İçeriğe geç

Zor Sevdalar Kitap Alıntıları – Italo Calvino

Italo Calvino kitaplarından Zor Sevdalar kitap alıntıları sizlerle…

Zor Sevdalar Kitap Alıntıları

&“&”

mutluluk, soluğun tutularak yaşanması gereken askıda bir durumdu.
Gerçekten de her sessizlik, kendisini çevreleyen minik gürültü ağlarından oluşur
Şimdi yeniden düşündükçe, yaşarken gereğinden fazla gözünde büyütmüş olduğu şey, anılarında cılız bir yer tutuyordu.
Delia’yı sevmek hep böyle olmuştu, mağaranın aynasındaki gibi: Sözcüklerin ötesindeki bir dünyaya girmek demekti."
Düşlerin fotoğrafını mı çekmek istiyordu?"
Usnelli hep susuyordu, insanlar dünyasının bu sıkıntıları, az önce doğanın güzelliklerinin onda uyandırmış olduklarının tam karşıtıydı, orada sözcük bulamazken, şimdi sözcükler hücum ediyordu beynine: Her sivilceyi, yaşlı balıkçının kötü tıraşlı zayıf yüzündeki her kılı, kefallerin gümüş pullarının her birini anlatacak sözcükler.
Sabah erkenden, insan kendini dünyanın sahibi sanıyor.
Fotoğrafı çekilen gerçeklik hemen nostaljik bir nitelik alıyor, zamanın kanadında uçup gitmiş bir sevinç, bir gün öncenin fotoğrafı bile olsa bir anma niteliği kazanıyor. Fotoğrafını çekmek için yaşadığınız yaşam da, başlangıçta kendi kendini anma töreni.
&‘A ne güzel, hemen fotoğrafını çekmeli bunun!’ gibilerden bir şey demeye başlamanız, fotoğrafı çekilmeyen her şeyin yitip gittiğini düşünenlerle aynı çizgiye getiriverir sizi, fotoğrafı çekilmeyen sanki hiç var olmamıştır, bu nedenle gerçekten yaşamak için elden geldiğince çok fotoğraf çekmek gerekir, elden geldiğince çok fotoğraf çekebilmek için de, ya elden geldiğince çok fotoğraf çekilebilir bir dünyada yaşamak ya da kendi yaşamının her anının fotoğrafının çekilebilir olduğunu kabul etmek gerekir.
Bir daha hiç aynı durumda olamayacağı,ne çağrıştırmayla, ne açıkça sözcüklerle ve belki ne de düşünceyle, eriştiğini bildiği eksiksizliği açıklamayı başaramayacağı tasası içini kemiriyordu.
Yaşamın şu ara kendine sunmakta olduğu şeyin, güneşin en kör edici yüreğini gözleriyle görme hakkının, herkese kısmet olmadığını anlıyordu. Ve güneşin yüreğinin içi yalnızca sessizlikti. O anda orada bulunan ne varsa, başka hiçbir şeye dönüştürülemezdi, belki bir anıya bile.
Delia’yı sevmek hep böyle olmuştu, mağaranın aynasındaki gibi: Sözcüklerin ötesindeki bir dünyaya girmek demekti.
“Sabah erkenden, insan kendini dünyanın sahibi sanıyor.“
Kitaplardaki yaşamın tadını hiçbir şey vermiyordu.
Yazılı sayfa, gerçek, derin, tutkulu yaşamı açıyordu ona, gözlerini kaldırınca da geçici, ama güzel renkler, duyumlar içeren, yedek, süslü bir dünya buluyordu, kendisini hiçbir biçimde bağlamıyordu bu dünya.
“ Belki de tam, gerçek fotoğraf, kıyımlara ve taç giymelere yer veren buruşturulmuş bir diplik önündeki, parçalanmış özel görüntüler yığınıdır.“
Fotoğrafı çekilmeyen sanki hiç var olmamıştır, bu nedenle gerçekten yaşamak için elden geldiğince çok fotoğraf çekmek gerekir, elden geldiğince çok fotoğraf çekebilmek için de, ya elden geldiğince çok fotoğraf çekilebilir bir dünyada yaşamak ya da kendi yaşamının her ânının fotoğraf çekilebilir olduğunu kabul etmek gerekir. İlk yol aptallığa, ikincisi ise deliliğe varır.
Gnei işine karşı, en sıradan bir işlemin, önemsiz bir yazışmanın, bir defterin günü gününe tutulmasının nasıl gizli tatlar ve coşkulu tutkular taşıyabileceğini öğrenir öğrenmez, memurların itiraf etmeseler de yüreklerini tutuşturan o hoş duyguyu besliyordu.
Mutluluk,soluğun tutularak yaşanması gereken askıda bir durumdu.
Her sessizlik,kendisini çevreleyen minik gürültü ağlarından oluşur.
“Usnelli için mutluluk, soluğun tutularak yaşanması gereken askıda bir durumdu. Delia’yı sevdiğinden bu yana, dünya ile ölçülü, cimri ilişkisinin tehlikeye girdiğini görüyordu, ama kendinin de, ayağına gelen mutluluğun da hiçbir şeyinden vazgeçmek istemiyordu. Şimdi tetikte duruyordu, çevredeki doğanın kendilerine ulaşan her kusursuzluk basamağı – suyun mavisinin açılması, kıyının yeşilinin solup külrengine dönüşmesi, denizin yüzünün en düz olduğu yerde bir balık yüzgecinin kımıl kımıl oynaması- daha üst düzeyde bir kusursuzluğun öncüsü oluyor ve giderek, sanki görünmez ufuk çizgisinin bir istiridye gibi açılarak birden değişik bir gezegen ya da yeni bir söz sunacağı noktaya varılıyordu.”
Sabah erkenden, insan kendini dünyanın sahibi sanıyor.
Yeniden hızla okumaya başlarken, nerede kaldığını bulmak için sayfaları karıştırmak kadar sıkıcı bir şey yoktu.
Anlaşıldı, benim konuşma biçimimden hoşlanmıyor, ben de konuşmam, kitabımı okurum.
Düzenli, titiz bir okurdu, en önemsiz olayları bile izler, okumadan geçtiği sayfa olmazdı.
“Başkalarına karşı iyi davranma bilinci ,onu kendine karşı da iyi davranmaya ve bu genel hoşgörü içinde uyumanın yolunu bulmaya itiyordu.”
“Bize güzel geldiği için fotoğrafı çekilen gerçeklikle, fotoğrafı çekildiği için bize güzel gelen gerçeklik arasındaki adım çok kısadır.”
“Bir yararı olmuyordu, kitaplardaki yaşamın tadını hiçbir şey vermiyordu.”
Sabah erken, insan kendini dünyanın sahibini sanıyor.
Sabah erken, insan kendini dünyanın sahibini sanıyor.
…fotoğraf çekmenin kendisine kalan tek yol olduğunu, daha o zamana kadar belli belirsiz bir biçimde aramış olduğu yol olduğunu anladı.
Belki de tam, gerçek fotoğraf, kıyımlara ve taç giymelere yer veren buruşturulmuş bir diplik önündeki, parçalanmış özel görüntüler yığınıdır" diye düşündü.
Fotoğrafı çekilen gerçeklik hemen nostaljik bir nitelik alıyor, zamanın kanadında uçup gitmiş bir sevinç bir gün öncenin fotoğrafı bile olsa bir anma niteliği kazanıyor. Fotoğrafını çekmek için yaşadığınız yaşam da, başlangıçta kendi kendini anma töreni."
tutarlı davranmanın tek yolu, sabah gözlerimizi açtıktan akşam uyuyuncaya kadar, hiç değilse dakikada bir fotoğraf çekmekten geçer…"
The minute you start saying something, ‘Ah, how beautiful! We must photograph it!’ you are already close to the view of the person who thinks that everything that is not photographed is lost, as if it had never existed, and that therefore, in order really to live, you must photograph as much as you can, and to photograph as much as you can you must either live in the most photographable way possible, or else consider photographable every moment of your life. The first course leads to stupidity; the second to madness.
Sabah erkenden, insan kendini dünyanın sahibi sanıyor."
kitaplardaki yaşamın tadını hiçbir şey vermiyordu."
Fotoğrafçı olmayan Antonino Paraggi, dostları, iş arkadaşlarıyla birlikte olduğunda,artan bir yalnızlığa gömülüyordu.
Onun ötesinde bir şeye yada hiçbir şeye bakıyordu
…fotoğrafı çekilmeyen sanki hiç var olmamıştır, bu nedenle gerçekten yaşamak için elden geldiğince çok fotoğraf çekmek gerekir, elden geldiğince çok fotoğraf çekebilmek için de, ya elden geldiğince çok fotoğraf çekilebilir bir dünyada yaşamak ya da kendi yaşamının her ânının fotoğrafının çekilebilir olduğunu kabul etmek gerekir. İlk yol aptallığa, ikincisi ise deliliğe varır."
…ama asıl tutkusu arkadaşlarıyla birlikte irili ufaklı olayları yorumlamak, özel düğümleri çözerek genel sonuçlara ulaşmaktı; kısacası, zihinsel yatkınlık açısından bir düşünürdü…"
…ancak fotoğraflar gözlerinin önüne gelince geçirdikleri günü elle tutulur bir biçimde yaşamış olurlar, ancak o zaman o dağ çavlanı, kovalı çocuğun o adımı, karısının bacakları üstündeki o güneş yansıması yaşanmışın, artık kuşku duyulamayacak olanın geri alınamazlığına bürünür."
…buna üzülmüyordu, çünkü sürekli bir ilşki olağan yaşama düzenini bayağı sarsacak sorunlar getirecekti."
Baharla birlikte, pazar günleri yüz binlerce kentli omuzlarına asılı kutularla evlerinden çıkar. Fotoğraf çekerler. Çantaları dolu avcılar gibi mutlu döner, (…) ancak fotoğraflar gözlerinin önüne gelince geçirdikleri günü elle tutulur bir biçimde yaşamış olurlar, (…) gerisi, anıların güvenilmez gölgesinde boğulur.
Sanki gökyüzü ile deniz onu büyüten iki mercekmiş gibi, güneş de her yerdeydi.
Çıkış yolu yoktu. Önceden hazırlanmış eril kötülük cephesi, hiç gedik vermeden bütün erkekleri kapsıyordu…"
Dünyada becerebildiği ya da yapmak istediği hiçbir şey yoktu; kimse ona ilişmesin ve rahat rahat sigarasını içsin yeterdi."
Usnelli için mutluluk, soluğun tutularak yaşanması gereken askıda bir durumdu."
Bize güzel geldiği için fotoğrafı çekilen gerçeklikle, fotoğrafı çekildiği için bize güzel gelen gerçeklik arasındaki adım çok kısadır.
Sabah erkenden, insan kendini dünyanın sahibi sanıyor," dedi işçi.
Hiç kuşkusuz, bir an önce ona varabilmek için direksiyon başına geçtim ama ileriye gittikçe, varış ânının, yolculuğumun asıl amacı olmadığını anlıyorum.

yani onun, benim ona gitmekte olduğumu bilmesini istiyorum ama aynı zamanda onun bana gitmekte olduğunu bilmek istiyorum.

yalnızca gök mavisi kızda görülebilen gizli çizgi, uyum, yaşamın biçimden yoksun bu kargaşası içinde saklıymış gibi geliyordu ona ve kızın mucizesi her an, söz konusu olabilecek binlerce devinimin kargaşası içinden, yalnızca ve yalnızca doğru, açık, hafif, gerekli olanı, binlerce işe yaramaz davranışın içinden geçerli olanı, yalnızca onu seçmesiydi.
Usnelli’nin aklına sözcükler, sözcükler geliyordu peş peşe, iç içe geçiyordu, satırların arasında açıklık kalmıyordu, sonunda birbirlerinden ayırt edilemez oluyor, minicik beyaz aralıkların bile gitgide yok olduğu bir kördüğüme dönüşüyordu ve yalnız karanlık kalıyordu, en koyu karanlık, içine girilemeyen, bir çığlık gibi umutsuz.
Sabah erkenden, insan kendini dünyanın sahibi sanıyor, dedi işçi.

başkalarına karşı iyi davranma bilinci, onu kendine karşı da iyi davranmaya ve bu genel hoşgörü içinde uyumanın yolunu bulmaya itiyordu.
Gerçekliğin, kendisini rahatsız eden ya da işine yaramayan herhangi bir yönünü düşünce alanının dışına çıkarmak güçlülüğüne sahip olmuştu hep.
Fotoğrafını çekmek için yaşadığınız yaşam da, başlangıçta kendi kendini anma töreni.
Yaşanandan derlenen doğal enstantane fotoğraf kendiliğindenliği öldürüyor, şimdiki zamanı uzaklaştırıyor.

fotoğrafı çekilmeyen sanki hiç var olmamıştır, bu nedenle gerçekten yaşamak için elden geldiğince çok fotoğraf çekmek gerekir.
Bize güzel geldiği için fotoğrafı çekilen gerçeklikle, fotoğrafı çekildiği için bize güzel gelen gerçeklik arasındaki adım çok kısadır.
Fotoğrafçı olmayan Antonino Paraggi, dostları, iş arkadaşlarıyla birlikte olduğunda, artan bir yalnızlığa gömülüyordu.
Şamandıranın cıvatalarına, uzun süre suda kalmanın kıvrımlı kabarıklıklar verdiği parmaklarının, kanı çekilmiş ucu ile tutunan kadın, bütün dünyadan dışlanmış hissediyordu kendisini ve yalnızca oymuş, güneşin altında çıplak kalabilecek tek canlıymış gibi, neden onu seçmiş olduğunu anlayamıyordu.

kaçışın telaşsızlığı çoktan ağırlaşmış bir yorgunluğu gizliyordu.
Dünyada becerebildiği ya da yapmak istediği hiçbir şey yoktu; kimse ona ilişmesin ve rahat rahat sigarasını içsin, yeterdi.
Ulaştığı nokta, artık beklemeye elverişli değildi; tek çare ilerlemekti.

Onun ötesinde bir şeye ya da hiçbir şeye bakıyordu.
Hiç kuşkusuz ödenecek bedel yüksek, ama kabullenmek zorundayız
…ve yalnız karanlık kalıyordu, en koyu karanlık, içine girilemeyen, bir çığlık gibi umutsuz.
Durup birisiyle iki çift laf etmek de geliyordu içinden.
Gidip kitapla yastığı alayım…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir