İçeriğe geç

Zamansız Düşünceler Kitap Alıntıları – Kasım Küçükalp

Kasım Küçükalp kitaplarından Zamansız Düşünceler kitap alıntıları sizlerle…

Zamansız Düşünceler Kitap Alıntıları

&“&”

Doğru söylemek yetmiyor her zaman duyacak kulaklar lazım. Belki de tümüyle kulak olmalı insan, varlığın sesini duymak ve sahih bir tefekküre koyulmak için.
İşlerim çok deme sakın, Hakikat’ten gayrı derdi olanın yaptığı iş yok demektir.
Başkasının gücüyle efelik, başkasının parasıyla bonkörlük, başkasının bedeni üzerinden ahlak zabıtalığı, başkasının canı ile mücahitlik yapmak ve başkası üzerinden kendini tanımlamak en iyi ifadesiyle ahlaksızlıktır.
Tıpkı hiçbir şey bilmediğinin bilgisiyle bilgeler arasındaki yerini alan Sokrates gibi zamansız düşüncelerle varoluşunu bezeyen insan da hiçbir şeyin sahibi olmadığının idraki sayesinde olanca zenginliğiyle insan olmanın imkanlarına açılır.
İçindeki bedende dahi kiracıyken hâlâ bir şeylere sahip olma derdiyle didinip durmakta zavallı insan.
Herhalde gaflet bu olsa gerek.
Modern zamanların alamet-i farikalarından birisi de muhayyel yokluklarında acı duyduğumuz imajinatif varlıkların çoklığudur. Sebebini dahi bilmediğimiz acılara maruz kalışımız ve derin bir daralmasına duçar oluşumuz bundan dolayıdır. Bu kadar çok muhayyel varlığa dair sahte arzuya ve acıya varlığımız tahammül edebilir mi hiç?
Çağdaş zamanlarda insanlar olana özenir, imrenir ve öykünür; olması gerekene ise inanır hale gelmişlerdir. Anneleri ve babaları gibi eşlerinin olması gerektiğine inanırlar, lakin büyük bir iştiyakla imaj varlıklarına aşık olurlar.
Bedenleri öldürmüşler, ruhlara zulüm var.
Varlıktaki her tezahür tezahür Eden’e bir işarettir lakin tezahür Eden’in Varlığı aynı zamanda tezahürle perdelenmektedir.

Düşünmek, perdeyi aralamak, kendisi de bir perde olan ben’i aradan kaldırmak, tezahür edende Gizlenen’e odaklanmak demektir aynı zamanda.

Düşünce konusu kıldığımız herhangi bir meselede düşüncemizin başka türlü düşünme imkânı sunmadığı durumlar, apriori hakikatlere değil, olsa olsa hakikat konusunda beşeri düşüncenin sınırlı bir imkâna sahip olduğuna işaret eder.

Dünya bu hem unutturur hem de yorar insanı.

Çeker kendisine önce insanı bedeni yorar. Rahat döşeklerde dinlendirirken bedeni, kendisiyle meşgul ederek ruhları yorar…

..Cehalet mutluluk iken kim talip olur kazanılması büyük bedeller ödemeyi gerektiren hakikatlere.
Herkes tek başına iyi, iyi niyetli, samimi, falan filan; fakat aslolan bu iyilerin ahenkli bir bütüne vücut verip bütünsel iyiyi gerçekleştirmeleridir. Tıpkı her biri tek başına son derece güzel olan renklerin bir ressamın elinde çok güzel ve ahenkli bir resme, bir çocuğun elinde ise saçma sapan bir renk karmaşasına vücut vermesi gibi insanlar da ya bütünsel iyi için kendi iddialarından vazgeçip bütünsel iyinin mütevazı bir parçası olurlar ya da iddialarında (nefislerinde) diretip bütünün mahvina sebep olurlar.

Ne hikmettir ki toplumsalın sonunun geldiği çağımızda insanlar, kendi bireysel iyileri uğruna bütünsel iyinin yok edilişine ortak olmakta. Bilmiyor zavallı modernler bütün iyi olmadan tek tek fertlerin iyi olması mümkün değildir.

Gözlem, gerçekliğin bilgisi ve doğruluk için bir yöntem olarak varlığını sürdürdükçe görünüş dünyasının ötesine geçme şansı da söz konusu olmayacaktır.
Zira gözlem araçlarının derinleşmesinin insana sağlayacağı şey, hakikat ve gerçeklik değil ancak daha da derinleşmiş ve çeşitlenmiş fenomenal bir dünya resmi olacaktır.
Zavallı modern insan, gerçekliği bulduğunu sanırken derinleşmiş ve çeşitlenmiş fenomenal bir alem içinde kendi hakikatini dahi kaybetti.
Aklın hakikati tayin ve tespit hususundaki zayıflığı ile fenomenler dünyasındaki gücü arasındaki ayırımı temyiz edemeyen rasyonalist zevat bilmelidir ki epistemolojik bakımdan düşünüldüğünde hakikati akla irca etmek, aklın sınırlarına indirgenmiş bir hakikat resmi sunmaktan öte bir anlam taşımaz.

Diyebilirsiniz ki ne yapalım aklımız ancak buna erdi, eyvallah der Hakikat mütebessim bir eda ile. Ben Kendimi, Beni inşa etmeye çabalayanlara değil, rasyonel olanın kifayetsizliğini idrak etmiş olan ve anlamaya koyulan gönüllere ifşa ederim usul usul.

Sahi, Varlık hakikatini ifşa etmek için aklı dikkate almak zorunda olsa idi, akıl hem varlık hem de hakikat için ölçüt kılındığından ötürü insan varlığın ontolojik temeli, insan aklı da hakikat olmuş olmaz mıydı? Varlığın hakikatini ifşa için böyle bir hümanistik temeli gerektirdiğini hangi rasyonel çıkarım veya gerekçe ile keşfettik? Yoksa bu da sakın paganizmden miras hümanistik bir dogma olmasın?

Akıllar tekrar dağıtılacak olsa herkes kendi aklına sahip çıkarmış derler, doğrudur lakin bilgelik akla gelen veya görünenin mutlaklaştırılmamasını gerektirir.
Hiçbir beşer mutlak olana, mutlak bir biçimde muttali olamaz. Herkes hakikat karşısında temkinli ve tedbirli bir düşünce içerisinde, diğer imkânları büsbütün reddetmeden, kendine açılan imkânlar muvacehesinde hakikat yolunda doğru bir biçimde yürüme çabasında olmalıdır. Aksi taktirde herkes, hakikate sahip olma hissiyatının sevk ettiği hakikat konformizmi içerisinde farklı olana yönelik epistemik bir şiddet uygulamak durumunda olacaktır.
Elimden gelse ahlak, din ve değer üzerinden mikro veya makro düzeyde politik bir söylem geliştirilmesine mani olurdum. Zira zulmün en sinsisi söz konusu değer içerimli boyutlar üzerinden geçerek kendisini gerçekleştirmekte. Kavga halindeki tarafların aynı değer argümanlarıyla karşısındakini ahlaksızlık, inançsızlık ve değersizlikle itham ediyor olması tuhaf değil mi? Demek ki iktidar düzenekleri kendi zulüm edimlerini ahlak, din ve değer örtüsüyle gizleme eğiliminde. Mikroskobik faşizm kendisini başka türlü nasıl gerçekleştirebilirdi ki?

Gerçek ahlak, din ve değer mi? Haklarında konuşulduğu (edebiyat yapıldığı) her yerde samimi birkaç kişi ile birlikte varlıklarını alıp kendilerini gizlemekte.

Çoğunlukla insanların iyi niyet ve samimiyet kisvesi altında eylemlerini gerçekleştirdikleri ifade ediledurur. Oysa adalet ve hakkaniyet iyi niyet ve samimiyet ile değil, sahih bir tefekkür içerisinde kendi aleyhimize dahi olsa olması gerekene tabi olmakla alakalı bir mahiyete sahiptir.
İlim ve mülkün Allah’a ait olduğu fikri, insana gerek varlık ve hakikat üzerindeki hâkimiyet iddiasından gerekse kendi varlığını sevk ve idarede olduğu kadar başkalarıyla kurduğu etik ilişkide de bir nefis muhasebesi içerisinde olarak kendi narsistik iddialarından vazgeçmesine yol açan bir etik pozisyon almasını sağlayacaktır.
Yargılamak, sınamak ve kınamak yalnızca Allaha mahsustur. Bunlar, ahlakî bir hayatı tesis edip insan olabilmek için sakınılması gereken en temel eylemlerdir.
Başkasının gücüyle efelik, başkasının parasıyla bonkörlük, başkasının bedeni üzerinden ahlak zabıtalığı, başkasının canı ile mücahitlik yapmak ve başkası üzerinden kendini tanımlamak en iyi ifadesiyle ahlaksızlıktır…
İnsan soğurulmak suretiyle içine çekildiği simülasyon dünyasında, eşzamanlı olarak herkes olabildiği gibi, aynı zamanda hiç kimsedir de.
Göklere ait bir varlığın arza bu denli düşkün olması cehaletindendir.
Dünyaya düşkün yüreklerin fani varlıklardan medet umması, düşmüş olmaları nedeniyledir dünyaya. Yüreğin erdemi dünyaya meyletme fukaralığında gizlenir de düşkün yürekler onu fakir zanneder, bilmeden asıl zenginliğin dünyaya karşı kayıtsızlıkta gizli olduğunu.
Gülü demedim, güle demedim, ben sadece güle götüren yolu, güle giden yola dedim.
Her taraftan varlığın bastığı insana yokluğu anlatsak Varlığın varlıkta yitip yoklukta Varlığa geldiğini söylesek anlar mı?
Şükür ki yokluğun varlığında varlık bulanlar bozabilmekte itibari varlık oyunlarını.
Uykudan uyanmak için vakit çok erken derken ansızın uyandıracak Azrail, tüm oyunları bozarcasına. Herkes aynı şeylere müptelayken ben ne yapabilirdim ki mazereti, geçerli bir değer taşır mı varlık diyarında?
Her şeye, her yere yetişsek de kendimize geç kalmışlığımızı nasıl telafi edebiliriz ki? Varlığına geç kalmak suretiyle yokluğa mahkûm olmuş düşüncesiz bir çağın alametifarikalarıdır olup bitenler. Düşüncesizce sürüklendiğimiz boşluk, varlığımızın yokluğudur aslında.
İnanacak yerlerini de bir bir yok etmiştir insan kendi elleriyle.
Dile düşen her şey anlamını yitirmiş, gündüz vakti fenerle Adem aranır olmuştur yeryüzünde.
Tüketim kültürünün yarattığı gri alana dahil oldukça renklerini yitirmiş varlıklar, ayırımlar kaybolmuş ve kişilerin kendi olmalarını mümkün kılan, kendilerine has varoluş biçimleri dahi, zayıf karakterdeki reaktif güçlerin egemenliği altına girmiştir. Kendi olma imkânını yitiren insan, herkes içinde anonim bir kendiliğe dönüşüp yitirmiştir varlığını.
Tutunamayan tutunacak yeri olmayan demek değildir, masivada tutunulacağı sanılan her şeyi, hakikatine yani hiçliğe taşımak suretiyle boşa çıkaran demektir.
İnsanlığın ukba ve fevkalbeşer olanla irtibatını yitirmesi, varlığı ibret ve temaşayla nazar etmeyi bırakıp gözlem nazarıyla bakmaya başlamasıyla eşzamanlı olarak gerçekleşmiştir.
Yazık ki Çağdaş zamanlarda kalbi yoruldu insanın. Kalbi yorulanın basireti, firaseti, ahlakı ve insanlığı olur mu hiç?
Unutmayan insan oldu unutan ise hüsranda kaldı.
Zira çağdaş tüketim kültürü içerisinde insanlar imaj alıp imaj satarlar, görünüş var olmakla özdeşleştiği ölçüde, görünmek de bir var olma biçimi olup çıkıverir. Avm’ler, cafeler ve restaurantlar nihayetinde görülme mekânları olduğundan, dudak uçurtan fiyatların karşılığı, alınıp satılan eşyalar değil, imaj ticareti yapılan ortamın zamansal kullanım veya kira bedelidir.
Bebeklerin katledildiği, ırz ve namusların çiğnendiği bir dünyada güllerin solmasına ağıt yakacak değiliz.
Sahi gök gökte, yıldızlar semada, yer yerde, velhasıl her şey olması gerektiği yerde kendini kendisi olmaya bırakmışken insan neden kendini insan olmaya bırakmaz ki ?
Arzu nesnelerinin güdümünde yaşayıp içindeki ukdelerle ölmek, imaj varlığı olarak insanın yazgısıdır çağdaş zamanlarda.
Solmasına mâni olamayacağın çiçeği koparmayacaksın dalından.
Varlığını nasıl hisseder ki insan, hasret dokunmadan yüreğine ?
Sakın maşukun yokluğunda fark ettiğimiz, onun varlığında, bir türlü farkına varamadığımız kendi varlığımız olmasın ?
Hakikatten düşmedikten sonra dünyanın gözünden düşmenin hiçbir önemi yoktur. Hakikate vasıl olma yolundaki kımıldayış, dünya içer son sürat koşmaktan evlâdır. Zîra dünyevî varoluşun yolları paradoksaldır: Kaybeden kazanır, kazanan kaybeder.
Günah, dışarıda değil; istikametini kaybetmiş kalbin derununda estetik bir form kazanıp sempatik hale gelir. İçeriden arzulanmayan bir şey, dışarıda varlık ve itibar kazanır mı hiç ?
Zamanın ruhu rengini griye boyamış, hakikati rölatifleştirmiş, insanları da renksizleştirmek suretiyle ahlaksızlaştırmış.
Bir ömür boyu, bin bir zahmetle elde ettiğini sandıklarını apar topar terk etmek zorunda kalacak olmasına rağmen kökeninde nisyan olmasından dolayı çok azı istisna hakikatine gafil kalan varlıktır insan.
Tüm insani ve dini değerlerin ekonomik refah kaygısının ardından bakakaldığı bir çağda insandan bahsetmek, gülecek yerleri ağrıtacak kadar komik.
Burası arz değil, burası dünya. Burayı, hakikatini bir çırpıda unutan insan, bir avuç vehim, bir avuç haset ve bolca pislikten yarattı.
Bildiklerimizle amel etmenin en çok gerekli olduğu zamanlarda büyük lafların gölgesinde dindarlığın simülasyonuna duçar olmak ahlaklı bir insan olma imkânını yok ederken mikroskobik faşistleri ise çoğaltır.
Öyle hafiflemiş, öyle hafiflemiş ki buharlaşıp sıyrılmış tüm varlığından görüntüye dönüşüvermiş hafifliğinden.
Var olmak için ihtiyaç duyduğu şeyden gayrı, her şeyin ağırlığını yüklenmiş de çağdaş insan, sonunda ağırlık diye atıvermiş varlığını üstünden.
Yola düşmek yolun sonuna değil, yola tabi olmak olduğundan yolun sonunu düşünmek de yoldan çıkarır insanı bu yolda.
Zavallı modern insan, gerçekliği bulduğunu sanırken derinleşmiş ve çeşitlenmiş fenomenal bir âlem içinde kendi hakikatini dahi kaybetti.
Bakıyordum da insanlar düştükleri yerde oyalanıp durmaktaydı, üstelik Hakikat’ten düştüklerini dahi unutmuş bir vaziyette sağa sola savrulmaktaydılar.

Bir şeyler arar gibiydiler, lâkin her halleri aradıklarının kaybettikleri olmadığını ele vermekteydi.

Düştükleri yerde görüp bulduklarının sarhoşluğunda kaybolmuş durumdaydı çoğunluk.

Ne tuhafmış kaybetmiş olma bilincini dahi kaybetmiş olmak.

Bakışlarda varlık kazanmanın bedeli, kendi varlığını yitirmektir. Kazanılan imaj varlığı yine bakışlarda anlık bir biçimde yitirilirken insanın kendi varlığını bulup geri kazanması hayli güçtür.
Şuncacık yüreğe dünya kadar saçma sapan ağırlık yükleyip yüreğin isyanını aşk sanarak aşk edebiyatı yapmak ve Maşuk’a yer kalmadı diye ağlamak da neyin nesi ? Hiç Maşuk şirk’i kabul edip müşrik bir yürekte iskân eder mi ?
Aşkın amaçlı bizatihi kendisi olduğu için ne kadar da iğreti duruyor, vuslata ayarlı yüreklerde aşk libası.
Yüksekten değil, alçaktan düşüyor çağdaş zamanlarda insan. Hiçbir şey olmaz sanır alçaktan düşen oysa varlığı tuz buz eden bir düşüştür bu aslında.
İnsan hesap kitap peşinde yorgun, harap ve bîtap bir halde gelecekten kurtarmaya çalıştığı ömrünü hebâ ederken en büyük espiriyi Allah ölümle yapar ve bütün itibari, hayali, simülatif varlık oyununu darmadağın eder. Son şaşkınlık ise onca uyanmayan insan varlığını, kaybetmiş olduğu hakikatle buluşturur, ama ne fayda.
Adalet, insan olmanın insan için başka alternatifi olmayan tek seçenek olduğunun kavranmasıyla ete kemiğe bürünen bir erdem olduğu için oluş ve bozulmuş dünyasında tüm varlığıyla tezahür etmeyip kendini hep geleceğe saklar.
Başkasının gücüyle efelik, başkasının parasıyla bonkör lük, başkasının bedeni üzerinden ahlak zabıtalığı, başkasının canı ile mücahitlik yapmak ve başkası üzerinden kendini tanımlamak en iyi ifadesiyle ahlaksızlıktır.
Gerçekliğin azı, simülasyonun sağladığı çok gerçeklikten evlâdır.
Olması gereken yerde tezahür etmeyen güç kaçınılmaz olarak zulme vücut verecektir.
Zira gerçekliğin azı, simülasyonun sağladığı çok gerçeklikten evlâdır. Başkasının gücüyle efelik, başkasının parasıyla bonkörlük, başkasının bedeni üzerinden ahlak zabıtalığı, başkasının canı ile mücahitlik yapmak ve başkası üzerinden kendini tanımlamak en iyi ifadesiyle ahlaksızlıktır.
Hep bir şeylere geç kalmışçasına an’ı yarına tehir edip aceleciliği yüzünden geç kalmasıdır insanın bu dünya imtihanı.
Aşkın amacı bizatihi kendisi olduğu için ne kadar da iğreti duruyor, vuslata ayarlı yüreklerde aşk libası."
Allah’ın arzı küçük olduğu için değil isyankâr nefse hiçbir şey yetmediği için arz insana küçük gelmektedir.
Küçük bir zerre olsa da var olmaya değer bulunmuş varoluşumuzun, bize biçtiği küçük ama anlamlı dünyada gerçekten var olmaya çalışmak gerekmektedir.
Hakikat yolunda topluca yürünmez, Hakikat’in yolu da yolcusu da biriciktir.
Gündüz vakti fenerle Âdem (insan) arar olduk, lakin bulmak ne mümkün.
Bedenleri öldürmüşler, ruhlara zulüm var.
Adaletle imtihan edilip kazanan fani varlığın adıdır İNSAN.
Güzelliğin Derinliği Olarak Aşk

Güzelliğn derinliği derinleştiremiyorsa aşkı; dokunmadan uzaktan sevmeyi öğretemiyorsa insana orada aşk yok demektir.

Cehalet
Göklere ait bir varlığın arza bu denli düşkün olması cehaletindendir.
Rotası Şaşmış Modern Hayret

Zavallı modernler,neye hayret edip neyle büyüleneceklerini dahi şaşırmışlar.Kafalarını kaldırıp uzaya bakar,hayret eder,galaksilerle büyülenirler.Oysa göklerde ve arzda olan her şeyin insanın emrine musahhar kılınmasına hayret edip musahhar kılanla büyülenmeleri gerekirdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir