İçeriğe geç

Zeytindağı Kitap Alıntıları – Falih Rıfkı Atay

Falih Rıfkı Atay kitaplarından Zeytindağı kitap alıntıları sizlerle…

Zeytindağı Kitap Alıntıları

Ümit, hayal ve iyimserlikten yoğrulan bu altın çağ, bir dede başı kadar yıpranmış, çileden geçmiş ve ağırlaşmış, onu omuzlarımın üstünde güç tutuyordum.
“Zeytindağı’nın tepesindeyim. Lût denizine ve Gerek dağlarına bakıyordum. Daha ötede, Kızıldeniz’in bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen var. Başımı çevirdiğim zaman Kamame’nin kubbesi gözüme çarpıyor. Burası Filistin’dir. Daha aşağı Lübnan var; Suriye var; bir “yandan Süveyş Kanalı’na, öbür yandan Basra Körfezi’ne kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız!”
Kanuna güvenlik ve saygısı olmayan yerde zarar o kadar büyüktür ki, hiçbir fena kanun, memlekete o kadar ziyan vermez.
Gözleri Mustafa Kemal gününde açılmış olanlara, 1913 avuntuları ne kadar gülünç gelir.
Paris’te her şey unutulmak için eğer on beş gün yeterse, şarkta bu on beş saat bile değildir. Şarkta ölmemeye bakmalı
En azılı katili, eli titrek bir hâkim mâhkum eder ve bir çingene asar.
Geç kalmıştık. Artık ne Suriye, ne de Filistin bizim idi. Rumeli’yi kaybetmiştik.
Bir realite hissi ile değil, bir tarih hissi ile kendimizi zorluyorduk.
“En sağlam sütunlar üstünde durduğu sanılan devir, bir karton kale gibi yıkılmıştı.”
Her tarafta bir neslin kahramanları var, kahramanlar için iklimler, düşmanlar, denizler ve karalar birdir.
Bilsen Gazze’de ne kadar rahatım. Harp zamanı cephede yaşamaktan başka teselli olmadığını artık inanıyorum.
Tenha çöllerde Türklerin harbini görmeyenler Türklerin Kahraman olduğunu nasıl anlayabilir?. Irak, Çanakkale, Kafkasya, Galiçya ve Romanya cephelerinde her mevsime, her düşmana ve her iklimde karşı hak eden bu cesur adamlar Herkül’ün oniki imtihanı verdiler.
Yemen’in hiç bilmiyorum, belki güneşi Şeria güneşinden daha sıcak, çölleri Hicaz çöllerinden daha kuru, daha nihayetsizdir. Fakat bunun ne ehemmiyeti var? Her tarafta bir neslin kahramanları var, kahramanlar için iklimler, düşmanlar, denizler ve karalar birdir.
“Dini bütün Müslümanım, demiştim. Öyleyim. Fakat Hristiyanlarda bir tek şeyi kıskandım: Kadına verilen itibar ve kıymeti!”
Tenha çöllerde Türklerin harbini görmeyenler Türklerin kahraman olduğunu nasıl anlayabilir?..Irak,Çanakkale,Kafkasya,Galiçya ve Romanya cephelerinde her mevsime,her düşmana ve her iklime karşı harp eden bu cesur adamlar Herkül’ün on iki imtihanını verdiler.
“1913’te bir Mustafa Kemal, yüzyıl sonrası için bile hayaldi, fantezi romanlarında bile yeri yoktu.”
Gözyaşının hiçbir faydası olmadığını anlamak için,Yahudilerin Kudüs’te yüzlerce yıldan beri her cumartesi günü başlarını dayayıp ağladıkları taşı ziyaret ediniz:Yüzlerce yıllık gözyaşı, bu ağlama duvarını bir santim aşındırmamıştır.
Paranın ne büyük kuvvet olduğunu anlamak için ise, Filistin kıyılarını ve içlerini Yahudilerin ve büyük Arap sayısını çöle doğru süren Siyonist sömürgeciliğini görün. Yüzlerce yıllık gözyaşı, bir külçe altına değmez.
İnsan kum üstünde şehit bırakmaya
dayanamıyor, çünkü ne mezarı, ne izi
kalıyor. Bir denizde bile insan bu kadar
kaybolabilir.
“Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?”
1913’de bir Mustafa Kemal, yüzyıl sonrası için bile hayaldi, fantazi romanlarında bile yeri yoktu.
sokakta aynı arabaya binen kadın ve erkeklerden karı-koca vesikası sormamak, hemen hemen devrimcilik gibi davranırlardı. Gözleri Mustafa Kemal gününde açılmış olanlara 1913 avuntuları ne kadar gülünç gelir.
Tenha çöllerdeTürklerin harbini görmeyenler Türklerin kahraman olduğunu nasıl anlayabilir? Irak, Çanakkale, kafkasya, galiçya ve Romanya cephelerinde her mevsime, her düşmana ve her iklime karşı harp eden bu cesur adamlar herkülün 12 imtihanını verdiler.
İnsan kum üstünde şehit bırakmaya dayanamıyor, çünkü ne mezarı, ne izi kalıyor!!
Korku bilmeyenler kalplerini elleriyle sıkıp gözlerini kapadılar.
Telefon kesildi.
Yazdıklarımı, yazılanların en iyileri değildir, yegâne yazılmış olanlardır. Onun için neşrediyorum.
Bir Ingiliz ordusunun Gazze’ye geldiği gibi, Kanal’a tren içinde gitmemistik.
Türk hocaları ise yerin dibine geçtiler.
Kimin yaptığını anlamak istedik.
Kalk hocam , bir nutuk söyle!dedi.
Şam’da ölenlerin hikayelerini rahmetli Nurettin’den dinlemiştim.
Denizle demiryolu arasına sıkışmış olan ürkek ve sabırlı Lübnan’da Arap saçının bir küçük kıvrımını çözmüştük.
Biz harp devam ettiği kadar hiçbir vergi almadık; bilâkis Havranı altın ve nişana boğduk.
Bu katiller ordusundan bir şey anlamadım. Kafamdaki harp şiiri söndü. Tersyuzu gene Harbiye Mektebine döndüm.
Şimdilik Istanbul’un büyük ideali: Beyoglu’nu fethetmek!
Cemal Beyle bu yüzden tanıştık.
Isimizi anlattık.
Balkan harbinin sonlarindayiz. Ordu Çatalca’da, Bulgarlar zafer ortaklarıyla bozuşup harbe tutuşmuşlar.
Kâmil ve Sait Paşalar yüzde yüz eski adamlardı. Ittihat ve Terakki iki yeni adam buldu: Mahmut Şevket Paşa, Sait Halim Paşa. Bunlar dahi Osmanlı-Islam vezirleri idi. Biri Bağdatli, biri Mısır’li idi .
Bütün bir devlet iktidarını teslim alıp da , hükümeti eski devir adamlarına bırakan başka bir devrin partisi tarihte görülmüş müdür, bilmiyorum. Ittihat ve Terakki, Büyük Harbin ortalarına kadar , bir türlü sadrazamlığı kendisine lâyık görmemişti.
En sağlam sütunlar üstünde durduğu sanılan devir , bir karton kale gibi yıkılmıştı.
Kim kimi, kimin için ve niçin tutacaktı?
Sonra Istanbul haberleri sordu.
Ne olacaktım, nereye gidecektim , Cemal Paşayı nasıl bulacaktım, anlaşılmaz bir sıkıntı içindeydim.
Sirkeci’deki ve Harbiye Mektebinin havuz başındaki, biraz gururlu ise de , yine sade ve sevimli olan Cemal Paşa nin içime alistirdigim hayali sönerek, onun yerine , artık yeniden tanıyacağım, çizgileri karışık, başka bir adam geldi.
Dördüncü Ordu karargâhına gidiş, hele Şam’dan sonra , artık bir mabede çıkılıyor gibi , baş döndürür: Bir terör havası vardır. Ses daha pestir ve Cemal ismi , Tevrat’tan, Incil’den alınma, mukaddes bir ad’a benzer.
Küçüğü tümen kumandanı idi.
Cemal Paşa’ nin ismini, herkesin adı gibi söyliyerek ve işiterek Istanbul’dan çıkmıştım. Adana’da ses temposu hafifledi ve isim ikilesti: Büyük Cemal Paşa, Küçük Cemal Paşa.
Yıllar ipleri kopan perdeler gibi , böyle birbiri ardınca inmişti. Sanki bir rüyadan ayrılmıştık ve şimdi uyanmıştık.
Acaba buna Hacılar Hanı diyebilir miyiz? Zeytindağı üstünde ve geniş bir çamlığın ortasında idi. Banyolu odalarına bakarsanız bir Alman oteline , kiliseli parçasına yaklaşırsanız bir manastıra, başörtülü ve hastalarından haber götürür gibi dolaşan sivesterleri ile bir kliniğe de benzer. Birinci Dünya Harbinde Dördüncü Ordu karargâhı idi .
Yalanın tecvidli Arapçası, herkese ayet tesiri verir.
Bir Türk Kudüs’ü yoktu. Bir Arap Kudüs’ü var mıydı? Hayır. Ne Katolik, ne Ortodoks, ne de Yahudi Kudüs’ü! Kudüs Haçlı alemli, Davud mühürlü sancaklar altında göze görünmez orduların sessizce alıp verdikleri bir yer. Bu defa o şehrin bu yakasında Süleyman’ın olduğu kadar Yahudi olan Kudüs’ü görüyorum.
İlim ve vatan adamı olunuz.
Hiçbiri yalnız başına, ne sizi, ne de milletini kurtarabilir.
1913’de bir Mustafa Kemal, yüzyıl sonrası için bile hayaldi, fantezi romanlarında bile yeri yoktu.
İktidar fiilinin hortumu başarı yemi gevelemediği zaman , tersine kıvrılır ve üstündekini yutar.
Yanımızdan bir çöp arabası geçti, kenarından bir kol sarktığını gördüm. Belediye, ölü ve can çekişenleri topluyordu. Gün doğmadan sokağı susturmak lazımdı Bana harbin açık yüzü işte o Beyrut sabahı alaca aydınlığında göründü
Büyük Harp’te Osmanlı hazinesinin büyük bir kısmını çöl ve urban yemiştir
Mustafa Kemal, büyük harbe girmek aleyhinde idi: Kafa ve sanat adamı olduğu için!
Mustafa Kemal kurtuluş harbini bırakmak fikrinde asla bulunmadı: Vatan adamı olduğu için!
İşte size bütün kitabın özü: İlim ve vatan adamı olunuz
Hiçbiri yalnız başına, ne sizi, ne de milletini kurtarabilir.
Hele çöl Bedevilerinin altın ve kıymetli taştan başka dinleri yoktu. Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi. Şeyh size kim olduğunuzu sorar, İngiliz misiniz ?
– Yaşa İngiliz !
– Türk müsünüz ?
– Yaşa Türk !
Siz vereceğiniz nişan veya altını hesap ediniz. O dakikada beklediğiniz iş yapılmıştır. İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan Bedeviler, dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı.
Medine’de Peygamber kabri ile tüccarlık eden bayağı ahlaksız simsarlara rastlanır. Her Medineli uzaklardan gelen saf halka, bu harap köyün taşını, toprağını, kuyu suyunu kırk defa öptüre öptüre satar.
İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı imparatorluğu, Trakya’dan Erzurum’a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.
İşte bu sırada Büyük Harb çıktı. Tepebaşı bahçesinde her gün görmeye alıştığımız Fransız ve İngilizler, birkaç gün içinde ortadan kayboldular. Bizim iki taraftan birine katılmaklığımız mukadder olduğunu hissini veren ne idi ? O sırada İstanbul’u düşündüren üç şey vardı: Rus düşmanlığı, Alman gücü ve İngiliz yenilmezliği !
Eğer ingiltere olmasa, Almanya’nın Rusya ve Fransa’yı bir kaç hamlede dağıtacağından kimsenin şüphesi yoktu. Harbi bir çıkmazlara mahkum eden İngiltere, bizi açık onların cephesine yaklaştırmayan da Rusya idi.
1913’de bir Mustafa Kemal, yüzyıl sonrası için bile hayaldi, fantezi romanlarında bile yeri yoktu.
‘Ölberg’, ‘Zeytindağı’ nın Almancası,
‘cebelizzeytün’ Arapçası,
‘Zeytindağı’ sadece kitabımın adı..’,
ÖNSÖZ’ü ile başlayan roman

Falih Rıfkı Atay’ın 1. Dünya Savaşında, ordu komutanı Cemal Paşa’nın yaveri sıfatıyla, savaşın Filistin cephesi’ni ve anılarını anlattığı kitabına adını verdiği, Kudüs’e hakim komuta karargahının bulunduğu tepedir, ZEYTİNDAĞI.
*
Falih Rıfkı, Filistin ve tabii Zeytindağı elimizden çıktıktan kırk yıl sonra, bu defa turist olarak gittiği Kudüs’ten seyrettiği Zeytindağı’nı o mubarek tepeyi şöyle anlatır, kitabının ÖNSÖZ’ünde;

Şimdi, Yahudi Kudüs’ün köşesinden, ta uzakta, büsbütün ormanlaşan tepedeki beyaz hayaletini seyrediyorum. Şehrin Arap bölgesinde, aramızda birbiri ile kanlı bıçaklı iki devletin yasakçıları var. Kırk yıl önce orada, tunç bir tepsi üstüne tokmağını vurarak bizi öğle ve akşam yemeklerine çağıran, aramızda, davulcu diye andığımız solgun yüzlü şivesteri, eğer gidebilsem, hemen karşımda bulamamak bana imkansız gibi geliyor. hatıralar, gençlik hatıralarım! sanki oraya kapanıp kalmışlar da kapıyı açınca neşeli mektep çocukları gibi birer birer dışarı fırlayacaklar, boynuma sarılacaklar.

Her şeyi kolay düşünüp ferahlamakla beraber, gene her bıraktığımız ölü için ümitsiz bir keder duyuyorum. İnsan kum üstünde şehit bırakmaya dayanamıyor, çünkü ne mezarı, ne izi kalıyor. Bir denizde bile insan bu kadar kaybolabilir.
Dimetoka’da genişçe bir salonda toplanıldığını hatırlıyorum. Epey kalabalık var. Hacı Adil, tümen komutanları Fahri Paşa, Fethi Bey, hep üst saftadırlar. Aşağıya doğru öteki misafirlerin arasında bir kurmay göze çarpıyordu. Sarışın, sert ve bakınırken gözlerine takılmamak imkansız! Hacı Adil, arasıra ona dönüyor. Belli ki, rütbesi ile nisbetsiz bir önemi var. Biz Meşrutiyet’in komitacılık aleminde bu önemlere alışmıştık. Salondan çıktıktan sonra, Hacı Adil’e bu zatın kim olduğunu sordum.
-Mustafa Kemal Bey, dedi.
Sonra biraz şaşıca gözlerini manalaştırarak, ilave etti.
-Yamandır!
Şark ahlakınca faziletinde şüphe edilmez bir şef olduğunu öğrenmiştim. Sözün ‘ahlak’ kelimesinin başındaki Şark’a dikkat ediniz: Bu ahlak doğruluğu ve fazileti gayet dar bir ölçüde benimser. Hususi ve şahsi ayıplar ve menfaate ait yolsuzluklar için müsamahasızdır. Ancak ne yalanı, ne de zulmü ahlaksızlık sayar.
Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mı yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen, ona da soracaksın:
– Ahmed’imi gördün mü?
Tenha çöllerde Türklerin harbini görmeyenler Türklerin kahraman olduğunu nasıl anlayabilir?.. Irak, Çanakkale, Kafkasya, Galiçya ve Romanya cephelerinde her mevsime, her düşmana ve her iklime karşı harp eden bu cesur adamlar Herkül’ün on iki imtihanını verdiler.
Sen hiç ölü tank gördün mü? Öldürmeye mahsus şeylerin cesetleri ne kadar acıklı Bunlardan biri hemen siperlerimizin önünde devrildi, iri, eğrilmiş, boşalmış cüssesiyle siperler arasında bir mania oldu.
insan kum üstünde şehit bırakmaya dayanamıyor, çünkü ne mezarı, ne izi kalıyor. Bir denizde bile insan bu kadar kaybolabilir.
Paşam, söyler misiniz, bu harbe niçin girdik? Ve üç dört yıl içinde bunalttığı bir nefesi boşaltmış gibi ohlayarak bekledi, işte cevap:
– Aylık vermek için! Ve ilave etti:
– Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeli idik.
Kırtasiye ve maaş imparatorluğunun tarihi işte böyle biter.
Karargâhın içinde: Kudüs düştü! sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyrut’a, Şam’a, Halep’e gözyaşlarımızı hazırlamak lazımdı. Artık yalnız Anadolu’yu ve İstanbul’u düşünüyorduk, imparatorluğa, onun bütün rüyalarına ve hayallerine, Allahaısmarladık!
Hiçbirinin durduramadığı İngiliz seli, yine bir Türk, fakat bu sefer öz bir kumandan, Mustafa Kemal tarafından Haleb aşağısında tutulmuştur. Mustafa Kemal’in orada seçtiği savunma hattı, Milli Misak’taki Türkiye sınırı idi.
Fedakârlık ve feragat gibi, vazifeden üstün hareketler istenen işlerde
ve zamanlarda iltimas ve imtiyaz kadar zararlı ne olabilir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir