Slavoj Zizek kitaplarından Ahir Zamanlarda Yaşarken kitap alıntıları sizlerle…
Ahir Zamanlarda Yaşarken Kitap Alıntıları
Bireylerin iyiliği için olan, herkesin felaketidir.
Bizlere Afrika’da açlıktan kıvranan çocukların görüntüleri gösterildiğinde ve bir şeyler yapma çağrısında bulunulduğunda, alttaki ideolojik mesaj şöyle bir şeydir: “Düşünme,siyasileştirme, yoksulluklarının gerçek sebeplerini unut, sadece hareket et, bağış yap, böylece düşünmek zorunda kalmamış olursun!”
“Gökkubbenin altında tam bir keşmekeş”in yaşandığına dair benzer bir dolu işaret olsa da, hakikat acıtır ve biz de nafile hakikatle yüzleşmekten kaçınmaya çalışırız.
Bilinç, hayatı değil, hayat bilinci belirler.
Kendine aşırı güven bir inanç meselesidir, kendine az güven duyma ise bir bilgi meselesi
Sorun gibi görünen şey çözümün ta kendisidir aslında
Hayatta kalmak uğruna ödediğimiz bedel genelde bizatihi hayatımız olur
Aşkta aşkının sebebi olan X’i, yani paralaks-nesneyi ancak aşığın kendisi görebilir. Bağlanmış olmayan nesnel bir gözlemci için herhangi bir “Olay” söz konusu değildir.
“Yorum” evet ya da hayır yargısına varmayı sağlayan bir hakikatle sınanmaz; yorum hakikatin kendisini tetikler
“Kötülük, etrafında hep kötülük gören eleştirel bakışta yatar ”
Bizlere Afrika’da açlıktan kıvranan çocukların görüntüleri gösterildiğinde bir şeyler yapma çağrısında bulunulduğunda, alttaki ideolojik mesaj şöyle bir şeydir: Düşünme, siyasileştirme, yoksulluklarının gerçek sebeplerini unut, sadece hareket et, bağış yap. böylece düşünmek zorunda
kalmamış olursun!
kalmamış olursun!
Dolayısıyla, en saf haliyle, sıfır-düzeyinde bir ideolojik deneyim varsa eğer, bu deneyim ironik bir mesafe aldığımız, inanmaya hazır olduğumuz ahmaklıklara güldüğümüz zaman yaşanır- ideoloji üzerimizdeki en güçlü hâkimiyetini tam da bu kurtarıcı gülüş ânında, kendi inancımıza saçmalık gözüyle bakıp onu hor gördüğümüzde sağlar.
Komşunu sev düsturu, en radikal anlamıyla, öznelikten çıkmış bu özneye, bir yarıkla/bakışla kesilmiş bu korkunç kara lekeye duyulan imkânsız = gerçek aşkı ifade eder Bu yüzdendir ki psikanalitik tedavide hasta ile psikanalist yüz yüze oturmaz: İkisi de üçüncü bir noktaya bakar, zira ancak yüzün askıya alınmasıyla Komşu tam anlamıyla açığa çıkabilir.
Eğer kapitalizm sosyalizmden çok daha iyiyse, hayatlarımız neden bu kadar perişan sorusuna basit bir cevap verir bu tepki: Kapitalizm sosyalizmden çok daha iyidir elbette, ama sefil hayatlar sürmemizin sebebi daha kapitalizme gerçekten geçmemiş olmamızdır ( )
Alaycı Batılı eleştirmenler ise kendilerinden beklenebileceği gibi, özgürlük ve adalet uğruna verilen asil mücadelenin neredeyse muzlar ve pornografiye duyulan arzuya dönüştüğünü söylüyordu.
Gökkubenin altında tam bir keşmekeş var, vaziyet harika..
Özbilincin kendisi bilinçdışıdır.
Aristoteles, iyi arkadaşı ve hocası olan Platon’u eleştirerek ona ihanet ettiği yolundaki suçlamaya verdiği cevap meşhurdur:
Evet, Platon çok iyi bir arkadaşım fakat hakikat daha da iyi bir arkadaşım.
Evet, Platon çok iyi bir arkadaşım fakat hakikat daha da iyi bir arkadaşım.
Korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir.Rammstein totaliter ideolojiye,taklit ettiği ritüellere ironik bir mesafe alarak değil,bizi onun o müstehcen maddiliğiyle yüzlestirip tesirini askıya alarak çürütür.
Yara ancak onu açmış olan mızrak tarafından iyileştirilebilir
Wagner
Hegel,kötülüğün,etrafındaki dünyayı kötülüğün sardığını düşünen bakışın kendisinde de olabileceğini söylemişti.
Buradan mimarlara şöyle bir uyarı çıkar:Planlarınızı hazırlarken,usulca basın ayaklarınızı,çünkü binalarınızın içinde yaşayan ve gözlerini hiç ayırmadan bu binalara bakan insanların hayalleri üzerinde yürüyorsunuz.
Mozart ile zengin kalabalığın aynı uzama ait olduğunu düşünmek mustehcenliktir.
Hal Foster şunları söylemekte gayet haklıdır:Eğlence parkları ve spor kompleksleriyle birlikte,şehrin şirketler eliyle canlandirmasi na yardım etmek üzere tasarlanmış mevcut pek çok kültür merkezinin mantığı budur-insanların alışveriş yapmaları,seyretmeleri ve sersemlemeleri için güvenli hale getirilmiş olmaları gerekir.
Hakikat gerçeklikten ayrışık olsa da,gerçekliğin herhangi bir yerinde tecelli eder.
En temel kültürel becerilerinden biri ne zaman (ve nasil) bilmezden gelineceğini bilmek,olmuş olan şey aslında olmamış gibi hareket etmeye devam etmektir.
Gerçekliği sırf hayallerimizi gerçekleştirmek için değiştirir ve bu hayallerin kendisini değiştirmezsek,önünde sonunda eski gerçekliğe doğru gerileriz.
Piyasa elbette ki insanların sırf kendi çıkarları için birbirlerini dolandırıp yalanlar söylediği bir alandir.
İnsan doğası bencildir,onu değiştirmenin herhangi bir yolu yoktur;gerekli olan şey,şahsi kötülüklerin herkes için Iyi olana hizmet etmesini sağlayacak bir düzenektir.
Kaderimizde yazılı olan yaşam süremizi değiştirmek için çok az şey yapabiliriz ya da hiçbir şey yapamayız,ama neler yapacağımızı ve nelerle hatirlanacağımızı biz belirleriz.
Düşünme,siyasileştirme,yoksulluklarinın gerçek sebeplerini unut,sadece hareket et,bağış yap,böylece düşünmek zorunda kalmamış olursun!
Cope’nin sözleriyle:Bir ülkenin ne kadar modern olduğunu,kadınlarına nasıl muamele edip ne kadar saygı gösterdiğine bakarak anlayabiliriz.
Hayatta kalmak uğruna ödediğimiz bedel genelde bizatihi hayatımız olur.
Emeğin erişmiş olduğu gelişme aşaması ne kadar düşük , üretim hacmi ve dolayısıyla toplumun serveti ne kadar sınırlıysa, kan bağı da toplumsal düzen üzerinde o kadar etkili görülür.
-Engels
-Engels
Acıyı anlamak, düşünceyi anlamaktan çok daha kolaydır.
Hayat birinin galibiyetinin bir başkasının mağlubiyetine denk düştüğü bir elde var sıfır oyunudur.
Her arzu nesnesi yanılsamalara sebep olan bir tuzaktır.
Dilden usanmış hayvanlarız biz.
Hoşgörü terimi manidardır : İnsan onaylamadığı, ama ortadan da kaldıramadığı bir şeyi ‘hoş görür’; zira ya onu yok etmeye gücü yetmiyordur, ya da öteki’nin kendi yanılsamalarını sürdürmesine izin verecek kadar müşfiktir.
Beden, kutsallığı ifade eden bir tapınaktır.
Aristoteles’in iyi arkadaşı olan Platon’u eleştirerek ona ihanet ettiği yolundaki suçlamaya verdiği cevap meşhurdur: Platon çok iyi bir arkadaşım , ama hakikat daha da iyi bir arkadaşım.
Bilim gereklidir, ama her şeyi ondan bekleyemeyiz. Bilim bize hayatlarımızı nasıl dönüştürmemiz gerektiğini söyleyemez, çünkü böyle bir dönüşüm nasıl bir hayal sürmek istediğimize dair temel toplumsal-siyasal ‘normatif’ fikirlere dayanmak zorundadır. Dolayısıyla, birbirine karşıt gibi gözüken yetersiz çözümleri reddetmeliyiz; Ekolojik tehditleri yeni üretim biçimleri (nanoteknoloji) ve yeni enerji kaynaklari yoluyla çözülebilecek salt teknik sorunlar olarak görmek de. herhangi bir Yeni Çağ maneviyatı da yeterli değildir. Kapitalizmin ekolojik bir duyarlılıkla yeniden örgütlenmesi de, modernlik öncesi organik topluma ve onun bütünsel olan bilgece çalışma tarzına dönmek de yetmez. Yapmamız gereken ilk şey, içinde bulunduğumuz durumun biricikliğine yeni gözlerle bakmaktır. Ekolojik kriz patlak verdiğinde ekolojiyi rahatça yeni bir kapitalist yatırim ve rekabet sahasına dönüştürebilen kapitalizmin kendini farklı koşullara uydurma konusundaki sonsuz esnekliğine rağmen, söz konusu olan riskin doğası aslında bir piyasa çözümüne mani teşkil eder.
WikiLeaks’in karşısına, Jacques Lacan’ın Televizyon onun başındaki o meşhur iddiayla mı çıkmalıyız? Her zaman hakikati söylerim. Tüm hakikati değil, çünkü tümünü söylemenin bir yolu yok. Tümünü söylemek madden imkânsız: Kelimeler yetmez.
WikiLeaks’in tehdit ettiği şey, iktidarın biçimsel işleyiş şeklidir: Diplomatik faaliyetin en temel mantığı bir bakıma meşruiyetinden yoksun bırakılmaktadır. Burada asıl hedef yalnızca kirli ayrıntılar ve bunlardan sorumlu bireyler, yani iktidardaki kişiler değildi; iktidarın kendisi, iktidarın yapısının ta kendisiydi. İktidarın iktidar kurumları ve kurallarından ibaret olmadığını, iktidara kafa tutmanın meşru normal yollarını (bağımsız medya, STK’lar, vs.) da kapsadığını unutmamalıyız. Saroj Giri’nin veciz bir şekilde belirttiği gibi. WikiLeaks aktivistleri iktidara kafa tutup hakikati açığa çıkarmanın normal kanallarına kafa tutarak iktidara kafa tutmuştur.
Churchill’in demokrasi berbat bir rejimdir, tıpkı zaman içinde denenmiş diğer tüm yönetim biçimleri gibi sözü, burada ciddi bir biçimde tekrarlanıyordu sanki: Batı’nın yönetilen dünya’sı medeniyet kisvesine bürünmüş barbarlıktan ibarettir, yabancılaşmanın tepe noktasıdır, özerk bireyin dağılmasıdır, vesaire.
Pratikle gerçekten ilgillenen bir devlet adamı, kendini mevcut koşullara uydurmaya çalışmaz, uygun olmadıklarını söyleyerek koşulları kınar.
G. K. Chesterton (Geriye Doğru Düşünen Adam)
Çinliler birinden gerçek nefret ettiklerinde ona şöyle bir beddua okurlarmış: İlginç zamanlarda yaşayasın! Tarihe bakıldığında,bu ilginç zamanlar, milyonlarca masum insanın ortaya çıkan sonuçlar yüzünden mağdur olduğu kargaşa, savaş ve iktidar mücadelesi dönemleri olmuştur. Bugünse yeni bir ilginç zamanlar çağina yaklaşmakta olduğumuz açık. Mali kesintilerin kısa dönemlerle sınırlı olduğu ve çok yakında her şeyin normal haline döneceği vaadiyle sürdürüldüğü Refah Devleti yıllarından sonra, ekonomik krizin kalıcı hale geldiği, tam anlamıyla bir hayal tarzına dönüştüğü yeni bir döneme giriyoruz. Dahası, bugün, krizler üretim sürecinin merkezinde değil, ekonomik hayalın iki kutbunda -ekoloji (doğal dışsallık) ve saf fınansal spekülasyon-gerçekleşiyor. Dolayısıyla, sağduyuya dayalı şu basit çözümden kaçınmak hayati bir önem taşıyor: Spekülatörlerden kurtulup bu alana çekidüzen verirsek, gerçek üretim devam eder. Ama kapitalizmden öğrendiğimiz şey, bu gerçekdışı spekülasyonların buradaki gerçeğin ta kendisi olduğudur; spekülasyonları ortadan kaldırırsak, üretimin gerçekliği zarar görür.
Stalin’in katliam emirleri verdiği, devrimin memleketini bir polis devletine çevirdiği doğruydu: SSCB nin toplama kamplarının sosyalizminden geçmeden komünizme ulaşamayacağına sahiden inanıyordu.
Platonov Stalinizm öncesi bu ütopik özle devamlı diyalog içindeydi; Sovyet gerçekliğiyle olan son samimi aşk-nefret ilişkisinin ilk Beş Yıllık Plan’ın yenilenmiş ütopyacılığıyla ilgisi olması da bundandır: ondan sonra, yüksek Stalinizmin ve kültürel karşı devriminin yükselişiyle birlikte diyaloğun koordinatları değişmiştir
Karşınızdaki kişinin az buçuk eğitim görmüş bir entelektüel olup olmadığını anlamak istiyorsanız. Bob Fosse’nin Cabaret/Kabare filminin şu meşhur sahnesine nasıl bir tepki vereceğine bakmanız yeter: Kamera, taşradaki bir hanın önünde duran genç, sarışın bir adamın yüzüne odaklanmıştır- adamımız doğanın nasıl da yavaş yavaş uyanmakla olduğuna, kuşların yeniden ötmeye başladığına dair bir şarkı söylemeye başlar; bir kare sonra, şarkıya katılan iki ahbabını görürüz; ardından handaki tüm misafirler de giderek daha tutkulu söylenen şarkıya katılır. Şarkının sözlerinde memleketin de uyanması gerektiği anlatılır. En sonunda Şarkıcının kolunda bir gamalı haç bandı olduğunu görürüz. Sözüm ona entelektüelin tepkisi muhtemelen şöyle olun Nazizmin Almanların ruhunu nasıl eline geçirdiğini işte şimdi bu sahneye bakınca anlayabiliyorum! Bu tepkinin altındaki varsayım şudur: Şarkının bazı duygusal etkisi Nazizmin insanları cezbedişini açıklar ve dolayısıyla bize Nazi ideolojisinin aslında nasıl işlediğini bu ideolojiye dair herhangi bir incelemeden de daha iyi gösterir. Bu görüşe kesinlikle karşı çıkmalıyız. İdeolojik liberalizmin tam da prototipi olan böyle bir akıl yürütmede asıl mesele gözden kaçırılır: Bu gibi kitlesel performanslar özleri itibariyle faşist değildir, hatta Sol yada Sağ tarafından sahiplenilmeyi bekleyen tarafsız. pratiklerde değildir – Nazizm bunları asıl kökeninden, işçi hareketinden çalmıştır. Bu proto-faşist öğeler bizatihi faşist değildir, onlan faşist kılan tek şey o şekilde eklemlenmeleridir – Stephen Jay Gould’un terimleriyle söylersek. faşizm tüm bu öğeleri ilk işlevlerinden farklı bir işleve tamıdır . Bir başka deyişle, faşizm adı zikredilmeden önce var olan bir faşizm yoktur, çünkü tüm o unsurlardan faşizmi yaratan şey adın(adlandırmanın) kendisidir
Kafka hikâyeyi yazdığı sırada, boğazının iltihaplanmasından dolayı sesini çoktan kaybetmişti (üstelik tıpkı Freud gibi, müzik kulağı da yoktu). Daha önemli olan şey, hikâyenin sonunda Josephine’in yok olması, Kafka’nın ise yok olmayı, ölümünün ardından tüm izleri yok etmeyi bizzat istemiş olmasıdır (Max Brod’a tüm elyazmalarını yakmasını emretmesini hatırlayalım). Fakat işin şaşırtıcı yanı, hikâyede öyle tahmin edildiği gibi cıvık bir erotizmle harmanlanmış varoluşsal bir ızdırap yoktur – daha ziyade, şarkı söyleyen bir fare olan Josephine ve onun fare halkıyla olan ilişkisinin basit bir hikâyesidir okuduğumuz (kaynak metindeki Volk kelimesinin İngilizceye folk diye çevrilmiş olmasının mesnetsiz bir popülizme yol açtığını da belirtelim). Pek çokları Josephine’e hayranlık duyuyor olsa da anlatıcı (adı meçhul bir Ben”) onun şarkı söyleme niteliğine şüpheyle bakar.
Birimiz Birimiz İçin şiarı, TOMS Shoes’u ayakta tutan ideolojik mekanizmayı çözmemizi sağlayan anahtarı sunuyor
Hakikat greve gidiyor. Hakikatin varoluşumuzun her ânına yüklediği ağırlıkla birlikte, onunla yalnızca kolektif bir ilişki içinde olmak ne bahtiyarlık
Terk edilmiş, duygusal etkilerden kopmuş, kayıtsız bir ruh (artık) aktarım da yapamam. Aktarımın sona erdiği bir çağda yaşıyoruz. Psikanalist ya da terapist aşkı, ne sevebilen ne de nefret edebilen bir ruha hiçbir şey ifade etmez
İntihar iki boyutu bir araya getirmeye yönelik umutsuz(ve temelde başarısızlığa uğrayan) bir girişimdir. Hollywood yapımı bir korku filminde buna dair hoş bir sahne vardır. Çaresiz bir genç kadın yatak odasında yalnız başına durmaktadır, kendini öldürmek üzeredir. Fakat şehre saldıran korkunç yaratık aniden odaya dalar ve kadına saldırır. Kadın da bu saldırıya can havliyle karşılık verir. Tamam, ölmek istiyordur da, böyle ölmek istemiyordur hani.
Paranın bütün iyiliklerin anası olduğunu keşfedene kadar veya keşfetmediğin sürece, kendi kendini mahvetmek istersin. Para insanların birbirleriyle İlişki kurmalarını sağlayan araç olmaktan çıktığında, insanlar birbirlerinin aracı haline gelir. Yakan, kırbaçlar ve silahlar ya da dolarlar. Tercihini yap – başka scçenek yok.
Ayn Rand
Özne ile töz arasındaki Hegelci uzlaşma da, bütünüyle kendiliğinden arılaşılır bir halde, tüm nesnel tözel içerikleri kendine maledip içselleştiren bir mutlak Töz yoktur. Fakat uzlaşma” (Hölderlin’den Schellıng’e kadar uzanan Alman İdealizminde olduğu gibi), Lenin kendisini kibirli bir şekilde dünyanın mihveri olarak görmeyi bırakıp kurucu merkezinden edilmişliğini” özne-nesne ayrılığının ötesinde/altında ve dolayısıyla öznel kavrayış menzilin ötesinde duran, başlangıçtan beri var olan ve gayya kuyusunu andıran mutlaka olan bağımlılığını kabul etmesi gerektiği anlamına da gelmez.
Ötekiyle olan ilişkisinin hakikati bir özilişkidir.
Özbilincin kendisi bilinçdışıdır.
Biri çıkıp da bize insandan bağımsız bir fiziksel nesne dünyası olarak doğa anlayışının, para ekonomisindeki tam gelişmiş haline ulaşan meta üretiminden doğduğunu söylese aklımız karışabilir. Fakat bu doğa anlayışının tarihteki köklerinin doğru tasviri budur söz konusu anlayış, toplumsal ilişkiler meta mübadelesinin gayri şahsi ve şeyleşmiş niteliğine büründüğü anda onaya çıkar
Insanın gerçekten de en güzelleri, ya da ortalama bir bakış açısına göze sahiden en güzel olanları seçmesi söz konusu değildir. Aklımızı, ortalama kanaatin, ortalama kanaatin ne olacağını tahmin edeceğini kestirmeye vakfettiğimiz üçüncü bir dereceye ulaşmış durumdayız
Bir metaya markası yüzünden fazla para ödediğimizde, bu fazla parayı ürünün olumlu özellikleri için değil. Hiç için, sırf gösterge için öderiz. Ürünün fiyatının markayı kapsayan kısmım mümkün olduğu kadar artırmak kapitalizmin çıkarınadır, zira bu kısım kârdan, hiç için ödenmiş paradan ibarettir ideal olan şey sadece bir marka satmak ve bir hiç karşılığında para kazanmak olurdu tabii. Ama bu ideale ulaşılamaz elbette.
Gökyüzünden yeryüzüne inen Alman felsefesinin tam tersine, biz burada yeryüzünden gökyüzüne çıkıyoruz. Yani, etten kemıkten insanlara varmak için, ne insanların söylediklerinden, hayal ettiklerinden, tasavvur ettiklerinden. ne de anlatıldığı, hayal edildiği, tasavvur edildiği şekliyle insanlardan yola çıkıyoruz. Gerçek, faal insanlardan yola çıkıyor ve onların gerçek hayat sürecine dayanarak, bu hayat sürecinin ideolojik reflekslerinin ve yankılarının gelişimini ortaya koyuyoruz, İnsan beyninde oluşan hayali görüntüler de ampirik olarak doğrulanabileri ve maddi öncüllere bağlı olu, kendi maddi hayat süreçlerinin yüceltilmiş halleridir.
Post-modernizm tartışmasının modası geçmiş terimleriyle ifade etmek gerekirse, Tarih yoktur demek, tarihin hissini (ya anlamını ya istikametini) garantileyen kuşatıcı bir büyük anlatı yoktur demektir.