İçeriğe geç

4. Murad: Şarkın Sultanı Kitap Alıntıları – Abdülkadir Özcan

Abdülkadir Özcan kitaplarından 4. Murad: Şarkın Sultanı kitap alıntıları sizlerle…

4. Murad: Şarkın Sultanı Kitap Alıntıları

Ok, mızrak ve cirit ile bir kaç kalkanı delmek, bir vuruşta merkebi ikiye bölmek, 200 okka ağırlığındaki gürzü kullanmak gibi insan gücünü aşan hünerleri çoktu. Eski Saray’dan attığı cirit, Sultan Bayezid Camii minaresi dibine düşmüştü. Halep kalesinden fırlattığı cirit ise hendeği geçip Saraçhane üzerine düşmüştü. Her ikisine de nişan dikilip tarih yazılmıştı. Musul’dayken Hind elçisinin getirdiği ok ve tüfek tesir etmez dediği siperi delmiş, sonra da bu siperin içine altın doldurarak elçiye iade etmişti.
Padişah’ı en çok sevindiren ise, iki İslâm büyüğü İmâm-ı A’zam (r.a.) İle Abdülkadir Geylani’nin (k.s.) burada(Bağdat) medfun bulunmalarıdır. Onun için Burc-ı Evliya kabul edilen Bağdat’ın fethi için yapılan savaşlara Gazâ-yı Ekber denildi.
Son büyük yangın sonrası Sultan Murad fidne yuvası olarak gördüğü kahvehaneleri yıktırarak yerlerine, bekarlar, debbağlara ve nalbantlara mahsus odalar yaptırdı. Daha sonra buraları tabakhane ve nalbant dükkanına çevirtti. Kaçak kullanıcıları yakalamak için tebdili kıyafetle sokak sokak dolaşan padişah hava karardıktan sonra fenersiz dolşanşarı bacaları dan türün kokusu gelenleri, üzerinde tütün kullandığına dair nesne bulunan kimseleri ölümle cezalandırdı. Halk sabahları sokaklarda öldürülmüş cesetlerle karşılaşmaya başladı. Böylece padişah ayaktakımını sindirmeye çalıştı.
IV. Murad, yaptığı iki doğu seferi nedeniyle, çağdaş kaynaklarda İslami edebiyatta efsanevi yeri olan ünlü Makedonya Kralı Büyük İskender ve yine iki büyük doğu seferinin sahibi Yavuz Sultan Selim’le kıyaslanarak İskender-i Sani , Zamanın İskender’i bazen de Şarkın Sultanı olarak nitelendirilmiştir.
Hammer’e göre III. Murad’ın ataleti, III. Mehmed’in iktidarsızlığı, I. Ahmed’in ve oğlu II. Osman’ın tecrübesizliği I. Mustafa’nın da belahatı yüzünden iç karışıklıklar içinde kalan devleti IV. Murad adeta şok vererek diriltmiş ve XVII asrın en iyi padişahlarından olmuştur. Devleti adeta tek başına yönetmiş, veziriazam ve vezirler emir kulları olmaktan ileri geçememiştir.
Bizim tarihimizde askeri eğitim görmediği ve sancağa çıkmadığı halde IV. Murad gibi bir dahi vardır. 17. yüzyılın en büyük mareşalidir. O devirde dünya üzerinde ona denk düşecek bir başka deha yoktur. 12 yaşında tahta çıkan bu genç adam, 19’unda devlete hâkim oldu. 28 yaşında da öldü. Bu kadar kısa sürede de Bağdat ve Revan Fatihi olarak adını tarihe yazdırdı.
O sıralarda çıkan veba salgını İstanbul’da günde 1000 kadar kişinin ölmesine sebep oluyordu, hatta hastalığın hayvanlara da sirayet ettiği düşüncesiyle bir süre hayvan kesimi yasaklandı. Bu beladan kurtulmak için halk Ok meydanı‘nda topluca dua etti.
IV. Murad’ın çok sert ve acımasız olduğunda hemen bütün çağdaş kaynaklar müttefiktir. Yabancı kaynakların bazısında ”Osmanlı’nın Neron’u ” olarak nitelenir.
10 Eylül 1623 tarihinde 11 yaşında amcası 1.Mustafanın yerine en büyük şehzade olarak Osmanlı Devletinin 17.padişahı oldu ve törenle biat edildi.
Çok sayıda kadıyı daha öldürten Sultan Murad Osmanlı tarihinde şeyhülislama ölüm cezası veren ilk padişahtır.
 O sıralarda çıkan veba salgını İstanbul’da günde 1000 kadar kişinin ölmesine sebep oluyordu, hatta hastalığın hayvanlara da sirayet ettiği düşüncesiyle bir süre hayvan kesimi yasaklandı. Bu beladan kurtulmak için halk Ok meydanı‘nda topluca dua etti.
IV. Murad’ın asrın en önemli padişahlarından biri olduğunda şüphe yoktur. İyi bir eğitim gördüğünde, güçlü irade sahibi ve gözüpek bir hükümdar olduğunda kaynaklar müttefiktir. Hatta sertliği ve gerçekleştirdiği doğu seferleri, Safeviler’e karşı kazandığı zaferlerle Yavuz Sultan Selim’i çağrıştıran IV. Murad, bu yönüyle Pers imparatorluğu’nu yıkan ünlü cihangir Makedonyalı iskender’in benzettiler ve İskender-i Sâni olarak nitelenir.
Mekke Emiri Şerif Zeyd Osmanlı padişahına şehrin anahtarını gönderdi.O sırada Sultan Murad ” Allah’a şükür, bu sene Irak fatihi hem de hadim-i Harameyn olduk. ” dedi.
Ok, mızrak ve cirit ile bir kaç kalkanı delmek, bir vuruşta merkebi ikiye bölmek, 200 okka ağırlığındaki gürzü kullanmak gibi insan gücünü aşan hünerleri çoktu. Eski Saray’dan attığı cirit, Sultan Bayezid Camii minaresi dibine düşmüştü. Halep kalesinden fırlattığı cirit ise hendeği geçip Saraçhane üzerine düşmüştü. Her ikisine de nişan dikilip tarih yazılmıştı. Musul’dayken Hind elçisinin getirdiği ok ve tüfek tesir etmez dediği siperi delmiş, sonra da bu siperin içine altın doldurarak elçiye iade etmişti.
IV. Murad’ın çok sert ve acımasız olduğunda hemen bütün çağdaş kaynaklar müttefiktir. Yabancı kaynakların bazısında ”Osmanlı’nın Neron’u ” olarak nitelenir.
Rivayete göre güya Sultan Murad kendisini kurtaramamaları halinde hekimleri ölümle tehdit etmişti. Hayattan ümidini kesince Osmanlı tahtını nedimi Silahdar Mustafa Paşa’ya bırakmak, bunun için de kardeşi İbrahim’i öldürtmek istiyordu. Ancak, Osmanlı’nın hayattaki bu tek şehzadesi annesi Kösem Mahpeyker Sultan’ın koruması sayesinde kurtulabildi. Bir Batılı elçinin raporuna göre güya ”İbrahim ölsün, benden sonra devlet yok olsun ” dediği de nakledilir.
Sıkı yasağa rağmen tiryakiler bazı gizli mekanlarda tütün içmeye devam etmektedir.
Bu mekanlardan biride Üsküdar miskinler tekkesi civarındaki bir kahvehanedir. Bir biri içinden gecen iki odalı bir yer olan bu mekanın sokağa bakan bölümü kahvehanedir.
İç taraftaki bölümünde ise tütün ve Afyon içilir.
Durumdan haberdar olan Sultan Murad derviş kılığında bu kahvehaneye gider. Kahveci yanına gelip,
-Dede Sultan ne içersin der.
-Padişah kahve değince, kahveci Sultanın kulağına eğilip sessizce,
-Tütünde içer misiniz der. Hayır cevabını alınca,içine bir şüphe düşer ve son sözleri söylediğine pişman olur. Zira sultanın Muard’ın tebdili kıyafet ile sokakta sık sık dolaştığını bilir.
Kahveyi koyarken, ‘Hoş geldin dede Sultan ismini bağışlar mısın’ değince ‘Murad’ cevabını alır. Bu defa eli ayağı titreyen kahveci, ‘Hanı’ da var mı? diye sorar. Gizemli müşteri evet değince kahveci Afyon içilen odanın kapısını aralayıp’Ağalar hazır olun cenaze namazına der ve düşer bayılır. Kahvecinin bu hali hoşuna giden Sultan Murad odada bulunanları affeder fakat kahvehaneyi yıktırır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Velhasıl Sultan Murad son dokuz yıllık saltanatı kanlı saltanatı sürecinde, seleflerinin zaafları ve ehliyetsizlikleri ile güçsüz hale gelen ;III. Murad ‘tembelliği, III. Mehmed’ in iktidarsızlığı, I. Ahmet ve II. Osman ‘nın tecrübesizliği, I. Mustafa’ nın aklidengesizliği ile harap olan;iç savaşlarla, halkın ve askerin isyanıyla her cihetten yaralanmış bulunan Osmanlı Devleti yeni bir hayat bulmuş bu hayatiyet XVII. Yy sonlarına kadar devam etmiştir.
Nitekim bir elması çalmış olabileceği düşünülen çavuş kazığa oturtuldu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yıldırım Bayezid in sandukasını tekmeledikten sonra ” Burada bir hükümdar gibi hangi hakla yatıyorsun? ” Osmanlının şerefini zedeledin. Tatarlara esir oldun!dediği nakledilir. Evliya Celebi bu tekmelemedn sonra Sultan Murad ağır bir nigris hastalığına düçar olduğu yazar.
Son büyük yangın sonrası Sultan Murad fidne yuvası olarak gördüğü kahvehaneleri yıktırarak yerlerine, bekarlar, debbağlara ve nalbantlara mahsus odalar yaptırdı. Daha sonra buraları tabakhane ve nalbant dükkanına çevirtti. Kaçak kullanıcıları yakalamak için tebdili kıyafetle sokak sokak dolaşan padişah hava karardıktan sonra fenersiz dolşanşarı bacaları dan türün kokusu gelenleri, üzerinde tütün kullandığına dair nesne bulunan kimseleri ölümle cezalandırdı. Halk sabahları sokaklarda öldürülmüş cesetlerle karşılaşmaya başladı. Böylece padişah ayaktakımını sindirmeye çalıştı.
10 Eylül 1623 tarihinde 11 yaşında amcası 1.Mustafanın yerine en büyük şehzade olarak Osmanlı Devletinin 17.padişahı oldu ve törenle biat edildi. Bu cülus ta amcası 1.Mustafanın akli denge bozukluğu etkili oldu.
Cenazesi eski Türk geleneğine uygun olarak,gazalarda bindiği atları tersine eyerlenmiş olarak tabutunun önünde yürütüldü.Şahsına ait Tersane’deki baştarda türü gemisi kara katranla boyanarak bir tarafa çekildi.
Sultan Murad 17 Şubat 1638 günü kardeşlerinden Kasım Çelebi’yi boğdurtarak öldürttü.Sultan Murad’ın yirmi beş yaşında olan bu şehzadeyi çok zeki olmasından dolayı kendisi için tehlikeli bulduğu rivayet edilir.
Kapıcılar Kethüdası Salih ve Musahip Beşir ağalar Istanbul Muhafızı Bayram Paşa’ya gizli bi padişah fermanı getirmişlerdi.Bu gizli emirde padişahın iki kardeşi şehzade Süleyman ve Bayezid’in öldürülmeleri istenmekteydi.
Çok sayıda kadıyı daha öldürten Sultan Murad Osmanlı tarihinde şeyhülislama ölüm cezası veren ilk padişahtır.
Hammer’e göre III. Murad’ın ataleti, III. Mehmed’in iktidarsızlığı, I. Ahmed’in ve oğlu II. Osman’ın tecrübesizliği I. Mustafa’nın da belahatı yüzünden iç karışıklıklar içinde kalan devleti IV. Murad adeta şok vererek diriltmiş ve XVII asrın en iyi padişahlarından olmuştur. Devleti adeta tek başına yönetmiş, veziriazam ve vezirler emir kulları olmaktan ileri geçememiştir.
IV. Murad, yaptığı iki doğu seferi nedeniyle, çağdaş kaynaklarda İslami edebiyatta efsanevi yeri olan ünlü Makedonya Kralı Büyük İskender ve yine iki büyük doğu seferinin sahibi Yavuz Sultan Selim’le kıyaslanarak İskender-i Sani , Zamanın İskender’i bazen de Şarkın Sultanı olarak nitelendirilmiştir.
Keza dönemin bazı meczup şeyh ve dedeleri ile Sultan Murad arasında geçmiş fıkralar da vardır. Bunlardan biri tütün içme yasağının sürdüğü günlerde geçer. Sıkı yasağa rağmen tiryakiler bazı gizli mekânlarda tütün içmeye devam etmektedir. Bu yerlerden biri de Üsküdar’da Miskinler Tekkesi civarındaki bir kahvehanedir. Birbiri içinden geçen iki odalı bir yer olan bu mekânin sokağa bakan bölümü kahvehanedir. İç taraftaki bölümünde ise tütün ve afyon içilir. Durumdan haberdar olan Sultan Murad derviş kılığında bu kahvehaneve gider. Kahveci yanına gelip, Dede Sultan ne içersiniz diye sorar. Padişah, Kahve deyince, kahveci kulağına eğilip sessizce Tütün de içer misiniz? der. Hayır cevabını alınca, içine bir şüphe düşer ve son sözleri söylediğine pişman olur. Zira Sultan Murad’ın sık sık tebdili kıyafet ile şehirde dolaştığını bilir. Kahveyi önüne koyarken, Safa geldin Dede Sultan, ismini bağışlar mısın? deyince, Murad cevabını alır. Bu defa eli ayağı titremeye başlayan kahveci, Han ı da var mı? diye sorar. Gizemli müşteri “Evet deyince, kahveci tütün ve afyon içilen odanın kapısını aralayıp, Ağalar! Hazır olun cenaze namazına der ve düşer bayılır. Kahvecinin bu halinden hoşlanan Sultan Murad orada bulunanları affeder fakat kahvehaneyi de yıktırır.
Gökten Nazire indi Sihâm-ı Kazâ’sına
Nef’î diliyle uğradı Hakk’ın belâsına.
O dönemde popüler olan ve remil denilen kum falından çok iyi anlayan Ahmed Çelebi ile ilgili fıkra da ilginçtir. Tebdil gezilerinin birinde Sultan Murad Üsküdar’dan kayığa biner. Yanında Remilci Ahmed Çelebi de vardır. Kayıkçı kürekleri çekerken padişah, dönemin tütün ve içki yasağından yakınır ve arada tütün çubuğunu yakar. Ahmed Çelebi bu gizemli gence, Oğlum, sen ne iş yaparsın diye sorar. Padişah, Eskiciyim, ya sen ne işle meşgulsün? deyince, Ahmed Çelebi, Remmalim der. Padişah, “Öyleyse bir remil at ve padişahın şu anda nerede olduğunu söyle bakalım der. Ahmed Çelebi bir kâğıt üzerinde bazı şekiller yapıp Deniz üzerinde görünüyor cevabını verir. Sultan Murad, Uzakta mı, yakında mı? deyince, Ahmed Çelebi yine bazı hesaplar yaptıktan sonra korkulu bakışlarla, Padişah çok yakınımızda. Ben Remmal Ahmed olduğuma göre ya sensin ya da șu kayıkçı der. O sırada kolunu sıvayıp hükümdarlık nişanı olan bazubendini gösteren Sultan Murad, Ey Remmal Çelebi! Bir remil daha atıp benim şehre hangi kapıdan gireceğimi bilirsen seni bağışlarım der. Bu teklifi kabul eden Ahmed Çelebi, bir şart koşar ve hangi kapıdan gireceğini sözle değil, kâğıda yazarak cevaplayacağını, padişahın da bu kâğıdı şehre girdikten sonra açmasını söyler. Onun bu şartını kabul eden padişah kâğıdı alır ve cebine koyar. Remmal Çelebi’den ayrıldıktan sonra, kayıkçıya, Çek bakalım Langa Sahili’ne der. Remmal Ahmed Çelebi’yi mutlaka öldürtmek istemektedir. Langa Sahili’ne çıkınca kale ustalarını ve diğer ırgatlara, surlarda hemen yeni bir kapı açmalarını emreder ve bu kapıdan şehre girer. Hemen Remmal Ahmed Çelebi’nin verdiği kâğıdı açar ve okur. Padişahım, Yeni Kapı’nız hayırlı olsun yazmaktadır .
Keza dönemin bazı meczup şeyh ve dedeleri ile Sultan Murad arasında geçmiş fıkralar da vardır. Bunlardan biri tütün içme yasağının sürdüğü günlerde geçer. Sıkı yasağa rağmen tiryakiler bazı gizli mekânlarda tütün içmeye devam etmektedir. Bu yerlerden biri de Üsküdar’da Miskinler Tekkesi civarındaki bir kahvehanedir. Birbiri içinden geçen iki odalı bir yer olan bu mekânin sokağa bakan bölümü kahvehanedir. İç taraftaki bölümünde ise tütün ve afyon içilir. Durumdan haberdar olan Sultan Murad derviş kılığında bu kahvehaneve gider. Kahveci yanına gelip, Dede Sultan ne içersiniz diye sorar. Padişah, Kahve deyince, kahveci kulağına eğilip sessizce Tütün de içer misiniz? der. Hayır cevabını alınca, içine bir şüphe düşer ve son sözleri söylediğine pişman olur. Zira Sultan Murad’ın sık sık tebdili kıyafet ile şehirde dolaştığını bilir. Kahveyi önüne koyarken, Safa geldin Dede Sultan, ismini bağışlar mısın? deyince, Murad cevabını alır. Bu defa eli ayağı titremeye başlayan kahveci, Han ı da var mı? diye sorar. Gizemli müşteri “Evet deyince, kahveci tütün ve afyon içilen odanın kapısını aralayıp, Ağalar! Hazır olun cenaze namazına der ve düşer bayılır. Kahvecinin bu halinden hoşlanan Sultan Murad orada bulunanları affeder fakat kahvehaneyi de yıktırır.
İstanbul folklorunu zenginleştiren Bekri Mustafa, İncili Çavuş, ünlü meddah Tıflî gibi tipler ile kendi yaptığı kanatlarla Galata Kulesi’nden Üsküdar’a uçtuğu bilinen Hezarfen Ahmed ve Kaya Sultan’ın doğumu münasebetiyle düzenlenen şenliklerde barut macunundan yaptığı fişeklerle Sarayburnu’nda havaya yükseldiği rivayet edilen Lagarî Hasan çelebiler bu dönemde yaşamış önemli şahsiyetlerdir. Bu uçuşları Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nden (İncili Köşk) seyreden Sultan Murad her ikisini de akçe ve altınlarla taltif etmiş, Hasan Çelebi’yi 70 akçe yevmiye ile sipahi yazdırmıştır. Ancak rivayete göre tehlikeli biri sayılan Ahmed Çelebi Cezayir’e sürülmüş; Hasan Çelebi de bir süre sonra Kırım’a gitmiştir.
Ancak onun adını hatırlatan en önemli iki eser Revan ve Bağdat seferleri anısına Topkapı Sarayı’nın dördüncü avlusunda Mimarbaşı Hasan Ağa’ya yaptırdığı köşklerdir. Taşrada gerçekleştirdiği en önemli faaliyet ise, Sofcu Emir diye bilinen Nakibüleşraf Ankaravî Mehmed Efendi ile Rıdvan Ağa’yı göndererek yağmurlar ve seller yüzünden sular altında kalan Mekke’yi temizletmesi ve Kâbe’nin dört duvarını, asıl temeli bulununcaya kadar yıktırıp yeniden yapturmasıdır. Bu münasebetle tarihler düşürülmüş ve padişahın ismi Beytullah’ın tâkı üzerine yazılmıştır.
Çağdaşı Peçuylu İbrahim, İslâm tarihinde onun kadar kan döken ve korkusuz bir hükümdar bulunmadığından söz eder. Hammer ise hanedanın en güzel adamı olduğunu yazar. Bedenen çok güçlü olduğunda hemen bütün kaynaklar müttefiktir. Romen tarihçi Dimitri Kantemir’e göre bedeni ve ruhi yeteneklerle donatılmış olup bir askerde bulunması gereken her özelliğe sahipti. Silâhdarı Musa Paşa’yı kuşağından tutup Has Oda’yı birkaç defa dolaştırdığından yukarıda söz edilmişti. Kılıç kullanmadaki ustalığı ve kemankeşliği de dillere destan idi. Ok atmadaki hocaları Hüsamzade Abdurrahman Efendi, Hacı Süleyman ve Sarı Solak idi. Topkapı Sarayı’ndaki metal kapıyı, Musul’dan
gönderilen kılıç, kurşun kâr etmez denilen gergedan derisi kaplı kalkanı ok ve harbe ile deldiği malumdur. Bir kılıç darbesiyle merkebi ikiye bölme, 200 okkalık gürzü sallama gibi becerileri de vardı. Ok Meydanı’nda aldığı çok uzun menzil ile de kemankeşliğini ispatlamıştı. Cirit ile de deldiği sekiz Arnavut kalkanını Budin’in Beç (Viyana) kapısına astırdığı, 12 cebeye (zırh) ok saplayıp Mısır’a gönderdiği de bilinmektedir. Sultan IV. Murad ata çok meraklı olup, çok iyi at binerdi ve hareket halindeyken attan ata atlayabilecek kadar çevikti.
Çok sert icraatlarına rağmen aylarca atının eyerinden başka yastık görmediğini, eyerin altındaki örtüden başka yorganı bulunmadığını ise Rycaut yazar.
Sultan Murad sadece sert icraatları olan biri değildir. 20 yaşında annesinin vesayetinden kurtulduktan sonra devlet idaresinde yolsuzluklara son vererek devlet gelirlerini arttıran, orduyu mümkün mertebe düzene sokup zapturapt altına alan, dönemine göre ticareti ve sanayii güçlendiren de odur. Tebdil gezilerine önem verir, suçluları anında cezalandırırdı. Timar ve zeamet
tevziatina ehemmiyet veren Sultan Murad hazine gelirlerinin artmasını sağlamıştır. Enderun hazinesinin dolmasında sık yapılan müsaderelerin etkili olduğu söylenebilir.
Hammer’e göre III. Murad’ın ataleti, III. Mehmed’in iktidarsızlığı, I. Ahmed’in ve oğlu II. Osman’ın tecrübesizliği I. Mustafa’nın da belahatı yüzünden iç karışıklıklar içinde kalan devleti IV. Murad adeta şok vererek diriltmiş ve XVII asrın en iyi padişahlarından olmuştur. Devleti adeta tek başına yönetmiş, veziriazam ve vezirler emir kulları olmaktan ileri geçememiştir.
Gözünün önünde aynı zamanda eniştesi olan Hafız Ahmet Paşa’nın parçalanması gibi olaylar, kendisini çok sert önlemler almaya sevk etmişti. Gerek bu icraatları gerekse iki doğu seferiyle ceddi Yavuz Sultan Selim’i çağrıştıran IV. Murad’ın çok iyi bir istihbarat ağı kurduğu ve böylece merkezde ve taşrada gelişen olaylardan anında haberdar olduğundan söz edilir. Sefer güzergahlarında şikayet konusu olanların derhal kellelerini alması, biraz da daha önce onlar hakkında edindiği bilgilerden dolayıdır.
Fakat onun sözünü tutamayıp hicivlere devam etmesi, Vezir Bayram Paşa’yı, hatta Sultan Murad’ı hicvetmesi mukadder akıbetini yaklaştırdı. Sultan Murad bu ünlü şairi, cezasını vermek üzere Bayram Paşa’ya teslim etti. O da o sırada cizye muhasebecisi olan Nef’î’yi çağırtarak 27 Ocak 1635 günü konağının odunluğunda Çavuşbaşı Boynueğri Mehmet Ağa eliyle boğdurup bir rivayete göre cesedini denize attırdı. Ölümüne hicivlerinden bıkmış olan ulemanın da sevindiği nakledilir. Ölümüyle ilgili en çok bilinen beyit şudur:

Gökten Nazire indi Sihâm-ı Kazâ’sına
Nef’î diliyle uğradı Hakk’ın belâsına

Nef’î Osmanlı tarihinin en ünlü hiciv şairlerindendir. Aslen Erzurum Hsankaleli (Pasinler) olup adı Ömer’dir. Nef’î mahlasını kendisine ünlü tarihçi Gelibolulu Ali Mustafa Efendi takmıştı. İstanbul’a geldikten sonra Sultan I. Ahmet’in beğenisini kazanan, daha sonra IV. Murat’ın has nedimleri arasına giren Nef’î, kasideleri ile caizeler alırken hicivleriyle de birçok kişinin nefretini kazanmıştı. IV. Murad da onun bu yergilerinden hoşlanırdı. Ancak 25 Haziran 1630 günü Beşiktaş sarayında bu şairin ünlü Sihâm-ı Kazâ’sını okurken yanına yıldırım düşmesi ve kitabı parçalaması üzerine Nef’î’ye bir daha hiciv yazmayacağına dair tövbe ettirmişti.
Daha sonraki doğu seferleri esnasında suistimallerini gördüğü çok sayıda kadıyı daha öldürten Sultan Murad Osmanlı tarihinde şeyhülislama ölüm cezası veren ilk padişahtır.
Osmanlı Padişahları içerisinde istihbarat işlerine çok önem veren padişahlardan biri de IV. Murad olup, her tarafta hafiyeler bulundurduğu, özellikle Safevî Devleti’nin faaliyetlerine karşı casuslar kullandığı malumdur. Bu hususta çağdaşı Peçeylu İbrahim, ahvâl-i âlemi öğrenmede üstüne yoktur. Zamanla iyiyi kötüyü öğrendi ve âlemi zapturapt altına aldı der. Bu cümleden olarak, Fener Rum patriğinin devlet aleyhine yürüttüğü faaliyetleri öğrenince onu astırmıştı. Devlet yönetimiyle ilgili has nedimlerinden Koçi Bey’in tekliflerini dinlediği gibi, XV. asrın ünlü İtalyan siyaset bilimcisi Makyavel’in Hükümdar(Prens) adlı eserini bir mühtediye tercüme ettirerek okuduğu da İstanbul’da bulunan yabancılar tarafından nakledilir.
Safevîler’e karşı kazandığı zaferlerle Yavuz Sultan Selim’i çağrıştıran IV. Murad, bu yönüyle Pers İmparatorluğunu yıkan Makedonyalı İskender’e de benzetilir ve İskender-i Sânî olarak nitelenir. Nitekim çağdaş tarihçilerden Mehmed Halife;
Mehabbette sâlabette olup ecdâdına gálip
Budur sâhipkırân-ı âlemin Sâm-ı Nerîman’ı
Edüp izhâr-ı kudret fitne-i Ye’cüc’e sed çekti
Sezâdır ana derlerse İskender-i Sânî
mısralarında bu hususa temas eder.
Padişah’ı en çok sevindiren ise, iki İslâm büyüğü İmâm-ı A’zam (r.a.) İle Abdülkadir Geylani’nin (k.s.) burada(Bağdat) medfun bulunmalarıdır. Onun için Burc-ı Evliya kabul edilen Bağdat’ın fethi için yapılan savaşlara Gazâ-yı Ekber denildi.
Sultan Murad, Revan kale kumandanı Emirgûneoğlu’nu törenle huzuruna kabul etti. O sırada ona, Sebep nedir ki ben dört aydır sefer zorlukları çekip cenge geldim. Sizin şâhınız avrat gibi kaçıp tac u tahtın yüzsuyunu yerlere akıtmıştır. Bu nasıl şahtır? deyince Emirgûneoğlu, Pâdişahım ömr ü devletin ziyade olsun. Ata ve dededen sizin kılıcınız keskin ve atınız yüğrüktür. Onun varlığı nedir ki sizin gibi yüce padişahın karşısına gele! cevabını verdi. Sünnîliğe girerek kulluğa kabulünü istemesini üzerine padişah Emirgûneoğlu’nu Yusuf adını verdi Kendisini vezirlikle Halep Beylerbeyliğini tevcih etti.
Sultan Murad Develihisar’dan arabayla geçerken hemen bir ata atlayıp, atların önünden süratle kaçmakta olan bir yaban keçisini okla vurdu. Bu sürate hayran kalan askerler bir ağızdan Allah’ın yardımı senin üzerine olsun mealindeki Aleyke avnullah alkışını yaptılar.
Kaçak kullanıcıları yakalamak için tebdil-i kıyafetlerle sokak sokak dolaşan padişah, hava karardıktan sonra fenersiz dolaşanları, bacalarından tütün kokusu gelenleri, üzerinde tütün kullandığına dair nesne bulunan kimseleri ölümle cezalandırdı. Halk sabahları sokakta öldürülmüş cesetlerle karşılaşmaya başladı.
Sonuç olarak, Sultan IV. Murad ne kadar müstebit ve kan dökücü olursa olsun, tarih onun hakkında olumlu şeyler de yazacaktır.
Bedeni güç ve şiddette, her türlü silahı kullanmada misli yoktu. Naima bizzat kendisini kuşağından kaldırıp, bir eliyle baş üstünde tutup Has Oda’yi dolaştığını fakat kollarına gevşeklik gelmediğini belirtir. Ok, mızrak ve cirit ile birkaç kalkanı delmek, bir vuruşta merkebi ikiye bölmek, 200 okka ağırlığındaki gürzü kullanmak gibi insan gücünü aşan hünerleri çoktu.
Sultan Murad’ın genç yaşta (28) vefatı devleti güçlü bir idareden mahrum bıraktı, bu yüzden de Doğu ve Batı dünyalarında sevinçle karşılandı. Naima’ya göre 1592’den 1716 yılına kadar gelen padişahların en büyüğü idi.

Yaygın inanışa göre, kan dökmekte ifrat etmesi yüzünden fazla yaşamamış, devlete hizmet edeceği yaşta ahirete gitmişti.

Her ne kadar sergilediği sert icraatlarla zaman zaman kanun ve teamül dışına çıktığı olmuşsa da boş devraldığı devlet hazinesini doldurmada başarılı olduğu, çıktığı iki doğu seferi ile Yavuz ve Kanuni devirlerini çağrıştırdığı doğrudur. Vefatı sırasında hazinede 15 milyon altın bulunduğundan söz edilir.
Bizzat 4.Murad da musikiyle meşgul olmuş, başta mehter marşları olmak üzere, sözlü ve sözsüz besteler yapmıştır. Musikiyle ilgili kaynaklarda Şah Murad adıyla geçen bestekârın Sultan Murad olduğu kabul edilmektedir. Yılmaz Öztuna bu padişahın altısı Hüseynî makamında, 13 peşrevi ile yürük semai ve ilahiden oluşan 15 bestesinin bulunduğunu belirtmektedir. Bunlardan kendisine izafe edilen Uyan ey gözlerim gafletten uyan mısrasıyla başlayan eviç ilahisi günümüzde de zevkle icra edilmekte ve ilgiyle dinlenmektedir.
Ilim, sanat ve özellikle musiki faaliyetleri bu padişah zamanında canlı bir şekilde devam etmiştir.
Sert icraatlarında, insanoğlu kahr ile zapt olunur, hilm (yumuşaklık) ile değil diyen başta Koçi Bey olmak üzere, dönemin diğer nasihatname müelliflerinin, hatta Italyan siyaset bilimci Makyavel’in etkisi büyüktür. Ilmiye mensubu kadıları öldürtmesi ise, alemin ıslahı için önce kadıların ıslahı gereğini yazan Derviş Hasan’ın etkisi olmuştur.
Doğu meselesinin çözümlenmesi Batı’da tedirginlik yaratmıştı. Zira Sultan Murad o kışı büyük sefer hazırlıkları içinde geçirmişti ve bu hazırlıklar Batı’ya yönelikti.
Kasrışirin Antlaşması ile Doğu Anadolu ve Iran sınırı da belirlenmiş, Revan’ın Ermenistan’a geçmesi dışında bu durum günümüze kadar hemen hemen aynen gelmiştir.
Fetih sonrası Şiiler tarafından Bağdat baruthanesi infilak ettirilerek sekiz yüz kişi öldürüldü, bir O kadar da öküz telef oldu. Bu arada birçok ev yıkıldı ve çevrisi harabeye döndü. Buna çok öfkelenen Sultan Murad 1624 yılı başlarında Bağdat’a giren I. Şah Abbas’ın Sünnileri topluca öldürtmesi gibi suçlu saydığı 1400 Şii’yi idam ettirdi, kalanları ise Bağdat’tan uzaklaştırdı. Böylece Bağdat’ta hiçbir Şii ve Safevi bırakmamaya çalışıldı.
Sadrazam Bayram Paşa’nın vedat ettiği çadıra gelen Sultan Murad orada Bağdat menzilleri sayısınca kilitli sandıklar gördü ve ne olduklarını sordu. Merhum Bayram Paşa’nın her konakta açılmak üzere padişahın giyeceği kürkleri, silahları ve elbiseleri hatırlattığını öğrenince, onun kaybına çok üzülen hatta ağlayan Sultan Murad duygularını Kadirşinas bir vezirden ayrıldım. Böyle şefkatli vezir az bulunur sözleriyle ifade etti.
Revan’ı geri alan ve Mihriban’da Osmanlı eyalet kuvvetlerini yenen Şah Şafi Istanbul’a Maksud Han adlı elçisiyle mektup göndererek barış girişiminde bulunduysa da Osmanlı padişahı bu teklife sıcak bakmadığı gibi, mektubun cevabının Bağdat’ta verileceği imasıyla geniş çaplı sefer hazırlıklarını başlattı. Elçi Maksud’u ise beklemeye aldı.
Sultan Murad devleti ve saltanatı için rakip ve tehlikeli gördüğü bu şehzadelerin (Süleyman ve Bayezid) katli için uygun bir zaman kolluyordu. Işte Revan zaferi ve fethi ona bu fırsatı vermişti. Halk keyif içinde eğlenirken Şimşirlik’ten alınan 25 yaşlarındaki bu şehzadeler feryad ü figanlarina bakılmadan boğularak katledilir.
Çors şehrinin hisarı dahil her yer tahrip edildi. Bu kalenin kapısı o kadar sert bir ağaçtan yapılmıştı ki, balta ancak odunda iz bırakabiliyordu. O sırada bedenî gücünün zirvesinde olan Sultan Murad birkaç kişinin kaldırabileceği bir ağacı alarak kapının üzerine o kadar şiddetli vurdu ki kapı paramparça oldu.
Yine Sivas’ta bostancılardan birinin padişahın yazısını taklit edip sancak ve beylerbeylerinden paralar sızdırdığı anlaşılınca, padişah huzuruna getirilip derisi yüzülerek öldürüldü.
Ilmiye sınıfından birkaç kadı halkın şikâyeti, zorbalık veya zorbaların tedibinde ihmalkar olma gibi çeşitli sebepler yüzünden asılarak cezalandırıldı.
Işini düzgün yapanlara karşı padişahın müşfik olduğu da görülür. Konya’ya girer girmez ahmedek denilen iç kaleyi görmek için tek başına atıyla hendek üzerindeki köprüyü geçip kaleye ilerlerken kale dizdarının gelenin uzaktan padişah olduğunu bilmeyerek kaleden Bre ağa! Attan aşağı inip piyade yürü. Bu padişah kalesidir. Buna atla çıkılmaz şeklinde yüksek sesle uyarısından memnun olur.
Nef’î’nin sözünü tutamayıp hicivlere devam etmesi, Vezir Bayram Paşa’yı, hatta Sultan Murad’ı hicvetmesi mukadder akıbetini yaklaştırdı Çavuşbaşı Boynueğri Mehmed Ağa eliyle boğup bir rivayete göre cesedini denize attırır.
*Öldürüldükten sonra Sirkeci Iskelesi civarında defnedildiği rivayeti de vardır.
Istanbul’a geldikten sonra Sultan I.Ahmet’in beğenisini kazanan, daha sonra 4.Murad’ın has nedimleri arasına giren Nef’î, kasideleri ile caizeler alırken hicivleriyle birçok kişinin nefretini kazanmıştı.4.Murad da onun bu yergilerinden hoşlanırdı. Ancak bir gün Siham-ı Kaza’sını okurken yanına yıldırım düşmesi ve kitabı parçalanması üzerine Nef’î’ye bir daha hiciv yapmayacağına dair tövbe ettirmişti.
Sultan Murad fitne yuvası olarak gördüğü kahvehaneleri yıktırarak yerlerine bekarlara, debbağlara ve nalbantlara mahsus odalar yaptırdı.
Büyük Istanbul yangınının işsizlerin toplandığı yerler olan kahvehanelerde ve halk arasında çeşitli siyasi dedikodulara sebep olması, muhtemel bir yangına sebep olabilecek tütünü haram sayan dönemin ünlü ricalinden Kadızade Mehmed Efendi’nin de teşvikiyle Sultan Murad imparatorluk dahilinde bu ürünün ziraatının yapılmasını ve kullanılmasını yasakladı.
Istanbul’daki son asi kalıntıları da ortadan kaldırıldı. Her gece denize atılan cesetler sabahları kıyıya vuruyor ve bunların genelde sipahi ve yeniçeri olduğu görülüyordu.
Annesi Mahpeyker Kösem Sultan’ı devlet işlerinden uzaklaştıran ve iktidarı bizzat ele alan 4.Murad geniş çaplı bir cezalandırma faaliyeti başlattı icraatlarında çok sert davranan Sultan Murad küçük suçlar için bile ağır cezalar vermekten çekinmedi.
Yakınlarını öldürttükten sonra, kardeşi şehzadelere kefil olduğunu unutmadığı sadrazama Gel berü topal zorba başı! Bre kâfir abdest aldın mı? diye seslendi. Recep Paşa’nın kendisini savunmak için döktüğü dillerden daha da öfkelenen Sultan Murad, saray görevlilerinden Zülüflü baltacılara işaret ederek onu hemen boğdurdu ve cesedini Bab-i Hümayun dışında diğer zorba elebaşlarının yanına bıraktırdı.
veziriazam ve şeyhülislâmın şehzadelere kefil olmaları, Sultan 4.Murad’ın şüphelerini arttırdı. Zaman o gelince de her ikisinin hesabımı görmeyi kafasına koydu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir