İçeriğe geç

Akifname Kitap Alıntıları – Hasan Basri Çantay

Hasan Basri Çantay kitaplarından Akifname kitap alıntıları sizlerle…

Akifname Kitap Alıntıları

&“&”

Mehmed Akif mü’mindi, çünkü îmanında samîmî ve bundan dolayı da kuvvetli idi. Onu şairliğe çeken, bu îman olmuştur.
Şudur cihanda benim en beyendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.
Cehennem olsa gelen göksümüzde söndürürüz
Bu, yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz
Şarkın ezelî fecri yakındır, doğacaktır.
Zaman ve insanlar ne tuhaf….
Medreseleri ıslah edelim, mektebleri islâh edelim, namazımızı kılıp orucumuzu tutalım, ibadet edelim, ıslâh edelim.
Dik duran başım göğsüme düşüyor, bütün benliğim mukaddes bir dua karşısında titriyor :

Şu serilmiş görünen gölgeme imrenmedeyim,
Ne saadet! hani, ondan bile mahrumum ben
Daha yıllarca, eminimki, hayatın yükünü
Dizlerim titreyerek çekmeye mahkûmum ben
Çözde artık yükümün kör düğüm olmuş bağını,
Bana çok görme İlâhi, bir avuçtoprağını…

Ağlamak istiyorum.
Ağlıyamıyorum, kalbim göğsüme sığmıyor.
Adâlet deyince hayâ­linde Hazreti Ömer, şecaat deyince Hazreti Ali canlanır.
Dille her şeyi ifade etmek mümkün
de­ğildir.
Ne başkasının ölümüne ağlıyabiliyoruz, ne de dostların sevinci bizi güldürebiliyor. Öyle bir kayidsızlık var ki iliklerimize kadar işlemiş…
Belki bir kaç zaman sonra edebiyyat denilen kitabı büsbütün kapamak ve kilitlemek ıztırarında kalacağız.
Çünkü geride bulunanlar, bize şimdilik, şiir namı altında bir sürü gürültüden başka bir şey vermiyorlar.
Âkif, aşk şairi, ihtiras şairi, süs ve saz şairi değildi. Küllî kudret mefhumunu teşahhus ettiren Allah’ın Kemâlü celâlini, İlâhî büyüklüklere ve temizliklere terceman olan
Peygamberin Rikkat ve nezahetini, geçmiş devirlerin yüksek şahsiyyetlerini, mensub olduğu cem’iyyeti ve insaniyyeti terennüm ederdi.
Zevk mi ? Benim zevklerim mi ? Eğer sevdiğimiz eserleri okumak, hoşlandığı mevzuları yazmak için uğraşmak, nihayet düşünmek, yapa yalınız, bir köşeye çekilmek, sessiz sadasız düşünmek bir zevkse… eh, benim, de zevklerim var demektir.
Çözde artık yükümün kör düğüm olmuş bağını, bana çok görme İlâhî bir avuç toprağını!
Müsterîh ol koca şâir yatarak kabrinde,
Bu Vatan toprağı hep Milletin emrinde!..
Onun üstünde de îmanlı sesin çınlıyacak:
«Korkma sönmez bu şef aklarda yüzen Al sancak!»

Ruhi Naci Sağdıç

Felâketin başı hiç şübhe yok cehâletimiz;
Bu derde çâre bulunmaz, ne olsa, mektebsiz.
İlel’ebed yetişir müctehid bu ümmetten
Şu var ki çıkmalı ferdâyi nûra zulmetten.
Akif memleketin her derdine ağlıyan Millî bir şairdir…
İnsanın mahiyyeti söylemek değil, sözünü tutmaktır.
« Ben bir yüzlü ve bir
sözlü olmayı her şey’e tercih ederim »
Gözüm ki kana boyandı;
Şerabı neyleyeyim!
Ciğer ki odlara yandı;
Kebabı neyleyeyim!
Ne bana yaradı cismim.
Ne yâre yâr oldu.
İlâhi, ben bu bir avuç,
Türabı neyleyeyim.
herkezi kendin gibi temiz kalpli sanırdın
Sözlerinde kir yoktu çünkü kalbin temizdi
Ve müslümanlığın bütün dünyada yeniden parlaması muhakkaktır.
« Sağlam bir müslüman olmadıkça iyi ve mütekâmil bir insan olmıya imkân yok »
Tulûu mahşere kalmış batan güneşlerimin!

….

Döner döner çıkamam, ye’s içinde kıvranırım;
Mezâra canlı giren bir zevallıyım sanırım!
İlâhî bir hatâ ettimse elvermezmi hüsranım?
Güneşler doğdu, aylar doğdu, ben hâlâ perişanım
Nasıl dursun, benim bîçâre gölgem, senden ayrılmış?
Güneşlerden değil, Yarab, senin sinenden ayrılmış!
Gel ey leylâ, gel ey candan yakın canan, uzaklaşma!
Senin derdinle canlardan geçen mecnunla uğraşma!
Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıt’ada, yer yer, kanıyan izleri şahid,
Dinlenmedi bir gün o büyük nesli mücahid.
Doğduk, «yaşamak yok size!» derlerdi beşikten,
Dünyâyi mezarlık bilerek indik eşikten!
Telkini hayat etmedi asla bize bir ses;
Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes…
Gür hisli, gür imanlı beyinler, coşar ancak.
Ben zâten uzun boylu düşünmekten uzaktım!
… şu son iki yıl zarfında çok ihtiyarladım. Çok dermansız düştüm. Eski hâlimi bilenler beni şimdi güç tanırlar. Öleceğim dâima hatırıma gelirdi, lâkin böyle canlı cenaze hâline geleceğim hiç aklımdan geçmezdi…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğuşunu açmış duruyor Peygamber.
Âsimin nesli., diyordumya.. nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ göğdesi, bir baksanâ, dağlar, taşlar..
Geçti rü’ya gibi, Allahım, O günler neydi!
Bana dünyada ne yer kaldı, emîn ol, ne de yar;
Ararım göçmek için başka zemin, başka diyar..
Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer;
Yaşamaktan ne çıkar günlerim oldukça heder…
Gamsız insanlara eğlence gelirmiş yaşamak;
Yüreğin hislimi, işkencedesin taliâ bak!
Ömerlerin, yavuzun biz vefâsız evlâdı,
Sıyanet eylemedik yâdigârı ecdadı.
İçinde ben, yalınız ben zavallı gülmüyorum..
Oturmuş ağlıyorum, ağlasam da ma’zurum
Yarab, bizi kahretme, helâk eyleme.
— Âmin.
Ta ibret olup kalmıyalım âleme
— Amin.
Unutma kendini, hem bilmiş ol ki ey insan,
Fenâ değil yolun amma epeyce sarp olacak!
Hayır, hayâl ile yoktur benim alış verişim..
İnan ki; her ne demişsem görüp te söylemişim,
şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!
Akşam ne güneşli bir geceydi..
Ayvâh, o da leyli mâtem oldu!
Bir zamanlar biz de Millet, hem nasıl milletmişiz:
gelmişiz dünyâya Milliyyet nedir öğretmişiz!
Ey Millet uyan! cehline kurban gidiyorsun!
İslâmî da «batsın.» diye tutmuş, yediyorsun!
Allahtan utan! bârî bırak dîni elinden..
gir leş gibi topraklara, kendin gireceksen!
lâkin ne demek bizleri Allah ile iskât?
Allahtan utanmak ta olur ilm ile… Heyhat!
Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık,
silkin de: muhitindeki zulmetleri yak, yık!
bir baksan a: gökler uyanık, yer uyanıktır;
dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır!
hüsrana rıza verme… çalış., azmi bırakma;
kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
Âh, karşımda vatan nâmına bir kabristan
yatıyor şimdi., nasıl yerlere geçmez insan?
şu mezarlarki uzanmış gidiyor, ey yolcu,
nereden başladı yükselmiye, bak nerde ucu?
bu ne hicrânı müebbid, bu ne hüsranı mübin..
ezilir ruhi sema, parçalanır kalbi zemin!
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyle bilin,
ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!
Geçen geçmiştir artık; âni müstakbelse mübhemdir;
hayatından nasibin: bir şu geçmek istiyen demdir
işte binlerce çocuk, hem baba sağ, hem öksüz!
Hele bîçare şeriâtle nasıl oynanıyor!
Müslümanlık bumu yahu, diye insan yanıyor.
Şu bizim halkı uyandırmadadır varsa felâh;
Hangi bir millete baksan uyanık., çünki: sabah;
Karı tatlîkı için bak ne diyor peygamber;
«bir talâk oldumu dünyâda, semalar titrer.»
Ey hatırasiyle kaldığım yar,
artık aramızda bir cihan var!
sen gökte safa güzîni dîdar,
ben yerde âzab içinde bîzar!
içinde ruhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
Döner muhiti nigâhında tûde tûde duman,
Refiki ömrü giderken cenâze hâlinde,
serildi kaldı kadın aşiyânı lâlinde.
benim de bitti nihayet tahammülüm, ta’bım;
boşandı seyli dümuum, boşandı âsâbım.
utandım ağlıyarak, ağladım utanmıyarak..
İhtiyarlık mı nedir, şaşkımm oğlum bu sene,
hadi aktarmayayım., kim getirir ekmeğimi?
oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!
sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi.,
ne yalan söyleyeyim kalbime haşyet geldi.
Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler!
Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek,
düştü artık bize göllerde pek a’lâ yüzmek!
yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,
çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim!
Çok mu yüzdük, bilemem, toprağı bulduk neyse;
fenerim başladı etrafını tek tük hisse.
Vakıa ben de yoruldum, o fakat pek yorgun..
Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun
Yetim sevindirenin ömrü çok olur..
Yüzümde âleme nefrin, içimde şevk-ı memât;
gözümde iç yüzü dehrin: yığın yığın zulümât!
bulunduğum o mukassi mahalden ayrıldım,
bu perde bitdi mi? heyhât! atmadım bir adım,
ki ruhu eylemesin böyle bin fecîa harab!
Hayât nâmına, Yârap, nedir bu devri azâb?
îmandır o cevher ki ilâhî ne büyüktür.,
imansız olan paslı yürek sînede yüktür!
#
Bir şâir her eserinde şâir olmaz, ya’nî insanın her yazdığı şiir derecesine çıkamaz.
Ben bu dünyâyi görürdüm de sanırdım sağlam.
Ne çürükmüş o meğer, sen şu benim bahtıma bak…
Bu nedir, bey baba, bitdik mi, ne olduk ?
Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi.
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lâkin aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı..
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!..
Yazık, yazık sana sarfetdiğim emeklerime!…
Delik, deşik, evinin, bir zavallı hâne-harab,
Görür de halini, hergün eder şu yolda hitab;
«Yıkılma ha! beni evvelce etmeden âgâh.
Çoluk, çocuk biteriz sonra hep, maâzallah!»
Sabah olunca, herif dağ başında bir mağra
Tasarlayıp, ebedî i’tikâfe niyyet eder.
Birinci gün bakınır: Yok ne bir gelir, ne gider!
İkinci gün basar açlık, erir erir süzülür.
Üçüncü gün uyuşuk bir sinek olur büzülür.
Ölüm mü, uyku mu her neyse âkibet uzanır;
Fakat işitdigi bir sesle silkinir, uyanır:
«Dolaş da yırtıcı arslan kesil behey miskin!
Niçin yatıp, kötürüm tilki olmak istersin?
Elin, kolun tutuyorken çalış, kazanmıya bak,
Ki artığınla geçinsin senin de bir yatalak.»
Tevekkül etmeli öyleyse şimdiden tezi yok.
Yazık bu âne kadar çekdigim sıkıntılara!..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir