Sohrab Sepehri kitaplarından هشت کتاب kitap alıntıları sizlerle…
هشت کتاب Kitap Alıntıları
Gövdeni zincir yapacağım ellerime, zamanı hapsetmek için.
Döndür geri takatsiz yolcuyu düş caddesinden.
Üstü kapalı kaldı uyanıklığım..
Tutunmayalım ne kaçış ipine, ne sığınma eteğine.
Büyük zaman
Suskunluk oturmuştu dudaklarıma.
Kuşun sesine gömül
Kanat ızdırâbı gölgelemez senin sîmanı.
Tüm çırpınışlarım.
Ansızın sen, lâhzaların sapa yolundan, iki karanlık arasında katılırdın bana.
Pencereden çocukluğumun duvarında seyrediyorum gurûbu.
Boşunaydı, boşuna.
Yüzünü toprağın soğukluğuna bırak.
Gece bende battı.
“Bir meltem gibi kalkacağım kendi üstümden.
Açacağım kapıları.
Ebedî gecede eseceğim.”
“Ne sesim ve ne aydınlık.
Senin yalnızlık tınınım
Senin karanlık tınınım.”
Dağıldı bir hayal.
Hareketteydi sonsuz çölün üstünde.
Geliyordu, gidiyordu.
Geliyordu, gidiyordu.
Ve bir insanın bakışı koşuyordu peşinden.
Alayım boyayı,
Yalnızlığımın üstüne bir kuş resmi yapayım.
Hayır.
Gel rüzgarı götürüyordum; azıksız kaldım.
Dünya dalmış uykuya ve ben kuruntularımda uyanık.
Ne planlar yapıyor yaşam hilesi?
Hayretin duvara yapıştığı bu tenhâlıkta?
Öyküm paslandı artık.
Sabah gülüyor şehrimin yoluna.
Gözlerdeki değil heves nakşı.
Suskunluğuyla bir bağ var aramda ;
Gizli gözlerinde yok kimseyle konuşma hevesi.
Dudağında bir suskunluk rengi.
Kımıltı yok bu suskunlukta
Eller, ayaklar gecenin katranında.
Koşuyorsun, isyanla doğmuş olarak!
Yıldızları avlamaya gidiyorsun.
Ellerin dolu ok ve yay parıltısıyla.
Bulunduğum yerde
Gökyüzü, asıyor samanyolu salkımını,
Hani arzulu bir göz?
Sen yoldasın.
Ben varmışım.
Bir keder çöktü gözlerine, ince yürekli yolcu!
Yok aramızda uzun bir yol: Bir yaprak titremesi.
Pencerem boşluğa açılıyordu
Ve ben yıkıldım.
Perde soluk alıyordu.
Katranlı duvar!
Kalk ortadan.
Akıl alan seslerin acı sonu!
Yıkıl.
Düşümün zevki baskı yapmakta.
Suskunluk yağıyor.
Perde soluk alıyor :
Düşümün çiçeği soluyor.
Yarılınca cehennemler,
Sonsuzlaşınca gölgeler
Serbest kalınca bakışım,
Boz hareketsizliğini.
Ve geç yalnızlığımın sınırından
Siyah, soğuk, heyecansız, dilsiz!
daha yalnız.
Bir gör yukarıları, aşağıları. Görüneni değil, gizliyi gör.
Bir rüya dağılmış.
Toprakların rüyası
Renk çiçeklerinin açılma masalını
Unutmuş.
Başkalarının da yüreğinde var bir gam
Benim gamım ise: gamlı bir gam.
Gözlerdeki değil heves nakşı.
Suskunluğuyla bir bağ var aramda;
Gizli gözlerinde yok kimseyle konuşma hevesi.
Dudağında bir suskunluk rengi.
Kımıltı yok bu suskunlukta
Eller, ayaklar gecenin katranında.
geleceğim ve bir haber getireceğim damarlara ışık saçacağım
ve sesleneceğim içerden: ey sepetleri uykuyla dolu olanlar!
elma getirdim, elma
Hep bir şey, sanki düş ayıklığı
Nerede denize dökeceğim bir damla ?
Nerede tutunacağım bir kaya ?
Sıçrayışı var aşk ölçüsünün.
Yaşam, âdet rafının kenarı değil ki çıksın senin, benim hatırımdan.
Ağlıyorsun; ve bir mırıltının sapasında avâre kalıyorsun.
Gecelerin ışıksızlığı, gurbetlerin hâki yatağı, unutulmuşluğudur ateşlerin.
Aramızda arayışların Binbir Gece’si var.
Dünya dalmış uykuya ve ben kuruntularımda uyanık.
Ne olanlar yapıyor yaşam hilesi
Hayrettin duvara yapıştığı bu tenhalıkta?
Senin yanında daha da kaldım yalnız.
Yaşamım dağılmış senden senin zirvene dek.
Benden bana kadar sen yayılmışsın.
Seninle karşılaştım, tapınmanın sırrına erdim.
Senden yola çıktım, acının tecellisine vardım.
Bütün bunlara rağmen ey saydam!
Bütün bunlara rağmen ey görkem!
Yok senden çıkışım.
Yer yağmura sesleniyor, ben sana.
Gövdeni zincir yapacağım ellerime, zamani hapsetmek
için.
Rüzgâr koşuyor ve götürüyor çabamın külünü.
Kırlangıç dönüyor.
Balığın dönüşü yarıyor suyu.
Fıskiye fışkırıyor: Doluyor benim lahzam.
yaşamı değil.
Kırmayalım namazdan sonra kapıyı:
Kalkalım ve dua edelim:
Dudağımız suskunluk konusundan tarhı olsun!
Büyük manzara !
Suskunluğun rengi dudakta.
Bir ses çağırıyor beni uzaktan
Ama ayaklarım gecenin katranında.
Açılan şu pencereden.
Sanki bir kapı açtım toprağın soğukluğuna.
Mezarlık yaşamıma doğdu.
Çocukluk oyunlarım bu kara taşların üzerinde çürüdü.
Taşları işitiyorum: Gam ebedîliği
Mezar kenarında ne beyhûdedir bekleyiş!
Karşıdan izliyordum kendimi:
Ölümle dolmuştu bir çukur.
Ve yola koyuldum kendi ölümde ben.
Uzaktan işitiyordum ayak sesimi,
Belki geçiyordum bir çölden.
Benimleydi kayıp bir bekleyiş..
Ansızın gömüldü bir ölüme ışık.
Ve dirildim bir ızdırapla ben:
İki ayak izi doldurdu varlığımı.
Nereden gelmişti? Nereye gidiyordu?
İki ayak izi görülüyordu yalnız.
Bir hatâ ayak basmıştı yere belki.
İki ayak izi doldurdu varlığımı.
İçindeki boşluk benziyordu bir ağaca.
Kanatlarıyla örttü göğsündeki yarığı.
Aç kanatlarını
Ve yalnız bırak dalını boşluğun bilinmezliğinde .
Kapamış kapısını korku her kalp atışına, her sese.
Ağlamam boşuna.
Ya gülersem ,
Gülmem boşuna.
dilenciye bir yasemin vereceğim,
cüzzamlı güzel kadına da
yeni bir küpe
köre diyeceğim ki: bak, nasıl da güzel bahçe! çerçi olup dolaşacağım sokakları
ve sesleneceğim:
çiyci geldi, çiyci geldi, çiyci!
yoldan geçen diyecek:
sahiden de karanlıktır gece.
ve samanyolunu vereceğim ona.
köprüdeki kötürüm kızın
büyük ayıyı asacağım boynuna.
Senin sesin güzel.
güvercin güzeldir diyorlar
niçin kimsenin kafesinde akbaba yok
yoncanın kırmızı laleden neyi eksik
gözleri yıkamalı başka türlü görmeli
sözcükleri yıkamalı
sözcük rüzgar olup esmeli yağmur olup yağmalı
Nilüfer çiçeği ve çağımız arasında,
Hakikat şarkısının peşinde koşmaktır.
Bizim işimiz belki de:
Kırmızı gülün büyüsünde yüzmektir.