İçeriğe geç

1945 Sonrası Fransız Şiiri Antolojisi Kitap Alıntıları – Levent Yılmaz

Levent Yılmaz kitaplarından 1945 Sonrası Fransız Şiiri Antolojisi kitap alıntıları sizlerle…

1945 Sonrası Fransız Şiiri Antolojisi Kitap Alıntıları

Üstün bir soydan gelir toprak.
Ve bakışı, sürekli olarak, ona borçlu olduğum?
Şiir sözün simyasıdır.
Hiçbir yere götürmeyen yol
Çıkış yokluğunun
Çıkış olduğunu bize gösteren.
Neye benzediğini bilmek
Bizim bilgimizdir bu
Mutlak değildir.
Hayatım
Gibinin gizemi
Oysa hiçbir zaman ne zamanıydı, ne de yeri
Hedefi ıskalamak bir ilk adımdır.
Artık her şarkı
Sırtınıza bir gözyaşı küfesi vurur.
Yükseklik, bulursun onu soluğunda, Soluğun senden alındığında.
Ölmek sevdiğin bir ülkeydi.
Geliyorum
Kitap labirenttir.
Çıkıyorum sanırsın, daha da gömülürsün içine.
Tanrı’nın sesi bazen görünmez bir gözdür. Gözün içinde bir göz.
Kötülük ve mutsuzluk yönünden, bizim asrımız Şah’tır.
ey sevdiğim,
nasıl da kısaydı bedenlerimiz arasındaki mesafe!
dönenip duran zaman kılıcının keskin yüzü
boşuna arardı orada galip geleceği yeri.
aklım yalan-günlerle, karanlık nehrin tuzaklarındaki yansımalarla dolu,
hatırlıyorum kıyıdaki o yorulmak bilmez ağızları-
derhal
büyük güç dağlara yükleyerek sorumluluğu
(küçük dağlara)
bulutlar şimdi toprağın üstünde
ve gökte defalarca çiftleşenin
hasadı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
hem sırtta hem karında ama yok avuç içlerinde
ayak tabanlarında ve hatta bazen
kıçlarda
çünkü onlar yürürken bütün gücü ayaklarının
kenarlarına yüklerlerdi
böylece yine bu birden ayakta topraktan kalkarak
şimdi büyülü tarlaların arasından
kendi üstüne
yatmış
bütün donuk mesafeleri batıdan doğuya katederek
ya da
birden güneş ve ay bir ok gibi
başlamak için durumu kemikler sayesinde biliyoruz
on iki basit cisim
karbon hidrojen oksijen azot
fosfor kükürt klor sodyum
kalsiyum magnezyum potasyum demir

anlatı
dar ve tek yol
önceden adanmış
şehvetli ana
harf selinin katettiği

ya da birden on misli büyük başka güçler
açık kulak
kan içinde
kırmızı kan tadı hafif alkali tuzlu olan
büyük kafa
kalın gövde
bütün uzuvlar
kısa ve güçlü
büyük ayaklar
büyük eller
ve şiddete dayanamayarak
basık alın çıkık çene
ince ve uzun burun
darmadağın

obur besleyici
her tarafa yazıyor toprak-baba

geceleri kimin konuştuğunu hiç bilmeyiz

Geçmişimiz uykularda kalmış yıkık tapınaklara benziyor

taşların hafızasında yatıyor güzel ve kutsal – cılız bir
akarsu kıyısında susuzluğumuzu gideriyoruz

ve umutsuz ruhumuz

Geceyarısı gölgelerin geçtiği gibi geçiyoruz – günün
bakışıyla karşılaşmaktan korkarak

ışığın karlar gibi yükseklere vurduğu bu ülkelerin
peşindeyiz

manzaralar belirsin istiyoruz

üstün bir soydan gelir toprak – hayırsever sanılan
zulümler içimizde bir toprak dili konuşan bir
kömürden yiyoruz – işte yeniden bulduğum ve çıplak
sabahın kapılarını zorlayan ışık – arzu doğacak arzudan da
güç – sağanakta ağzımda taşıdığım kanlı ülke

sonsuz neden bu kır yolu olmasın

farkettiğimiz ateş göğe yükselen ateşti – gözümüzü
kamaştıran

yanan bu ateş ve ışık ve gölge
ölülerden kıyam eden bu ateş

Uzak ateşin göz kamaştırıcılığında uyuyan bu kuşun
çığlığını hatırlayacağız

Şafağın yuttuğu bu ülkeyi hatırlayacağız

bir ağacın sesini ve şafağın solgunluğunu ayırdetmek –
yazın yavaş yavaş gelişi karşısında kaygılarımı dindirmek –
yağmur altında uğultulu ormanı dinlemek için kaybolup
giden saatleri hatırlıyorum. Bir çığlık ya da çakırdoğanın
karlar üzerine düşen gölgesi oysa her hayat beni bir anda
terkederdi
(xxx)

Kimlik

Hangisi senin kimliğin olacak, ölümünün?

sen, diyecektir bazıları, mezarsın ve içisin mezarın
ve üstünde ismin yazılı mezartaşı

ama bu şunu demekten başka bir şey değildir:

yaşarken, bu giyinik ya da çıplak bu bedendin
düşünceni içeren bu beden (ya da ruhunu)
ve bu beden de bu adı taşıyordu, senin adını

yalnızca bu benzetme sayesinde yaşar kimlik dünyada

sensin, diyecektir başkaları, hatıralarında seni varettikleri
biçimde, eğer hatırlarlarsa, seni, bir an için bile olsa, tanımış
olanlar

böylece olacaksın, ama bölünmüş, değişken, çelişken,
bağımlı, iniş çıkışlarla,

ve bunlardan biri öldüğünde, sen olmayacaksın.

ve kuşkusuz, yine burada, sağ kalma düşüncesi senin
hayatının dünyasının aynı özelliklerini taşır

ama, benim için, her şey bambaşkadır:

ne zaman seni düşünsem, bitiyorsun.

(xxix)

Bolluk

bir dünyanın olabileceği ne varsa, ne olursa olsun

bir şekilde, bir yerlerdedir.

mümkün olanların bolluğu, istikrar.

konuşan herhangi bir baş, benimki,

örneğin, gövdeme bitişik

ve

neden olmasın

yüzüme karşı, meleğin yüzü, aynı kara yüz,

ama bütün yerler tutulmuş, bütün dünyalar

kullanılmaz halde,

senin için.

(xxviii)

Oradaydı dünya

Uykuya dalarken görüyordum oradaydı dünya,
dünya ve ardından gelen her şey;
‘şimdi’ daha küçük bir noktadan
devasa ve ağır renklerin arkasında,
uzaklardan geri dönen uğultulu yıllar,
bir sokağın bir sokağı kestiği köşe,
yağmurun silik izleri,
elde duran sarı malzeme.

Uykuya dalarken görüyordum bütün bunları:
sıcaklık ve kuyuların elipsi
yer, artık yaprakların ağırlığının olmadığı,
tam ve ortaç su, salınan.

Görüyordum, uykuya dalarken, görüyordum bu
yıllar boyu kabul ettiğimi
hatrımda kalmayanı:
eksiksiz yıllar, hakikat ile,
yani, eğer istersek, ölüm ile.

İstiyor, ve istemiyordum, uykuya dalarken,
çok kereler görmüş olduğum şeyi görmeyi.

(xxv)

Dünya paylaşımı

bu dünya: ikiye bölünmüş, indirgenemez iki zam an-
mekân, bağlantısız.

parçalardan birinde, kemerden kemere, bütün noktalar
bitişiyor: ötekinde de.

ama aralarında hiçbir şey, bir ok bile yok: aşılamaz.

bir alt-dünyadan ötekine geçmeyiz, diri geçmeyiz, ne de
ölü.

ben oradayım, sen orada. birlikte değiliz. orada,
ölüyüm ben.

Orada, burada olduğunca, dünyada artık değiliz birlikte

(orada öleceksin, ben burada)

buna karşılık varsın, varsın, orada, hâlâ. Bu tek
teselli. Buna sağ kalma demeyeceğim.

(xxiv)

‘yaşayan, hiçbir hayatta olmayan’?

nerede bu dünya?

‘yaşayan, ötede, başka bir hayatta’?

ama kim?

‘her yerde’, bu boş kutu

‘kimse’, bu yanmış kül olmuş elmas

gürültülerin yıkanışından sonra
havada kalmış bir kedi hatırası gibi

yanan ve bu hayâli yakan, renksiz,

alevi parmaklarıma bastırıyorum.

Hayâlin içinde

örtülerin aralanıp senin belirdiğin yerde,

parmağının kömürleştiği yerde, bir kül banyosu

(xxiii)

Bu dünyalarda, herbirinde, sonsuza kadar imzasız
varlıklar,

hiçbir şeyin yükseltmediği, boşaltmadığı, ama hiçbir şeyin,
ve dahası yok, yerleştirmediği, belirtmediği

tozlar, düzlükler, değiştirilebilir çizgiler için çizgiler
birkaç yansızlığın kütlesi

bu sayılan, bu biçimleri uygunlaştıracak

ölçülü, ussallık belitleri

öne sürme özeni gösterilmeli miydi,

(kalınlığı hesaplanır sonsuzlar)

(diller gibi izlenen kuyrukluyıldızlar)

ve çoraklıklannı bezemek

gerçek yeşilliklerle ya da tüzel kişilerle

(xxii)

Aydınlık dünya

aydınlık dünya, demirli ışıklar, yamaçlar

dönüyor güneş sularda

açıyorum gözlerimi, ellerimin ve

gözlerimin üzerindeki sıcaklığın

ağırlığını farkediyorum,

hava parlak, süresiz.

şeffaflıkta durmuş dünya

şimdi, kendi etrafında dönüyor

karanlık dün, kalın, mat

mat yarın, kalın, karanlık

aydınlık dünya, mola

ikâmet

boyutları olmayan, hayâlinin içinden geçtiği.

(xxi)

Ne işe yarar bir dünya

ne işe yarar söylemediğimiz bir dünya

kimsenin bilmediği kimsenin bir şey söylemeyi bilmediği,

hiç

ne bir ayrıntı, ne bir tasvire iliştirilmiş özel bir çakışma

sınırsız bir genellik içindeki bir dünya

biricik olan, tekrarı olmayan geçerli değil orada

kimsenin anlayamadığı andan itibaren

kimsenin ağzında bu söyleyişi dolandırmaktan

bir heceyle dışarı atmaktan

tiksintiyle tükürmekten başka bir şey bilmediği

korkunç bir belirsizlik içindeki bir dünya

birlikte yaşamak zorunda

ve bakışı, sürekli olarak, ona borçlu olduğum?

(xx)

İmkânsızın Yolu

imkânsız, hiçbir dünyada, söz konusu değildir.

ve bir dünyada her şey, her zaman, yalnızca mümkündür.

hiçbir imkânsız yalnızca

ötede, başka türlü denerek

söylenebilir. ‘sen’ derken

hiçbir şeyi saklamıyorum.

ama hiçbir şeyi de göstermiyorum.

(xix)

Masal’ın Yolu

dünyalar masal, sakinleri de anlatıcı olsaydı

ama yalnızca varlıkları değil hepsi, bütün her şey, tamamı

anlatılmış, hikâyelerini anlatırken

dünyalar için yer bulunurdu

orada çelişik durumlar hakikî olurdu

orada sana yaşıyorsun, ölüsün derdim

gülerek, beni yanıtlardın

(xviii)

Orada zaman, süreklilik içinde ucuca eklenmiş, her biri
süre içinde sonsuz, gerçek çizginin birçok kopyasını, gerçek
çizgiyi taklit eder.

Her bir sonsuz ve gerçek zaman çizgisi üzerinde bir
diğerinden sonra gelen her bir dünya kopyası öncel dünyayı
aynen tekrar eder.

Aynı dünya bu, tıpkılıklardan oluşan.

Bir dünyadan ötekine, bir dünyanın nesnelerinden ötekine,
hiç mesafe yok, ama ayrılık anlarının çokluğu var.

Aşılacak mesafe olmadı, yeterli sabitlik, ama sonsuz.

Bugün, böylece, sürekli aynı dünyadayım, ayrılığın sonsuz
mesafesini aştım ve artık hiçbir şey bana bildik gelmeyecek.

(xv)

Küre
Pek çok gece kapadım kendimi
bu tebeşir küreye, tek bir şeytan
gelmeden ve burada bana, görülebilir
bir başka hayat içinden kendininkini vermeden:
gecelerin, kırışık ve kaygan, çarşaflar olduğu
söze en yakın sıcaklığı
paylaşma ve sarma yeri.
hiçbir ciddi şeytan, çağrılarıma yanıt olarak,
tasarlanamaz, renksiz bir bölgenin akla getirdiği
duyarlı bir biçimle ve sonsuza dek doldurmadı onu.
mübadele gereğince, tek bir özdeş gece için,
ölümümü eklerken bile.

(xiv)

Eşdeğer-dünya
eşdeğer-dünya’da olmak
her ayrıntı, somut, tam, olduğu gibi; olacağı gibi,
düzgün dünya.
ağaçlar yağmurun tozu içinde beliriyor
eşdeğer-dünya’nın anları farkla sivriliyor
renkler arka yüzlerde kayboluyor

(xiii)

Duvarlar, üç saat

bir çok nedenden ötürü bu dünya, bizimki,
imkansız’dır

nasıl tekrarı olabilir, olması gerekenin,
bir dünyanın olması için?

ve eğer başka dünyalar varsa, ve eğer
dünya olmanın olası her yolu bir dünyanın
olduğu yol ise

eğer, mümkün olan her seferinde
böylesi şey bu olduğunda

bir dünya vardır öyleyse, ya da bu şey
budur,

bu dünya, bizimki, olmak için en ufağı, mümkündür:

ama onu bu boşluk üzerinde okuyorsam, bu inanmak
değildir.

(xii)

karolar ve altınla almaşan sessizlikler
pencereler, koşullu kaçışlar,
gece, ama eğer geceyse, hangi günün?
dünya söylemiyor bana, bunu:
kuru, yaprakları kesilmiş, özsuyu az,
neredeyse fazla ayrık bir daldan
ya da içi boşaltılmış bir atardamardan
dışarı doğru itilmiş bir dünya bu, atıyor hâlâ, zayıf.
benzeşme halindeki ışık yanları,
her biri yalnız, çok yalnız, kalay ağız
nerede olursam olayım, uyumama izin vermeyi
kararlaştıramayacak gece içinde.

(xi)

Via Negativa:
yer yok
hiç ayırdedilemez anlar
füzyon halindeki gölgelerin reddi
saf fazlalaşma, tekrarsız
aşağısı olmayan çatılar

(x)

Haecceitas dünyası

bunun bütün mantıksal mekâna yayılacağını
kavramak anlamlı olurdu
bütün içsel biricikliğiyle, vurgusuyla, kendini
bağırmasıyla

hiçbir şeyin farksızlığını zorlamayacağı
şeyin, bir kere bu oldu mu, en azından bir dünyada
öyle ve tanınmış olacağı
bütün benzemezlikler arasından
zıt dağılmada, zıt erimede, boş ama
çarpma olmayanın sessizliğinde

(ix)

belirli bir vakte kadar benzerler, ıraksıyorlar.
böyle açıklayacaktın (böyle açıklardın)
biz iki dünya parçasıydık, birimiz ötekinin ‘aynı’; doppelganger,
çiftbenci ilişkide.
dünyanın maksimal parçaları, daha büyükleri olmadığı
gibi, hâlâ benzerler: ben, sana benzeyen .
belli bir vakte kadar.
belli bir vakte kadar (böyle açıklardın), karşılıklarla: yüzyıllar,
haftalar, şehirler, galaksiler, geceler ve odalar :
bunların hepsine sahiptik.
benzer olmaktan çok eşzamanlı dünyalar, girift.
gerçekte, derdin, tam ıraksamıyorlar ama
dünya-aşan ilişki kesildi, bir dünya durduğundan beri
bir dünya durduğundan beri, ayrılık anı gerilemeye
başladığında.

(viii)

Dünyadan-çok
diyebileceğinin ötesinde
her nokta, ve söz, her terim, ve daha dolu, daha
ısrarlı
gölgelerle çift olan, yine-gölgelerle yine çift olan gövdeler
dolu kabarcık, damlalar halinde dökülen mekânlar
sayılabilen, sürekli olarak yeniden sayımlar
birinci geliyor ve birinci yine geliyor ve sonuncu
geçti ve geri geliyor
birincisi altından,
bütün bunun, yalnızca bir daha-dünya olan bunun

(v)

Örneğin Yolu
Örneğin Yolu’yla:
bir sayı şimdi gövdenden daha mı az somuttur?
ağaçlar, ışıklar, adalar, xeroxlar,
ya bir sayı?
her eşduyuma indirgenemez saf bir düzenlilik içinde
elin? elin, başka türlü değil,
kavranılamaz

(iv)

‘Piksiyonlar’ dünyası
Bir kedi, kitaplara dayalı fotoğrafı, kitaplar arasında
saklı bir şey yok, gizli ufak bir anlam bile, bu hiç bir
dayanağı olmayan şeyi ileri sürerek,
ne bir baş
sarı, akşam içinde
ne sağlam olan, beyaz
durmuş görüntüsü veren kapılar arasında
bir esinti başladığı an
bir gözkapağı açıldı bu gözün üstünde
hiç görmeyecek etrafta, ne de aşağıda
dumanla kaplı açı
bununla birlikte, burasıydı

(iii)

Dünya-aşan
Dünya-aşan yolculuk yoktur
Ne de dünyasını kendisiyle sürükleyecek dünya-aşan
yolcu
Ne süreden yoksunluk, ne zaman öncesinde uyanış, ne de
anlık yönsüzlüğe özgü kurtuluş
Gecede uyanıyorum, dünyanın ters yüzünde görüyorum
bununla birlikte, sana böyle ulaşamayacağım

(ii)

Bir şeyden ziyade hiçbir şey olmayabileceğine karşı
çıkılacaktır
Ve eğer bir dünya içerdiği bütün gölgelerin en üst
füzyonuysa, dürev ile olduğu gibi görünmez düşünme
sayesinde, tamamen boş bir dünya var olabilir öyleyse
Ama bir dünya, içinden bir ışığın, aynı bir duman gibi
sızdığı bir şişe değildir
Bir dünya kaçınılmaz bir hakikattir, bir açıklama değil
Boş dünya yoktur, tasvir olunamaz bir nokta üzerine
kapanan bir dünya bile boş değildir,
kaybolan, homojen, ve oturulmayan.

(i)

Bir gövde ve gölgesi bir dünyayı paylaşıyorlardı
Gölgenin gölgesi gövde üzerinde uzanıyordu
Bu dünya olası gölgelerin füzyonuydu
Ve dünyanın her bir yanındaki gölgenin kendisi de bu
dünyanın füzyonuydu, yalnızca onun
Gölge, gölgenin füzyonu bir dünyanın hayatını
doğruluyordu
Gölge ve gölgenin gölgesi bir dünyada artık
birleşmediğinde, o dünya ölüdür.

Kurmaca uyuşturuyor bir okuyucuyu
Gerçeğebenzerlik onu kitabın içine çekerken
Uyanabilsin diye
Lethe’nin homeopatisini kullanarak
Gibiyi bilerek yeniden dışarı çıkmak için
Bir kurtuluş bizi
Kuşkulu bir kanıdan
(Alığın biri diğer herkesin alık olduğunu söylüyor)
Paradoksa] bir paradoksa götürüyor
Biz hepimiz olmadığımız insanlarız (gibiyiz)
Hiçbir yere götürmeyen yol
Çıkış yokluğunun
Çıkış olduğunu bize gösteren
Zirvenin çıkışı yok
– demek ki çıkışsız çıkış
paradoksu dışında çıkış yok
İnsan görünmez insan
Yoklar araya giren yeşili
Aşağı iner gök onu öncelediğinde
Yarı-kan insan
Dünyevî arabanın içinde şahlanan
Yaralar insanı
Bırakır konuşsun mumyası sessizliği üstüne
boyun şakayık bırakış
bizi yokeden yazın ilk günü
hâlâ – ve gövdenin süresinin kulağı kirişte
bıçaklardan daha az korku, ve sert gömleğin
altında, gülhatmi olurdun, meşale
siyah bir koltukaltının ve yazılı bir gövdenin lezzeti
kırmızı sınırda ateşin nemiyle
sallanıyor artık dişler
çünkü bakış pusuda – ve dokunuyorum ona
yazıyorum onu – insanın ikizini öldürmesi gibi
hiçbir şeyin hiçbir zaman düşmediğini bildiğimizde
hiçbir şey olmuyor – bütün ötekiler ateş sütunu
bir sıçan iş gömleğinin kolundan içeri giriveriyor
göktaşının geçişi kırıyor geceyi
sarmısak dişi, imparatorluğu – temelleri
ışık olmadan yazıyorum, hızla karar veriyorum
sayfalar kesik – ve duruyor hayat
yalnızca kırmızı karıncalar var çözmek için
şimşek sureti, arzulayan sözcüklerin talaşı
havlayan köpek ısırmaz
– dağlan dolaşmak umutsuz bir edimdir
hiçbir şey engelleyemeyecek haksız olmamı – öteki
bir eğreltiotu dalgası, bir salınım olsa da
bıldırcın konaklıyor, alakarga okşuyor, üzüm
olgunlaşıyor – boşluğun üzerine yazıyorum, gecede
bir saban sürüyor ve yontuyor tanrıların sırtını
hiç kimse, ne de sen, okumayacak şeffaf olanı
düzdeğişmecesi içeriğin, ganimetin paylaşımı
felaket içinde yaylım ateş ve trampet seslerinden daha yalın
çarmıha gerilmiş bakış hiçbir zaman denize varamayacak
bezemelerin, çevre çizgilerinin soğukkanlılığı
sürünüyor, uçuyor, avlarını boğuyor, biz – üç
semender ateşten kovulup dünyayı çizen
karanlığın billûru, girmeyin, sakın
ötede herhangi bir taş gözlere değin yükseliyor
gecenin yazısının kıyısında
durdurmaz hiçbir şey, ve hedefi ıskalamak bir ilk adımdır
gözün içine hayatın sapaklarına doğru
yıkılan kesinliklerin kesişme yeri
bir avuç toprak yiyoruz karıncalarla birlikte
sırt çizgisi bu, fışkırma, düşüş
sen çıplak olasın diye boynu vurulmuş bir cümle
Gökyüzünü daha iyi göstermek için
acı çektiğimize inanmak isterdik. Oysa acı
bastırır bu kanatlanan düşleri, ve acıma
her şeyi boğar, gece kadar gözyaşlanyla
parlayan.
ama neredeyse çok fazla ağırlık var karanlık yanda
kendimizi inerken görüyorum orada,
ve doğrulurken her gün görünmez olanla,
kim yapabilir hâlâ, kim yapabilmiş?
Daha ziyade menzil dışında, ya da, artık ne aramak ,
ne de bulmak adlarını taşıyan bilmem hangi davranış,
hangi sıçrayış, hangi unutuşla, arayalım
Eğer bir geçit varsa, bu, görünür olamaz,
eğer bir lamba varsa, bu, konuğun iki adım önünde
yürüyen hizmetçi kadının taşıdıklarından olmayacaktır
– ve görüyorduk, konuk kapıyı ittiğinde
elinin pembeleşmesini alevi koruyayım derken -,
eğer bir parola varsa, bu, buraya bir güvence maddesi
gibi kaydedilmesi yeterli olacak bir söz olabilir ancak.
Eğer artık katlanılamaz gibiyse görünür olanın görülüşü,
eğer gerçekten bizim için değilse güzellik
– elbiseyi aralayan dudakların titreyişi -,
arayalım yine altında,
arayalım daha uzakta, sözcüklerin saklandığı yerde
ve kör, kimbilir hangi gölgenin
ya da hangi gölge rengi sabırlı köpeğin,
bizi götürdüğü yerde.
Ne delinin kekemeleyişi, ki artık yanında yöresinde yalnızca
saldırgan, uykusuz ve yüzü olmayan komşular,
ne körelmiş aletin iniltisi,
ne de yaşlı güzelin kokuları ve boyaları gibi sahte olan
başka bir yol yok mu?
Yok mu, abuklayan bilgelik,
yalanlar dolambacı ya da boş korku içinde
harabolmaktan başka yol?
Olası değil kabul etmek
olası değil anlamak
olası değil kabul etmeyi istemek ve,
keşke anlasak demek
ve
hafıza aynı anda

hafıza ayaklar altında.

gözkapağı
ikinci günün

çekilen
yeni baştan.

yükseklik, bulursun onu
soluğunda, soluğun senden alındığında.

günün içinde,
günün
parlaklığı her parlayış, dağlar yığını içinde – gömen,
havaya
doğru dönen ve bana gelen yüzün elmacık kemiği olarak

Gözler altında. Gözler altında.

Patlamaydım: söyledin bunu bana. Önceki günün sonu üstü-
ne, derdi dudakların bana
patlama.
XV.

Ateşten sonra kalan, o yarış dışı edilmiş taşlar, soğuk taşlar,
tarladaki kül akçe.

Sanki kırık tırnaklarını toprağa geçirmiş ağaçtan yeniden fışkı-
rırmış gibi takırdayan köpük arabası hâlâ var, ortaya çıkan ve sıra-
ya giren bu baş, ve bizi bir büyük tarla olarak isteyen sessizlik.

XIV.

O zaman, gördün o rüzgâr patlamalarını, bölünmüş büyük ekmek
somunlarını, esmer ülkede, yalnızca pürtüklü yatağı ve yolu farke-
dilen kırışıksız akıntıya karşı yüzen kılıfının dışındaki bir çekiç gi-
bi.

O eşsiz patlamalar, rüzgârın bıraktığı o dev dalgalar.

Dikelmiş taşlar, diz çökmüş ot. Ve yandan ve sırttan tanımadığım,
susar susmaz: sen, gece gibi.

Uzaklaşıyorsun.

O koşumları çözük ateş, o tükenmemiş ve bizi yakıp kavuran ateş,
bir ağaç gibi, bayır boyunca.

XIII.

Ötekinin dikey uzantısı olan ve bizi kör ettiği daha düz bir duvar
gibi bu ateş doruğa kadar şiddetle çarpan, taşlaşmasına izin ver-
mediğim bir duvar gibi.

Toprak acımasız başını kaldırıyor.

Adlandırmayı reddettiğim açık bir el gibi bu ateş. Eğer gerçeklik
aramıza bir oduncu kaması gibi yerleşti ve bizi ayırdıysa, bu sıcak-
lığın, bu ateşin çok yakınındaydım da ondan.

XII.

Sıcak kapıyı, demir kulbu bırakırken, kendimi sonu olmayan bir
gürültünün önünde buldum, bir traktör. Pürtüklü bir yatağın dibi-
ne dokunuyorum, başlamıyorum. Hep yaşadım. Taşlan daha iyi
görüyorum, özellikle mıhlayan gölgeyi, toprağın kızıl gölgesi par-
maklar üzerinde narinken, kaplamaları altında, ve sıcaklık bizi
saklamadı.

X.

Boş tarlayı görmek için yavaşlıyorum, duvarın üstündeki gök. Ha-
va ve taş arasında, dalıyorum duvarsız bir tarlaya. Hissediyorum
havanın cildini, ama yine de ayrı düşüyoruz birbirimizden.

Ateş yok dışımızda.

IX.

Hiçbir şey yetmiyor bana. Yetmiyorum hiçbir şeye. Esen ateş işte
bu günün meyvesi olacak, taşların ayrık gözlerinde aklaşmayı be-
ceren ergime halindeki yolun üzerinde.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir