İçeriğe geç

Alnında Mavi Kuşlar Kitap Alıntıları – Aysel Özakın

Aysel Özakın kitaplarından Alnında Mavi Kuşlar kitap alıntıları sizlerle…

Alnında Mavi Kuşlar Kitap Alıntıları

Sevim’in hayatındaki zorluklar inancının aydınlığıyla siliniyordu sanki.
İnsanın hayatta kazanacağı tek üstünlük erdemdi.
Okuduğum kitaplar önümde yeni ufuklar açtı. Belki düşünmeyi öğrenmeseydim şimdi mutlu olabilirdim.
En büyük huzursuzluk, insanın yaşama biçimiyle düşünceleri arasındaki çelişkinin çözümlenmemesinden doğar.
Bir çocuk, insanı gelecek önünde temize çıkma isteğine bağlayabilirdi.
Şimdi şakaklarında ak teller ona yaşamanın muştusu gibi görünüyordu
En büyük huzursuzluk, insanın yaşama biçimiyle düşünceleri arasındaki çelişkinin çözümlenmemesinden doğar.
Herkesten kaçırılan duygular, şiire teslim edilebiliyordu. İçine sokulan, bakışlarına girip yerleşen, duyduğu sesleri değiştiren bir duyguydu şiir duygusu.
Sait Faik’in hikayelerini okuduğu günlerdi. Bu hikayeler onun yalnızlığına,dalgınlığına, yoksulluğuna ve sevgi susuzluğuna öyle uygun düşüyordu ki Gün batarken renkler,kokular, insan yüzleri birbirine karışıp sözcükleri bulunamamış bir şiir olarak içine akıyordu.
Acı bu kadar hızlı yol alırken mutluluğun durmaya ve kendini korumaya hakkı var mı acaba? Titrek bir gölgeliğe sığınır gibi yaşamak istemiyorum.
Bir an çocuğun karanlıktaki yüzüne doğru eğildi. Hangi hayata, hangi duygulara,hangi düşüncelere doğru büyüyordu acaba?
Armağan, bir an bu kitapların karşısında kendini eksik, zayıf bir insan olarak duydu.
Bir çocukla, göremeyeceği bir zamanın ucuna dokunabiliyordu insan.
Şiirin ayrı sesi, bir büyüsü, kendi gerçekliği vardır.
Özenti çok kötü bir şey öyle değil mi? Hayatı da sanatı da bozan bir şey.
Kendini hiçbir şeye dayanamayacak kadar bitkin duyuyordu.Ne acıya, ne mutluluğa, ne kırgınlığa, ne de sevgiye dayanacak kadar
Ona göre kadınlık Tanrının en ağır cezasıydı. Tanrı erkekleri de bu cezayı uygulamak için yaratmıştı sanki.Kızıyla bir kader ortaklığı beklemişti bilinçaltı. Beklemiş ve bundan korkmuştu.Kızının da erkeklerden nefret etmesi, uzak durması gerektiğine inanmıştı. Bu tiksintiyi aşılamak istemişti ona.
Duyduğu acının ağırlığı onu kendinden uzaklaştırmıştı sanki.
Alan boşalmıştı.Sessiz bir hüzün,bir utangaç duygusu ve gizli bir kin doldurmuştu alanı. Hafif bir rüzgar yerlerdeki beyaz kağıt parçalarını uçuruyordu. Bayraklar, fotoğraflar, pankartlar parça parçaydı,ezilmişti.
Umut yığılıyordu
Bir kar gibi
Üstüne – acılarımızın.

– Günşin Asral –

Yorulmuştu ve yeniden kendi hayatının gizli umutsuzluğuna çekilmek ve hiçbir yenilik aramadan yaşamaya devam etmek istiyordu.
Her yerde gurbette gibiyiz biz
Bu eğlenceler de yalnızlığın verdiği acıdan, öfkeden yapılıyor gibi geliyor bana. Bittikten sonra da insana bir hiçlik, bir boşluk, gereksizlik duygusu veriyor.
İnsanın bir evi,arabası yoksa bence bu şehirde oturmamalı.
En büyük huzursuzluk, insanın yaşama biçimiyle düşünceleri arasındaki çelişkinin çözümlenememesinden doğar bence.
İnsanın bu ortamda rahat yaşaması için ya vurdum duymaz, ya da sorumsuz ve bencil olması gerekir.
Alkış dalgaları arasında yüzmeyi bilmeyen ama suya atlamaktan başka çare göremeyen biri gibiydi.
Bu boşluk içinde insanın bir tek haklı tutkusu olabilirdi. Özgürlük.
Mutluluk gerçekleşemeyen bir özlemdi. Çünkü insanlar birbirlerine ulaşamazlardı. En yakın anlarda bile aralarında bir uzaklık vardı.
İnsanın içindeki bencillik ve zulüm tohumu yok edilemezdi.
Her yerde acı vardı. Kurtuluş yoktu. Çünkü hayat ölümle çevriliydi.
Acı bu kadar hızlı yol alırken mutluluğun durmaya ve kendini korumaya hakkı var mı acaba?
Bir çocukla, göremeyeceği bir zamanın ucuna dokunabiliyordu insan. Bir çocuk, insanı gelecek önünde temize çıkma isteğine bağlayabilirdi. Böylece gelecek gözetlemiş, denetlemiş olabilirdi insanı.
Okuduğum kitaplar önümde yeni ufuklar açtı. Belki düşünmeyi öğrenmeseydim şimdi mutlu olabilirdim.
Yine mutlu olamazdın ki O kadınlar mutlu mu sanıyorsun?
Erkekler, erkekliklerini kazanabilmek için uzaklara gidebilmeliydi. Oysa kızlar kadınlıklarını kazanabilmek için eve bağlanmalıydı.
Bir gün o da kendi eşyaları arasında elektrik düğmesini çevirince bu şehirde yaşadığını unutacaktı. İşte o zaman bu şehrin insanı olacaktı.
Hem özgür hem de erdemli olabilecek miydi?
Buraya gidip gelirken dört saatim yollarda geçiyor, dedi. İstanbul artık yaşanmaz hale geldi. Bazen çekip gitsem diyorum. Bir kıyı kasabasında yaşasam. Balık tutarım. Bol bol okurum. İstanbul rezalet bir şehir. Ama sizin için başlangıçta ilginçtir tabi
Bir yer ismi tutuyordu aklında. Umutlarının yöneldiği yer
Kanatları kırıktı, düşünceleri gibi
Onu seviyordum, bana umutsuzluğu gösteriyor, umudun değerini öğretiyordu.
Şimdi yaşadığımız şu hayat insanların özlemlerini durduruyor,
cesaretlerini kırıyor, yeteneklerini tıkıyor, hatta insanların
duygularını donduruyor. İnsanlar hayata küsüyor.
Bizi her gün çeviren olaylar, hileler, bozulan insan ilişkileri
hayatın değerini azaltıyor.
Yapılan her şey ve düşünceler, duygular hayatın değerini arttırsın istiyorum.
Bazen kendime soruyorum kime hizmet ediyoruz, diye
Adamlar rahat, ben kendimi paralıyorum.
Kadehini eline aldı. Bir an kadehin içindeki rakıya dalgın,
buruk bir gülümsemeyle baktı.
Ben bu işlerin adamı değilim galiba, dedi.
Okuduğu bu yeni yerli ve yabancı romanlar insan acısının
sürekli olduğunu, yalnızlığın ise giderilemeyeceğini, ölüm, aşk
ve umutsuzluk duraklarından geçerek gösteriyordu.
çorak bir toprakta rastlanan meyve ağacına duyulan istekle yeni düşüncelere yöneliyordu.
İçine sokulan, bakışlarına girip yerleşen, duyduğu sesleri
değiştiren bir duyguydu şiir duygusu.
Herkesten kaçırılan duygular, şiire teslim edilebiliyordu
Senin demokrasiye düşman olmanı normal buluyorum,
dedi. Beni üzen zavallı insanların faşist olması. ..
Hayatın gündelik gerçeğini küçümsüyordu sanki. Siyahlar giyinmeyi seviyordu.
Bir tapınma içinde gibiydi. Bir duyguya, bir belirsizliğe, gerçeği aşan bir görüntüye karşı bir tapınma içinde gibiydi.
Her yenilik kısa sürede eskiyordu bu umutsuzluğa çarpınca.
Yorulmuştu ve yeniden kendi hayatının gizli umutsuzluğuna çekilmek ve hiçbir yenilik aramadan yaşamaya devam etmek istiyordu.
Bu yalnızlığın toplumun yapısından geldiğine inanıyor musun?
Her şeyle oynuyorlardı. Belki dostlukla da oynuyorlardı.
Ama düzenin değer ölçüleriyle de uzlaşmadık.
Yahu kendimizi bildik bileli doğru dürüst demokratik bir
ortama kavuşamadık şu ülkede. dedi Sinan.
Ekonomik baskıların yanında ahlaki ve dinsel
baskılar kadınların çoğunu eziyor
Raflar teorisyenlerin kitaplarıyla doluydu.
Militanların hayatlarını, savaşları, devrim kahramanlarını,
büyük toplumsal dönemleri anlatan romanlar da vardı.
Solu gözden düşürebilmek için sağ daha hangi tertiplere başvuracaktı?
Bir iki sloganla, yüzeysel bilgiyle dünyayı kendilerinin değiştireceğine inanıyorlar, sonra eylemlere başlıyorlar.
Okuyorum, anlamaya çalışıyorum, kendimi değiştirmeye
çalışıyorum.
Kadın ve erkeği birbirini yenmeye, yanıltmaya çalışan iki
varlık olarak düşünmek istemiyordu.
İnsanın oluşumu, kişiliği, şartlanmaları o kadar kolay değişmez
ki
umut kırıklığı, başarısızlık ve öfke dolu günlerinde onun coşkunluğuna ve güzelliğine sığınmıştı.
Peki ama neyi arıyorsun? Neyi aradığını biliyor musun?
Bugünlerde en çok hangi kitabı seviyorsun?
Dostoyevski’nin ‘İnsancıklar’ romanını seviyorum.
Bazen çekip gitsem diyorum. Bir kıyı kasabasında yaşasam. Balık tutarım. Bol bol okurum.
Sen de bir zamanlar bir kaçışı yaşadın, ama duygularından
başka hiçbir silahın yoktu. Sonra onlar da eskidi, eridi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir