İçeriğe geç

Yüzlerin Ötesini Gören Adam Kitap Alıntıları – Eric Emmanuel Schmitt

Eric Emmanuel Schmitt kitaplarından Yüzlerin Ötesini Gören Adam kitap alıntıları sizlerle…

Yüzlerin Ötesini Gören Adam Kitap Alıntıları

&“&”

Olduğum kişi olduğumu ispat etmek beni daima yaralamıştır.
Ben hayran olmayı seviyorum. Her sabah uyandığımda acaba bugün beni ne büyüleyecek diye sabırsızlanıyorum.
Cümleler hislerle algılanabilecek olanın yüzeyinde dalgalanıyorlar.
İnsanlar için geçerli olan evler için de geçerlidir, sevdiklerin seçilmez. Boyun eğilir, teslim olunur. Sevmek için sebep arıyorsan sevemezsin.
-Éric-Emmanuel Schmitt?
-Pardon?
-Metafizik ve dinlerle kafayı bozmuş bir yazar olarak bilinir. Tiksindikleri ya da onaylamadıkları da dahil olmak üzere tüm insanları anlama tutkusuna sahiptir.
Biz konuştuğumuzda kim konuşuyor? Belki biz.. Belki ailemiz.. Belki toplum.. Belki Tanrı.. Davranışlarımızın, eylemlerimizin faili biz miyiz? Ya hayatımızın faili? Gerçek özgürlüğe bir gün ulaşacak mıyız?
Tanrı’dan hoşnut olmayanlar aslında insandan hoşnut olmayanlar. Tüm güce sahip bir Tanrı isterken, özgürlüğü olmayan bir insan talep etmiş oluyorlar.
– Benim terörist olmam size olası gelmiyor mu?
-Ah, hayır.
-Neden?
-Çünkü sen soru soruyorsun. Bir fanatiğin soruları yoktur, sadece cevapları vardır.
İnancın mecburiyeti yoktur. Hatta onu tanımlayan şey güvenilmezliğidir.
Hayat bir trajedidir: Onu bir komedi gibi yaşamak gerekir.
“Kitaplarım hiç ama hiç anlaşılmıyor. Onları basıyorlar, satıyorlar, satın alıyorlar, referans gösteriyorlar ama onları doğru dürüst okumuyorlar bile. İnsanoğluna kırgınım.”
“Asla şefkat yok. Asla oyun yok. Asla sohbet yok. Hiçbir şey yok. Baba olmak onu koca olmaktan daha fazla ilgilendiriyor değildi. Dalgınlıkla evlenmiş ve sevişmiş olmalıydı ya da toplumsal teamüller gereği…”
“Her dönemde cana kıyıldı. Bilmem ne adına. Bütün bu tahammülsüzlükler aynı korkuyu ifade ediyor. Barbar, kendisi gibi düşünmeyeni yok eder.”
“Hiçbir kutsal metin Tanrı’nın akıllara durgunluk veren kıyıcılığından nasibini almadan son bulmuyor.”
“Seçimlerde senin oyunun da benimkiyle bir tutulduğunu düşündüğümde demokrasiye olan inancımı kaybediyorum.”
“Biz Kuran’la yaşarız, okumaya ihtiyaç yoktur. Sözlük gibi, sen sözlük okudun mu?
İşte beni perişan eden şey de bu: Yok olma gücüne sahip olmamak. Başıma ne gelirse gelsin bedenim direniyor, inat ediyor, mekanik bir şekilde telef olma arzuma kayıtsız kalıyor. Sebepsiz yere ayak diriyor. Ruhumun bir hükmü yok, sözü geçen ağır, yavaş ve dayanıklı olan etim, kemiğim. Sonuçta ne yaşamayı becerebiliyorum ne de ölmeyi. Tüketici bir acizlik içindeyim.
Bir şeyi bitirmek için yapma, yapmak için yap. İnsanlar geleceği işgal etmek için geberiyorlar ama şimdi için bir şey yapmıyorlar. Yaşamaya hazırlanıyorlar, yaşamaktan keyif almıyorlar.
Benim kitaplarımın çift işlevi vardır: Işık ve ayna. Işık, yolunuzu aydınlatmak için, ayna ise orada kendinizi tanıyın diye.
… suçlunun insan olabileceğini göz önünde bulundurmayı da ihmal etmeyin… Gazları yayarak iklimleri değiştiren o. Atmosferi ısıtan ve ozon tabakasına zarar veren onun faaliyetleri. Dünyayı daha verimli hale getirme bahanesiyle dünyayı tüketen onun açgözlülüğü. Doğayı sanayileştiren onun iştahı; süt, yumurta, et veren, bedava işçilere dönüştüren hayvanlar da buna dahil. Ormanları yok eden onun doymak bilmezliği. Biyolojik çeşitliliği azaltan onun emperyalizmi. Atom tehlikesini yaratan onun bilimi. Belki sizin kıyamet metinleri bizi bu konuda uyarıyordur. İnsanlara diyordur ki eğer asıl olanı unuturlarsa kaos üretirler ve hiçliğe doğru adım atarlar
Kim, ne yaptığını biliyor ki? Kim, kendini ifade ederken ağzından çıkanı biliyor? Biz konuşuyorken içimizde kim konuşuyor?
Bazı ölüler diğer ölülerden daha az ölüdür.
“Hayat bir anda son bulabilir, Augustin. Şu an sana sağlam gibi görünür, ama yine de bir saç telinden daha kolay kırılır. Bir arter tıkanır… Bir damar genişler… Kan beyne dolar… Bir düşüş… Bir bomba… Direksiyona geçen bir sarhoş…”
“Birinin kendi hayatını diğerlerini yok etmek için mahvetmesini sen kendine açıklayabiliyor musun? Yaşam yerine büyük bir öfkeyle ölüm yetiştirmesini? Fanatikler zafer kazanıyorlar Augustin. Terörün anlaşılacak bir tarafı yok.”
“Nicelik, nitelikteki eksikliği gizlemez.”
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
“Bazen gerçekler öyle göz kamaştırıcıdır ki kör eder.”
“-O halde dindar insan ile şiddet arasında bir bağ var.

– Hayır, cehalet ve şiddet arasında bir bağ var. Şiddet bana belirsizlikten kaçmak için girişilen umutsuz bir teşebbüs olarak görünüyor. Şiddete başvuranlar haklı olmayı arzuluyorlar ve yalanlanmak istemiyorlar. Sorulardan kaçmak istiyorlar. Sadece bilmek arzusundalar. Cevaplardan değil sorulardan ibaret olan insanlık durumundan kaçıyorlar. Aslında bizzat Tanrı olmak istiyorlar ama gülünç bir taklidi olmaktan öteye gidemiyorlar.”

“İnsanlar için geçerli olan evler için de geçerlidir, sevdiklerin seçilmez. Boyun eğilir, teslim olunur. Sevmek için sebep arıyorsan sevemezsin.”
“Ölmek neden? Tanımadığı insanları öldürmek neden? Hangi amaç buna değer?”
İnsanlığın dörtte üçünün kökünü kazıyabilirsin, şüpheyi öldüremezsin.
Şiddetin belirsizliğin bir patolojisi olduğuna kanaat getirdim. Fanatik, aklın, muhakemenin, ruhun sınırlarını kabul etmek yerine bilmediğini bilmemeyi reddediyor ve nesnel gerçekler için öznel seçimler yapmayı tercih ediyor. Şiddet, insan sınırlarını reddettiği zaman ortaya çıkıyor.
Eskirken şekil özden daha fazla önem kazanır, kap muhtevadan daha çok itibar görür. Buna da çöküş adı verilir.
– İnsan ile neyi kastediyorsunuz?
– İki ayaklı yaratık, tüysüz, hayvandan daha bahtsız, çünkü cevabını asla bulamayacağı sorularla dolu. Bitmeyecek bir arayış.
– Benim saygı duyduğum Tanrı, ne olumsuz düşünceleri ne de olumsuz eylemleri tetikler. Aydınlatır, teskin eder, sevgi meydana getirir. Yarıkları genişletmekten, anlaşmazlıkları artırmaktan uzaktır, bizi her şeyin birliği ve uyumu içine sokar. İçimizi minnetle doldurur, kıskançlıkla değil. Yoksunluklarımızı tatmin eder ya da bize gülünçlüklerini gösterir. Bizi gösterişsiz bir tevazuya götürerek küçültmek yerine büyütür. Bu Tanrı öldürmeyi değil, sevmeyi ve hayatı sürdürmeyi ister.
Eşyaları insanlar konuşturur.
Belki de mülkiyet eşyaları sessiz kılıyordur.
İnsanlık geviş getirerek ilerliyor.
– Kim, ne yaptığını biliyor ki? Kim, kendini ifade ederken ağzından çıkanı biliyor? Biz konuşuyorken içimizde kim konuşuyor?
Bu hastalıklı dünyayı düzeltmeyi çok istediğini, bu yüzden çok daha saf, çok daha dürüst başka bir dünyayla değiştirmeyi arzu ettiğini söyle.
Öyle babalar var ki evlatları olmadığına seviniyorum.
Neden?"
Ölmek neden? Tanımadığı insanları öldürmek neden? Hangi amaç buna değer?
– Sizin evde Kuran var mı?
– Biz Rifliyiz!
– Okudun mu?
Şaşırmış görünüyor.
– Biz Kuran’la yaşarız, okumaya ihtiyaç yoktur. Sözlük gibi, sen sözlük okudun mu?
Hocine Badawi adı geçtiğinde annem sadece çok sevdiği oğlunu görüyor, katil olanı değil.
– Dövüşün, Augustin!
– Kiminle?
– Kendinizle.
Yaş, önemsiz bir romanı ifade ediyor. Yaşın, bedenler üzerine yazdığı hikâyeler sonunda birbirine karışıyor. Karakterler artık onun yarattıklarına benzemiyor, sadece yaşlı görünüyorlar. Yaş korkunç romanlar meydana getiriyor, çünkü kendisinden başka bir şeyi sevmiyor. Kendini göstermek işin yüzleri harap ediyor. Portrelerde aynanın yerini alıyor.
Korkun bilinmezlikten besleniyor.
Yaşayanlar kendilerini alacaklı sayıyorlar. Bazı yaşayanların ölüleriyle işleri asla bitmiyor.
Bazı ölüler diğer ölülerden daha az ölüdür. Yaşayanların yanındadırlar.
İyi bir suçlu olmak için zekâ gerekir!
İmgeler de dahil olmak üzere gitgide gizli saklı olan görünür olanı, kanunsuz olan resmi olanı, kirli olan temiz olanı ele geçiriyordu.
Ruhumun bir hükmü yok, sözü geçen ağır, yavaş ve dayanıklı olan etim, kemiğim. Sonuçta ne yaşamayı becerebiliyorum ne de ölmeyi.
Bir rüyadan nasıl uyanılır? Başka bir rüyaya dalarak!
İçgüdü görgü kuralı tanımıyor… Soluk soluğa da olsam, sersemlemiş de olsam varım, yaşıyorum, buradayım, kanım damarlarımda dolaşıyor, bu şok beni yok edemedi, açım. Ahlaki olarak, en azından merhametle, yıkılmış olmam gerek, oysa ben karnımı doyurmaktan başka bir şey düşünmüyorum. Patlama sadece ruhumu vurdu, bedenimi değil. Vücudumun inatçı kudreti tüm endişe ve duygulara galip geliyor.
Düşünmem için, hissetmem için bir fırsat verseler! Tek istedikleri iş bitirmek, daima iş bitirmek. Bu işte büyük bir yanlış anlaşılma var: Biz sanıyoruz ki onlar bizim kaygılarımızı, korkularımızı gidermek için üzerimize düşüyorlar, oysa gerçekte biz onları rahatlatıp sakinleştirmek zorundayız.
Daha önce hiç öksüz bir kol görmemiştim.
Hiçbir şeyin ağırlığını hissetmiyorum, ne uzuvlarımın ne de düşüncelerimin. Bedenimin ve ruhumun yükünden kurtulmuş gibiyim, ben artık ben değilim. Bu hafifleme hoşuma gidiyor.
Ve bu acı geçecek. Açlığımdan daha çabuk hem de.
Kendini dünyada bir başına sanıyor.
Ben duvarların dibinden süzülüp görünmez olmaya çalıştıkça onlar beni fark ediyorlar.
Karakter de tıpkı ilaç gibi içeriğine göre ya iyileştirir ya öldürür.
İnsanlar gerçeklerden ziyade mutluluğu arıyor.
– Siz de öyle yapmıyor musunuz?
Sevmek için sebep arıyorsan sevemezsin.
– Ben masumum.
– Bütün suçlular böyle der!
– Peki masumlar ne der?
Bazen bir sorunun cevabı olarak sadece başka bir soru bulabiliyorum.
Kendimi yeniden şekillendirmeye ihtiyacım var. Kimim ben?
“Muhakkak, okumayı ve saymayı öğrendikten sonra uygulamak zorunda olduğumuz yegane disiplinin felsefe olduğunu düşünüyorum.”
“Cehalet ve şiddet arasında bir bağ var. Şiddet bana belirsizlikten kaçmak için girişilen umutsuz bir teşebbüs olarak görünüyor. Şiddete başvuranlar haklı olmayı arzuluyorlar ve yalanlanmak istemiyorlar. Sorulardan kaçmak istiyorlar. Sadece bilmek arzusundalar. Cevaplardan değil sorulardan ibaret olan insanlık durumundan kaçıyorlar. Aslında bizzat Tanrı olmak istiyorlar ama gülünç bir taklidi olmaktan öteye gidemiyorlar.”
Sizden kabul etmenizi değil, araştırmanızı istiyorum.
Ben Tanrıyım: Emrederim. Açıklamaları filozoflara bırakırım.
İnsanlar gerçeklerden ziyade mutluluğu arıyor.
Neden Tanrı üç kitap yazıyor? Her şeyi ilk kitapta, Eski Ahit’te söylemedi mi? Yeni Ahit’i yazdığında eskisine koymayı unuttuğu ne ekledi? Sonuçta bu Yeni Ahit onu memnun etmemiş olmalı ki birkaç asır sonra tekrar başlıyor ve bize Kuran’ı veriyor.
Şüphesiz bir filozof saldırganlaşmaz çünkü şüphe eder. Ama bir inanan şüphe etmez.
-O halde dindar insan ile şiddet arasında bir bağ var.
-Hayır, cehalet ve şiddet arasında bir bağ var. Şiddet bana belirsizlikten kaçmak için girişilen umutsuz bir teşebbüs olarak görünüyor. Şiddete başvuranlar haklı olmayı arzuluyorlar ve yalanlanmak istemiyorlar. Sorulardan kaçmak istiyorlar. Sadece bilmek arzusundalar. Cevaplardan değil sorulardan ibaret olan insanlık durumundan kaçıyorlar. Aslında bizzat Tanrı olmak istiyorlar ama gülünç bir taklidi olmaktan öteye gidemiyorlar.
Sevmek için sebep arıyorsan sevemezsin.
İdeal bir dünyada Tanrı sevimli görünür, bizimkinde ise tiksindiriyor. İdeal bir dünyada ona saygı duyardım, bizimkinde ondan korkuyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir