N. G. Kabal kitaplarından 01:01 Bugün Adımı Sen Koy kitap alıntıları sizlerle…
01:01 Bugün Adımı Sen Koy Kitap Alıntıları
“Adını söylemedin.”
“Bugün adımı sen koy.”
Çok fazla düşünmedi.
“Okyanus olsun bugün,” dedi.
“Gözlerin gibi,” dedim.
“Saçların gibi,” dedi.
“Bugün adımı sen koy.”
Çok fazla düşünmedi.
“Okyanus olsun bugün,” dedi.
“Gözlerin gibi,” dedim.
“Saçların gibi,” dedi.
Kendinize gelin artık! İzlenecek onlarca film var, en güzel kitapları okumadık çünkü henüz yazılmadı bile. O şarkıyı birileri senin dinlemen için besteledi, o şehri görmeden ölmek bütün bu dünyaya haksızlık olmaz mı? Eğer istediğin gibi yaşamazsan, eğer gerçekten yaşamazsan tüm bu yarattıklarını inkar ederek Tanrı’yı gocundurmuş olmaz mısın?
Oysa ben en çok gölgelerin özgür olduğuna inanırım bayım, gölgelere zincir vuramazsınız.
Özgürlüğün adını bu koydular, dünyanın bir cehennem kuyusu.
Hayatta bazı anlar vardır, olmayacağını bile bile şansınızı denediklerinizden. Bir de tesadüf gibi görünen mecburiyetler vardır. Derler ki; bir gün beklentisiz, koşulsuz sevebilen bir âşık olursan karşındaki bilmese de o zaten senindir.
Etrafımda var olan herkes bir şeylerin, birileri olmanın peşindeydi. Kimse hiçliğin ve zamanın kıymetini bilmiyordu.
Kitapların yası tutulur mu diye sormayın hiç bayım, bazen en çok kitapların yası tutulur.
Yaşamak için neden sebeplerimiz yoktu? Hayat bu kadar da berbat olmamalıydı. Tüm bu gökyüzü, ağaçlar ve hayvanlar hayatta kalabilirken biz bir çatı altında onca insan yaşayamıyorduk. Sahi, neydi istediğimiz?”
Zincirlerini seven birini özgür bırakamazsın, dedi sonunda ilk kez konuştuğunda. Asıl tutsaklık onu o zincirlerden ayırmak olur.
İnsanlar nasıl bu kadar cansız varlıklar olabiliyorlardı, nasıl bu kadar hayattan ve yaşamaktan uzak durabiliyorlardı?
Anlatılan çoğu hikayede ve masalda herkes sonun mutlu olacağına eminken, kitap karakterleri bilir ki bir yerde bir son varsa, orada mutlu bir şey olmazdı.
Derler ki; bir gün beklentisiz, koşulsuz sevebilen bir aşık olursan karşındaki bilmese de o zaten senindir.
“Aşk, üç harften oluşan ama milyonlarca cümlenin bile ifade edemediği duygu tamlamasıydı.”
Kıyıya vuran dalga, denizin intiharından başka bir şey değildi.
Belki de hepimiz burada yanıldık ve kaplumbağalar haklıydı; yuvamız dört duvarı olan bir beton yığını ya da dizlerinde yatmak istediğimiz anne babalarımız değildi Kendi zihnimizin içiydi daima ve biz de en çok bu yüzden kaçtık. Kafalarımızın içindeki düşünceler mahvetmedi mi bizi, herkesle savaşıp kendi kendimize yenilmedik mi?
“Nefes almanın yaşamak için değil yaşatmak için olduğunu hissetmek istedim.”
“Derler ki; bir gün beklentisiz, koşulsuz sevebilen bir aşık olursan karşındaki bilmese de o zaten senindir.”
Cenin halinde uyuduğunuz hiçbir geceyi unutmayın.
Bunlar trajidikomik olan yalnızlıklardır ama en kötüsü, en gerçeği kalabalıkların içinde hissedilen o soyut yalnızlıktır.
Bazen neden diye düşünüyorum Dünyada o kadar insan varken, hem de benden çok daha akıllı, çok daha faydalı insanlar varken, neden ben bu hayata doğdum?
Mutluluk tek renktir, oysa kederin kendi tonları vardır.
Yoksa aşk dediğimiz zorluk değil tam tersi birbirini bulan insanlar için her anlamda kolaylıktır.
Hiç kimse yeteri kadar mutlu değildi.
Güzel bir manzara, diye fısıldadım kendi kendime. Ama gözleriniz kadar değil, bayım
Ben kazanmıştım. Ama geriye hiç bir şey de kalmamıştı. Saflarım tükenmişti. Cephaneme el koymuşlar, ordumu yerle bir etmişlerdi. Bana kazanmanın aslında daimi bir kayıp olduğunu göstermişlerdi
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Adını söylemedin.
Bugün adımı sen koy.
Çok fazla düşünmedi.
Okyanus olsun bugün,
Gözlerin gibi, dedim.
Saçların gibi, dedi. :’)
Bugün adımı sen koy.
Çok fazla düşünmedi.
Okyanus olsun bugün,
Gözlerin gibi, dedim.
Saçların gibi, dedi. :’)
Ölmek böyle bir şey mi, Baran? Biz henüz, hala nefes alırken birbirinin yasını tutan iki insan mıydık artık?
Söylesene kimsin sen?
Bugün de adımı sen koy.
Rüzgar olsun.
Neden Rüzgar? Bütün sıkıntılarımı üzüntülerimi birlikte alıp götürsün diye mi? Öyleyse senin de adın Deniz olsun bugün, yüksek sesle söyleyemediğin her şey bir dalganın içine karışıp kıyıya vursun artık diye.
Bugün de adımı sen koy.
Rüzgar olsun.
Neden Rüzgar? Bütün sıkıntılarımı üzüntülerimi birlikte alıp götürsün diye mi? Öyleyse senin de adın Deniz olsun bugün, yüksek sesle söyleyemediğin her şey bir dalganın içine karışıp kıyıya vursun artık diye.
Bunu yapmayın bayım, zaten aramızda aşılması zor bir hayat varken bir de siz engeller yaratmayın.
Eğer karşılıksız da olsa koşulsuz severseniz, o kişi zaten sizindir. Kalbinize kurulan kocaman bir vadi gibi. Gökyüzü gözlü çocuğun benim olduğu kadar
Oysa ben en çok gölgelerin özgür olduğuna inanırım bayım, gölgelere zincir vuramazsınız.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hayal kurmaya o kadar müsaitsin ki canını çok yakacaklar.
Hepimizin hayatında vazgeçemediği , o olmayınca kendini eksik hissettiği birileri ya da bir şeyler vardır.
Birlikte ama yalnız bayım , birlikte ama yalnız , iki yabancıyız Ve ben size sırılsıklam aşığım.
Neden hiç gülmüyorsunuz , bayım ? Oysa gözleriniz gülümsemek için yaratılmış.
Beni benden alıyorsunuz bayım , beni benden alıp gözlerinizin mavisine katıyorsunuz.
Oysa ben en çok gölgelerin özgür olduğunu inanırım bayım , gölgelere zincir vuramazsınız.
Düşünsenize bayım, mevsimler geldi geçti ama bir tek gözleriniz geçmedi benden, düşünsenize!
Beni benden alıyorsunuz bayım, beni benden alıp gözlerinizin mavisine katıyorsunuz.
“Kitapların yası tutulur mu diye sormayın hiç bayım, bazen en çok kitapların yası tutulur.”
Asıl olan, artık olmadığım halimle sevebilecek miydin beni?
Hani hep bir yuva aradık ya kendimize, hani evimizi hiç yuva olarak görmedik, hani hep kaçmak istedik babalarımızdan Hani birileri hep mezarlıklarda uyudu ya bu yüzden. Belki de hepimiz burada yanıldık ve kaplumbağalar haklıydı; yuvamız dört duvarı olan bir beton yığını ya da dizlerinde yatmak istediğimiz anne babalarımız değildi. Kendi zihnimizin içiydi daima ve biz de en çok bu yüzden kaçtık. Kafalarımızın içindeki düşünceler mahvetmedi mi bizi, herkesle savaşıp kendi kendimize yenilmedik mi?
Etrafımda var olan herkes bir şeylerin, birileri olmanın peşindeydi. Kimse hiçliğin ve zamanın kıymetini bilmiyordu.
İnsan olmak tuhaf şey, hepimiz birbirimizden farklıyız ama bir o kadar da aynıyız.
“Gerçek tutsaklık kafesin içinde olmak değil,
Sen kapısı açık bir kesin içindesin; asıl tutsaklık bu.”
Sen kapısı açık bir kesin içindesin; asıl tutsaklık bu.”
“Gözlerin, beklenmedik yolcuların pusulası.”
“Güzel bir manzara, … Ama gözleriniz kadar değil, bayım…”
“Bana söz ver,” dedi bir sihirbazın son sahnesindeki duygu yoğunluğuyla. “Benimle birlikte bu gemiden atlayacaksın ama benimle birlikte boğulmayacaksın.”
Maya Efnan, o gece potanın altına bir kitap daha okuyabilmek için oturmuştu, o gece evine o kitaba iki satır daha karaladığı için geç kalmıştı, kolları arasındaki her şeye bir kitaba sarılır gibi sıkı sıkı tutunduğu için kaybetmişti.
“Kitaplar yazarların hafifletilmiş zehirleridir. Kahveye süt karıştırmak gibi mesela; içkiye meye suyu karıştırmak, belki sigarayı ağızlık takarak içmek ya da korunarak seks yapmak gibi. Gerçek bir hikaye mi okumak istiyorsun? Kitapları çöpe atıp yazarlarını okumayı dene. Gerçekten yüzmek istiyorsan bütün kıyafetlerden kurtulup suya atlamayı dene. Kondomuna bir delik açıp sevişmeyi dene mesela.”
“İntihar etmek istersen kurtaracaklar mesela çünkü onlar herkesi kendi öldürmek isteyecek. Yaşamak koyacaklar bunun adını, sen ne demek olduğunu belki de hiç bilemeyeceksin.”
“Ve içinden ağlayacaksın, biliyorsun; dinleri ayırabilirsin, dilleri ayırabilirsin, renkleri ayırabilirsin ama bütün insanlar aynı dilde ağlar. Aynı dilde çekeriz acımızı, bundan kaçamazsın.”
“Hep daha çok yakacaklar canını, sırf daha çok yaz diye. Onlar vurdukça daha çok yazacaksın. Daha çok. Hep daha çok. Bir gün yazamayacağın kadar acıtacaklar canını, elinden kanlar sızarken sen daha çok yazacaksın. O kadar ki akan kan yazdığın mürekkebi kapatacak, o kadar ki kendi kanınla doldurup kalemi, yine de yazacaksın. O son darbe öldürecek mi yoksa durdu sandığın kalbi hayata mı dönürecek sen karar vereceksin. En zor kararları hep sen vereceksin. Savaş bitti sandığın zaman kaybedeceksin mesela, savaş hiç bitmeyecek. Batmasaydı eğer Titanik, kimse sesini duymayacaktı; yanmasaydı eğer Anka, küllerinden doğmayacaktı.”
Baran Tandemir’in kaderinin boşluklarını ben dolduracaktım.
İşte bu yüzden bizim birbirimize ihtiyacımız var, bayım. Ben artık kendimi anlatmaya çalışmaktan yoruldum diye, sen artık kollarından kaçacak başkalarını arama diye.
O, rengi gören adamdı, ben rengi giyen kadın.
Onun dikenleri benim avuçlarımı kanatırken gülümsüyordum.
‘Çünkü bayım, bakın ufka; siz de göreceksiniz elbet, nasıl ki o güneş gökyüzüne asılı kalmışsa, o kayıklar o suyun üzerinde ilerlerken tıpkı bir bütün gibi duruyor ve o suya muhtaç oluyorsa, ben de aynı şiddetle muhtacım size. Bakmayın öyle suratıma aklımı kaçırmışım gibi, siz de bir o kadar muhtaçsınız bana; isimsizliğime, kimsesizliğime, yalnızlığıma ve muhtaçlığıma.’
Konuya Fransız, Ölü Bir İnsana Kimi Sevdiğini Sorulmaz.
“Oysa ben en çok gölgelerin özgür olduğuna inanırım bayım, gölgelere zincir vuramazsınız.”
Ah bayım! Sizi nasıl bir derin arzuyla sevdiğimi, bu dünyada her şeyden çok sizi istediğimi bilseydiniz de böyle sakin, böyle pervasız bakar mıydınız bana? Düşünsenize bayım, mevsimler geldi geçti ama bir tek gözleriniz geçmedi benden, düşünsenize!
“Eğer karşılıksız da olsa koşulsuz severseniz, o kişi zaten sizindir. Kalbinize kurulan kocaman bir vadi gibi.”
“Ağaç dalının gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır.”
“Ben aşık olmayacağım, dünyayı dolaşacağım.”
Savaşırsak hâlâ bir şansımız var. Daima.
Bir yerde sevmiş olmalıydım seni, bir sokağın sonunda tanışmalıydık.
Kafalarımızın içindeki düşünceler mahvetmedi mi bizi, herkesle savaşıp kendi kendimize yenilmedik mi?
Kitapların yası tutulur mu diye sormayın hiç bayım, bazen en çok kitapların yası tutulur. Hele bir de benim gibi gerçeklikten bu kadar uzak diyarlarda yaşayan insanlar, sıkı sıkıya tutundukları o kitap karakterlerine ve onlara bunu bahşeden yazarlara bazen ailesinden, dostlarından daha yakındır.
Zincirlerini seven birini özgür bırakamazsın. Asıl tutsaklık onu o zincirlerden ayırmak olur.
“Söylesene, kimsin sen?”
“Bugün de adımı sen koy.”
“Rüzgar olsun.”
“Neden Rüzgar?
Bütün sıkıntılarımı üzüntülerimle birlikte alıp götürsün diye mi?
Öyleyse senin de adın Deniz olsun bugün, yüksek sesle söyleyemediğin her şey bir sahanın içine karışıp kıyıya vursun artık diye.”
“Bugün de adımı sen koy.”
“Rüzgar olsun.”
“Neden Rüzgar?
Bütün sıkıntılarımı üzüntülerimle birlikte alıp götürsün diye mi?
Öyleyse senin de adın Deniz olsun bugün, yüksek sesle söyleyemediğin her şey bir sahanın içine karışıp kıyıya vursun artık diye.”
Bir gün, tüm imkansızlıklar sona erecek, bir gün gözlerin benimkileri görecek.
Derler ki; bir gün beklentisiz, koşulsuz seven bir aşık olursan karşındaki bilmese de o zaten senindir.
İnandığım her şeye tecevüz eden bir dünyada yaşıyordum.