İçeriğe geç

هشت کتاب Kitap Alıntıları – Sohrab Sepehri

Sohrab Sepehri kitaplarından هشت کتاب kitap alıntıları sizlerle…

هشت کتاب Kitap Alıntıları

Yer yağmura sesleniyor, ben sana.
Gövdeni zincir yapacağım ellerime, zamanı hapsetmek için.
Ey nilüfer kırının ilâhı!
Döndür geri takatsiz yolcuyu düş caddesinden.
Bıraktım, ve gecenin dökülüşü kaydırdı geceyi davranışlarımda.
Üstü kapalı kaldı uyanıklığım..
Korkunun üzerinde solalım.
Tutunmayalım ne kaçış ipine, ne sığınma eteğine.
Ve zamanın kenarından kalktım
Büyük zaman
Suskunluk oturmuştu dudaklarıma.
Yok üstümüzdeki lâcivertte şaşkınlık uyandıran bir nakış.
Kuşun sesine gömül
Kanat ızdırâbı gölgelemez senin sîmanı.
Gümüş rengi suda gülüyor bir çehre ölüme.
Ve titretti yeşil bir meltem uyumuş her zerremi.
Tüm çırpınışlarım senin olsun, geceye katılmış yüz.
Tüm çırpınışlarım.
Gidiyorum ben, kendi sonuma düşmek için gidiyorum.
Ansızın sen, lâhzaların sapa yolundan, iki karanlık arasında katılırdın bana.
Ellerim arayışların beyhûdeliğiyle dolu.
Kaybolmuş bir terâne kokuyor; annemin yüzünde oynaşan ninni kokuyor.
Pencereden çocukluğumun duvarında seyrediyorum gurûbu.
Boşunaydı, boşuna.
Hiçe benzemişsin!
Yüzünü toprağın soğukluğuna bırak.
Açtın gözlerini
Gece bende battı.
Sessizliğimi işittin:
“Bir meltem gibi kalkacağım kendi üstümden.
Açacağım kapıları.
Ebedî gecede eseceğim.”
Boynunun karanlık âhengini işittim:
“Ne sesim ve ne aydınlık.
Senin yalnızlık tınınım
Senin karanlık tınınım.”
Bir resim kırıldı
Dağıldı bir hayal.
“Yaşam belki de esirgediğimiz bir gülümsemedir.”
Saat sarkacının uzun gölgesi
Hareketteydi sonsuz çölün üstünde.
Geliyordu, gidiyordu.
Geliyordu, gidiyordu.
Ve bir insanın bakışı koşuyordu peşinden.
İyisi mi, kalkayım,
Alayım boyayı,
Yalnızlığımın üstüne bir kuş resmi yapayım.
Sözlerim güzel mi kokuyor?
Hayır.
Gel rüzgarı götürüyordum; azıksız kaldım.
Korkudan gece öfkeli
Dünya dalmış uykuya ve ben kuruntularımda uyanık.
Ne planlar yapıyor yaşam hilesi?
Hayretin duvara yapıştığı bu tenhâlıkta?
Karıştı bir Özlem bir hayrete..
Gecenin nefesleriyle bağım var;
Öyküm paslandı artık.
Gözüm almadı bu yenilgi dolu ömrü.
Karanlık çekiliyor damlardan
Sabah gülüyor şehrimin yoluna.
Hayallere yönelmiş o dalgın bakışlar.
Gözlerdeki değil heves nakşı.
Suskunluğuyla bir bağ var aramda ;
Gizli gözlerinde yok kimseyle konuşma hevesi.
Nicedir, benim gibi herkesin
Dudağında bir suskunluk rengi.
Kımıltı yok bu suskunlukta
Eller, ayaklar gecenin katranında.
DAHA ÖTE

Koşuyorsun, isyanla doğmuş olarak!
Yıldızları avlamaya gidiyorsun.

Ellerin dolu ok ve yay parıltısıyla.
Bulunduğum yerde
Gökyüzü, asıyor samanyolu salkımını,
Hani arzulu bir göz?

Sen yoldasın.
Ben varmışım.

Bir keder çöktü gözlerine, ince yürekli yolcu!
Yok aramızda uzun bir yol: Bir yaprak titremesi.

PERDE

Pencerem boşluğa açılıyordu
Ve ben yıkıldım.

Perde soluk alıyordu.

Katranlı duvar!
Kalk ortadan.
Akıl alan seslerin acı sonu!
Yıkıl.

Düşümün zevki baskı yapmakta.
Suskunluk yağıyor.
Perde soluk alıyor :
Düşümün çiçeği soluyor.

Yarılınca cehennemler,
Sonsuzlaşınca gölgeler
Serbest kalınca bakışım,
Boz hareketsizliğini.

Ve geç yalnızlığımın sınırından
Siyah, soğuk, heyecansız, dilsiz!

Rüzgâr geldi,aç kapıyı; Tanrı hüznünü getirdi.
Düşünce: Bir samandı; koydular ahırımıza.
Ve Tanrı yüksekte değil senden. Hayır, daha yalnız,
daha yalnız.
Bir gör yukarıları, aşağıları. Görüneni değil, gizliyi gör.
Bir bağ çözülmüş
Bir rüya dağılmış.
Toprakların rüyası
Renk çiçeklerinin açılma masalını
Unutmuş.
Sanki gece nemli
Başkalarının da yüreğinde var bir gam
Benim gamım ise: gamlı bir gam.
Hayallere yönelmiş o dalgın bakışlar.
Gözlerdeki değil heves nakşı.
Suskunluğuyla bir bağ var aramda;
Gizli gözlerinde yok kimseyle konuşma hevesi.
Nicedir, benim gibi herkesin
Dudağında bir suskunluk rengi.
Kımıltı yok bu suskunlukta
Eller, ayaklar gecenin katranında.
Bulutlar kanat çırpıyor perdenin rengârenk ufkunda.
bir gün
geleceğim ve bir haber getireceğim damarlara ışık saçacağım
ve sesleneceğim içerden: ey sepetleri uykuyla dolu olanlar!
elma getirdim, elma
Bak, yara bere içinde hep duyguların yüzü.
Hep bir şey, sanki düş ayıklığı
Nerede yüreğimi açacağım bir gülüş ?
Nerede denize dökeceğim bir damla ?
Nerede tutunacağım bir kaya ?
Kırdım aynayı seninle dolu olan ben olayım diye.
Yaşamın kolu kanadı var ölüm genişliğinde.
Sıçrayışı var aşk ölçüsünün.
Yaşam, âdet rafının kenarı değil ki çıksın senin, benim hatırımdan.
Seni senden çalmışlar ve bu derin bir yalnızlık.
Ağlıyorsun; ve bir mırıltının sapasında avâre kalıyorsun.
Bir yıldızın uykulu şebnemiyim ben.
Aramızda çöllerin avâreliği var.
Gecelerin ışıksızlığı, gurbetlerin hâki yatağı, unutulmuşluğudur ateşlerin.
Aramızda arayışların Binbir Gece’si var.
Pişmanlık gözünün çiçekleri açıyor.
Korkudan gece öfkeli:
Dünya dalmış uykuya ve ben kuruntularımda uyanık.
Ne olanlar yapıyor yaşam hilesi
Hayrettin duvara yapıştığı bu tenhalıkta?
Yalnız kalıyorum.
Senin yanında daha da kaldım yalnız.
Yaşamım dağılmış senden senin zirvene dek.
Benden bana kadar sen yayılmışsın.
Seninle karşılaştım, tapınmanın sırrına erdim.
Senden yola çıktım, acının tecellisine vardım.
Bütün bunlara rağmen ey saydam!
Bütün bunlara rağmen ey görkem!
Yok senden çıkışım.

Yer yağmura sesleniyor, ben sana.
Gövdeni zincir yapacağım ellerime, zamani hapsetmek
için.
Rüzgâr koşuyor ve götürüyor çabamın külünü.
Kırlangıç dönüyor.
Balığın dönüşü yarıyor suyu.
Fıskiye fışkırıyor: Doluyor benim lahzam.

Yabancılığı yaşamışsın ,
yaşamı değil.
Kaldık mı hiçin karşısında, eğildik mi hiçim karşısında
Kırmayalım namazdan sonra kapıyı:
Kalkalım ve dua edelim:
Dudağımız suskunluk konusundan tarhı olsun!
Gözlerimin görüş alanı olsun senin gezinti yerin,
Büyük manzara !
Selâm ey şeffaf ân !
Nicedir bu yalnızlıkta
Suskunluğun rengi dudakta.
Bir ses çağırıyor beni uzaktan
Ama ayaklarım gecenin katranında.
Korkuyorum, sonraki andan; ve duygularıma
Açılan şu pencereden.
İki saçma ân arasında gidip gelmekteyim.
Sanki bir kapı açtım toprağın soğukluğuna.
Mezarlık yaşamıma doğdu.
Çocukluk oyunlarım bu kara taşların üzerinde çürüdü.
Taşları işitiyorum: Gam ebedîliği
Mezar kenarında ne beyhûdedir bekleyiş!
Kayboldu ayak izleri,
Karşıdan izliyordum kendimi:
Ölümle dolmuştu bir çukur.
Ve yola koyuldum kendi ölümde ben.
Uzaktan işitiyordum ayak sesimi,
Belki geçiyordum bir çölden.
Benimleydi kayıp bir bekleyiş..
Ansızın gömüldü bir ölüme ışık.
Ve dirildim bir ızdırapla ben:
İki ayak izi doldurdu varlığımı.
Nereden gelmişti? Nereye gidiyordu?

İki ayak izi görülüyordu yalnız.
Bir hatâ ayak basmıştı yere belki.

Ve dirildim bir ızdırapla ben:
İki ayak izi doldurdu varlığımı.
Göğsündeki yarıktan bakıyordu içeri:
İçindeki boşluk benziyordu bir ağaca.
Kanatlarıyla örttü göğsündeki yarığı.
Aç kanatlarını
Ve yalnız bırak dalını boşluğun bilinmezliğinde .
Bırak beni yalnız olmanın azabıyla baş başa
Dünya uykuya dalmış.
Kapamış kapısını korku her kalp atışına, her sese.
Ağlarsam öyleyse,
Ağlamam boşuna.
Ya gülersem ,
Gülmem boşuna.
Gönlüm solmuş bu dar vakitte.
Ölmüş her sevinç.
Geleceğim.
dilenciye bir yasemin vereceğim,
cüzzamlı güzel kadına da
yeni bir küpe
köre diyeceğim ki: bak, nasıl da güzel bahçe! çerçi olup dolaşacağım sokakları
ve sesleneceğim:
çiyci geldi, çiyci geldi, çiyci!
yoldan geçen diyecek:
sahiden de karanlıktır gece.
ve samanyolunu vereceğim ona.
köprüdeki kötürüm kızın
büyük ayıyı asacağım boynuna.
Yıkamalı gözleri, başka türlü bakmalı..
Gönlüm solmuş bu dar vakitte..
Öyle takatsizim ki istiyorum alıp başımı, çöllere, dağlara vurmak..
Seslen bana.
Senin sesin güzel.
niçin at soylu hayvandır
güvercin güzeldir diyorlar
niçin kimsenin kafesinde akbaba yok
yoncanın kırmızı laleden neyi eksik
gözleri yıkamalı başka türlü görmeli
sözcükleri yıkamalı
sözcük rüzgar olup esmeli yağmur olup yağmalı
Bizim işimiz belki de,
Nilüfer çiçeği ve çağımız arasında,
Hakikat şarkısının peşinde koşmaktır.
Bizim işimiz değil kırmızı gülün sırrını anlamak.
Bizim işimiz belki de:
Kırmızı gülün büyüsünde yüzmektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir