İçeriğe geç

Alacakaranlıkta Bir Öykü Kitap Alıntıları – Stefan Zweig

Stefan Zweig kitaplarından Alacakaranlıkta Bir Öykü kitap alıntıları sizlerle…

Alacakaranlıkta Bir Öykü Kitap Alıntıları

İnsan her şeyini kaybettiğinde
elinde kalan son şey için umutsuzca savaşır.
..bu derin alacakaranlıkta benden ne kadar da uzaktasın!
Bu kadar büyük dua etmesini bilen birinin sesi, mutlaka duyulur.
Karanlıktan bir parça koparmak zorundaymışım gibi hissediyorum, bir imge ve bir karakter çünkü benim tuhaf hayallerim böyle başladı.
Öykümün kasvetli ve melankolik olmasını istememiştim- aşk tarafından, kendisi ve bir başkasının aşkı tarafından şaşkına dönen bir gencin öyküsünü anlatmak istedim sadece.
Ilık rüzgarla taşınan uykulu ağaçların yumuşak nefesi ve çimenlerin ipek gibi fısıltısı şu an uzaklarda, sonra birden ses yükseliyor ve ılık bir dalga yavaşça ölüyor.
”Bana kim olduğunuzu söyleyin! ” Ama o yumuşak, nemli dudaklar onu sadece öpüyor, konuşmuyorlar. Kadının ağzından laf almak için zorluyor.
Yıldızlar sanki aniden yere inmişti, gözlerinin önünde muazzam bir parlaklık var, her şey kıvılcımlar gibi havada alev almış, dokunduğu her şeyi yakıyor. Ne kadar sürdüğünü bilmiyor, bu yumuşak zincire saatlerce mi yoksa saniyeler kadar mı vurulduğunun farkında değil; bu vahşi, duygusal mücadele içinde her şeyin alev alıp sürüklendiğini hissediyor, muhteşem bir tür baş dönmesi içinde yalpalayıp duruyor.
Şu noktada bir şey olması gerektiğini hissediyor, düşüncelerin en anlamsız bile şu an ona arzu edilir görünüyor. Tıpkı her şeyin düşlerde kolayca halolması gibi.
Gerçekten neyin bize ait olduğunu henüz bilmiyoruz.
Sevgide dünyanın en büyük sırrının yattığını sezdi.
Her şeye kulak kabartan, fakat kimseyi teselli etmeyen gece
Büyük şehirlerdeki yaşamlarımız deneyim elde etmek için çok kısa ya da bize öyle görünüyor, zira gerçekten neyin bize ait olduğunu henüz bilmiyoruz.
Geçip giden bulutlar gökyüzünü kasvetli, melankolik bir karanlığa bürüyor. Bu yalnızlık yanan yüreğinin üzerine çöküyor.
Karanlıktan bir parça koparmak zorundaymışım gibi hissediyorum, bir imge ve bir karakter çünkü benim tuhaf hayallerim böyle başladı.
Bu harika bir saat, çünkü günbatımının yavaş yavaş solan renklerinin gölgeye dönüşmesinden, sonrasında altındaki karanlığın her yeri sarmasından daha güzel bir manzara yoktur.
Saniyeler sonsuz gibi..
Çünkü insan sessizlikte saatin yüzlerce küçük parçaya ayrıldığını ve nefes alışverişlerimizin hasta bir adamın nefes alışverişine benzediğini kaygılı bir şekilde duyar.
Alacakaranlık her yeri örter, akşam ortaya çıkan hüzün onların üzerindeki yıldızsız bir boşluk gibidir, karanlık kanlarına gizlice süzülür ve içlerindeki parlak, renkli tüm kelimeler sanki yüreklerinin en derinlerinden geliyormuş gibi, dopdolu ve ağır bir sese sahiptir.
Eğer insan aşık olduğu birinin
hayalini kurmak istiyorsa, böyle, insanlardan, gürültüden uzakta, ağaçların dallarını içeriye uzattıkları, yüksek tavan-
lı, aydınlık bir odada uzun zaman yalnız yatmak güzel. Her türlü görev ve sorumluluktan uzak, her şeyi huzur içinde düşünmek, tatlı rüyalara dalmak, bir an gözlerinizi kapattığınızda yatağınızın yanı başına geliveren o güzel hayallerle baş
başa kalmak ne hoş olur. Belki de aşkın en güzel, en dingin anları bu insanı kendinden geçiren solgun düşlerdedir.
En olunmayacak şeyler düşlerde gerçekleşir.
Zaman uykuya dalmış olacak, hiç ilerlemiyor.
Tüm şehri rüzgarla birlikte yine yağmur mu silip süpürüyor.
Zira gerçekten neyin bize ait olduğunu henüz bilmiyoruz.
Yüzünü düşündüğümde sadece belirsiz bir ışık görebiliyorum ve gülümsüyor musun yoksa hüzünlü müsün bilmiyorum.
Alacakaranlık her yeri örter, akşam ortaya çıkan hüzün onların üzerindeki yıldızsız bir boşluk gibidir.
Saniyeler sonsuz gibi.
Çünkü insan sessizlikte saatin yüzlerce küçük parçaya ayrıldığını ve nefes alışverişlerimizin hasta bir adamın nefes alışverişine benzediğini kaygılı bir şekilde duyar.
Yanaklarından yaşlar süzülüyor, çocukluğundan beridir hiç ağlamadığı bir daha hiç ağlamayacakmış gibi acıyla ağlıyor.
Yaşamında sadece bir anlık, hem sevmek hem sevilmek bir olmuştu.
Yüzündeki acı ifade, onu daha da olgun gösteriyordu.
Gökyüzü ruhun üzerinde fazla ağır bir yüktür.
İdeal olan her şey ya bilinçli bir rötuşla ya da fazla yüzeysel, fazla dar bir görüşle ortaya çıkar.
Ben sadece kendi toplumumda mutlu olabilirim, çünkü ancak orada tümüyle gerçek olabilirim.
Duygunun derinliğini her zaman sadece trajik tabiatlarda duyumsarız. Ve insanlık sadece ölçüsüz olanda fark eder kendi sınırını.
Her özgür zihin bir İskender’dir, fırtına gibi bütün şehirleri ve ülkeleri fetheder, ama mirasçısı yoktur.
Bağımsızlık her zaman sadece bireyin içinde var olur, kişinin içinde; onu kitlelerle çoğaltmak imkânsızdır, o kitaplardan ve eğitimden doğup büyümez.
Kimin ruhunda böyle bir fırtına esse, diğer insanlara kulakları tıkalı olacaktır.
Duygularımın yoğunluğu beni ürpertiyor ve güldülüyor.
Sen uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar.
Kendini kazandıkça dünyayı kaybetmiştir, o ne kadar uzağa gittiyse çevresindeki ‘çöl’ de o kadar büyümüştür.
O artık tek başına olmak değildir, bilakis tek başına bırakılmış olmak demektir.
Zihni bitmek bilmeyen yolculuklar yapmıştı.
Büyük bir insan itilir, bastırılır, eziyet edilerek yalnızlığına yükseltilir.
Müziksiz bir hayat başlı başına bir zahmet, bir yanılgıdır.
Dinlenme olarak müzik, keyif verici bir madde olarak değil. O artık, düşüncelerinin sürek avından yorgun argın, ölümcül yaralı olarak döndüğünde kaçıp içine sığınabileceği bir müzik ister.
https://open.spotify.com/track/272J47ncZqXTrgq31pcdMg?si=7s0hStomSmObVo9i-n1vWw

Müzik her zaman en şiddetli şekilde, allak bullak olmuş, zayıf düşmüş, aşırı gerilmiş, herhangi bir tutkudan dolayı tepeden tırnağa yırtılıp açılmış insanların içine dolar.

Sorunlarla asla baş edememe, ruhun bütün hayat boyu sürüklenmesi ve yuvarlanması olarak hisseder: bir zamanlar en sevdiği eserler bile şimdi onda bir tür zihinsel hazımsızlık yaratır.
Baba olduğum yer, ürediğim yerdir benim vatanım.
Bir daha geri gelmesem daha iyi olurdu, yeniden doğmuş olarak geri dönemiyorsam.
Goethe’nin deneyimi her şeyden önce beyinsel ve estetiktir, buna karşın Nietzsche’ninki yaşamsaldır: Öteki İtalya’dan dönerken yanında bir sanat tarzı getirir, ama Nietzsche orada bir yaşam tarzı keşfeder.
Ne pahasına olursa olsun aydınlık, huzurlu, enerjik, mutlu ve narin seslere ihtiyacımız var.
İçinde sürekli bir dünyanın yok edilmesi lazımdır ki evren yeniden kurulabilsin.
Yükselmek için hiçbir zaman kendini inkâr etmesine gerek yoktur.
Bir keresinde en cesur sözcü şöyle söylemiştir: Bir kişiye bağlanmak düşünüre zarar verir, kişi kendini bulduysa, zamanla tekrar kaybetmeye ve sonra da tekrar bulmaya çalışmalıdır. Onun varlığı daimi bir dönüşümdür, kendini kaybederek kendini tanımadır.
İnsan ne kadar hakikate dayanabilir?
Hiçbir zaman ve asla mutlu olmak istememiştir.
Nietzsche onu insanlara bağlayan bütün insani yanlarını da ateşe atıp yakmıştır, arkadaşlıklarını mahvetmiş, ilişkilerini, bağlarını koparmıştır ve hayatının kalan son parçası yavaş yavaş öylesine ısınmış ve öylesine kor haline gelmiştir ki, dokunmak isteyen herkesin eli yanmıştır.
Bilgi meselelerinde ‘körlük hata değil, tersine yetidir’, iyi niyet bir suçtur, çünkü utanmayı ve incinmeyi dikkate alan, açığa çıkarılanın çığlığından, çıplaklığın çirkinliğinden korkan biri hiçbir zaman o son gizemi keşfedemez.
Benim deham burun deliklerimdedir.
Hiçbir zaman gelişigüzel koşmaz, hiçbir zaman bir şeye takılıp kalmaz.
Duygularda önemli olan tek şey yoğunluktur, içeriğin hiçbir önemi yoktur.
Ama en nihayetinde çabaları huzur, barış ve güvenlik içindi: Dünyaya daha çok sahip olmak, normları ve kanunları yaymak, yüksek bir düzen kurmak istiyorlardı.
İçinde methiyeler düzen, zafer şarkıları söyleyen şey hayat değil, tersine ölümün kendisidir.
Hayata dair çok şey biliyorum, çünkü sık sık onu kaybetmeye çok yaklaştım.
Būtūn bilgi acıdan doğar, acı her zaman nedenleri araştırma, haz ise olduğu yerde kalma ve geriye bakmama eğilimindedir.
Kendime yaptığım en büyük iyilik, dediği ‘kitaptan kurtulmayı’ hasta gözlerine borçludur.
Varoluşundaki her şeyi sevdiği için, acısına da Zerdüşt gibi kahramanca evet der, bir kere daha! Ebediyen bir daha! diye bağırır.
Her zaman olduğu gibi diğerlerinden iki kat daha fazla acı çeker bu psikolog, çünkü acılarını iki kere hissetmektedir: Birincisi gerçekte, ikincisi de kendini dinlerken.
Yağmur, kapalı bir gökyüzü onun canlılığını söndüren şeylerdir.
İşin kolayına kaçsana: Ölsene! diye seslenir kendine. Çoktandır acısını anlatmaya yetecek denli yüksek ifadeler bulamamaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir