İçeriğe geç

Zamanın Ağızları Kitap Alıntıları – Eduardo Galeano

Eduardo Galeano kitaplarından Zamanın Ağızları kitap alıntıları sizlerle…

Zamanın Ağızları Kitap Alıntıları

Tehlikeli olan biziz ve köpek balıkları bunu çok iyi biliyor, ama onlar ne film çeviriyor ne de roman yazıyor.
Eğer yalnızca suçluları cezalandırırsanız, yalnızca suçlular korkar.
Ay yeniden doğar, ama insanlar değil.
Bizler de yeni doğan evrenin uzak titreşiminin yankılarıyız.
(…) Gördüklerini görmekten yorulmuşlardı.
General gazete okuyordu. Ama gazete başaşağıydı.
Başkan Alvaro Obregon öğrenmek istedi:
“Gazeteyi hep tersten mi okursunuz?“
General onayladı.
“Nedenini öğrenebilir miyim?“
“Deneyimlerden, başkan, deneyimlerden.“
İnsansız bu kadar toprak varken neden topraksız bu kadar insan var?
Fast food, fast wood: yapay ormanlar bir anda büyüyüp bir saniyede satılıyorlar.
Deniz özgür ama kızları değil.
Öğretmenleri büyüyünce ne olacaklarını sorduğunda kızlar susuyor. Sonra alçak perdeden itiraf ediyorlar: Daha beyaz olmak. 
Mutluluk bir ağın üzerinde sıçrayan bir kangurunun üzerinde sıçrayan bir kurbağanın üzerinde sıçrayan bir pireydi.
Hiçin güzergahı mı, hiç kimsenin adımları mı? Zamanın ağızları anlatıyor yolculuğu.
Yaşamak; ölümlü bir alışkanlık.
Sesim ağrıyor.
Ve oyun başladı.
Herkes o oldu.
Bakılmak için doğan, kimseye bakmaz.
Yalan söz adlandırdığı şeye hakaret eder, gerçek söz ise her şeyin ruhunu açıklar
Eğer sana sözümü veriyorsam, kendimi veriyorum demektir. Dil bir çöplük değildir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hala bu durumdayız.
Soğuktan donmuş halde kelimeler arıyoruz.
Yuttuğum kelimeler şişmanlatsaydı, dünyaya sığmazdım.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Övmek için aslan gibi deriz. Hakaret etmek için sırtlan gibi deriz. Sırtlan güler. Neden acaba?
Yuttuğum kelimeler şişmanlatsaydı, dünyaya sığmazdım.
Onlar, başkanlar ve generaller uzaktan öldürmeyi emrederler. Karı koca kavgalarının dışında hiç dövüşmezler. Tıraş olurken bir çizikten akandan daha fazla kan dökmezler. Otomobillerin tükürüğünden başka zehirli gaz solumazlar. Bahçelerine ne kadar yağmur yağarsa yağsın çamura batmazlar. Güneşte çürüyen cesetlerin kokusundan değil belki bir hamburger zehirlenmesinden kusacaklardır. İnsanları ve kentleri paramparça eden patlamalar değil zaferi kutlayan hava fişekler korkutur belki onları. Kurbanlarının gözleri uykularını kaçırmaz.
Eğer yalnızca suçluları cezalandırırsanız, yalnızca suçlular korkar.
Turist bıkkın, gidiyor. Düşünüyor: Bu ülke asla bir yere varamaz.
Sesim ağrıyor.
Dilenciler de sadakaya karşılık bir şey sunmak gerektiğini öğrendiler. Sokak onlar için bir vatan, toprakları eksik: Ne yerüstü ne yeraltı ne de kamu şirketleri var verebilecekleri. Ancak öteki dünyada bir yerle iyiliğe mukabele edebilirler ve öyle yapıyorlar.
O okyanuslarca Coca Cola içmemişti, bir hamburger dağı yememişti, milyonlarca aspirin içerek midesinde bir krater açmamıştı, kredi kartlarının onu saçlarına kadar borç batağına sokmasına izin vermemişti.
Yaklaşık üç yüz bin yıl önce kadın ve erkek ilk kelimeleri söylediler ve anlaşabileceklerine inandılar.

Hâlâ bu durumdayız: İki olmak isteğiyle, korkudan ölmüş, soğuktan donmuş halde kelimeler arıyoruz.

Emeklilik maaşı kendini asmak için ip almaya bile yetmiyor.
Hayatın salam olmadan bir şeye benzediğinden emin değilim.
Devlet mi? Kördü. Hükümet mi? Sağırdı.
Geçmek Yasak
Köpekle Girmek Yasak
Çöp Atmak Yasak
Sigara İçmek Yasak
Ateş Yakmak Yasak
Tükürmek Yasak
Park Etmek Yasak
Afiş Asmak Yasak
Gürültü Etmek Yasak
Yasak.
Fiyatlar bulutların üstüne çıktı. Kimse faturasını ödeyemedi.
Luis, yedi yaşında, Francisca Bermúdez’in oğlu: Eğer ona inanmazsam, Tanrı kızar mı? Ona nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.

Marcos, dokuz yaşında, Silvia Awad’ın oğlu: Eğer Tanrı kendi kendisini yaptıysa, sırtını nasıl yapabilmiş?

Orfozlar ve bazı başka balıklar cerrahi müdahale olmadan cinsiyet değiştirme sanatının virtüözleridir. Şaşırtıcı bir kolaylıkla dişiler erkeğe, erkekler dişiye dönüşüyor ve hiçbiri alay konusu olmuyor; ne de doğaya ya da tanrının kanununa ihanetle suçlanıyorlar.
En eski insanların ayak izlerinden geriye bir şüphe işareti kaldı. Birkaç yılcık geçti. Şüphe devam ediyor.
Kuşlar sabahı mı haber veriyor? Yoksa şarkı söyleyerek onu yapıyorlar mı?
Kendimle özgürlüğümü taşıyorum.
Orman yangınlarına bir son vermek için ormanları kesmek lâzım;
Baş ağrısına son vermek için hastanın başına vurmalı;
Iraklıları özgürleştirmek için, onları toza dönünceye kadar bombalayalım.
Eğlence endüstrisi yalnızlık pazarından geçiniyor.
Teselli endüstrisi kaygı pazarından geçiniyor.
Güvenlik endüstrisi korku pazarından geçiniyor.
Yalan endüstrisi aptallık pazarından geçiniyor.
Kulelerin yıkılışından birkaç ay sonra İsrail Cenin’i bombaladı.
Filistinlilerin kaldığı bu sığınma kampı, yıkıntıların altında bir dolu ölüyle koca bir deliğe dönüştü.
Cenin’deki delik, New York kulelerindeki delikle aynı boyuttaydı.
Ama, kaç kişi gördü bunu
Dünya, evinin neresi olduğunu bilmiyor
-İnsanları görmemize izin vermiyorlar.
İmza: Yıldızlar
Sesim ağrıyor.
Eskiden beri, kelebekler, kırlangıçlar ve filamingolar her yıl soğuktan kaçarak uçar, balinalar başka bir deniz arayarak yüzer.

Buna karşılık insan göçünün yolları açık değildir.

Yaşamı dans et, yaşamı tat.
Ne zamana kadar önemsemiyor numarası yapacaksın? Ağzın susuyor, ama ben kalbinin sesini duyuyorum.
Hayatını kitapları yemeye adamış, ama güvelikle de bir ilgisi yok. Her dilde kelime kelime çiğneyerek ne bulursa azar azar yiyor; romanlar, şiirler, ansiklopediler
Cezamızı tüm günahkârlarla beraber mi çekeceğiz? Herkes toprağı, suyu ve havayı zehirleyenlerle beraber ateşte kebap mı olacak?
Bu dünyaya ne yaptınız?
Onu hangi süpermarketten aldığınızı sanıyorsunuz? Bize kötü davranma ve yok etme hakkını size kim verdi?
Dönmek istiyordu, ama nasıl bilmiyordu; devam etmek istiyordu, ama nereye bilmiyordu.
İyi bir annenin çocuğunun kurallarına itaat etmesi gerektiğini söyledi:

-Canım ne isterse oynayayım, çıplak ayak gezmeme karışma, beni okula ya da benzer bir yere gönderme, erkenden yatmaya yollama, her gün ev değiştirelim.

Alfabenin en önemli harfinin Y olduğunu düşünüyor
Geçmek Yasaktır.
Köpekle Girmek Yasaktır.
Çöp Atmak Yasaktır.
Sigara İçmek Yasaktır.
Tükürmek Yasaktır.

Yasaktır.

– Ne bok yemeye burada bu?
..
– Öyle denmez oğlum.
..
– Öyle denmeyen kelimeler niye vardır peki Anne?
Anne, beni kaç yaşımda sütten kestin? Psikoloğum bilmek istiyor.
Sende değiştirebileceğim tek şey adresin
Zamandanız hepimiz.
Bizler onun ayakları ve ağızlarıyız.
Bu birinci. Gecenin sonu yaklaştığında, zamansız öten sessizliği bozuyor. Hiç yorulmayan bu zamansız, ötücülüğün ustalarını uyandırıyor. Ve ilk ışıktan önce, dünyanın bütün kuşları kendilerine benzeyen çiçeklerin üzerinde uçarak pencereden serenata başlıyor.

Bazıları sanata olan aşklarından şarkı söylüyor. Diğerleri ya haberleri aktarıyor, ya dedikoduları ya şakaları; ya nutuk çekiyorlar ya da mutluluklarını ilan ediyorlar. Ama hepsi, sanatçılar, haberciler, şakacılar, dedikoducular, can sıkıcılar ve çılgınlar, o koca orkestrada tek bir cıvıltıda birleşiyorlar.

Kuşlar sabahı mı haber veriyor? Yoksa şarkı söyleyerek onu yapıyorlar mı?

Resimler insan elinden doğdu. Ama onlar aynı zamanda ışığın, her gün havadan yayılan ışığın da eseri ve onun emrindeler. O, ışık, öteki sanatçı, kraliçe ve hanımefendi, canının istediği zaman, canının istediği biçimde gösteriyor onları.
Tehlikeli olan biziz ve köpekbalıkları bunu çok iyi biliyor, ama onlar ne film çeviriyor, ne de roman yazıyorlar.
Carlos çok yer gezmişti, ben kelimesinin bütün dillerde en çok kullanılan kelime olduğunu biliyordu. Tik, Maya topluluklarının sözlerinin ve hayatlarının merkezinde parıldayan bu kelime, biz anlamına geliyor.
Savaş yıllarında, gündoğumlarında her kadın bedeni bir korku haritasıydı. Eğer korku göğüslerine baskı yapıyorsa, oğullarından biri geri dönmeyecekti. Eğer mideler kazınıyorsa, ordu yakınlarda bir yerdeydi. Eğer böbrekleri ağrıyorsa, kuyuda su bitecekti ve ve kim su bulmaya çıkarsa bunu hayatıyla ödeyecekti.
– Bu ülkede siyah yoktur, diye açıkladı belgeleri dolduran siyah memur.
Hırsızlar eşyaları değil, düşüncelerimi çaldı.
Bir duvarda birinin herkese yazdığını okuyorum: Sesim ağrıyor.
Brezilya’da köylüler sordu. İnsansız bu kadar toprak varken, neden topraksız bu kadar insan var? Onlara kurşunlarla cevap verildi.
Ve:
-Sende değiştirebileceğim tek şey adresin, dedi.
Yuttuğum kelimeler şişmanlatsaydı, dünyaya sığmazdım.
Ateşe kötü davrandım, iyi yanmadığı için sopayla vurdum.
Rüzgarın içine gireceğiz.
Neden kimse onlara her şeyin bu kadar kısa süreceğini söylemedi?
Yalan söz, adlandırıldığı şeye hakaret eder, buna karşılık gerçek söz, her şeyin ruhunu açığa çıkartır. Yenilenen ruhun onu söyleyen kelimelerde yaşadığına inanıyorlar. Eğer sana söz veriyorsam, kendimi veriyorum demektir. Dil bir çöplük değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir