veremiyorum…
Bir yeise kapılmış gidiyorum dur durak,
Menzilim hayır olsun…
Yolum çetrefilli,
Yolum karanlık…
Işığı orda bırak,
Gözümün önündeki tüneli göremiyorum…
Pozitif hallerimi bir elektrikçiye verdim kelepir fiyata,
Nötr bir hal aldım karşılığında…
Ampirik bilgilerle yetiniyorum şu sıralar,
Motor Öğrenmede bayağı geriyim…
Aynı nehirde yıkanıyorum hep,
Deneme Yanılma Yolu’yla farkına varıyorum çoğu şeyin…
Takvimlerdeki kız erkek isimlerine bakmıyorum eskisi gibi,
Resmi tatil günlerini yoklamıyorum…
Çok yıllık bitkiler dikmiyorum mesela,
Tohumlarını bir sonraki seneye saklamıyorum…
Kayısının ıskartasını,
Pirincin taşını ayıklamıyorum…
Her sonbahar çatıyı aktarmıyorum artık,
Damı loğlamıyorum,
Kapıdaki karı küremiyorum…
Yaşlanıyorum ama bu yaşıyorum anlamına gelmiyor,
İnsanların aklı tevellütteki yaşa gidiyor…
İyice ketumlaştım biliyor musun?
Her ay bana bin dakka geliyor,
Yarısı boşa gidiyor…
Bin yerden sıkıntı geliyor,
Maaşımın çoğu tekele gidiyor…
Her günüm bir önceki günümle aynı geçiyor,
Sanırım Tanrı karbon kağıdı kullanıyor…
Farkındayım ama,
Kopya muamelesi yapmıyorum bilerek…
Şimdi sorsan bilmem mesela;
Hangi kitaplar piyasada,
Hangi filmler gösterimde…
Muhakeme gücümü de yitirdim son zamanlar,
Sık sık yanılıyorum hislerimde…
Şans arkasını döndü bana,
Unutkanlık baş gösterdi,
Zaman el kol hareketleri yapıyor,
Aşk nanik…
Sesimi çıkarmıyorum,
Susuyorum şimdilik…
Kalp grafiğimi çektirdim geçenlerde,
Durum hiç de iç açıcı değil!..
Sigarayı acilen bırakman lazım dedi doktor,
Aksi takdirde ölürsün!..
Doktoru değil ama,
Aksini gerçekten takdir ediyorum!..
yaşamak kaçında başlar anne,
ben kaç oldum?..
daha hangi görevleri tamamlamam gerekiyor?
paşa oldum,
aslan oldum,
koç oldum…
altına direk oldum evimizin,
üstüne dam oldum…
büyüdüm erkek oldum,
okudum adam oldum…
bayrak oldum,
burç oldum…
yaşamak kaçında başlar anne,
sahi ben kaç oldum?..
türlü hasretler çekiyorum,
hep aynı fırtınaları koparıyorum!..
bazen boğulacak gibi oluyorum,
bazen yalpalıyorum…
sözler ekiyorum mevsim ayırt etmeksizin,
sitemler yetiştiriyorum…
avuçlarımı açıyorum beş vakit,
kollarımı birleştiriyorum…
şu anarşik vakitleri,
şu faşizan saatleri…
benimsemek şurda dursun,
bilakis eleştiriyorum…
tahminen kaçta biter sence;
bu ön hazırlık,
bu saha çalışması,
bu zemin etüdü?..
artık,
ben de yaşamak istiyorum anne!..
beklemek bana bıkkınlık getirdi,
zaman benden çok şey götürdü!..
içimdeki ateşle,
kemiklerim eridi…
inancım zayıfladı,
imanım gevredi…
dışarıya ram olmuşum,
içerde terör estiriyorum…
yaşamak kaçında başlar anne,
ben kaç gösteriyorum?..
ne bileyim işte,
sigara gibi bir şeydi…
ben ağzımı sürmedim,
o üstüme sindi…
benim böyle sert durduğuma!
kimseye eğilmem ama,
sana katlanırım ben…
bana başka şeyler yaz doktor,
bana başka şeyler öner!
neden hâlâ aklım gider,
neden hâlâ başım döner?
ağrı kesicisi,
yara bandı,
pomadı…
hepsi bir araya geldi de
bir gülücüğün yaptığını yapamadı…
hüzünlenecek belirtiler de var bende,
çıldıracak ortam da var…
bana bir kutu gülücük yazsana doktor,
hem bak benim sigortam da var!
el ele gördüm demin…
başımla selamladım,
şikayetini geri aldım hüzünlü yüz ifademin…
mutluluklar diledim,
gül serptim üzerlerine…
Bahar’la Umut diyorum,
nasıl da yakışıyorlar birbirlerine!
ekmeğin tadıdır kadın,
çorbanın tuzudur…
bazı çoban çeşmesidir,
bazı kutup yıldızıdır…
pusu bilmez,
hile bilmez!..
ölüme gelir de kadın,
ihmale gelmez!..
savaşa en çok o karşı çıkar,
o hep barıştan yanadır…
ya yavukludur çünkü,
ya anadır…
Tanrı değildir ama bir çok şeyi yoktan var eder,
şu yüceliğe bakar mısınız?..
komşunun tabağını bile boş götürmeye ar eder,
şu inceliğe bakar mısınız?..
bırakın elinin hamuruyla işinize karışsın,
hamur yahu bu,
kir değil!..
hatta ben diyorum dünyayı kadınlar yönetsin,
bakın,
bu fena bir fikir değil!..
ağlayan gözbebeğine ninni söylemeli kadının,
üşüyen ellerine türkü yakmalı!..
belaya yakalanınca değil,
hıçkırığa yakalanınca değil!..
bir kadının makyajı,
bir tek yağmura yakalanınca akmalı!..
kadın deyip geçmeyin!
anne deyin ona,
abla deyin,
teyze deyin,
hala deyin!..
kadın deyip geçmeyin!
eli tutulası deyin,
alnı öpülesi deyin!..
kadın deyip geçmeyin diyorum,
ÖMRÜM falan deyin,
KADINIM filan deyin!..
kaç para verirler anne?..
beş,
on,
yirmi?..
bir nefes alır mıyım mesela,
bir uyku gelir mi?..
A demeyi doktorum öğretti bana,
geri kalan her şeyi siz öğretmenim…
bu geri kalan her şeyin içinde,
neler var neler…
güzel yazılar,
mutlu tablolar,
ileri teknolojiler…
büyük adam olmam vardı,
büyük düşünmem gayenizde…
şiir yazıyorsam,
ekmek yiyorsam sizin sayenizde…
altmış ikiden yaptığım tavşanlarım geliyor aklıma,
resim defterimdeki bacası yaz kış tüten evlerim…
haftalık tahta nöbetlerim mesela,
yıllık ödevlerim…
biliyor musunuz öğretmenim,
ev ödevlerimi hiç aksatmıyorum?..
evimin kirasını her ay yatırıyorum,
eve her akşam ekmek götürüyorum…
büyüdükçe,
size benziyorum öğretmenim…
gençlere iş diyorum,
çocuklara kitap diyorum…
de-leri da-ları ayrı yazıyorum,
büyüklerime SİZ diye hitap ediyorum…
işçi olarak bazı problemler yaşasam da,
son zamanlar yaşımı problem etsem de,
A şehrinden B şehrine hiç varamasam da…
bir imza yetkim var sonuçta,
bir isimlik duruyor masamda…
size eskisi gibi,
canım benim demezsem,
darılmazsınız değil mi?..
bu aralar,
canımın pek bir önemi yok da…
tamam tamam,
kızmayın öğretmenim!..
ağzım,
fermuar,
nokta…
isterseniz tahtayı sileyim yine,
isterseniz çöpü dökeyim…
üzerimde hakkınız çok öğretmenim,
verin elinizi öpeyim!..
bana başka şeyler yaz doktor,
bana başka şeyler öner!
neden hâlâ aklım gider,
neden hâlâ başım döner?
ağrı kesicisi,
yara bandı,
pomadı…
hepsi bir araya geldi de
bir gülücüğün yaptığını yapamadı…
hüzünlenecek belirtiler de var bende,
çıldıracak ortam da var…
bana bir kutu gülücük yazsana doktor,
hem bak benim sigortam da var!