İçeriğe geç

Ağustos Melali Kitap Alıntıları – Hüsrev Hatemi

Hüsrev Hatemi kitaplarından Ağustos Melali kitap alıntıları sizlerle…

Ağustos Melali Kitap Alıntıları

Kapılmayı göğün maviliğine,
Bir güneşle bütün bir gün mutluluğu
Unutalı yıllar geçmiş aradan
İnansaydım sana eskisi gibi
Hatırlat derdim belki yine
Kalbimi de bir tohum gibi defnedin.
Belki yeniden yeşerir.
Zaman, insanların yüzünde izler bırakır.
İnsanların yüzünü sürülmüş tarlalara benzetir.
Bazı çok çekmiş insanların yüzünde bu sebepten, yeni sürülmüş tarlaların toprak kokusu duyulur.
Kulaklarımda her coğrafya için geçerli,
Her zaman uyarıcı bir ses:
Allah bes baki heves.
Bulutlara baktım sürekli bugün
Yüzünü görmek için gökyüzünde.
Sevinçler, yaşandıkları günlerin
Taşınmazlarıdır, hepsi
Hepsi ardımızda kalır.
Dünya ellerimden kayıyor sanırken,
Kayan benmişim onun ellerinden
Eskidik çok eskidik bilir misiniz ben,
“Amerikaʼda gökdelenler varmış” denildiğinde
“Gök delmek kimin haddine” diyen
Günah olmasın diye çekinen
Ninelerin torunuyum.
Neredesin anneanne neredesin?
Üşüyerek aç ölen enkaz altı çocukları,
Denizde boğulanlar ve her türden ölü çocuk
Isıtacak zalimleri Öteʼde
Kurtarıcı olan dualardır ancak,
Duaların ormanını beslemedikçe
Sonumuz donmak.
Gel de dua edip biz beraberce,
“Bizi minyatür yap Tanrım” diyelim,
El ele tutuşup sonra bir gece,
Bir kitabın dünyasına girelim.
Bir minyatür yapacak bizi Tanrım,
Sararmış bir kitabın yaprağında,
Sen ve ben, o kadar, sade ikimiz
Kıyamete kadar konuşacağız,
Harfsiz, kelimesiz, cümlesiz, sessiz
Gençtim, kendimi savaşçı gibi görüyordum, benliğim bir miğfer giymişti.
Yollara bakardım, yollara düşman olurdum. Halbuki ne suçu vardı yolların. Yollar hep götürmezdi ki Getirenler de aynı yollardı. Köprüler insanları hep ayırmazdı İki yakayı birleştiren de aynı köprülerdi.
Sana en uzak mesafem, bir dizinden diğer dizine başımı koyarken, senden uzaklaştığım kadardı.
Kuşlar da kaderlerine göre uçarmış derdi büyükler.
Yıldırım hızıyla haberleşmeye
Yıldırım hızıyla mahvetmeye
Kurban ettik sadece bir yüzyılda
Yani yirminci yüzyıl
İnsanlığın âkıbetini
Kötülüğün gücünü ve genliğini
Her saniyesinde gizleyen
Bir yüzyıl oldu yirmincisi
Yüzyılların siyah incisi
Kincisi, dincisi, Stalincisi
Komünist, faşisti, Çincisi
Bu yüzyılda var oldular
Allah Bâki!
Hep aynı seda,
Hep aynı yankı.
Ben zamanda yol alırken,
Zaman bende yol alıyor.
Kime sitem etsem veya yakınsam,
Bütünü sana gibi
Bir yol tutturup kendiliğinden,
Hepsi sana yöneliyor
Kırgınlık,
Sanki başka bir his
Hiç ama hiç
Yaşamamış gibiyim.
Böylesine kirlenmiş bir dünyada,
Hançerlenmiş sayılabiliriz tek tek
Vurgun yedik ömrümüzün derin yerinde
Kargışlar kar gibi yağar ve sürer karanlık.
Gün bitti bize göre değil yarın,
Yarın bize göre bir gün değil!
Sanırım ki bizim yürek yarıklarını,
Yeni yağmurlar değil
Ölüm kapatacak artık.
Acı kök salmış yüreğime,
Bilirim böyle gidecek bu
Ölüm acıların son buluşudur
Ölümün güzelliği bundan
Ölüm, sevgilerin de son buluşu,
Burada ölümün korkunçluğu
Sevgiler Tanrıʼdan armağan ise,
Kavgalar sade bizim eserimiz
Gesi bağlarında dolanıyor
Ve yitirdiklerimi, yitirmediklerimi,
Aranıyorum.
Çünkü insanlar arasında engel,
Yalnız dağlar değildir;
Bazı anılar, bazı ölülerle sağlar,
Göz önündekileri bile
Ayırabilir bizden.
Gesi Bağları, bazan Taksim
Bazan Limmat kıyıları,
Bazan Berlin veya başka şehir,
Olabilir…
Ben bugün beynimin Gesi bağlarında,
Bir tek selamına güveniyorum;
Selam geliyor arasıra ölümden,
Senden bir ses geldiği yok.
Unutulmuş tren istasyonlarında ağaçlara
Benzemek değildi hiç dileğim
Ben çok sevinci uğurladım,
Dönen var mıydı yok hatırımda.
Sevinçler, yüreğimin Garında,
Uğurlanırdı daima
– Şemsiyeli ve uzun paltolu –
Hatırlamıyorum hangisi döndü,
Uğurladıklarım, gözümde hâlâ.
Bu kent,
Her şeyin kirlendiği bir şehirdir
Of çocuk elemler sana göredir
Hüzün senin için biçilmiş kaftan,
Sahi sen bizi kiminle bilirdin ey can?
Tanrım suç kimindi, nerde hata yaptık?
Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık
Bizim işimiz çok zor biz ki,
Nazım Hikmetʼin ve Yahya Kemalʼin
Âkifʼin ve Hacı Bektaşʼın
Haşimʼin ve Pir Sultanʼın
Yüreklerini anlarız.
Bilmem nedendir sustu şarkım.
Neydi ey yürek sen ne beklerdin ki?
Hüzün kalır mıydı gitmişken Sevgi
Ey yüreğim ne kadar da değiştin,
Seni tanıyamıyorum inan ki
Cesaret kalbim, cesaret!
Sustun bütün kış, ürktün kırılmaktan;
Çok gerilerde kaldı derken kar,
Sonra bahar
Ve temmuz geçti.
Bir daha tekerrür etmeyecek günlerimiz,
Tozlu yapma güller gibi yer aldılar;
Küf ve nem kokan çatı katının,
Hiç açılmayacak penceresinde.
Yaşlanmak, Gelecek Deniziʼne doğru
Yol almaktı, ölümse ufuk çizgisine
Varmadan kaybolmaktı ah min-el aşk
Şevk ile bir dahi ah min-el aşk
Yapraklar hangi tarihin belgeleriydi;
Yeryüzü tarihinin mi yüreğimizin mi?
Sanırım ikincisi Gençliğimizin
Sel gider kum kalır diyorsun Çocuk,
Kum kalır bu doğru fakat gül kalmaz;
Güller kalmaz, kuşlar kalmaz inan ki Çocuk
Meded ey zaman, bir parça kestir
Kestir bir parça ucundan zülfünün;
Gönül şarkılarını söylerken Safiye Ayla,
Firak ey felek firak!
Ve bir o kadar da hüzün.
Neden bu Hüzün Bedesteni?
Bir de nedendir ki sevinçler,
Hep terk ederler beni?
Bu cehennemde hasret kalsan da serine,
Sana bir tek fidan gösteremem
İmkânsız, çocuk, sana senden başka fidan gösteremem
Ağlatacak kadar güzel gerçi
Ağlanacak kadar da güçsüz.
Korkunç kısaymış ömrümüz
Bizim gibi, rüzgâr da muhacir
Yanında ben olmasam da olur
Sen gül bahçelerinde ebedi kal.
Kavuştuğumuzda ayrılmıştık bu kesindi,
Her güne ayrılığın korkusu sindi
Gerçeği bilmeyen yüreğimiz,
Hep yeni tanışmalara gereksindi.
Cesâret kalbim, cesâret!
Sustun bütün kış, ürktün kırılmaktan;
Çok gerilerde kaldı derken kar,
Sonra bahar
Ve Temmuz geçti.
Ey kalbim iyi ki sen varsın.
Her şehirde aynı mesele:
– Anlamı neydi yaşamanın? –
Ne söylenirse yutuyoruz.
Yarınlar bizim demek için,
Günler de bizim olmalı;
Sade zaferleriyle değil
Yenilgileri ve yaslarıyla,
Dünler de bizim olmalı.
Kola değil çay içmektir seni düşünmek,
Seni düşünmek Erzurum, Tebriz, Tiflis;
Yani Âşık Garip coğrafyası.
Seni çok az düşünmeye and içmeliyim;
Düşünmek seni, ölümü mûnisleştirir,
Güller açılmaya başlar ardarda.
Ama Versailles bahçelerinde değil,
Hindibalı, ısırganlı yollarda
İşin bitiktir çoktan ey kalbim.
Kalbler sırçadan yaratılmış bir kere,
İmkân yok sağlam yürekle ölmeye.
Ümit, hüzün, elem, hayalden başka,
Ne var insanoğlunun elinde?
Şiiri bırakırdım bilsem,
Şimdi nerelerde olduğunu
Ümitsiz de olsa bekleyişim,
Seni düşünür, sadece
Susardım.
Sevilen sevene karşı sessiz,
Başkasına sevinçler de dağıtsa
Sükût, kara yazısı sevenlerin
Onlar da ne türlü bir kâğıtsa,
Hep keder üstüne yazdılar aşkı.
Onu sevmemek mümkün müydü?
“Kün” emri onda yinelenmiş gibiydi
Divane miydim ki, devasa dertler,
Yetmezmiş gibi yüreğime
Başka yüreklerin dertlerini düşünür,
Deşerdim.
Bir garip yataklı vagonda, tek başına,
Sonsuzluğa yol almak var.
Dağılmak, karışmak toprağa,
Sonra etrafa yayılmak
Ölüm çerisi ben fark etmeden,
Tebdil mi gezmeye başladı?
İnceldi keder, inceldi inceldi
Geçti iğnesine günlerin
Ve oyasını işledi kalbimize.
Tanrım, sen yalnız iyi döşenmiş,
Yüreklere mi doğarsın?
Nereye götürür bizi bu sevda?
– Ölüme, ancak ölüme
Ah ömrüm, sen elimde onarılmaz bir sırça.
İnsanlar ne ki, çoğu kalpler ezen birer tank
Gittikçe uzaklaşan şarkı gibisin artık,
Yalnızlık hükmediyor bu çok bulutlu günde.
Ey keder, yüreğimin değişmeyen konuğu!
Çünkü, her Türk kendi yüreğine
Acılar dokuyan bir tezgâhtır.
Bizler birer Sadullah Paşa’yız yurt dışında;
Bizi sadece acı bekler zira,
Kalbimiz, hüzün oklarına açık
Delik-deşik bir nişangâhtır.
Bizde sevgi elemdir ve “Türk hüznü”nü,
“Alman hüznü”ne çeviren
Hiçbir kambiyo bürosu yok henüz.
Hepimiz dertli büyürüz, hayat bizim için,
Kederle kurtuluş arasında bir berzahtır.
Ah biz de “Die schöne Zeit ist vorbei” diyerek
Bira ve sosisten sonra uyumaya gidebilsek.
Oysa biz başka ulusların da elemlerinin
İzini sürer dururuz.
Çünkü, her Türk kendi yüreğine
Acılar dokuyan bir tezgâhtır.
“Benim şiirim tüfeğidir kavgamın”
Diye kükreyerek,
Zehir zemberek
Bir şiire başlamanın özlemiyle öleceğim;
Bulutlu beynimiz bugün, boynumuz bükük,
Çevremiz çaresizlikle çevrili, çocuklar,
Yarını bizsiz yaşasınlar;
Kimi unutmak istesem bir daha,
Bu işe gözlerden başlamalıyım.
Çünkü ne zaman unuttumsa seni
Gözlerin yeniden çizdi yüzünü.
Batıda da çözüm yolu yok yalnızlığa
Rol yapıyoruz Batı İnsanı,
İkimiz de bu çarka tutsak olmuşuz
Ne içe dönmemiz mümkün ne dışa,
Kendi benliğimizde burkulmuşuz.
Sen dönüksün, ben de
İçe mi dışa mı bilmem
Sen bana değil, ben sana değil,
Yolumuz sonunda bizi bekleyen
Kaybolacağımız ormana değil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir