İçeriğe geç

Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği Kitap Alıntıları – Ahmet Taner Kışlalı

Ahmet Taner Kışlalı kitaplarından Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği kitap alıntıları sizlerle…

Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği Kitap Alıntıları

Eğer Türkiye’de bir din devleti kurmak istiyorsanız, Mustafa Kemal’e saldırmanız elbette ki tutarlıdır.
Eğer Türkiye’nin bir bölgesini ayırıp, ırkçı bir devlet kurmak peşindeyseniz, Mustafa Kemal’e saldırmanın elbette tutarlı bir yanı vardır.
İrade ve egemenlik milletin tümüne aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi sosyal yardım veya iktisadi teşkilat sistemi değildir. Demokrasi maddi refah meselesi de değildir. Böyle bir nazariyat vatandaşların siyasi hürriyet ihtiyacını uyutmayı amaçlar. Bizim bildiğimiz demokrasi siyasidir. Onun hedefi, milletin idare edenler üzerindeki muhakemesi sayesinde siyasi hürriyeti sağlamaktır.
– M. Kemal ATATÜRK
Sanat yaratıcılıktır. Güdümlü yaratıcılık ise düşünülemez.
Duygusal tepkiler, çocuk kişiliğin uzantısıdır. Kendi insanlarına önderlik etmek iddiasında bulunanlar ise olgunlaştıklarını kanıtlamak zorundadırlar.
Siyasal iktidarları denetleyecek ve sınırlandıracak olan özerk kurumlar yok oldukça, keyfi yönetim olasılığı artar. Çoğunluk diktası başlar.
Devlet, yurttaşlarının bir bölümüne, belirli çıkar ve görüşlerin devleti olduğu izlenimini verdiği oranda gücünden yitirir.
Gençlik sesini yükselttiğinde değil, asıl sustuğu, pıstığı zaman endişelenmek gerekir. Ülkenin geleceği için!
İçinde asıl gençlerin yaşayacakları geleceğin toplumu ile ilgili kararlar, o gelecekte yaşamayacak olanlar tarafından, çok kez gençlerin görüşü bile alınmadan veriliyor.
Gençlerin enerjileri var. Gelecek endişeleri var. İlgileri, bilgileri var. Ama sorumlulukları yok
Siyaset biliminde temel kural gibidir: Her halk, layık olduğu yönetime kavuşur denir.
Artık yabancılar Türkiye’de yabancılık çekmeyebilirler; ama Türk insanı Türkiye’de yabancılık çekmeye başladı
En tehlikeli düşünceler, tartışılamayan düşüncelerdir.
Bu topraklar üzerinde yaşayan hiç kimse Atatürk’ü sevmek zorunda değildir, ama Atatürk’e saygı göstermek zorundadır.
Eğer yanlış tanıdan hareket edersek, getireceğimiz çözümler de yanlış olur.
Ünlü bir siyasal bilimci şöyle diyor:
Kapitalist iletişim, normal zamanda yurttaşları uyutmak, galeyan halinde olduklarında da, onları kışkırtmak eğilimindedir. Oysa normal zamanda yurttaşları uyanık tutmak, kızgınlığa kapıldıklarında ise yatıştırmak gerekir.
Fanatiklerin sesi her zaman daha çok çıkar.
Fanatilere bakarak kitleyi değerlendirenlerin yanılgıları ise bazen topluma pahalıya mal olur.
Bir gazeteci, ancak patronunun izin verdiği ölçüde kendi görüşlerini savunabildiğine göre, nerede düşünce özgürlüğü? Hatta seçme ve seçilme hakları bile, bu haklardan yararlanabilmeyi bazı eşitsel ve akçalı olanaklara bağlı kılmaktadır. Öyleyse bütün bu özgürlükler biçimseldir ve ekonomik olanakları bulunmayanlar için yoktur.
Ama lider de ortak akıl ın olanaklarını bir kenara itip, her kararı tek başına alamaz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kadrosuyla birlikte öndere güven duyanlar, onun önerdiği ve çoğunlukla kendisinin bilmediği çözümlere de peşinen güven duyma kolaylığını seçerler.
Atatürk din ile ilgili görüşlerini aslında açık bir biçimde ortaya koymuştu: Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfın din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir.
Milliyetçilik, aynı topraklar üzerinde benzer koşulları paylaşan insanların, dışa karşı korunma ve dayanışma gereksinmelerini karşılayan bir ideolojidir.
Atatürk’e göre ulus, ne din ne de ırk temeline dayanır; ulusu yaratan temel öğe, ortak tarih, o ortak tarihin ürünü ortak dil ve sonuç olarak ortak kültürdür.
Kültür geçmiş ile gelecek arasında bir köprü olmak zorundadır. Onu geçmişten koparmaya çalışmak da, geçmişin esiri yapmak istemek de aynı sonucu doğurur.
Bu ülkede Atatürk’ü yıkarak olumlu bir şeyler yapılabileceğini sananların, kendi küçük dünyaları içinde büyük bir yanılgıyı yaşadıklarını sanıyorum.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Daha 1848 yılı Fransa ‘sında, aydın rahip Lamennais şöyle haykırıyordu :Bugün konuşma hakkından yararlanabilmek için altın, hem de çok altın gerek. Biz ise yeteri kadar zengin değiliz. Yoksullara susmak düşüyor.
“Bugün Nasıl bir eğitim sistemi, nasıl bir üniversite sorusu tartışılıyor. Ama eğitimin temel gereği olan gencin, o sistem içindeki yerini düşünen çok az.”
Gençlik sesini yükselttiğinde değil,asıl sustuğu,pıstığı zaman endişelenmek gerekir.Ülkenin geleceği için!
Toplum hızla değişiyor.Ama enerjileri ve en yeni bilgileri öğrenmeleri nedeniyle,yeni koşullara, değişmeye en kolay uyum sağlayacak olanlar her türlü karat ve hatta uygulama süreçlerin dışındalar
İçinde asıl gençleşen yaşayacakları geleceğin toplumu ile ilgili kararlar,o gelecekte yaşamayacak planlar tarafından çok kez gençlerin görüşü bile alınmadan veriliyor.
Gençlerin enerjileri var.Gelecek endişeleri var.İlgileri,bilgileri var.

Ama sorumlulukları yok

Demokrasi bir yaşam biçimidir.
Demokrasinin temeli olan hoşgörü ve uzlaşma alışkanlığı,ancak yaşanarak,hatalar yapılarak,zamanla oluşur.
Siyaset biliminde temel kural gibidir: “Her halk,layık olduğu yönetime kavuşur” denir.
Artık yabancılar Türkiye’de yabancılık çekmeyebilirler;ama Türk insanı Türkiye’de yabancılık çekmeye başladı
Aşağılık duygusunun ürünü bir “yaranma içgüdüsü” bizi batıya yaklaştırmıyor,uzaklaştırıyor
Susmak da, belki de var olan bir yanılgıya katılmak demek olacağı için sakıncalı.
Bir yandan Atatürk’e ihanet ederken öte yandan kendini “Atatürkçü” ilan etmek ise Atatürk’e en büyük saygısızlıktı.Atatürk’e saygı gösterenlere en büyük saygısızlıktı.
Bu topraklar üzerinde yaşayan hiç kimse Atatürk’ü sevmek zorunda değildir ama Atatürk’e saygı göstermek zorundadır.Tabi demokrasiye gerçekten inanıyorsak.
Güneydoğu sorununu çözümü için sağlıklı siyasal model nedir?Yurttaşlar arasında attım gözetmeyen insan haklarına saygılı,bölgeler ve sınıflar aradı farklılıkları yumuşatılmış,katılımcı, yerel yönetimleri güçlü,birlikçi-bütüncül(üniter) devlet bana öyle geliyor ki en sağlıklı çözümdür.
TV ve radyo aracılığıyla Kürtçe yayın yapılabilmeli mi?Evet.Peki bu yayını devlet mi yapmalı?Hayır!Aynı yaklaşım Türkçeden başka dillerde eğitim için de geçerlidir.Kürtçe radyo ve tv yayını “anlatım özgürlüğü” ile ilgilidir ve yasaklanmamalıdır.Ama “anlatım hakkı” diye bir şey söz konusu olamaz.Bunları yapmak devletin görevi değildir.Devletin görevi ulusal kültür ile ilgilidir.Alt kültürle ilgili olarak devletin yapması gereken şey yasakları kaldırmaktır, yasak koymamaktır.Niçin?Çünkü devlet bir hizmeti verdiği zaman azınlıkta ya da çoğunlukta olmalarına bakmaksızın bütün yurttaşlarına o hizmeti eşit olarak vermek zorundadır.Çağdaş ve demokratik bir devlet olmanın ön koşulu budur.
Türk ve Kürt sözcükleri arasındaki benzerlik bile çarpıcıdır.Ama Türkler ile Kürtlerin aynı kökenden geldikleri gerçek olsa bile asıl önemli olan insanın ne olduğu değil kendisini ne hissettiğidir.Bu nedenle de bu tür köken tartışmaları sorunları temelden çözmez.
Alman Prof.De Groot “Hunlar” isimli yapıtında Oğuz Han’ın 24 torunundan birisinin adının Kürt olduğunu söylüyor.Orhun anıtlarında var olduğu halde bugünkü Anadolu Türkçesinde kullanılmayan ama bugünkü Anadolu Kürtçesinde kullanılan 532 sözcüğün var olduğunu öne sürüyor.Bu sava göre Kürtler Anadolu’ya çok daha önce gelmiş olan bir Türk boyu olmuş oluyorlar.Önemli bir zaman aralığı ile Orta Asya’dan göç etmiş olan bu boylar arasında kültürel bazı farklılıklar oluşmuştur.Örneğin Kürt dili Farsçanın büyük etkisi altında kalmıştır.Ama etnik köken olarak arada büyük fark yoktur.Gen aynı kaynağa göre Yenisey anıtlarında Uygur hakanının “Ey Kürt beyleri” diye başlayan deyişleri bulunmaktadır.
Ulus nedir?Türk ulusu nedir?Bu soruların yanıtını açıklıkla verebilmeliyiz ki getireceğimiz kültürel ya da siyasal çözüm önerileri tutarlı olsun.
Fanatiklerin sesi her zaman daha çok çıkar.Fanatiklere bakarak kitleyi değerlendirenlerin yanılgıları ise bazen topluma pahalıya mal olur.
İnsanlar, hep aynı şeyi duya duya, sonunda onun doğru olduğunu tartışmadan kabul etme eğilimine girerler.
Demokrasi bir yaşam biçimidir, yaşanmadan öğrenilemez.
Her halk, layık olduğu yönetime kavuşur.
Halkın anlayabileceği bir dil kullansalar, önemlerini yitireceklerinden mi korkuyorlar?
Daha de ve da eklerinin ne zaman bitişik ne zaman ayrı yazılacağını bile bilmeyenlerin yabancı sözcük hayranlığı tam bir acıklı güldürü.
Susmak da, belki de var olan bir yanılgıya katılmak demek olacağı için sakıncalı.
Demokrasilerde tek bir şart vardır, o da şiddete başvurmamak.
İnsanlar, hep aynı şeyi duya duya, sonunda onun doğru oldu­ ğunu tartışmadan kabul etme eğilimine girerler. Yanlışları doğru gibi görmek çok kolaylaşır.
Çünkü yanlış dediğimiz şey, genellikle doğrunun tersi değil, eksik bir doğru dur!
Mıknatıs demire sor­muş:
– En çok kimden nefret edersin?
– Senden, demiş demir; çünkü çekersin, ama kendinde tutacak kadar gücün yoktur
Nietzsche
Atatürk din ile ilgili görüşlerini aslında açık bir biçimde or­ taya koymuştu: Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfın din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kim­ selerdir. İşte biz bu vaziyete ka rşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı al­datmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki, o bizim dinimize de uygundur.
Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı, mükemmel olmazdı, son din olmazdı.
Öykümüz, Kurtuluş Savaşı yıllarında başlar. Bir film senar­ yosu olacak kadar ilginç ve anlamlıdır.
Kahramanlarımızın ilki, Paris-İstanbul arasında trenle mekik dokuyan genç bir Türk işadamı. .. Macaristan’ da genç bir ba­ yanla tanışır. Bir yıl sonra aynı yere yeniden gelir, ona evlenme önerir ve evlenirler.
İzmirli işadamı, olayı ailesine anlatamaz. Macaristan’da bir kızı olur. Nermin adını verdiği kızı 5 yaşına geldiğinde, bir gün babasına kızının resmini gösterir:
– İşte baba, bu se nin torunun!

* * * İzmirli işadamı yaşama gözlerini yumduğunda, en büyük di-leği, Macaristan’da büyümekte olan kızının birgün Türkçe öğren­ mesidir. Nermin büyümekte, Mustafa Kemal’in yaptıklarını, ga­ zetelerden heyecanla izlemektedir.
Baba ölünce, aile geçim sıkıntısı içine düşer. 14 yaşındaki Nermin, Macaristan’da paralı olan öğrenimini sürdüremez olur.
Oysa Mustafa Kemal’in ülkesinde eğitim parasızdır.
Nermin, baba yurduna gitmeye karar verir. Annesinin bile ha­ beri olmadan Türk Büyükelçiliği’ne başvurur. Ona yardım eder­ ler. Pasaportla birlikte, eline durumunu açıklayan bir de Türkçe mektup verirler Başı sıkıştığında, derdini anlatamadığında o mektubu gösterecektir.
Sonunda olayı öğrenen annesi de ona hak verince, üçüncü mevki bir tren kompartımanının tahta sıraları üzerinde, günlerce süre­ cek bir yolculuk başlar.
Tren, Türkiye topraklarına girerken küçük Nermin bir sorun olur. Gümrük memurları, elinde Türk pasaportu olan, ama Türkçe bilmeyen bu çocuğun durumunu anlamakta zorlanırlar.
* * * Öy k ü uzun
Küçük Nermin, bir yandan Almanca dersleri verirken öte yan­ dan Türkçe öğrenir. Mustafa Kemal’in parasız kıldığı eğitim ola­ naklarından yararlanır. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirir. Ga­ zetecilik yapar Türkçenin arkasından İngilizce ve Fransızca da öğrenmiştir.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne asistan olur. Çağdaş siyaset bi­ liminin Türkiye’ye girmesinde öncülük edenler arasında yeralır.
Gün olur, Türkçesinin bo zuk olduğunu öne sürerek öğretim üyeli­ ğinden atılmasını isteyenler çıkar .
. . . Am a o, tükenmez bir enerji ve heyecanla, gençlere bir şeyler verme isteğini yitirmez. Uluslararası toplantılarda Türkiye’yi, Türk kadınını, Mustafa Kemal’i savunur, savunur
Oğlunun adını Mustafa Kemal koyar
* * * Prof. Nermin Abadan-Unat, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki son dersini bundan dört yıl önce verirken aralarında benim de bu­ lunduğum bir grup eski öğrencisi de sınıftaydı. Kimisi profesör, kimisi doçent, kimisi çiçeği bumunda araştırma görevlisi. .. Deniz Baykal da sonradan yetişmişti.
Bir sürpriz yapmıştık hocamıza.
Duygulandı ve son dersin sonunda, nefes bile almaya korkarak dinlediğimiz yukarıdaki yaşam öyküsünü anlattı. .. Ve sözlerini şöyle noktaladı:
– Ben yurdumu da, ulusumu da kendi irademle se çtim!. .. Mus­tafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım Niçin Kemalist olduğumu, niçin milliyetçi olduğumu, öyle sanıyorum ki artık an­ lamışsınızdır!
Ben çok etkilendiğim bu öyküyü o zamanlar yazdığımda, sonu­ nu şöyle bağlamıştım: Bu sözleri, parası olanlara Bilkent ‘i, ol­ mayanlara Süleymancı yurtlarını gösterenlere adıyoruz . . . Bakıyorum da aradan geçen zamanda, ne Nermin Hoca’nın öy­ küsü güncelliğini yitirmiş, ne de be nim altına düştüğüm not
Tıpkı giderek daha güncel, daha gerçek, daha anlamlı olan Mustafa Kemal’in kendisi gibi!. ..

(Cumhuriyet, 15 Kasım 1992)

Bu topraklarda yaşayan insanlar, Atatürk’ü sevmek zorunda değillerdir; ama Atatürk’e saygı göstermek zorundadırlar!
Eğer Türkiye’de bir din devleti kurmak istiyorsanız, Mustafa Kemal’e saldırmanız elbette ki tutarlıdır.
Eğer Türkiye’nin bir bölgesini ayırıp ırkçı bir devlet kurmak peşindeyseniz, Mustafa Kemal’e saldırmanın elbette tutarlı bir yanı vardır.
Ama çağı yakalama : arayışında görünürken aynı şeyi yap­ maya kalkarsanız; belki -her garip şeyi yapanlara olduğu gibi­ bazı dikkatleri üzerinize çekersiniz, ama inandırıcı olamazsınız.
Silahla değil, zorlama ile değil, düşünce ile ikna etmemiz gerektiğine inanmamız gerekir.
Çoğulcu demokraside halk seyirci değil oyuncudur.Çoğulcu demokrasi,halkın belirli aralıklarla sandık başına giderek belirlendiği bir seçkinler yönetimi değildir.
Halk, ayrıcalıklara sahip bulunmayan toplum kesimlerinin toplamıdır!
Sadece seçkinlerin anladığı Arapça-Farsça yüklü Osmanlıca terkedilmiş, türetme ile zenginleştirilmiş Türkçe, yazı ve bilim dili olmaya başlamıştır. Aslında öğrenilmesi güç olan eski yazının yerine latin alfabesinin kabulü, halkın eğitimini kolaylaştırmak amacını da taşımıştır.
Mustafa Kemal’e göre, Yeni Türkiye Devleti bir halk devleti, halkın devleti idi. Oysa geçmişteki devlet, bir kişi devleti idi, kişilerin devleti idi.
Atatürk Medeni Bilgiler kitabında şöyle demiştir: Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.
Kemalist milliyetçiliğin içe yönelik hedefi ise, çağdaş bir ulus yaratmaktır. Bu ulus, ne ırkçı ne de ümmetçi bir anlayışı yansıtmaktadır. Atatürk’e göre ulus, ne din ne de ırk temeline dayanır; ulusu yaratan temel öğe, ortak tarih, o ortak tarihin ürünü ortak dil ve sonuç olarak ortak kültürdür.
Atatürk’ün izi, O’nun öldüğü noktada biter, ama yolu bitmez, sonsuza dek uzanır. Bu nedenle de, Atatürk’ün neyi yaptığından çok, hangi amaçla yaptığını incelemek gerekir.
Tarih, doğa ile her çeşit özgürsüzlüğe karşı yürütülen bir savaştı.
Atatürk’ün sağlığında yaptıklarının bekçiliği ile yetinmenin Kemalizm değil tutuculuk olduğunu da unutmamak gerekir!..
Kemalist olabilmek için Atatürk’ün izinde değil, yolunda olmak gerektiğini bilmek gerekir!..
Laiklik,milliyetçilik ve cumhuriyetçilik, Fransız Devrimi’nin etkisini yansıtıyordu; halkçılık, devrimcilik ve devletçilik de Sovyet Devrimi’nin Ama bu kavramlara verilen içerikler esnekti, tartışılmaz kalıplar değildi. Türkiye’nin koşullarının ürünüydü ve o koşullara bağlı olarak zamanla değişebiliyordu.
Bu topraklarda yaşayan insanlar, Atatürk’ü sevmek zorunda değillerdir; ama Atatürk’e saygı göstermek zorundadırlar!
İnsanların ne olduklarından çok, kendilerini ne hissettikleri önemlidir.
Fanatiklerin sesi her zaman daha çok çıkar. Fanatiklere bakarak kitleyi değerlendirenlerin yanılgıları ise bazen topluma pahalıya mal olur. Tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi.
Çoğulcu bir rejimde, kitle iletişim araçları devlet karşısında özgürdür, ama para karşısında özgür değildir.
Devlet farklılıkları arttırarak değil, benzerlikleri yaygınlaştırarak toplumsal barışa katkıda bulunabilir.
Korku baskıyı, baskı da korkuyu getirir. Bu kısır döngü içinde de olan demokrasiye olur.
Tanrı olmasaydı, onu biz yaratmak zorunda kalırdık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir