İçeriğe geç

Çılgın Nar Ağacı Kitap Alıntıları – Odisseus Elitis

Odisseus Elitis kitaplarından Çılgın Nar Ağacı kitap alıntıları sizlerle…

Çılgın Nar Ağacı Kitap Alıntıları

&“&”

Artık tanımıyorum geceyi, ölümün korkunç bilinmezliğini
Çektiklerimiz çekmemiz gerektiği gibidir ve bu düzen değiştirilmeyecektir
Mucize çocukken çiçektir büyüyünce ölüm
Çektiklerimiz çekmemiz gerektiği gibidir ve bu düzen
değiştirilmeyecektir
Ne olursa olsun her zaman yolculuklara çıkılırdı bizim
oralarda

Yılmadan rüzgar üstü

On üç yaşındaki küçük yeşil deniz
Evlat edinmek isterdim seni
Sonra da İonia’da okula göndermek
Pelinlerle mandalinaları öğrenmek için
..
On üç yaşındaki küçük yeşil deniz
Boynunda beyaz yakan başında kurdelenle
İzmir’e girmeni isterdim penceremden
Ve gördüler ki zeytin kökünün altını, damlamış kalbinin
gizli oyuklarına.
Gel birlikte gidelim, dostum, varsın taşlasınlar bizi
Varsın suçlasınlar başlarımız bulutlarda yürüyoruz
diye –
Onlar ki hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi
ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi.
Bütün gün kırlarda dolaştık
Kadınlarımız, güneşlerimiz, köpeklerimizle
Oynadık, türküler söyledik, su içtik
Çağlardan kaynıyormuşcasına serin

Geceleyin ateş yaktık
Ve türküler söyledik çevresinde:

Ateş, güzel ateş, kütüklere acıma
Ateş, güzel ateş, yanıp kül olma
Ateş, güzel ateş, yak bizi
bize hayatı anlat.

Artık tanımıyorum geceyi, ölümün korkunç bilinmezliğini
Bir yıldız donanması demir atıyor kalbimin limanına
Kim alıp gitti güneş yanığı sarışın kızı?
nasıl saçılıyor havaya
kızların düşlerinden
nane ve fesleğen kokulu tozlar!
… en yorgun nehir bile
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Ben bugün o dünkü ben değilim
Bana duymayı öğretti rüzgargülleri
Geceleri eritip tersyüz ediyorum sevinçleri
Bir güvercinliği açıp unutuş saçıyorum
Ve çıkıp gidiyorum arka kapısından göğün
Hiçbir şey söylemeden bakışlarımla
Saçlarına karanfil gizleyen
Bir çocuk gibi
Uyumlu, yıldızlı geceler sessizliği getirdi
Ardından bir ezgi sardı havayı
Sevgilisi
Büyücüsü yabancı seslerin
Çiğ yapraklarda doğar
Uçsuz bucaksız gökte nasıl doğarsa
Yıldız parıltısı gibi arı duygu.
Bütün serviler gece yarısını gösteriyor
Bütün parmaklar
Sessizliği

Düşlerin açık penceresi dışında
Bir giz
Açıklanıyor yavaş yavaş
Ve renk gibi yıldızlara yöneliyor!

Onlar ki hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi.
Herhalde niyet etmek yetmiş kötülük için..
Mucize çocukken çiçektir büyüyünce ölüm
Ben bugün o dünkü ben değilim
Bana duymayı öğretti rüzgargülleri
Geceleri eritip tersyüz ediyorum sevinçleri
Bir güvercinliği açıp unutuş saçıyorum
Ve çıkıp gidiyorum arka kapısından göğün
Hiçbir şey söylemeden bakışlarımla
Saçlarına karanfil gizleyen
Bir çocuk gibi.
…en yorgun nehir bile
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Gel birlikte gidelim, dostum, varsın taşlasınlar bizi,
Varsın suçlasınlar başlarımız bulutlarda yürüyoruz diye
Onlar hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi
En yorgun nehir bile
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
(#elitis , #Yıldönümü)
Dünü ve yarını olmayan kayalara çakılı,
Fırtınanın taradığı saçlarında kayaların tehlikeleri içinde
Elveda diyeceksin çözümsüz bilmecene
(#elitis , #Yönelimler, 1940)
Ben bugün o dünkü ben değilim
Bana dünyayı öğretti rüzgargülleri
Gecelei eritip tersyüz ediyorum sevinçleri
Bir güvercinliği açıp unutuşu saçıyorum
Ve çıkıp gidiyorum arka kapısından göğün
Hiçbir şey söylemeden bakışlarımla
Saçlarına karanfil gizleyen
Bir çocuk gibi
En yorgun nehir bile
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Ve çıkıp gidiyorum arka kapısından göğün
Hiçbir şey söylemeden…
Çünkü aşk, bir kez bile ulaşırsa insana hayatta,
Tutuşturarak yıldızdan yıldıza
Gizli gökleri, o zaman
Yaşayacaktır her yerde her zaman…
… en yorgun nehir bile
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Söyleyin,o çılgın nar ağacı mı,bize uzaktan
Serin alevli yaprakların mendilini sallayan,
Doğum sancısı içinde bin bir geminin,
Bin bir kere yükselip alçalan dalgaları
Bilinmedik kıyılara uzanan bir denizdeymiş gibi,
Söyleyin,o çılgın nar ağacı mı,havanın saydamlığında donanıp gıcırdayan?
Öyleyse söyleyin güneşe,
Yeni bir yol bulsun kendine
Onurundan bir şey yitirmek istemiyorsa eğer
Yeryüzündeki yurdu karardığında göre;
Ya da toprak ve suyla yeniden başka bir yerde
Söyleyin güneşe yeni bir yol bulsun kendine
Bakmasın yüzüne bir papatyanın bile
Söyleyin papatyaya yeni bir erdemlikle açsın
Ona yaraşmayan parmaklarla kirlenmesin diye!"
Hangi taşlar, hangi kan, hangi demir
Ve hangi ateşten yaratılmışız biz
Salt sis gibi görünsek de
Bizi taşa tutsalar ve başlarımız bulutlarda
Yürüyoruz diye şuçlasalar da
Bir Tanrı bilir
Nasıl geçer günlerimiz, gecelerimiz.

Gel birlikte gidelim, dostum, varsın taşlasınlar bizi,
Varsın suçlasınlar başlarımız bulutlarda yürüyoruz
Diye
Onlar ki hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi
Ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi."

Ateş, güzel ateş, kütüklere acıma
Ateş, güzel ateş, yanıp kül olma
Ateş, güzel ateş, yak bizi
Bize hayatı anlat
Hayatı anlatan biziz elinden tutup
Onun gözlerine bakarız, o da karşılık verir
Bakışlarımıza
Bu bizim başımızı döndüren mıknatıssa, bunu biliriz
Bize acı veren şey kötüyse, bunu duymuşuzdur
Hayatı anlatan biziz, yürür gideriz
Ve veda ederiz hayatın göçebe kuşlarına.
Kimse söylemez bize yazgımızı: bu budur.
Biz kendimiz söyleriz güneşin yazıgısını: bu da bu
Artık tanımıyorum geceyi, ölümün korkunç bilinmezliğini
Bir yıldız donanması demir atıyor kalbimin limanına
Buraya kadar getirdim hayatımı
Suya adanmış taş
Adalardan daha uzak
Dalgalardan daha alçak
Ah nerdesin şimdi benim talihsiz ışık ağacım
Benim ışık ağacım diye kekeledim kendi kendime
Ve koştum sen şimdi gereklisin bana artık adımı bile yitirdiğim şu anda

Artık kimsenin bülbüllerin yasını tutmadığı
Herkesin şiirler yazdığı şu anda ..,"

Rıhtımda tekneler sulara çarpıp
Daha mavi bir ad yazsalar ufuklarına..,"
En yorgun nehir bile
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
…en yorgun nehir bile
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Bütün bunların bir hiç olduğunu ve konuştuğum dilin alfabesi olmadığını biliyorum

Hatta güneş ve dalgalar bile ancak acı ve sürgün
dönemlerinde çözebildiğin heceli yazıdır

Ağaçlar gecenin tutuşturmadığı kömürdür.
Mucize çocukken çiçektir, büyüyünce ölüm…"
Kötülük etmiş olanlar – kara bir bulutla karıştılar
Onlara arka çıkacak ateşleri, soğuk suları,
Kuzulu, şaraplı, silahlı sesli, sopalı ve tahta haçlı
geçmişleri yoktu
Meşeden ve deli rüzgârdan dedeleri yoktu
Nöbette on sekiz gün on sekiz gece
Acılı gözlerle.
Bir kara buluta karıştılar – onlara arka çıkacak
Kundakçı tanrıları yoktu, gemici babaları,
Kendi elleriyle canlarına kıymış anaları,
Çıplak memeleriyle raksederek kendilerini
Ölümün özgürlüğüne vermiş nineleri yoktu!
Artık tanımıyorum geceyi, ölümün korkunç
bilinmezliğini
Bir yıldız donanması demir atıyor kalbimin limanına
Ey nöbetçi, akşam yıldızı, kayalık tepelerinden ben
Günün doğuşunu bildirirken beni düşleyen
Bir adanın üzerinde esen gök mavisi meltemin
Yanı başında parıldayasın diye sen
İkiz gözlerim yelken açtırıyor sana kalbimin
Gerçek yıldızıyla sarmaş dolaş; artık tanımıyorum
geceyi.
Hiçbir yere ait olmamak
için doğmuşum ben
Gökyüzü benim tımarım, yeniden yerleşmek
istediğim yer orası
Ben en azını istedim onlarsa daha fazlasıyla
cezalandırdılar beni.
Yalnız sol kulağının boşluğunda ince kum tanecikleri,
deniz kabuklarında görülen. Demek ki sık sık deniz
kıyısında yürümüş tek başına, aşkın acısı ve
rüzgârın uğultusuyla.
Billur çanlar çalıyor uzakta
Yarın, yarın, diyorlar, Göğün Doğuşu!
Uzanmış yatıyor şimdi yanık savaş giysileriyle,
Sessiz saçlarında artık esmeyen bir meltem,
Sol kulağında unutulmanın ince bir dalı
Kuşların birden uçup gittiği bahçeye benziyor
Karanlıkta susturulan bir türküye benziyor
Kirpikleri tam Hoşça kalın, çocuklar" derken
Ve şaşkınlığın taşa dönüştüğü anda duran
Bir meleğin saatine benziyor…

Uzanmış yatıyor yanık savaş giysileriyle.
Kara yüzyıllar çevresinde
Uluyor korkunç sessizliğe köpeklerin iskeletleriyle
Ve yeniden taş güvercinlere dönüşen saatler
Kulak kesilmiş dinliyorlar;
Oysa gülüşler kavrulmuş, oysa toprak sağırlaşmıştı,
Oysa hiç kimse duymamıştı onun son çığlığını
Ve onun son çığlığıyla tüm evren boşalmıştı.

Onlar için daha acı bir gündü gece
Demir eritip toprağı çiğnediler
Barut ve katır derisi kokuyordu tanrıları!

Göğün her gürleyişi rüzgâra binmiş bir ölümdü
Göğün her gürleyişi ölüme gülümseyen
Bir insan – varsın diyeceğini desin kader.

Ama özlemin gözleriyle uyanır bir gün ten
Ve bir zamanlar tek yalnızlığın ışıdığı yerde
Düşlediğin güzel bir kent gülümser
Gel birlikte gidelim, dostum, varsın taşlasınlar bizi,
Varsın suçlasınlar başlarımız bulutlarda yürüyoruz diye
Onlar ki hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi.
Ateş, güzel ateş, kütüklere acıma
Ateş, güzel ateş, yanıp kül olma
Ateş, güzel ateş, yak bizi
bize hayatı anlat
Öğleden önce oturduk bir süre
Ve uzun uzun gözlerine baktık birbirimizin
Bir kelebek havalandı yüreklerimizden
Düşlerimizin ucundaki küçük daldan
Yarı batık kayıklar
Keyifle şişen tahta
Rüzgârlar, yalınayak rüzgârlar
Sağır sokaklarda
Taşlı yokuşlar
Dilsizi, delisi
Yarım kalmış umudu.
Ve zaman tutkulu bir insan yontucusu,
Güneş bir umut canavarı gibi başında duruyor,
Ve sen ona daha yakın bir sevgiye sarılmışsın
Dudaklarında acı bir fırtına tadı.
Anlaşılmaz gece, sınırsız acı
Yorulmayan kirpikler
Bir hıçkırık bulamadan yanıyor sızı
Dengeye kavuşmadan çöküyor yıkım

Ölümün kapısındaki pusu
Yazgının eteğine eklenmiş karışık desenlerde
Yok olup giden düşünce gibi

Anılar sardı korunmasız geceyi
Mavi
Kırmızı
Sarı

Açık kolları düşlerle doldu
Dingin saçları rüzgârla
Gözleri sessizlikle

Çırılçıplak bir omuz
Gerçek gibi
Bedelini ödüyor
Özlemimin
Gizli orak biçimli ayın altında
Tek başına parladığı
Gecenin kıyısında.
Mucize çocukken çiçektir büyüyünce ölüm
Bense ah
Sevdalı bir adamım aradığı tek şey ah kendisinde olmayan
Ama özlemin gözleriyle uyanır bir gün ten
Buraya kadar getirdim hayatımı
Kumlarda silinip gidecek acı bir çizgi –
en yorgun nehir bile dolanıp bir yerde ulaşır denize.
… sen şimdi gereklisin bana…
Ben en azını istedim onlarsa daha fazlasıyla cezalandırdılar beni.
Bin türlü yolu var öğrenmenin ama geleceğe böyle ulaşmak için saflık gerekir.
Ve onun bu sözlerini kelebeklerle birlikte birer birer iğnelerdim defterime.
Yalnız sol kulağının boşluğunda ince kum tanecikleri,
deniz kabuklarında görülen.Demek ki sık sık deniz kıyısında yürümüş tek başına,aşkın acısı ve rüzgarın uğultusuyla…
Çalıyor dünyanın en doğru anı:
Özgürlük.
Ben bugün o dünkü ben değilim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir