Ulus Baker kitaplarından Yüzeybilim Fragmanlar kitap alıntıları sizlerle…
Yüzeybilim Fragmanlar Kitap Alıntıları
Bu nedir? Orkide ile bal vermez eşek arısının ilginç bir serüveni var.Afrika orkidesi belli bir mevsimde eşek arısının üreme organına benzer bir organ geliştirir kendi bedeninde.Geçicidir bu. Öyleyse yalnızca bir ”imge ” den, eşek arısı organının bir ”resmi ” nden ibarettir. Diyelim ki, orkide kendinden kopmuş, bununla başka bir ülkede ”yersiz-yurtsuzlaşmış ”tır. Oysa bunu gören ilk eşek arısı gelip bu imge üzerine konar. Konar-göçerlik terimleriyle ifade edersek, orada ”yerleşir ”. Ama unutmamalı ki eşekarısı aynı zamanda ”yersiz-yurtsuzlaşmış ”tır. Basitçe orkidenin ”üreme aygıtı ”nın bir parçası haline gelmiştir. Ama kaçınılmaz bir şekilde, üzerine konup kalktığı orkideyi de ”kondurmuş ”, ”yerleştirmiştir ”, çünkü onun tohumlarını çok uzak bir yerlerde, farkında olmadan ekecektir.
Bu iki varlığı gerçekten ayrı ayrı iki varlık olarak kavramak mümkün mü? Elbette orkide ile eşek arısı arasında zorunlu bir özdeşlik ilişkisi, benzemelerinden doğan bir aynılık yok. Ama söz konusu durumun temelinde her ikisi, belli bir ”düzlem ”de ( buna ”uyum düzlemi ” adını verdim) aynı varlık olarak beliriyorlar. Doğabilimciler bu tür varlıklara, yani bizim durumumuzda orkide ile eşekarısının oluşturduğu bütünlüğe ”rizom ” yani köksap ” adını verirler. Bir rizomda türler birbirinden ayrı unsunlardan oluşmaya devam ederler.: bir böcek ile bir bitki Ama rizom olarak aynıdırlar.Mızmız birisi çıkıp orkidenin eşekarısını ”taklit ” ettiğini, bir tür ”öykünmenin ”, mimiğin söz konusu olduğunu iddia edebilir. Ama öykünme yalnızca birbirinden ayrı ”katmanlar ” arasında kurulabilecek bir ilişkidir.
Sözgelimi bir tarafta bir bitkiler katmanı vardır ve bir hayvanlar katmanını ”taklit ”eder.Oysa bizim durumumuzda daha derin, ”taklit ” ya da ”mimik ” ile anlatılamayacak farklı bir ilişki de yok mu? Olayımızda tümüyle farklı bir şeyler de gerçekleşiyor gibidir.: taklit ya da öykünme değil ama kodların bir yakalanması, kapılması, davranış kodlarının bir ”artı-değeri ” ( kendi özleyiş biçimine ek olarak ortaya çıkan), önceden belirli değerlere eklenen bir değer, tam anlamıyla bir ”oluş ” süreci, orkidenin eşekarılaşması ve eşekarısının orkideleşmesi Bu ”oluşlardan ” her birinde terimlerden biri yersiz-yurtsuzlaşırken öteki ”konuyor ”, yerleşiyor. Her iki ”oluş ”, orkidenin eşekarılaşması ve eşekarısnın orkideleşmesi de birbiriyle bağlantı kuruyor ve yersiz- yurtsuzlaşmayı daha da öteye götürüyorlar.
Açıkcası burada önemli olan ne bir taklit ne de bir benzerlik, yalnızca birbirlerinden çok farklı iki varoluş ve davranış kodunun ortak bir ”rizom ” oluşturmaları ve buradan doğan bir kaçış çizgisi üzerinde yersiz-yurtsuzlaşması( ) ”
..Devletin kökenleri sorusunun yanıltıcılığı da buradan doğmaktadır.Bu soruya verilen cevapların ilke olarak Devlet’e kendisi dışında – ekonomik ilişkiler, mülkiyet rejiminin ve özel mülkiyetin gelişmesi gibi – bir ”ilk neden ” aramak zorunda kalmalarının nedeni de budur. Oysa devlet aniden belirir; yeraltından çıkar ya da gökten iner zembille ; tepeden tırnağa silahlıdır; baskı ve şiddet araçlarını da ta baştan elinde bulundurur ve var olmaya başladığı andan itibaren , ”toplumun üstünde bir güçtür ” Devlet’e yakıştırılan farklı biçimler,dönemleştirme çabaları, devletin devrimler karşısındaki konumu türünden sorunsallar, , onun bu niteliğini göz önüne almadıkları ölçüde ” ilk devlet ” karşısında bir cehalet örneği vermeye devam edeceklerdir.Ur kentinden,İbrahim’in gezilerinden, ya da toplumsal uzlaşmadan yola çıkarak devleti defalarca tanımlamak pek bir şey vermez; devlet ”ölümsüz bir ilk model ” üzerinden kendisini defalarca yeniden üretir, amipler gibi bölünerek, ” alanlar açarak ” çoğalır. Bu yeniden üretimle birlikte, yeni yasalar, yeni despotlar, yeni bürokrat kortejleri doğar; meşaleyi başka bir devletin bir ”ilk devlet ” model üzerinde inşa edilen sürekliliğine , despotlarına ve askerlerine teslim edene kadar.Devlet konusu ne kadar tartışılırsa, devrim sorusu o kadar uzak kalmaya mahkumdur( ) ”
”( )Romantizmin sulu gözlülüğünden en uzak bir sinemacının, Godard’ın eserinden bir sekansı hatırlıyorum, bu sekans, romantizmin ”klişelerinin ” tümünü taşır ve terennüm eder. La Chinoise , Çinli Kız , filminde, genç devrimci kız, (güzeldir, yani romantik klişelerin ilki) yakalanır, cellatları ona işkence edeceklerdir ama kız o kadar güzeldir ki, yüzünü bir peçeyle kapatmak zorundadırlar İşkencecileri işlerini görerken kız sürekli olarak ”devrimci sloganlar ” atmaktadır fısıldayarak,çünkü güçsüz ve bitkindir. Bu da romantik bir klişedir sıradan sloganlar: Kardeşler Kardeşler Ama buradaki sinema imgesinin doruk noktası anlatılamaz, ancak görülebilir: Kızcağızın yüzündeki peçe, fısıldayışıyla, nefesiyle inip kalkmaktadır, neredeyse yüzü açılacaktır, ama açılmaz, peçe yeniden düşer Godard romantizmin bir klişesini inanılmaz güçte bir sinematografik imge haline getirmiştir Katlanılamaz olan bir güzelliği kapatmak zorunda olan cellatlar ve işkenceciler Hatta kitle kültürünün en sıradan ve budalaca klişeleri bile romantizmin malzemesi dahilindedir. Ama romantik duyarlılığın gerçekten işlediği noktadan itibaren, klişeler önce kitlelerin günlük kullanımından sökülüp alınır, imgelere, herkesi ilgilendirmeye devam eden, ama daha önce hiç karşılaşmadıkları imgelere dönüşür.Romantik edebiyatın sırlarından birisi budur. En kişisel, en sıradan, en önemsiz bir ayrıntıdan, en kişiliksiz klişeden bir imge yaratmak( ) ”
Aşk için gösterilen şiddet hemen dikkatimizi çekiyor: gazeteler epeyce yazar bunları. Ancak aşk uğruna kaybedilen sevgi miktarı insan aptallığının (Spinoza buna Ruh Köleliği diyordu) şahikasını oluşturuyor. Aşka yapılan en büyük hakaret karşıdakini belli şartlar dahilinde sevmektir -yani aşka koşullar dayatmak. Düşmanlığa (savaş, dava vesaire) kurallar dayatmak gerekir, çünkü o Kederli bir haldir ve ona dayatılacak her kural meselenin çözümüne yardımcı olur; oysa aşka kurallar dayatmak insan budalalığının ta kendisidir ki buna aslında hayvanlar bile düşmez.
Tutku olan sevinç ve arzu bizim normal halimizdir: onlarla geneleve gideriz, porno seyrederiz ve aslında aşık filan olmayız hiçbirinde. Çoğu zaman sevgililerimizle bile ilişkimiz bu düzeyde kalıyordur. Bu hallerde sevgi sanki birilerine bahşettiğimiz bir yücegönüllülük gibi görünür. Bu yüzden karşılığını bekleriz Ya da, daha kötüsü, bir anda sevmişizdir işte -karşıdaki bu yüzden borçludur hemen İşte o korkunç Ödipal durum: çocuk doğuyor, babasını öldürmeye aday, o halde Babanın Kanunu hemen dayatılmalı. İnsanın soracağı geliyor: acaba cinsellik duyguların bedensel bir manzumesi mi, yoksa onların köreltilmesi olarak mı işliyor?
Ethica Okumaları II
Kedi hafifçe doğruldu. Kuş henüz uzakta. Fark edemez onu. Kedi sessizce yattı. Karınüstü karların üstüne Soğuk Kuş, titrek, sarsıntısız, donup kalmış, yelkenlerinin dolmasını bekleyen dal üstünde Soğuk Kedinin kuyruğu, soldan sağa, sağdan sola esiyor Ayaz Hafiften bir rüzgar Soğuk Kuyruk, soğuğun boşluğuna imza atıyor. Kedi, bürokrat Hergun başka bir kuş gelecek o dala Soğuk Kımıltısız Mide boş Ayaz Yazın sivrisinekler olur Bitler olur Pireler olur Dururlar dal üstünde Sen, altından geçerken aldanıp Hooop! Çullanırlar üzerine Fark etmezsin bile
Cemaat: Bir kedi, bir kuş, bir sivrisinek, bir bit, bir pire
Ama ne kadar zor, bir sokak çocuğu için, beyaz yakalı önlüğün yakasını bembeyaz tutmak..
Dayak yemeden Sonsuz
Bousquet
Dayak yemeden Sorunsuz
Bousquet
için bir despota ihtiyaçları olduğu gibi, despotun da amacına ulaşmak için ruhların kederlenmesine ihtiyacı vardır.”
‘insanlar, kendilerine boyun eğdirebilecek kesin ve belirli yasalar bulunmadığında, böyle bir yasal düzeni kendileri de üretmiş olmadıklarında, umutla korku arasında salınıp dururlar. önünde sonunda tarihe şöyle kabaca bir göz atmak bile, siyasal rejimlerin çoğunun bu iki duygunun kitleselleşmesine dayandığını gösterecektir: tebalara verilen umut ya da yüreklere salınan korku… umut taşıyan günlerinde insanlar mümkün olduğunca küstahtırlar; kalkıp işlerin pek de o kadar kolay olmadığını, bu umutlarının gerçekleşmesinin pekâlâ olanaksız olduğunu onlara söylemeye kalkışırsanız sizi hiç takmazlar, hatta hakaret ederler… ama gün gelip talih döndüğünde ve gelecekleri konusunda kuşkuya, hatta korkuya kapıldıklarında, en saçma sapan nasihat bile onlar için, içinde bulundukları kötü durumdan kendilerini kurtaracak bir sihirli değnek haline gelir.
sürekli varyasyon hali, özellikle korku ile umut kutupları arasında bir salınma görünümünde olduğunda siyasal yetke sorunu açısından ne anlama geliyor? umut ile korku karşılıklı olarak birbirlerini çağıran, biri ötekini mutlaka içeren duygulardır –belirsizce bir korku duyulmaksızın umut yoktur; belli belirsiz bir umudu içinde taşımayan mutlak bir korku ya da tasa yoktur. bir varyasyon ya da salınma hali ise, zorunlu olarak, birbirlerine korku ile umut türünden bağlı olan tutkular ve duygular arasında mümkündür.
umut insan topluluklarının tarihinde pek çok yerde, birçok farklı biçimde kurumlaştırılmış ve hizmete sunulmuş durumdadır. umut tacirlerinin yer almadığı toplum yok gibidir –rahip kastları, modern toplumlarda medyatik kurumlar, hatta muhalif partiler hep insan umutlarını işleyerek ve kullanarak serpilip gelişirler. dinsel yaşam, mesihçilik ve genel olarak kurtuluş öğretileri, insanlara umut aşılamaya çalışırlar. ya da insanlarda umut duyguları uyandırarak iş görürler. ama iktidar işleri ve kurumları yalnızca umutla yürütülemez. dolayısıyla iktidarlar biraz da korkuya ve korkutmaya, yüreklere korku salmaya ihtiyaç duyarlar. gelecek konusunda belirsizlikler hep bu iki duyguya yol açtıklarından, insanların gelecekleriyle, kaderleriyle ilgili beklentilerinin bu iki duygu modeline indirgenmesi kaçınılmaz bir hale gelir –devletler genellikle hem korku hem de umut duygularını güçlendirerek kurulurlar ve ayakta kalırlar. devlet, korkusuz ve umutsuz yapamaz.
birbirlerini içlerinde taşıyor olmaları, umutla korkunun hiçbir zaman saf bir halde bulunamayacaklarını gösterir. dolayısıyla, salt korku üzerine inşa edilen bir devlet yaşayamaz. aynı şekilde salt umut vermek üzere inşa edilmiş bir devlet de öyledir.
herhangi bir iktidar, bendelerinde (kullarında) herhangi bir duygu uyandırmaksızın kendini var edemez.
önemli olan, iktidarın etkileri arasında en temelli ve belirgin olan şeyin insanlarda bazı duygular uyandırmak olmasıdır. her iktidar insanlarda duygular ve tutkular uyandırarak çalışır. umut ile korku bu duyguların en belirginleridirler. ama iktidar bunları “kederli” duygular haline dönüştüren, yani insanların, bendeler olarak güçlerini ve kudretlerini azaltmaya, azımsamaya yarayan temel unsurdur.’