İçeriğe geç

Acı Çikolata Kitap Alıntıları – Laura Esquivel

Laura Esquivel kitaplarından Acı Çikolata kitap alıntıları sizlerle…

Acı Çikolata Kitap Alıntıları

Aşk düşünülmez. Hissedilir ya da edilmez, o kadar.
Ona göre gülmek de bir tür ağlamaktı.
“İçinde ne kaynadığını sadece tencerenin kendi bilir. Ama ben senin içinde neler kaynadığını biliyorum.”
“Aynı şekilde yaşamaktan doğan mutluluk ile yemekten doğan mutluluğu ayırt edemiyordu.”
Çocuklukta bir şey dilemenin ne kadar kolay olduğunu düşünüyordu. O zamanlar imkansız diye bir şey yoktu. İnsan büyüyünce anlıyordu ki her şey dilenemezdi: Baz şeyler yasaktı, günahtı ya da ahlaka sığmazdı. Peki ama ahlak neydi? Samimiyetle sevdiği her şeyden vazgeçmek mi?
İçinde ne kaynadığını sadece tencerenin kendi bilir.
Birdenbire aklına gelen bir şey, bakışlarını yıldızlarla dolu gökyüzüne yöneltti. Kendi teninde yaşadığı için biliyordu; Güçlü bir bakış, ulaştığı yeri yakardı.
Kendisini çok yalnız ve terk edilmiş hissediyordu.
Eğer bilseydi göğsünde büyük bir kara delik açıldığını hissettiğini söylemesi kolay olurdu. Bu kara delikten sürekli gelen soğuk içine işliyordu.
Bir şeyin gerçek olup olmadığı ,ona inananlara bağlıydı.
Sadece aptallar ve hastalar yemeğe layık olduğu değeri vermezler.
Bir şeyin gerçek olup olmadığı, ona inananlara bağlıydı.
Güçlü bir bakış, ulaştığı yeri yakardı.
Gerçek mi? Gerçek ha! Bak Tita, bir tek gerçek vardır, o da gerçek diye bir şey olmadığıdır! Gerçek, her kesin baktığı noktaya göre değişir.”
Bak Tita, bir tek gerçek vardır, o da gerçek diye bir şey olmadığıdır! Gerçek, herkesin baktığı noktaya göre değişir.
Tita, bebeğin zarif görünüşüne uzun uzun bakarken çocuklukta bir şey dilemenin ne kadar kolay olduğunu düşünüyordu. O zamanlar imkansız bir şey yoktu. İnsan büyüyünce anlıyordu ki her şey dilenemezdi: Bazı şeyler yasaktı, günahtı ya da ahlaka sığmazdı.
Peki ama ahlak neydi? Samimiyetle sevdiği her şeyden vazgeçmek mi?
Bir tek gerçek vardır, o da gerçek diye bir şey olmadığıdır! Gerçek, herkesin baktığı noktaya göre değişir.
Ona göre gülmekte bir tür ağlamaktı.
Bir tek gerçek vardır, o da gerçek diye bir şey olmadığıdır! Gerçek, herkesin baktığı noktaya göre değişir.
Devrim de anlattıkları kadar tehlikeli değil. Ekmekle biber olmazsa daha kötü!
İhtiyaç, yeni buluşların anasıdır derler.
Seslerle birlikte, geçmiş zamanı yeniden canlandırma özelliğine sahip kokular, yaşanan ana ait kokulara hiç benzemez.
“Bağrında kara bir delik açılmıştı sanki ve sonu gelmez bir ayaz doluyordu içine.”
Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız.
Yemek söz konusu olunca diğer şeyler önemini yitirir. Sadece aptallar ve hastalar yemeğe layık olduğu önemi vermezler.
Tembellik her türlü kötülüğün anasıdır.
Aşk düşünülmez. Hissedilir ya da edilmez, o kadar.
Söylediklerine göre gözyaşı dökmeden ağlamak daha çok acı verirmiş.
Seni gördüğümden beri çok mutluyum
Kalbimi sana verdim ve ruhumu sende yitirdim.
En iyi kalite malzemeler kullanılsa bile beceriksiz eller tarafından yapılan çikolata ya lezzetsiz, ya az pişmiş, ya çok pişmiş, ya gereğinden fazla koyu olur. Hatta çikolataya yanık kokusu siner.
Peki ama ahlak neydi? Samimiyetle sevdiği her şeyden vazgeçmek mi? Keşke hiç büyümeseydi.
Hiç beklemediği bir kişinin varlığını hisseder etmez arkasına döndü.
Çiy damlasında ışıldar güneş,
kurur çiy damlası.
gözlerimde, benimkilerde,
ışıldarsın sen ve ben,
hayata gelirim ben
Hayatının en mutlu günü olması gereken o günde neden bu sinir bozucu şeyleri düşünmek zorunda kaldığını bilmiyordu.
“Oyun oynayacak durumda değilim, Doktor. Acılığı fark etmediniz mi?”
Bir şeyin gerçek olup olmadığı, ona inananlara bağlıydı.
O gün beni kırlarda koşarken bulan adam gerçekten benim hayatımı kurtardı. Umarım günün birinde onu tekrar bulurum. Beni bırakmak zorunda kaldı, çünkü yanımday-ken tüm gücünü tüketmesine rağmen içimdeki ateşi söndürmeyi bir türlü başaramıyordu.
John’un büyükannesi ise tam tersine bu isimden gurur duyardı. “Kikapú”, “Şafak Işığı” demekti.
Büyükannem pek konuşmayan bir kadındı. Sizin gibi, böyle
Ne yazık ki içindeki kibritlerin nemli, hatta ıslak olduklarını kabul etmek zorundaydı. Hiç kimse onları yakamazdı artık.
İkisi de konuşmuyordu. Ama ilk andan beri aralarında sözcükleri gereksiz kılan çok iyi bir iletişim kurulmuştu.
Çok keskin nişancıyımdır Yüzbaşı. Huyum da çok kötüdür.Bir daha ateş edersem hedefim siz olacaksınız. Ve emin olun askerleriniz beni öldürmeden önce ben sizi öldürürüm. İkimiz de ölürsek benim eksikliğimi kimse hissetmez ama sizin eksikliğinizi bütün millet hisseder, değil mi Yüzbaşı?”
Kendisini çok yalnız ve terk edilmiş hissediyordu.
Tita’ya gelince Pedro’nun arkasından, “Bekle!” diye bağırmak, kendisini alıp annesinin olmadığı, uymaları ve saygı göstermeleri gereken kuralların bulunmadığı, birbirlerini sevebilecekleri bir yere götürmesini söylemek istiyordu. Ama yapamadı. Sözcükler ses olup çıkmadan boğazında düğümlenmişlerdi.
Bir erkeğin, onun gibi bir erkeğin de aynı şekilde bu kadının aşkına ihtiyacı vardı.
Gülleri ne yapacağına hemen karar vermek zorundaydı. Güller çok güzeldi! Bunlar hayatında ona verilen ilk çiçeklerdi. Üstelik Pedro vermişti onları. Bu yüzden gülleri çöpe atamazdı.
Ne o gece ne de hayatı boyunca başka bir gece soğuktan kurtulmayı başarabildi.
O geceden itibaren, sonsuza kadar sevecekti onu.
Ama artık ondan vazgeçmesi gerekiyordu.
“Hayır, veremem. Şu anda bir cevap istiyorum. Aşk düşünülmez. Hissedilir ya da edilmez, o kadar. Ben pek fazla konuşmam, ama sözüme sadık bir adamım. Yemin ederim, sizi sonsuza kadar seveceğim. Peki ya siz? Siz de benim için aynı şeyleri hissediyor musunuz?”
Aşkıma karşılık beklemeyi umut edebilir miyim? Bana bunu söyleyin sadece.”

“Ne diyeceğimi bilmiyorum. Düşünmem için biraz zaman verin.”

bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur.
o zaman ruhumuz bedenimizi terkeder . karanlıkların içinde el yordamıyla boş yere kendisine besin arar .
ona besin sağlayacak tek kaynağın terk ettiği , soğuktan titreyen o vücutta olduğunu bilmez ..
Madem evlenmelerine izin verilmiyordu, en azından aşkı tanımalarına izin veriliyor muydu? Yoksa bu da mı yasaktı?
Aynı şekilde yaşamaktan doğan mutluluk ile yemekten doğan mutluluğu ayırt edemiyordu. Hayatı mutfak aracılığıyla tanıyan biri için dışarıdaki dünyayı anlamak hiç de kolay değildi.
Tita ağlayarak doğmuş zaten. Kim bilir, ona evlenmeyi reva görmeyen kaderinden haberi vardı belki de.
İnsanı sofraya bir kez çağırırlar,
Tıpkı yatağa davet ettikleri gibi.
“İçindeki harika pastadan geriye sadece birkaç kırıntı kalmış boş bir tabak gibiydi.”
Bir tek gerçek vardır, o da gerçek diye bir şey olmadığıdır! Gerçek, herkesin baktığı noktaya göre değişir.
Çocuklukta bir şey dilemenin ne kadar kolay olduğunu düşünüyordu. O zamanlar imkansız diye bir şey yoktu. İnsan büyünce anlıyordu ki her şey dilenemezdi: Bazı şeyler yasaktı, günahtı ya da ahlaka sığmazdı.
Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Örneğin, oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. Bir an yoğun bir heyecan hissederiz. İçimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. Bu sıcaklık zamanla yavaş yavaş yok olur. Sonra yeni bir parlama olur ve içimizde bir kibrit daha yanar. Bu duyguyu yaşamak isteyen herkes, kendi içindeki patlayıcıları keşfetmek zorundadır. Bunlar yanarak ruhumuzun beslenmesine yardımcı olur. Yani başka türlü söylersek, bu yanma ruhumuza enerji verir. Bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur.
Elleriyle ne yapacağına asla kendisi karar vermemişti. Şimdi elleri ne isterlerse yapabilir ne isterlerse olabilirdi. Kuş bile olabilirlerdi belki! Ah, keşke kuş olabilseler, onu da sürükleyerek yükseklerde uçsalar, uzaklara, gidebildikleri kadar uzaklara götürseler!
“Güçlü bir bakış, ulaştığı yeri yakardı.”
Söylediklerine göre gözyaşı dökmeden ağlamak daha çok acı verirmiş. Suyu erken geldiği için zorlaşan doğum gibi tıpkı.
Aşk düşünülmez. Hissedilir ya da edilemez , o kadar.
Söylediklerine göre gözyaşı dökmeden ağlamak daha çok acı verirmiş.
Aşık olduğunuz kadınla evlenme isteğiniz, kesin bir dille reddedilirse ona yakın olabilmek için tek çareniz ablası ile evlenmek olsa, siz aynı şekilde davranmaz mısınız?
Üşengeçlerin aynı yolu iki kez yürümek zorunda kaldıklarını unutmayasın diye.
Yaşamak için erkekler o kadar da önemli değil.
Hiç kimseye söylemediğim bir şeyi size söylememe izin verin. Büyükannemin ilginç bir teorisi vardı: Hepimiz içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Örneğin oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar.
O gece Tita hiç uyuyamadı.Hissettiklerini açıklamaya sözcükler yetmezdi. Ne yazık ki o zamanlar uzaydaki kara delikler henüz bilinmiyordu. Eğer bilinseydi göğsünde büyük bir karadelik açıldığını hissettiğini söylemesi kolay olurdu. Bu kara delikten sürekli gelen soğuk içine işliyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir