İçeriğe geç

Ayaklarımın Altına Serdim Dünyayı Kitap Alıntıları – Henrik Nordbrandt

Henrik Nordbrandt kitaplarından Ayaklarımın Altına Serdim Dünyayı kitap alıntıları sizlerle…

Ayaklarımın Altına Serdim Dünyayı Kitap Alıntıları

Seni hiç kimse
güzelleştiremez,
ben seni okşarken
güzelleştiğin kadar
Aradığım neydi tam bilmeksizin, inançsız ve haritasız
ve batan gemiler gibi akıntılarla sürüklenerek
bunca boşuna yolculuk, bunca kaçış girişiminden;
ve sözcüklerden başka bir varlığı kalmayıncaya dek
gördüğüm her şeyi bunca kez betimlediğim
bunca boş söz ve bunca gereksiz yalandan sonra
gene birden her sözcüğü bir aşk ilanı gibi algılıyorum.

Ve tanımadığımız limanlarla büyülü adalara
bizi sığınmaya zorlasınlar diye
denizde fırtınalara söylediğimiz türküler gibi
türkü söylettiği için bana, her sözcüğe tapıyorum.
Adları uğruna, ekmek, kara zeytin ve yedi dilde
şarap sözcüğü yüzünden hırpalandığımız o kentlere tapıyorum.
Tapıyorum o hiç görmediğimiz ülkelere, bize kendilerini icat ettirdikleri için.

Ateş gibi sıcak toprağa tapıyorum, beni dans ettirdiği için.
Kullanılmış maskelerime tapıyorum, beni güldürdükleri için.
Önemsiz ölümüme tapıyorum, beni yaşamaya zorladığı için.

Yorgunum bu gece,
unuttukça benim olan
o acı anılarla
mezarımı süsleyecek kadar.
Ve dünya kararıncaya kadar gözlerimde
akıtabilirim bütün kanımı.
İskeletimin ağırlığı
söyleyecek bana bu gece
düşlerde aştığım
o dağ geçitlerinin yüksekliğini.
Kitap cellatlar için bir ders kitabıydı.
İnsanların sokak başlarında
durup beklemesine bakılırsa

bir saniye geç kalmakta
her saniye

geçmişten başka türlü
yaşanamasın diye.

Bütün rastlantıları yok eden rastlantıya inanıyorum.
Gerçekleşmeyen bir ayrılış oldum ben,
bir zamanlar ne dediğimi görmeye geldim.
ışıktansa yalnızca çehreler,
çehrelerden yalnızca bekleyişleri.
Ateş gibi sıcak toprağa tapıyorum, beni dans ettirdiği için.
Kullanılmış maskelerime tapıyorum, beni güldürdükleri için.
Önemsiz ölümüme tapıyorum, beni yaşamaya zorladığı için.
Aradığım neydi tam bilmeksizin, inançsız ve haritasız
ve batan gemiler gibi akıntılarla sürüklenerek
bunca boşuna yolculuk, bunca kaçış girişiminden;
ve sözcüklerden başka bir varlığı kalmayıncaya dek
gördüğüm her şeyi bunca kez betimlediğim
bunca boş söz ve bunca gereksiz yalandan sonra
gene birden her sözcüğü bir aşk ilanı gibi algılıyorum.
Bana ne bu dünyadan?
Burada doğdum, burada öleceğim.
Ölümle ayırırız
yaşamı yaşamdan;
ölümden ölümü
yaşamla ayırırız.
Böyle yaşarız ikisini de
ikisini de hiç tanımadan.
Yol boyunca aldığım yaralardan
başka bir şey değilim, sana ulaştığımda.
Aşk öyle uygun ki mantığa:
Bütün zıtlıklar öncül oluyor
ve mantıktan önce geliyor tümceler:
Seni seviyorum, çünkü bu böyle.
ve seninle bir olmak çabası içinde
batırdığım gemilerden
gelen o tuzdu yalnız
bana ben olduğumu gösteren.
Bir şeyi göründüğü gibi değil de,
olduğu gibi görmek güç.

Suzannah kiraz bahçesindeyken, örneğin: Onu
kiraz bahçesindeki Suzannah olarak görmek;

olan bir şey gibi değil,
kendiliğinden oluşan bir şey gibi:

Suzannah gittikten sonra
ya da tam gelmek üzereyken

iki sağanak arası gün ışığında
çiçeklenen bir kiraz ağacı

gece yağan yağmur ne kadar yoğun.
elektrik düğmelerinde
pusuya yatmış ölüm,
harekete geçirebilir miyiz onu
bir vuruşla
“Her adımı ile, doğuştan kendinin sandığın
o benlikten seni uzaklaştıran bir dans:
Vardığında seni öldüresiye öpen bir ayrılış.”
Yaz yüzünden güneşi göremezsin,
ağaçların ağırlaşmış tepelerindeki
karanlık yüzünden yazı.
Gecenin içinde fısıldar ağaçlar,
ölülerle yaşayanlar üstüne
dallarım uzatırlar.
Her dili konuşurlar bir tek sözcükle.
Orada
bırakıyorum dursun yazılmamışı.
tam şafaktan önce, gene uykusuz
Geriye döndüğümde
anlatacak
bir şeyim olsun diye
bunca yolculuk.
Bu bana
öyle ters ki
benden çok
bulmak için
yola çıktığım
şeye benziyor.
Kadınlar eziliyor. Erkekler de eziliyor,
çünkü kadınları eziyorlar. Cellatlar belki
bir zamanlar kendileri ezildiklerinden cellat
gibi davranıyorlar. Ezilenler! Kurtarın cellatları!
Acılar bir parçasıdır Dünya’mn. Benim payım
ödünç aldığım bir kibrit gibi alevleniyor.
Ey sen – bir başkasını
sevdiğimi sanan sevdiğim!
İnsanların sokak başlarında
durup beklemesine bakılırsa

bir saniye geç kalmakta
her saniye

geçmişten başka türlü
yaşanamasın diye.

ve sen öyle uzaktasın ki benden !
seni yüz yıldır bekliyor olacağım,
öbür gün bin yıldır, ve ertesi gün
ölü bir dilden çevireceğim bu yazdığımı.
Aşk deniz kıyısında bir kente benzer :
Başka başka biçimde, nice
yerlere çıkan bir sürü sokak.
yeniden doğabilmek içinse, öğrenmem gerekiyor unutmayı.
Akşam, yağmur ve sonbahar
doldurmuş gibi geliyor bana
yaşamın yarısını.
Nasıl arınayım ben,
sevgilim, senin için?
Ne zaman mutsuzum
ne zaman mutlu,
özellikle de
mutsuzken mi mutluyum
yoksa mutluyken mi mutsuz
bilemiyorum.
Hem kendimi hem bende ben olanın anısını
siliyorum her dizeyle,
ve beni yoldan geçerken gören
her yabancı varlıkta doğuyor geçmişim.
Geçen yazın denizinden geriye
yalnızca batan güneşin ışığı kaldı,
ışıktansa yalnızca çehreler,
çehrelerden yalnızca bekleyişleri.
Aşk öyle uygun ki mantığa :
Bütün zıtlıklar öncül oluyor
ve mantıktan önce geliyor tümceler :
Serti seviyorum, çünkü bu böyle.
Özlemden öleceğim, sevgilim :
Denizden uzak,
denizin özleminden;
dağlardan uzak,
dağların özleminden.
Öleceğim, geri gelirsen,
şu bomboş odamdaki
güllerin özleminden.
ara sıra da aynı şeyler aynı nedenle
mutsuz eder bizi.
Hayır, ne bu
ne başka bir şey
ne de içimizdeki düş kırıklığı
Anlamı açık ama,
hiçbir şey kesin değil.
sana nasıl söyleyeceğim
öyle önemli ki
Papatyalarla süslüyorum
Senin alnını
İki kadını birden seviyordum :
Adındaki anlam yüzünden Serap’ı içten, adındaki uyum yüzünden Süreyya’yı tutkuyla.
Daha sonra, terkedilmiş ve kimsesiz, bu mezar taşını diktim aptallığıma, kafamda onlar için bulduğum kalıbın bile uymadığına sevinerek:
Çöllerde Serap. Yellerde Süreyya.
Kasım ayı gerçekten karanlık ayı.
Sonunda yüzünü gösteren güneş, ülkesindeki sessizliği överken gülümseyen bir diktatör gibi.
Tanrım! Beni niçin bırakıp gittin?
Martha, Luisa, Conchita, Gülbahar!
Küskün, orta yaşlı kadınlarsınız şimdi:
Her biri bayrağı altında askerlik yapan çocuklarınız benden olabilirdi.
Ey sen –
bir başkasını sevdiğimi sanan sevdiğim!
Seni öyle seviyorum ki bugünlerde bir başkasına âşık olduğum için.
Tam ölünecek bir ülke burası
Bilmiyorlar mı ki, yalnız olana, çiçek vereceği bir kimsesi olandan daha çok gerektiğini çiçeklerin?
– Başka bir nedenle değilse bile, yalnız olanın yanındaki gölgeye bir ağırlık versin diye çiçekler.
Adalar gibidir aşk:
Adalar gibi, gün doğarken ancak bulur kendini ve doğduğu kıyılara çarpan denizin sesinden ancak bilir yerini.
Ve şu kuşlar ötmüyorsa eğer can sıkıntısından,
ben hiç yaşamamışım, diye direteceğim.
yeniden doğabilmek içinse, öğrenmem gerekiyor unutmayı.
ve düşü gerçeğe
gerçeği ise rastlantıya çeviren
düşlerdeki nedensiz gülümseme.
Bütün rastlantıları yok eden rastlantıya inanıyorum..
Ne zaman mutsuzum ne zaman mutlu,
özellikle de mutsuzken mi mutluyum yoksa mutluyken mi mutsuz bilemiyorum.
Nasıl arınayım ben, sevgilim, senin için?
Yol boyunca aldığım yaralardan başka bir şey değilim, sana ulaştığımda.
Yalvarıyorum sana sevmiş olduğumuz ne varsa hepsi adına.
Seni hiç kimse güzelleştiremez,
ben seni okşarken güzelleştiğin kadar.
Özlemden öleceğim, sevgilim
Bir şeyi göründüğü gibi değil de, olduğu gibi görmek güç.
Yorgunum bu gece,
unuttukça benim olan
o acı anılarla
mezarımı süsleyecek kadar.
Ve dünya kararıncaya kadar gözlerimde
akıtabilirim bütün kanımı.
İskeletimin ağırlığı
söyleyecek bana bu gece
düşlerde aştığım
o dağ geçitlerinin yüksekliğini.
Kitap cellatlar için bir ders kitabıydı.
İnsanların sokak başlarında
durup beklemesine bakılırsa

bir saniye geç kalmakta
her saniye

geçmişten başka türlü
yaşanamasın diye.

Bütün rastlantıları yok eden
rastlantıya inanıyorum.
ışıktansa yalnızca çehreler,
çehrelerden yalnızca bekleyişleri.
Aşk öyle uygun ki mantığa:
Bütün zıtlıklar öncül oluyor
ve mantıktan önce geliyor tümceler:
Seni seviyorum, çünkü bu böyle.
Ateş gibi sıcak toprağa tapıyorum, beni dans ettirdiği için.
Kullanılmış maskelerime tapıyorum, beni güldürdükleri için.
Önemsiz ölümüme tapıyorum, beni yaşamaya zorladığı için.
Aradığım neydi tam bilmeksizin, inançsız ve haritasız
ve batan gemiler gibi akıntılarla sürüklenerek
bunca boşuna yolculuk, bunca kaçış girişiminden;
ve sözcüklerden başka bir varlığı kalmayıncaya dek
gördüğüm her şeyi bunca kez betimlediğim
bunca boş söz ve bunca gereksiz yalandan sonra
gene birden her sözcüğü bir aşk ilanı gibi algılıyorum.
Çocukların uykusunu kaçıracak hiçbir anı
ve içimizde hiçbir acılık bırakmadan
çoktan yaşanıp bitmiş o aşklar gibi
ve seninle bir olmak çabası içinde
batırdığım gemilerden
gelen o tuzdu yalnız
bana ben olduğumu gösteren.
Bir şeyi göründüğü gibi değil de,
olduğu gibi görmek güç.

Suzannah kiraz bahçesindeyken, örneğin: Onu kiraz bahçesindeki Suzannah olarak görmek;

olan bir şey gibi değil,
kendiliğinden oluşan bir şey gibi:

Suzannah gittikten sonra
ya da tam gelmek üzereyken

iki sağanak arası gün ışığında
çiçeklenen bir kiraz ağacı.

gece yağan yağmur ne kadar yoğun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir