İçeriğe geç

Aliya İzzetbegoviç Kitap Alıntıları – Mahmut Hakkı Akın

Mahmut Hakkı Akın kitaplarından Aliya İzzetbegoviç kitap alıntıları sizlerle…

Aliya İzzetbegoviç Kitap Alıntıları

Bana yeniden hayat önerilseydi, reddederdim. Ancak yeniden doğmak zorunda kalsaydım, kendi hayatımı seçerdim.
Güneşin çoktan battığı yerde gecenin bütün sıcaklığı yine güneştendir.
Beden ruhun mezarıdır. Ruh dünyada asla gayesine ulaşamaz; hakiki marifet ancak ölümden sonra olur.
İlmin ilerlemesi ne kadar büyük ve göze çarpar olursa olsun, ahlak ve dini fuzuli ve lüzumsuz kılamaz. Zira ilim insanlara yaşamalarının ne şekilde olması icap ettiğini öğretmez ve herhangi bir değer ölçüsü göstermez.
Halida çok güzeldi ki aynı şey benim için söylenemezdi. Savaş sırasında tanışmıştık ve hava saldırısını haber veren sirenler ne zaman çalsa bir araya gelirdik. Bu giderek daha çok oluyordu çünkü İtalya’daki üstlerinden kalkan İngiliz hava kuvvetlerine bağlı uçaklar Macaristan’daki hedeflerini bombalamaya giderken Saraybosna üzerinden uçuyorlardı. Bazı zamanlar öldürücü yüklerini şehrin üzerine düşürüyorlardı. İnsanlar panik içinde mahzenlere ve hava saldırısı sığınaklarına doğru kaçışırken Halida ile ben, bize hiçbir şey olmayacağından emin, bir taşın ya da en yakındaki bir bankın üzerinde oturuyorduk. Kuşkusuz ikimiz, kentte hava saldırısı sirenlerini duyduğunda mutlu olan yegâne kişilerdik.
İnancımdaki – elbette varolduğu ölçüde – muayyen sarsılmazlık, gençliğimde zuhur etmiş olan şüphelerimden geliyor.
Tanrısız bir kainat, bana anlamdan yoksun görünmüştür her zaman.
Begoviç’e göre din de devrim de acılar ve ızdıraplar içinde doğar. İkisi de refah ve konfor içinde yok olup gider.
Dram, insanın dünyadaki varoluşunu anlamlandırmada güçlü bir unsurdur ve İslâm da bunu kabul etmektedir. Ne var ki İslâm, dramın kabulü ve dram ile nasıl varoluşsal ilişki kurulacağı noktasında Hıristiyanlıktan farklı bir anlayışı temsil etmektedir. Bir taraftan insanın varlığını açıklamada dramı kabul etmek, diğer taraftan da dünyevi bir yöne sahip olmak, tezat gibi gözükebilir. Ancak İslâm, dramı insan varoluşunun temel bir şartı olarak kabul ederken bu dünyadan yüz çevirmemekte; zulme ve kötülüğe karşı mücadele etme noktasında müminleri sorumlu kılmaktadır.

Kötülüğü ilelebet ortadan kaldıramayacağını bilmesine rağmen kötülüğe karşı mücadele etmek; üstelik bu uğurda ölümü bile göze alabilmek İslâm’ın dram ve ütopyaya bakışını ortaya koymaktadır. İzzetbegoviç şöyle der: İslâm, bu dünyaya dönük bir dindir. Bu doğrudur, ancak İslâm, bu dünyaya önem verirken yoldan çıkıp kaybolmamış ve unutkanlığa düşmemiştir. Onun en güçlü ve etkileyici mesajı adanıştır. Tanrı’nın krallığı fikri güçlü bir şekilde vurgulanır ve muhafaza edilir.!9

İslâm, fert olarak insan ile Allah arasındaki yaratıcı-kul ilişkisini temel almaktadır. İnsan sadece içinde yetiştiği sosyal çevre şartlarının bir sonucu ya da ürünü kabul edilemez. İnsanın içinde bulunduğu şartlara bağlı olarak bazı öngörüler iddia edilse bile insan bu şartların ötesine geçebilecek bir potansiyele de daima sahiptir. Bu yüzden Aliya İzzetbegoviç, aynı şartların aynı sonuçları vermesinin insan dünyası açısından zorunlu olmadığına dikkat çekmiştir:

İnsan, bir hayvan olsaydı, yetiştirmenin neticesi tahmin edilebilirdi ve güçlü olurdu; aynı şartlar daima aynı neticeleri verirdi.”

Aliya İzzetbegoviç’in düşüncesinde insan, özgür yaratılması ve ahlaki varlık alanında eylemlerinden sorumlu olması dolayısıyla diğer bütün varlıklardan ayrılmakta; insan ile Allah arasındaki ilişki de böylece kurulmaktadır. Yetişkin insan, tercihlerinin sonucunda gerçekleştirdiği eylemleri ile masumiyetin ötesinde ahlaki alanda varoluşunu sürdürmekte ve tercihlerine bağlı olarak iyi ya da kötü olmaktadır dahası bu sadece insana özgü bir durumdur. Nitekim siyasetin temeli de insanın tercihte bulunabilmesiyle doğrudan ilgilidir. Herhangi bir bitki ya da hayvan, masumiyet alanında canlılığını sürdürmekte ve bu alanın sınırlarının ötesine geçememektedir. İnsan ise bu sınırın ötesinde varlığını sürdürmektedir. Öyle ki ahlak ve siyaset arasındaki ilişki de bu varoluş sınırının ötesinde anlam bulmaktadır.
Aliya için İslâm yeryüzünde var olan diğer tüm din, ideoloji ve doktrinlerden farklı, özel bir şeydir. Bu bağlamda İslâm’ı özel kılan temel nedenlerden biri İslâmi paradigmanın kendisinde mündemiçtir. Bu dünya görüşünü orijinal kılan şey, hayatı ayrıştırmamasıdır. İslâm, Müslüman insanın hayatını dış ve iç, ahlaki ve toplumsal, maddi ve manevi olacak şekilde parçalayabilecek tahakküm araçlarını hayatın dışında tutarak hayatın bilinçli ve bir bütün şeklinde yaşanabileceğini talep etmektedir. Aliya’nın ortaya koymaya çalıştığı felsefede kutsal ve profan şeklinde bir ayrışmaya yer yoktur. Devlet ise dinin ahlaki içeriğinin yansıması ve destekçisi olmalıdır.
Güç ve kanun, İslâmi düzende sadece adaletin vasıtalarıdır. Adaletin kendisi insanların kalplerinde mevcuttur, aksi durumda adalet yoktur. Ahlak dış dünyaya (menfaate) bağımlı olan fiilde değil, insanın sonsuz özgür olduğu iç dünyasına ve niyetine dayanmalıdır. Bu seçime bağlı olarak iyiden, doğrudan yana olan tercihini “gönülden” yapmış olması kişiyi ahlaklı/adaletli kilar ve akabinde gelen eylemler de ancak o vakit ahlak nizamı içinde gerçekleşir.
Aliya, İslâm dünyasında modernist ve paydaşları tarafından ortaya konulan sosyal ve siyasal reçetelere kesin bir şekilde karşı çıkar. Buna göre, Batı için ilerleme ve hukukun üstünlüğü diye ifade edilen şeyler, İslâm dünyasında doğal bir karşılığı olmayan ve aynı zamanda hiçbir yapıcı değişiklik üretemeyen bir süreci temsil etmektedir. Bu anlamda laik, sekülarizm ve ulus devlet milliyetçiliği İslâm dünyasında hiçbir olumlu içeriğe sahip değildir.Kökü ve içeriği bakımından yabancı olan bu iki fikir, Aliya tarafından bir miskinliğe ve drama işaret eden ikili saçmalık şeklinde tanimlanmaktadir.
Aliya, muhafazakâr ve modernist kavramsallaştırmalar ışığında dil ve uygarlık ilişkisini de konu edinir. Buna göre medeniyetlerin temel sorunlarından biri, bildiğimiz üzere kendi sürekliliğini korumaktır. Buna aracılık eden, yani onu muhafaza eden en önemli şey dil ve yazıdır. Kur’an harflerinin kaldırılmasıyla Türkiye için, yazıda korunan tarihin bütün nimetleri kaybolmuş; diğer birçok “paralel” reformla beraber, Türkiye’de yeni nesil, kendini manevi dayanaktan yoksun ve âdeta bir çeşit manevi boşluk içinde bulmuştur. Bu şekilde Türkiye kendi “hafızasını, yani “geçmişini” kaybetmiştir. Peki, bu durum kimin işine yaradı” diyerek düşüncelerini ifade eder,
Ona göre özellikle modernistler, Avrupa merkezli yaklaşımlar üzerinden İslâm’ı, ed-din değil de inanç (religion) şeklinde tanımlamaktadırlar. Aliya ise ısrarla, İslâm’ın inşa edilen dinden daha geniş kapsamlı bir anlamı olduğunun altını çizer. Burada farklılığı doğuran şey ve belki de en önemlisi dinin, ed-din’in anlam boyutunun kök paradigma olarak ilahi olmasıdır. Muhafazakâr ya da modernist zihnin İslâm ile ilgili içine düştüğü sıkıntının iki temel nedeni vardır: Birincisi mantık ve dilbilime yönelik bilgisizliktir. İkincisi ise İslâm’ın özü, tarihi ve dünyadaki rolü hakkındaki anlama kabiliyetsizliğidir.
– Aliya için Müslüman halkları heyecanlandıracak ve onlar arasında gerekli ola disiplin, ilham ve enerjıyı gerçekleştirecek yegâne yol İslâm’dır. Yenilenmenin imkânı İslâmi merkezciliktir. Çünkü Aliya’ya göre, İslâm’ı kabul eden bir halkın İslâm’dan başka herhangi bir ideal için yaşaması, mücadele etmesi veya ölmesi mümkün değildir. Başka bir ifadeyle bir Müslümanın, adı ne olursa olsun, herhangi bir kral, hükümdar, millet,parti ve bunlara benzer şeyler uğruna kendini adaması düşünülemez. Müslüman, bu yapıların bir çeşit putperestlik ve tanrısızlık fikri içerdiğinin farkındadır. Çünkü bir Müslüman, ancak İslâm’ın yücelmesi adına mücadele edebilecek olan kimsedir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Aliya, İslâmi yenilenmenin gereğini temellendirmeye çalışırken, bu fikre karşı çikan iki tip insandan söz ediyordu: Muhafazakârlar ve modernistler. Ona göre, muhafazakârlar eski, modernistler ise başkasına ait, yabancı reçeteleri uygulamak istiyorlardı. Aralarındaki bütün farklara rağmen bu iki tipin ortak yönü ise, İslâm’ı “Avrupalıların anladığı anlamda sadece inanç (religion) olarak görmeleriydi.12
İslamî olanın zorunlu olarak Allah’a kulluk bağlamında ahlakî ve insanî bir yükselişi sağlaması kabulü, İzzetbegoviç düşüncesinin en temel noktalarından birisidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kur ‘an ve İslam, sadece hocalara bırakılmayacak kadar değerlidir sözüyle birey olarak her Müslüman’ın İslam’ın sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.
Ne var ki bilgisine ulaşılabilecek tek gerçekliğin fiziksel gerçeklik olduğu kabulü, insan ve insana dair pek çok mesele etrafinda birçok tartışmanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur.Felsefe, din, ahlak, metafizik gibi konular ve bu alanda üretilen sorular, insanlık tarihinin başından itibaren önemli meselelerin tartışılmasını sağlamıştır.
Burada özellikle bir zihniyet olması bakımından teolojik ve metafizik döne min geride kaldığı, insan için bilgi üretilebilecek tek gerçeklik alanının fiziksel gerçeklik ve güvenilir tek bilgi türünün bilimsel bilgi olduğu tezlerine dayanan pozitivizme dikkat etmek gerekmektedir/ Pozitivizm, hem Batı’da hem de Batılılaşmayı amaçlayan toplumlarda ilerlemeci bir anlayışla dünyevileşmenin sürdürülmesini sağlayan önemli bir ideoloji olmuştur.
İnsan, hem beden, hem de ruh sahibi bir varlıktır ve bütün mesele bu ikisinin denge halini keşfetmektir.
Hatta insanın etkilenmenin ötesinde sarsılması da ancak ruhunun muhatap alınmasıyla mümkün olmaktadır.
İnsanın bu dünyadaki varlığına anlam arayışı, varoluşundan itibaren devam etmektedir. Elbette bu anlayışın bizatihi kendisinin onu insan yaptığı ve diğer varliklardan ayırdığı da söylenebilir.
Soru nasıl yaşandığı değil, niçin yaşandığıdır ifadesiyle, insanın ancak biyolojik bir varlık olmanın ötesinde anlam bulabileceğine işaret etmiştir. Hayvanlar ve bitkiler de canlılar olarak yaşamaktadır. İnsanın kendi hayatına dair sorduğu niçin sorusu son derece önemli ve ayırt edici bir sorudur. Bu soruya cevaplar ise bilimden çok dinden, mitolojiden, felsefeden, sa nattan ve edebiyattan gelmektedir.
Insan nedir? İnsanı diğer bütün varlıklardan farklı kılan yönleri ya da en temel yönü nedir?
Aliya İzzetbegoviç, düşünce sistematiğini insanın varlık içindeki konumunu tespit ederek ortaya koymaya çalışmıştı.
Batılı bir Müslüman düşünür olduğu gerçeği de unutulmaması gereken bir ayrıntıdır. Düşüncesinin oluşmasında ve şekillenmesinde bazı önemli etkiler göz ardı edilemez. Dindar bir ailenin içinde yetişmesi, Genç Müslümanlar Teşkilatı’na katılması, gençlik yıl larından itibaren pek çok farklı konuda eserler oku ması, mahkumiyetleri, avukatlık yılları; hasılı bütün yaşadıkları onun düşüncesinin şekillenmesine farklı açılardan etki etmiştir.
İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe Allah hükmeder ve O ne derse, o olur.
Saraybosna Davası’nın tahkikat subayları, savcı ve yargıçları, onun cumhurbaşkanlığında hayatlarına normal bir şekilde devam etmişler hatta terfi bile almışlardır. İzzetbegoviç, “bir politikacı olarak onları affettim, ama insan olarak değil” demekle yetinmiştir.
“Tanrısız bir kainat bana anlamdan yoksun görünmüştür”
Düşmanlarımıza karşı tek bir borcumuz var: Adaletli olmak!
Eleştirelliğin olmadığı yerde özgürlükten bahsetmek mümkün değildir.
Ona göre, Müslüman toplumların hakiki anlamdaki bağımsızlıklarını kazanmaları, kendi köklerinden kaynağını alarak hareket etmeleriyle mümkündür.
İzzetbegoviç, yapılan inkılaplarla ve özellikle de harf inkılabıyla Türkiye’nin kendi hafızasını kaybettiğini söyledikten sonra şöyle bir soru sormuştur: Bu durum kime gerekli idi?
İslam güzel de Müslümanlar bunun neresinde?
İslam, sadece bir inanç ya da düşünce sistemi olmanın ötesinde bu dünyada hayata geçmesi gereken bir davadır.
İslam sadece bir inanç meselesi değil, aynı zamanda iman edileni yaşama meselesidir.
Ey teslimiyet, senin adın İslam’dır!
Mücadelemizi insanî ve makul kılan, ona sükûn ve huzur damgasını vuran, her şeyin akıbetinin elimizde olmadığı kanaatidir. Bize ait olan, gayret etmek, uğraşmaktır; netice ise Allah’ın elindedir Teslimiyet, hayatın çözülemezlik ve manasızlığından vakarlı tek çıkış yoludur.
İslam’da teslimiyet bir pasiflik hali değildir.
İslam, doğrudan hayatın içinde bilinçli bir mücadelenin sürekliliğine vurgu yapmaktadır.
Hayat, anlamını sadece bu dünyada bulan bir gerçeklik değildir. Bu dünyadaki her şey hayat açısından eksik, tamamlanmamış bir yöne sahiptir.
hayat fenomen değil; mucizedir.
Ahlaklı olan kazanmaktadır. Ancak bu kazanç, fayda ya da çıkar elde etmenin ve bu dünyanın ötesinde asıl anlamını bulan bir kazançtır.
Allah’ın iradesine teslimiyet insan iradelerine bağımsızlık demektir; Allah’a itaat, insana itaati men eder. Böylece insan ile Allah ve insan ile insan arasında yeni bir münasebet inşa eder.
Özgürlük, Allah’a karşı sorumluluğa ulaşmaktadır.
Oruç özgürlüktür.
Fert ya da birey olma yönü inkar edilen bir insanın en başta insanlığı ve şahsiyeti inkar ediliyor demektir.
İnsanların daha zengin, daha fazla lüks içinde yaşadıkları ancak daha da fazla mutluluğu aradıkları bir ortamın oluşması, medeniyetin güçlenmesi ve kültürün zayıflamasıyla ilişkilidir.
Tekniğin bu kadar insan hayatının içine girmesi, insanlık tarihinde daha önce hiç karşılaşılmayan bir durumun yaşanmasına ve insanın daha da yaşadığı medeniyet içinde nesne haline gelmesine sebep olmuştur. Bu yüzden insan, medeniyetin gücünün artışına paralel olarak daha fazla kendisi nesne haline gelmiştir. Böylece insanlık tarihinde insan yabancılaşması hiç olmadığı kadar derinleşerek devam etmiştir.
İnsan olmak için biyolojik hayatın ötesinde bir şeylere sahip olmak gerekir; soru nasıl yaşandığı değil, niçin yaşandığıdır.
İslam, düşüncesinin ve mücadelesinin sabitesidir.
Bana yeniden hayat önerilseydi, reddederdim. Ancak yeniden doğmak zorunda kalsaydım, kendi hayatımı seçerdim.
İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe Allah hükmeder ve O ne derse, o olur.
kazanacağız, çünkü öteki dine, öteki ulusa ve politik duruşa saygılıyız. Bu bizim zaferimizin anahtarıdır.
Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam, benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin diğer adıdır.
O, hayatı boyunca devam eden İslam’a bağlılığında ve dindarlığında annesinin önemli bir rolü olduğunu kabul etmektedir.
Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.
‘Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.’

Alija İzzetbegoviç

Allahın gazabı zalimlerin üzerine olsun..

Çünkü İslam, benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin diğer adıdır.
İnsanın maddi şartları geliştikçe ruhundaki arayış son bulmamakta ; tersine daha da önemli bir mesele haline gelmektedir.
İnsanların daha zengin ,daha fazla lüks içinde yaşadıkları ancak daha da fazla mutluluğu aradıkları bir ortamın oluşması ,medeniyetin güçlenmesi ve kültürün zayıflamasıyla ilişkilidir.
Geleneksel hocalar İslam’ın ritüellerini ya da formlarını yorumlamaya ve özü göz ardı etmeye daha eğilimli olmuşlardır.
Yugoslavya’yı seviyorum ama yönetimini değil. Bütün sevgimi özgürlüğe veriyorum ve geriye yetkililer için bir şey kalmıyor. Ben bu ülkenin yasalarını çiğnemiş olmaktan yargılanmıyorum. Çünkü böyle bir şey yapmadım. Ben aramızdaki tekil iktidar sahiplerinin, izin verilmiş, yasaklanmış olana ilişkin standartları anayasayı, yasaları dikkate almaksızın empoze etmelerine yarayan yazılı olmayan kuralları ihlal etmiş olmaktan dolayı yargılanyorum.
Kur’an ve İslam, sadece hocalara bırakılamayacak kadar değerlidir.
İnsan olmak için biyolojik hayatın ötesinde bir şeylere sahip olmak gerekir ; soru nasıl yaşandığı değil niçin yaşandığıdır.
Aşkın olana teslimiyet, fani olanlara karşı özgürlüğü beraberinde getirmektedir.
Mücadelemizi insanî ve makul kılan, ona sükûn ve huzur damgasını vuran, her şeyin akıbetinin elimizde olmadığı kanaatidir. Bize ait olan, gayret etmek, uğraşmaktır; netice ise Allah’ın elindedir Teslimiyet, hayatın çözülemezlik ve manasızlığından vakarlı tek çıkış yoludur.
Nietzche’nin, Sarte’nin ve Camus’un Batı Medeniyetine insanın yabancılaşması ve insanlıktan çıkması üzerinden yaptıkları isyan, özünde insanî ve dolayısıyla İslamî bir isyandır.
Halbuki insan bütün belirlenmişliklerin ötesinde kendisi olabilen bir karaktere sahip olagelmiştir.
Ancak o, insan olabilmenin zorunlu şartının özgürlük olduğunu kabul etmiştir. Özgürlük, İzzetbegoviç’in insan felsefesinin zorunlu ilk ilkesi ve hareket noktasıdır.
İnsan, hem beden hem de ruh sahibi bir varlıktır ve bütün mesele bu ikisinin denge halini keşfetmektir.
İnsan elbette kendi hayatıyla çelişebilen bir varlıktır. Ancak değerli olan, en azından düşünceleri ile tutarlı bir pratiği gerçekleşirme çabasıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir