Nikolay Vasilyeviç Gogol kitaplarından Arabeskler kitap alıntıları sizlerle…
Arabeskler Kitap Alıntıları
İnsanoğlu öyle şaşılası bir varlıktır ki, sahip olduğu özellikleri bir çırpıda sayıp dökmek olanaksızdır, durup incelemeye kalkıştığınızda da, hiç durmadan yeni özellikler bulursunuz ve bu işin sonu gelmez.
Düşlerle gerçeklik hep çatışma içinde !
Ama bu dünyada hiçbir şey sürekli değildir . Bu nedenle de sevinç ikinci dakikada birincidekinden farklıdır , üçüncüde bir derece daha zayıflar , sonunda tamamen yok olur , eski durumumuza döneriz ; suda genişleyen halkaların en sonunda suyun yüzeyile bir olup kaybolması gibi ..
Demek iffet terk etti mi insanı, akıl da terk ediyordu.
Nasıl da tuhaf, nasıl da anlaşılmaz oyunlar oynuyor alın yazımız bize! Acaba arzuladığımız bir şeye hiç kavuştuğumuz olmuş mudur… kavuşmak için var gücümüzü harcadığımız bir şeyi elde etmişliğimiz?
Keşke hiç olmasaydın şu dünyada, keşke sana hiç rastlamasaydım, keşke canlı bir varlık olacak yerde esinli bir ressamın yarattığı bir tablo olsaydın. O zaman resminin önünden hiç ayrılmaz, sonsuzcasına sana bakardım öper, öperdim seni. Sonsuz güzel bir düş gibi seni yaşar, seni solur ve Mutlu olurdum. Başkaca hiçbir isteğim olmazdı hayattan. Uyurken, uyanıkken koruyucu meleğim olarak seni çağırırdım. Oysa şimdi Ah ne korkunç bir hayat bu! Yaşıyor olmanın ne yararı var? Bir delinin yaşamının, ailesi ve bir zamanlar kendisini sevmiş dostları için hoş bir yanı var mıdır? Tanrım bu nasıl hayat böyle! Düşlerle gerçeklik hep çatışma içinde!
Herkes işini yapsın yeter. Benim gözümde bilmediğini açıkça söyleyen insan, bilmediğini biliyormuş gibi görünen ve her şeyi ağzına yüzüne bulaştıran ikiyüzlüden daha değerlidir.
Öyle ya, insanın ruhuna süzülüp içinden neler geçtiğini anlayamazsınız ki!
Ama bu dünyada yaşayan kuvvetli insanların üzerine yıkımın çöktüğü gibi onun üzerine de talihsizlik önüne geçilemez bir biçimde çökmüştü.
beni bu dünyadan uzaklara taşı! Daha uzaklara gidelim ki artık hiçbir şey görünür olmasın!
Aşk ikincil bir yaşamdır.
Kalbim sanki bir şeyleri beklermişcesine atıyor.
Daha önce anlayamıyordum , bir sis perdesi ardında gibiydi her şey . Bu da , sanırım , insanların beynin kafada olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Kesinlikle doğru değil bu: Rüzgârla , Hazar Denizi taraflarından gelir beyin ..
İnsanoğlu öyle şaşılası bir yaratıktır ki, sahip olduğu özellikleri bir çırpıda sayıp dökmek olanaksızdır, durup incelemeye kalkıştığınızda da, hiç durmadan yeni özellikler bulursunuz ve bu işin sonu gelmez.
En ufak bir heyecan, tutku yoktur bu insanlarda: Yürür giderler, gözlerine bir şey takılmaz; susarlar, hiçbir şey düşünmeden.
Ayı hatırlamıyorum. Gün hepten yok. Bir şey var… ama onun da ne olduğu belli değil.
Tanrım bu nasıl hayat böyle! Düşlerle gerçeklik hep çatışma içinde!
Ah, ne kadar iğrençti şu gerçeklik denen şey. Düşlere neden hiç uymuyordu sanki?
Nasıl da tuhaf, nasıl da anlaşılmaz oyunlar oynuyor alınyazımız bize! Acaba arzuladığımız bir şeye hiç kavustuğumuz olmus mudur kavuşmak için var gücümüzü harcadığımız bir şeyi elde etmişliğimiz?
Düşlerle gerçeklik hep çatışma içinde!
Kafatasına hapsolmuş bir beyin nasıl düşünebilir? Halbuki beyin dediğimiz şey elle tutulmaz gözle görünmez bir esintidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yüreğim sanki hep bir şeyler bekliyormuş gibi atıyor.
İzim tozum kalmadan gitmek istemiyorum dünyadan, bir şekilde yaşamalıyım.
Benim gözümde bilmediğini açıkça söyleyen insan, bilmediğini biliyormuş gibi görünen ve her şeyi ağzına yüzüne bulaştıran iki yüzlüden daha değerlidir.
Ne demiş atalarımız:
Yiğidi öldür, hakkını yeme!
Yiğidi öldür, hakkını yeme!
Ama bu dünyada hiçbir şey sürekli değil; bu nedenle de neşe, ikinci dakikada, birincikinden farklıdır; üçüncüde bir derece daha zayıflar, sonunda bütün bütün yok olur, eski durumumuza döneriz; suda genişleyen halkların, sonunda suyun yüzeyinde bir olup yetmesi gibi.
Götürüp gömdüler Akaki Akayeviç’i ve Petersburg, kendinde böyle biri hiç yaşamamışçasına onsuz kaldı. Kimselerin korumadığı, kimselerin değer vermediği, sıradan bir sineği bile iğne ucuna geçirp mikroskop altında incelemeyi ihmal etmeyen doğa bilimcilerin bile dönüp bakmadığı Akaki Akakiyeviç, ömrünün en sonunda da olsa palto biçimine bürünmüş kutlu bir konuk, göz kamaştırıcı bir ışık olarak yoksul yaşamını aydınlığa boğan bir mutluluğu yaşadı ve sonra çarların, hükümdarların, tüm dünyaya egemen olanların başına gelen mutsuzluk onun da başına geldi, yıllarca kalemdeki arkadaşlarının alaylarına nasıl sessizce katlandıysa, öyle sessizce dünyasını değiştirdi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Nasıl da tuhaf, nasıl da anlaşılmaz oyunlar oynuyor alın yazımız bize. Acaba arzuladığımız bir şeye hiç kavuştuğumuz olmuş mudur Kavuşmak için var gücümüzü harcadığımız bir şeyi elde etmişliğimiz?Galiba bunun tam tersi oluyor hayatta. Kimi, gösterişli atların çektiği şık bir araba için yanıp tutuşur ve yanından hızla geçen arabaların ardından özlemle dilini şaklatırken, kiminin şahane atlar koşulu göz alıcı bir arabası oluyor, ama o neye sahip olduğunun bile farkında olmadan biniyor arabasına.
Hoşça kal, ma chere
Şimdilik vs. vs. diyeyim
Şimdilik vs. vs. diyeyim
Ayın böylesine nazik, böylesine kırılgan bir top olmasından dolayıdır ki, insanlar ayda yaşayamıyorlar. Şuanda orda yalnızca burunlar yaşıyor. Bü yüzdendir ki, baktığımız zaman yüzümüzde burnumuzu göremiyoruz, çünkü burunlarımız ayda bulunuyorlar.
Ayı hatırlamıyorum. Gün hepten yok. Bir şey var Ama onunda ne olduğu belli değil.
Duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşmayanlar, zevksiz kişilerdir…
Artık öyle bir noktaya geldik ki ,insanlar şahıslarına yöneltilen bir suçlamayı,mensubu oldukları topluluğun tümüne yöneltilen bir saldırı olarak değerlendiriyor.
Sanki her şey etrafımda daireler çizerek dönüyor.Kurtarın beni! Çıkarın beni buradan !Bana rüzgâr gibi giden fayton verin! Faytoncu, yerine geç,çanları çal , atları sür ve beni al götür bu dünyadan ,uzağa daha uzağa,ta ki her şey gözümün önünden yok olana kadar!
Ne de olsa insan ruhunun derinlerine gizlice süzülüp neler düşündüğünü öğrenmek olası değil.
Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık.
Fyodor Dostoyevski
Fyodor Dostoyevski
Kuşkuculuğu o düzeye vardı ki, sonunda kendi kendisinden de kuşkulanmaya başladı.
Binbaşı sevinçten gülümsüyordu. Ama dünyada uzun müddeti hiçbir şey yoktur; bu yüzden sevinci ilk dakikalardaki gibi canlı değildi; üçüncü dakikada daha da azaldı, suya atılan taşın oluşturduğu çember gibi sonunda farkında olmadan belirsiz bir şekilde kayboldu.
Aslında onu başkalarıyla karşılaştırınca hala önemli sayılmazdı fakat her zaman başkalarının gözünde, önemsiz kişilerin zaten önemli olduğu bir insan çemberi olacaktır.
Bunun nedeni, baktığı kişinin çizgileriyle odasındaki alçıdan Herkül heykelinin çizgilerini ya da yapmayı tasarladığı bir resmi aynı anda düşünmesidir.
Tuhaf, olağanüstü bir yüz ifadesi vardı; ama herkesi asıl etkileyen inanılmaz canlılıktaki gözleri, delici bakışlarıydı. Bu gözler, bakıldıkça daha çok saplanıyordu sanki insanın içine.
Ama bu dünyada hiçbir şey sürekli değildir.Bu nedenle de sevinç, ikinci dakika da birincikinden farklıdır, üçüncüde bir derece daha zayıflar, sonunda tamamen yok olur, eski durumumuza döneriz; suda genişleyen halkaların, sonunda suyun yüzeyiyle bir olup kaybolması gibi.
Sen birine kötülük edeceğine, bırak sana kötülük etsinler!
Bugüne dek kadınların kime âşık olduğunu kimseler bilmiyordu. Bunu ilk anlayan ben oldum. Kadın, şeytana âşıktır.
Belki de kim olduğumu, neyin nesi olduğumu ben kendim bile bilmiyorum?
Aşkın ikinci bir hayat olduğunu söyleyen yazar ne güzel söylemiş!
söyledikleri öyle bayağı, öyle saçma sapan şeylerdi ki…Şaşılacak şey: Demek iffet terk etti mi insanı, akıl da terk ediyordu. Bir çocuk gibi gülünç ve saf buluyordu kendisini. Onun yerinde kim olsa kadının gösterdiği güler yüze çok sevinir, bu fırsattan yararlanmanın yoluna bakardı, ama o böyle yapacak yerde yaban keçisi gibi koşup soluğu caddede aldı.
Aslına bakılacak olursa, ahlaksal çökmüşlüğün kokuşmuş soluğunun sindiği güzellik karşısında duyulan acıma duygusu bu türden duyguların en güçlüsüdür.
Aslına bakılacak olursa, ahlaksal çökmüşlüğün kokuşmuş soluğunun sindiği güzellik karşısında duyulan acıma duygusu bu türden duyguların en güçlüsüdür.
Ah, insan istiyorum ben! İnsan görmek istiyorum karşımda! Ruhumu besleyecek ve ona haz verecek gıda istiyorum! Ne yapayım ben bu rezillikleri!
Köpek kısmının insanoğlundan daha akıllı olduğundan hep huylanmışımdır;
Bana göre , düşünceleri , duyguları ve izlenimleri başkalarıyla paylaşmak dünyadaki en büyük mutluluklardan biridir.
Acının böylesi insanı en korkunç kötülükleri yapabilecek biri haline getiriyordu.
Ne yaptım ben onlara? Niçin çektiriyorlar bana bütün bu acıları? Benden, benim gibi garip bir insandan ne istiyorlar? Ben ne verebilirim ki onlara? Neyim var ki, ne vereyim?
Beni anlamak istemiyorlar, görmüyorlar, dinlemiyorlar.
Artık dayanacak gücüm kalmadı.
Herhangi bir şey gönlünü çeldi mi, hemen onun arkasından koşuyorsun geri kalan hiçbir şey umurunda olmuyor varsa yoksa o gönül çelici şey!