İçeriğe geç

Yüz Fıkra Yüz Tarih Kitap Alıntıları – Selahattin Tansel

Selahattin Tansel kitaplarından Yüz Fıkra Yüz Tarih kitap alıntıları sizlerle…

Yüz Fıkra Yüz Tarih Kitap Alıntıları

Tütün içme yasağının çok sıkı surette uygulandığı sıralarda Dördüncü Murad, bu işle şahsen ilgileniyor, emirlerinin yerine getirilip getirilmediğini görmek üzere İstanbul sokaklarında geceli gündüzlü durmadan dolaşıyordu.
Fatih Sultan Mehmet yapacağı işlerden kimseye bir şey bahsetmezdi. Hatta ordular harekete geçer, günlerce yürünür, fakat nereye gidileceğini kendisinden başka kimse bilmezdi.
Yıldırım Bayezid savaşlarda gösterdiği kahramanlığı, cesareti ve silah kullanmaktaki mahareti ile Osmanlı hükümdarlarının en başında gelenlerdendir. Bununla beraber yine Osmanlı hükümdarları içinde ilk defa içki âlemleri yapan, sarhoş olan ve zamanının büyük bir kısmını böyle geçiren padişah da budur.
Murahhas Yıldırım Bayezid’den Bulgar memleketlerinin nasıl bir hak ile zapt edildiğini sorduğu zaman, padişah ona, gayet sakin bir tavırla duvarda asılı olan silahları göstermiş ve ‘Git, hükümdarına söyle, Balkan memleketlerini işte bunlarla zapt ettim’ demişti.
Romalılar savaşa giderken kafes içinde kutsal saydıkları piliçleri de beraber götürürler ve savaştan önce bu piliçler yem yiyip yemediklerine pek önem verirlerdi. Eğer piliçler yemeklerini yemezlerse savaşın kaybedileceğine hükmolunurdu.
Mokedonya Kralı Filip İskender’in annesi üzerine, başka bir kadınla evleniyordu. Düğün esnasında verilen ziyafette gelin tarafından birisi ‘İnşallah kraliçemiz, Makedonya tahtına bir varis dünyaya getirir.’ der demez, İskender yerinden fırlamış ‘Ya ben, beni ne yapıyorsun?’ diyerek elindeki bardağı bu sözü söyleyenin yüzüne fırlatmıştı.
Türkler, boş laf etmezler.
Esir olarak yaşamaktansa hür olarak ölmek evladır.
Üçüncü Mehmet, hükümdar olduğu gün 19 kardeşini birden öldürmüştü.
Ey ahali, içinizden en layığınız olmadığım halde halifeniz oldum ( )
Eğer Allah’ın ve Peygamber’in emirlerinden ayrılacak olursam siz de bana itaat etmeyin.
Bir gün konsüllerle verdiği bir ziyafet esnasında hiç yoktan gülmeye başlamış ve: Bir sözümle şurada hepinizi boğdurtmak elimde olduğunu düşünüyorum da ona gülüyorum. demiş.
İsparta Kralı Leonidas 300 kişi ile Termopillerde İran Hükümdarı Serhas’ın milyonluk ordusunun karşısına dikildi. İki ordu savaşmadan önce Serhas, Leonidas’a bir elçi göndermiş ve silahlarını teslim etmesini istemişti. Leonidas’ın cevabı pek kısa oldu. ”Gel de al ”. Fakat Serhas ikinci bir elçi ile teslim olduğu takdirde bütün Yunanistan’ın valisi olabileceğini Leonidas’a bildirmiş ise de, ondan: ”Vatanımın istiklali ve namusu uğrunda canımı feda etmeyi esaretine tercih ederim ” cevabını almıştı. Nihayet, İran ordusu bir çığ gibi ilerledi. Bunu gören bir asker: ”Düşman yaklaştı! ” diye bağırmış, Leonidas da: ”Düşman yaklaşmadı, biz düşmana yaklaştık ” şeklinde cevap vermişti. Savaşın en kızgın bir deminde askerin biri telaşla: ”Atılan oklardan güneşin ışığı görülmez oldu ” demiş, başka bir asker: ”Daha iyi ya! Gölgede savaş yapacağız ” diye karşılıkta bulunmuştu. Leonidas, iki delikanlıyı kurtarmak amacı ile kendilerine birer mektup vererek savaş alanından uzaklaştırmak istemiş, fakat her ikisi de: ”Biz buraya postacılık yapmaya değil savaş yapmaya geldik ” demişlerdi. Nihayet bu 300 adam öldüler. Ancak onların bu kahramanlığını Yunanlılar unutmadılar ve savaştıkları yere bir aslan heykeli dikerek üzerine şunları yazdılar:

”Ey yolcu, İsparta’ya gidersen, vatanımızın kanunlarına, vatandaşlarımızın adetlerine saygı göstermek için, hepimizin burada öldüğüne haber ver! ”

M.Murad, Tarih-i Umumi, C. I, s. 272

Makedonya Kralı Filip İskender’in annesi üzerine, başka bir kadınla evleniyordu. Düğün esnasında verilen ziyafette gelin tarafından birisi “İnşallah kraliçemiz, Makedonya tahtına bir varis dünyaya getirir. der demez, İskender yerinden fırlamış “Ya ben, beni ne yapıyorsun? diyerek elindeki bardağı bu sözü söyleyenin yüzüne fırlatmıştı. Oğlunun bu hâlinden müteessir olan Filip hemen kılıcını çekerek onun üzerine yürümüş, fakat sarhoş olduğu için yere yuvarlanmıştı. Bunun üzerine İskender oradakilere: “İşte babamı görünüz. Bir masadan öbürüne gidecek hâli yok iken, Avrupa’dan Asya’ya geçmek istiyor. demişti. [A. Refik, Tarih-i Umumi, C. 2, s. 220].

Filip, Makedonya kralı idi. Zeki bir adam olan Filip, az bir zamanda Makedonya Krallığını çok kuvvetli bir hale getirdi. Düzenli bir ordu kurdu. En iyi aile çocuklarından meydana getirilmiş olan bu orduya Falanj deniyordu. Yaya olan bu askerler 10.000 kişi kadardı. Filip’in maksatları şu suretle hülasa olunabilir: Makedonya ve Trakya’yı büsbütün idaresi altına almak, ondan sonra İranlılara karşı savaşa girmek. Bunlardan sonuncusu oğlu İskender tarafından başarılmıştır.

Evliya Çelebi adamlarına: Bre oğlancıklar, Allah bize bu dağ içinde pişmiş koyun kebapları ihsan eyledi. Önce can sonra cihan. Gelin şu kebabı hemen yiyelim ve Allah’a şükredelim dediği vakit hizmetçilerinden birisi: “Ağa korkarım bu kebaplar domuz etidir dedi. Açlıktan gözleri kararmış olan zavallı Evliya Çelebi bu sözlerin karşısında kendini tutamadı ve: Hınzır oğlu hınzır, domuz eti olsun da şişte olsun dedikleri işte bu kebap için söylenmiştir diyerek uşağını susturdu.
Uyvar Kalesi’nin alınması sıralarında yapılan bir savaşta Türkler büyük bir zafer kazanmışlardı. Gaziler, düşman kellelerini veya esirlerini sadrazam Fazıl Ahmet Paşa’ya!o getiriyor, karşılığında pek çok bahşiş alıyorlardı. O gün 4.800 düşman kafası getirildiği için bahşişin tutarı da pek büyük olmuştu. Efendisinin bu cömert hâlinden üzüntüye düşen Kethüda Boşnak İbrahim Ağa nihayet sabredememiş ve Efendim bu kadar bol bahşişe sel gibi akçe gelse yine yetmez, biraz tutumlu olun! demekten kendini alamamıştı. Bunun üzerine sadrazam: Bre ahmak, para ancak böyle işler için toplanır. Paramız tükenirse borç alır, yine bol bol veririz dedi.
Sivas Valisi Vardar Ali Paşa’dan Sultan İbrahim birçok hediyeler istemiş, bu arada İpşir Paşa’nın çok güzel olan karısını da göndermesini emretmişti. Ali Paşa her iki teklifi de yerine getirmediği için azledildi, yerine de İpşir Paşa tayin olundu. Kötü ahlaklı bir adam olan İpşir Paşa, vaktiyle karısını elinden alıp padişaha göndermemek suretiyle namusunu korumuş olan zavallı Ali Paşa’yı, padişahın emri ile öldürtmüştür.
IV. Murad, rastgele adam öldürmektedir. Edirne’ye giderken kendisini görebilmek için bir köprünün altına gizlenmiş olan 30 kadar Hintli derviş bulundukları yerden birdenbire çıkıverince padişahın atı ürkmüş ve kendisini yere düşürmüştü. Bundan öfkelenen sultan o anda 30 dervişin birden başını kestirdi.
İşte seni bir daha bana karşı silah kullanmayacağına yemin ettiğin için affediyorum. Fakat mert bir erkek isen bilakis sana müsaade ediyorum. Git silaha sarıl, hatta benimle harp etmek için bütün hükümdarlarla ittifak et. Beni yine böyle parlak bir muzafferiyete kavuşturmak fırsatını hazırlarsan beni pek memnun edersin .
Fakat iki ordu arasındaki savaş şimdi her tarafta şiddetlenmişti. Yıldırım herkese örnek olacak kadar kahramanlıklar gösteriyor, Türk ordusu padişahlarının fedakarlığını gördükçe bütün bütüne coşuyordu. Bir an Yıldırım’ın atı telef olmuş, kendiside yaralanmıştı. Fakat o, ne cesaretinden bir şey kaybetti ne de savaştan vazgeçti; yeni bir ata atlayarak düşman safları arasına saldırdı. Padişahıyla, komutan ve eriyle bir çığ gibi korkunç hâle gelen bu ordunun karşısında tutunmaya imkan yoktu.
Birinci Kosova Muharebesinin açılmasında onun büyük rolü olmuştur. Düşmanların çokluğu karşısında çekingen davranan babasını ve devlet büyüklerini savaş yapmaya inandırmış olan Bayezid, bu savaşta pek büyük kahramanlıklar göstermiştir. Cesareti, fedakârlığı çok üstün olan bu Türk çocuğu, bütün ömrünü silahlı olarak at üstünde Anadolu ve Rumeli’de savaşlar yapmakla geçirmiştir. Onu bir an Rumeli’de Haçlılara karşı kılıç kullanırken görüyoruz, fakat biraz sonra Anadolu’da isyan eden bir Türk beyinin karşısında buluyoruz. Bizans Imparatorluğu onun dehşeti karşısında titremektedir. En küçük fırsatlardan faydalanan Bayezid, Bizans’ı korkutuyor, onun içişlerine karışıyor, hatta İstanbul’da, şehrin savunmasına yarasın diye imparator tarafından yaptırılan kulelerin yıktırılmasına kadar emirler veriyor ve bunu yaptırıyordu. Bayezid bir taraftan Bizans’ı böyle sıkıştırırken öte taraftan da kuvvetlerinin bir kısmını Bosna, Macaristan içlerine kadar gönderiyordu.
Yıldırım Bayezid Osmanlı hükümdarlarının en belirlilerinden birisidir. Daha babasının saltanatı zamanında kendisini göstermiş, fikirlerini hem babasına hem de devlet erkânına kabul ettirmiştir.
Macar Kralı Sigismund Bulgaristan’ın Osmanlılar idaresi altına girmesini hoş bulmamış hatta Bulgaristan’ın boşaltılmasını istemek üzere Yıldırım’a bir elçi heyeti bile göndermişti. Bayezid bu heyeti Bursa’da, düşmanlardan alınmış eşyalarla dolu olan bir oda da kabul etmişti. Elçi Yıldırım Bayezid’den Bulgar memleketlerinin nasıl bir hak ile zapt edildiğini sorduğu zaman, padişah ona, gayet sakin bir tavırla duvarlarda asılı olan silahları göstermiş ve Git, hükümdarına söyle, Balkan memleketlerini işte bunlarla zapt ettim demişti.
İmparator Konrad III kendisine taraftar olmadıkları için Weinsberg kasabasının ahalisini cezalandırmaya karar vermişti. Bunlar hakkında düşündüğü ceza pek ağırdı. Kasabayı tahrip edecek, erkek ahalisini de öldürecekti. Bundan ötürü, kadın ve çocukların kasaba yi terk etmelerini, bütün mal ve mülkün de kasabada bırakılmasın, ancak kadınların en değerli eşyalarından birer tanesini alabileceklerini ilan etmişti. Bunun üzerine şehrin kadınları bütün eşyalarını bırakmış, yalnız kocalarının ellerinden tutarak kasabayı terke başlamışlardı. Bu durum karşısında imparator verdiği emri geri almış ve umumi af ilan etmişti.
İdareyi ellerinde tutanlara doğruyu söylemek gayret ve fedakârlıktır; gizlemek ise ihanettir.
İmparator Vespasien Roma’da birtakım binalar yaptırmak istediği için çok paraya muhtaçtı. Onun için hem tasarruf yapıyor, hem de birtakım yeni vergiler koyuyordu. Bu arada umumi helalara da vergi koyunca oğlu bundan fena halde müteessir olmuş ve şikayette bulunmuştu. Bunun üzerine imparator, helalardan elde ettiği geliri oğluna göstererek: Bak bakalım bu parada fena bir koku var mı? demişti.
August’tan sonra imparator olan Tiberius, Roma idarecilerinin en adalet severlerinden birisidir. Özellikle vilayetlerle pek meşgul olmuş ve buralara daima namuslu valiler göndermeye çalışmıştır. O, bu valileri sık sık teftiş eder, fenalık yapmalarına mani olur ve halka zulüm yapanları cezalandırırdı. Vergilerin artırılmasına olmayan Tiberius daima iyi bir çoban, sürüsünün yününü kırpmalı, fakat derisini yüzmemelidir derdi.
İmparator Tiberius zamanında, askerlerin ileri sürdükleri dilekler kabul edilmediği için isyan çıkmış, hatta Ren ordusu kendi generalleri Germanicus’u zorla imparator yapmak istemişti. Fakat Germanicus bu teklifi kabul etmemiş ve kılıcını göğsüne dayayarak: Bunu kabul etmektense ölmeyi tercih ederim. demişti. Bunun üzerine orada bulunan askerlerden birisi belinden çıkardığı kendi kılıcını Germanicus’a sunmuş ve: Bunu al, bu daha güzel bilenmiştir.
Azdurubal da nihayet teslim olmaya karar vermiş, karısını da aynı surette harekete mecbur etmek istemişti. Fakat karısı bu isteği nefretle reddetmiş, hatta çocuklarını bile ona vermemişti. Çok vatansever bir insan olan bu kadın bununla da yetinmeyerek henüz düşmemiş olan içkale duvarlarından birisine çıkmış ve oradan Roma komutanına bağırarak: Kendi vatanına, mabutlarına, çoluk ve çocuğuna ihanet eden şu hainin (yani kocasının) cezalanmasını Roma’nın adalet severliğinden ümit ederim demiş ve kocasına da: Ey insanların en alçağı! Düşmanın zafer alayını süslemek için git teslim ol, git Roma’ya da hamiyetsizliğinin mükafatını al! diyerek sözlerini bitirmiş ve iki çocuğu ile birlikte yanmakta olan kalenin müthiş alevleri içine atılıvermiştir.
Romalılar savaşa giderken kafes içinde kutsal saydıkları piliçleri de beraber götürürler ve savaştan önce bu piliçlerin yem yiyip yemediklerine pek önem verirlerdi. Eğer piliçler yemlerini yemezlerse savaşın kaybedileceğine hükmolunurdu.
Seleucus’un en baş arzusu oğlu Antiochus’un kendisinden sonra hükümdar olması idi. Fakat bu zavallı çocuğun bilinmeyen bir derdi vardı. Bu dert onu her gün biraz daha ölüme götürüyordu. Falcılar, hekimler, ilaçlar hiçbirisi kâr etmemiş, derdin devasız olduğuna inanılmıştı. İhtiyar hükümdar teessür ve istırap içinde kalmış, en son Aristo’nun torunu ve o devrin en ünlü bilgini olan Eraristratus’u davet eylemiş ve oğlunun derdine bir çare bulmasını kendisinden rica etmişti. Bu ünlü bilgin, gencin derdini pek çabuk keşfetmiş ve hakikati hükümdara şöyle bildirmiştir:
Bilgin – Oğlunuzun hastalığı ümitsiz bir aşktır.
Hükümdar – Oğluma verilmeyecek kadın kim imiş acaba
– Benim karım.
Bunun üzerine yerinden fırlayan hükümdar bir müddet düşünmüş ve sonra şöyle demiştir:
– Bir hükümdar çocuğunun hayatı için bir kadını feda etmemek büyük bir hamiyetsizliktir .
– Benim yerimde siz olsaydınız bu fedakârlığı yapabilir miydiniz?
– En büyük mabutlar üzerine yemin ederim ki evet.
–Öyle ise oğlunuzun hastalığı, son olarak aldığınız karınız Stratonice’e karşı duymuş olduğu aşk ve sevgidir,
İhtiyar baba bu münasebetsiz sevgiyi mükâfatsız bırakmamış ve sevgilisini oğluna terk etmiştir.
Hintlilerin ünlü hükümdarı Purus yaralı bir kartal gibi kanlar içinde yakalanmış ve İskender’in karşısına getirilmişti. Genç İskender; her şeyi kaybolmuş olan bu asil insana, gür bir sesle: “Ne türlü muamele görmek istiyorsun? diye haykırmış; Purus da ona, onun kadar gür bir sesle: Krallara mahsus bir muamele diye cevap vermişti. Bu söz, İskender’in çok hoşuna gitmiş ve: Öyle ise krallığını sana bırakıyorum. diyerek büyük bir insanlık örneği göstermişti.
Düğün esnasında verilen ziyafette gelin tara findan birisi “İnşallah kraliçemiz, Makedonya tahtına bir varis dünyaya getirir. der demez, İskender yerinden fırlamış Ya ben, beni ne yapıyorsun? diyerek elindeki bardağı bu sözü söyleyenin yüzüne fırlatmıştı. Oğlunun bu hâlinden müteessir olan Filip hemen kılıcını çekerek onun üzerine yürümüş, fakat sarhoş olduğu için yere yuvarlanmıştı. Bunun üzerine İskender oradakilere: İşte babamı görünüz. Bir masadan öbürüne gidecek hali yok iken, Avrupa’dan Asya’ya geçmek istiyor. demişti.
Yunanistan’ı parçalanmaktan kurtarmak üzere çalışan Eski Yunan vatan severlerinden birisidir. Kendisine Yunanların sonuncusu denirdi. O, büyük bir askerdir. Vücudun zahmetli işlere alışmasını istediği için ava gider, çift sürerdi; ot yatakta yatar, amelelerle birlikte çalışır ve pek sade giyinirdi.
İspartalılar tarihte, çocuklarını askerlik bakımından en iyi surette yetiştirmeye çalışan bir millettir. Onun için, daha çocuk doğar doğmaz muayene edilir, kuvvetli ve gürbüz ise yaşatılır, cılız ise bir çukura atılırdı. Yedi yaşından sonra devletin eğitimine bırakılan çocuk üzerinde ailenin artık hakkı kalmazdı. Bu yaştan itibaren ona açlığa, yorgunluğa ve acılara dayanması için gerekli işler yaptırılırdı. Mesela yaz ve kış hafif bir elbise giydirilir, yılın her mevsimini ayakkabısız geçirmeye mahkûm edilirdi. Çocuk karnını doyurmak için hırsızlık edebilirdi. Buna göz yumulur fakat hırsızlık yaparken yakalandığı takdirde en büyük cezalara çarptırılırdı. Yılın belli zamanlarında dayak müsabakası yapılır, çocuklar kırbaçlarla dövülürdü. Bayılmadan kırbaca en çok dayanan ve sesini çıkarmayan çocuk galip sayılırdı. Çocuğun büyüklerine karşı saygı göstermesi, onlara karşı çok söz söylememesi ve lakırdı ederken gözlerini kaldırmaması gerekirdi.
Vergilerin arttırılmasına razı olmayan Tiberius daima İyi bir çoban, sürüsünün yününü kırpmalı, fakat derisini yüzmemelidir derdi.
Ebu Bekir halife olduğu zaman halka ilk söylediği sözler şunlar oldu: Ey ahali, içinizde en layığınız olmadığım halde halifeniz oldum, iyi hareket edersem bana yardım ediniz. Fena harekette bulunursam doğrulturuz. İdareyi ellerinde tutanlara doğruyu söylemek gayret ve fedakarlıktır; gizlemek ise ihanettir ”
“Yavuz Sultan Selim suçluları affetmez, hemen cezalarını verirdi. Vezirlerine karşı da aynı surette hareket ettiği için birisi hakkında beddua edileceği zaman ‘Selim’e vezir olasın!’ denirdi
“İyi bir çoban sürüsünün yününü kırpmalı, fakat derisini yüzmemelidir ”
(Roma İmparatoru Tiberius)
– Atılan oklardan güneşin ışığı görünmez oldu.
– Daha iyi ya, gölgede savaş yapacağız
“Spartalılarda çocuk karnını doyurmak için hırsızlık edebilirdi. Buna göz yumulur fakat hırsızlık yaparken yakalandığı takdirde en büyük cezalara çarptırılırdı ”
Türkler boş laf etmezler.
Yavuz Sultan Selim çok zeki,fakat pek hiddetli bir adamdı.Suçluları asla affetmez,hemen cezalarını verirdi.Vezirlerine karşı da aynı surette hareket ettiği için birisi hakkında beddua edileceği zaman,”Selim’e vezir olasın!”denirdi.
İnsanın ekmeğini yediği kapıya sadakat göstermesi en iyi bir harekettir.
Bazı insanlar vardır ki kendileriyle birlikte namları da ölür.
“Ey ahali,içinizde en layığınız olmadığım hâlde halifeniz oldum,iyi hareket edersem bana yardım ediniz.Fena harekette bulunursam doğrultunuz. İdareyi ellerinde tutanlara doğruyu söylemek gayret ve fedakârlıktır;gizlemek ise ihanettir. Benim katımda zayıf ve kuvvetli eşittir. Herkese karşı adaleti tarafsız olarak yerine getirmek isterim.Eğer Allah’ın ve Peygamber’in emirlerinden ayrılacak olursam siz de bana itaat etmeyin.”
Sultan İbrahim 25 yaşında hükümdar oldu (1640). Şehzadeliği müddetince haremde kapalı kalan ve her an diğer kardeşleri gibi kendisinin de öldürülebileceğini hatırdan çıkarmayan bu padişah, Osmanlı sultanlarının en tipiklerinden birisidir. Çılgınlıkları sayılamayacak kadar çoktur. Mesela Edirne’ye seyahat ettiği vakit oranın odunlarını beğenmemiş ve İstanbul’dan hamallar vasıtasıyla odan getirtmiştir.
Murad IV henüz çocuktu. Devlet işlerinin çok bozuk olduğu bu tarihlerde Hüsrev Paşa’nın yerine Hafız Paşa sadarete getirildi. Fakat aradan çok geçmeden Recep Paşa’nın teşvikiyle sipahiler isyan ettiler ve Hafiz Paşa ile birlikte 16 kişinin başlarını istediler. Çocuk padişah biraz ayak diredi ise de sonunda Hafiz Paşa’yı feda etmeye mecbur oldu, işte tam bu sırada cesur sadrazam padişaha: Padişahım, Hafız gibi bin kulun tahtının selameti için feda olsun. Yalnız istirham ederim ki beni sen öldürme, bu azgınlara teslim et ki şehit olayım. Günahım da onların üzerine olsun!.. dedi. Padişah ağlıyordu. Cesur vezir titremeyen adımlarla ilerledi, önüne ilk geleni bir hamlede yere seren Hafız Paşa o anda 17 yerinden yaralandı ve düştü. Birisi onun gögsüne çıkarak başını vücudundan ayırdı.
Üçüncü Mehmet hükümdar olduğu gün 19 kardeşini birden öldürmüştü.
Selim, Rus ırkından olan Haseki Hürrem Sultan’ın oğludur. Annesi gibi sarışınolduğu için kendisine Sarı Selim deniliyordu. Kanuni Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçen bu padişah zevk ve sefaya düşkündü. Şairleri, hanende ve sazendeleri sarayında toplar, vaktini onlarla geçirirdi. Padişahlar içinde ilk defa savaşa katılmayan ve bu adeti terk eyleyen kendisidir. Bununla beraber, Sokollu Mehmet Paşa’nın gayretleri, onun hiçliğini unutturmuş ve devletin büyüklüğünü herkese tanıtmıştır. Kıbrıs ve Tunus bu zamanda Osmanlı topraklarına katılmıştır. Sokollu’nun işlerine karışmayacak kadar akıllılık gösteren bu padişah 1574’te yeniden yaptırdığı saray hamamına girmiş ve çok sarhoş olduğu için muvazenesini kaybederek düşmüş, bundan 11 gün sonra da ölmüştür.
Yavuz Selim’in Mısır Seferi pek çok masraflara sebep olmuştu. Hele askerin gönlünü hoş etmek için dağıtılan para devletin hazinesini büsbütün berbat bir hâle getirmiş, hatta bu yüzden bir tüccardan birkaç bin altın borç bile alınmıştı. Fakat tüccar hükümetten daha parasını almadan öldü ve iki vâris bıraktı. Zamanın defterdarı, bu ölümü devlet için pek kârlı bir iş telakki ederek padişaha bir takrir verdi. Bunda tüccarın pek fazla serveti olduğunu, çocuklarının bu kadar fazla şeye muhtaç olmadığını belirtiyor ve bu servetin bir kısmına hükümetin el koymasına müsaade edilmesini padişahtan rica ediyordu. Düpedüz büyük bir haksızlık olan bu işe Yavuz Selim razı olmamış ve defterdar tarafından sunulan kağıdın baş tarafına kendi eliyle: Ölüye rahmet, malına bereket, çocuklarına afiyet ve bu ka9ıdı yazana da lanet diye yazarak bu şekilde düşünenlere büyük bir ders vermişti.
Yavuz Sultan Selim çok zeki, fakat pek hiddetli bir adamdı. Suçluları asla affetmez, hemen cezalarını verirdi. Vezirlerine karşı da aynı surette hareket ettiği için birisi hakkında beddua edileceği zaman, Selim’e vezir olasın! denirdi. Çünkü Selim, vezirlerinin hizmetlerini beğenmediği zaman onları azleder ve öldürürdü. Onun için vezirler vasiyetnamelerini ceplerinde taşırlardır.
Bu incileri kızımın üzerine niçin serpiyorum? Kızımın güzelliği yanında incilerin parlamadıklarını göstermek için.
Erkek bir devenin sırtına binerek yakıla kavrula Şam’a gelmiş olan bir Küfeli, orada pek garip bir olayla karşılaştı. Şamlılardan birisi, bindiği devenin kendisine ait bir dişi deve olduğunu iddia ediyor ve devesini istiyordu. Küfeli, her ne kadar devenin erkek olduğunu ileriye sürmüşse de bir türlü meramını anlatamamış ve nihayet şikayet edildiği için Muaviye’nin huzuruna çıkarılmıştı. Muaviye davayı dinledi. Şamlı, bu dişi devenin kendisine ait olduğunu anlatmak üzere elli tane şahit getirmişti. Bunun üzerine devenin erkek olduğunu ısrarla söyleyen Kûfelinin sözlerine Muaviye kulak vermemiş ve bile bile devenin Şamlıya verilmesine hüküm vermişti. Ancak Şamlılar huzurundan ayrıldıktan sonra Muaviye, Kûfeliye devenin iki kat parasını ödemiş ve kendisinden şu ricada bulunmuştu: Kûfe’ye döndüğün vakit Hazreti Ali’ye: Dişi deve ile erkek deveyi fark edemeyen 100.000 kişi ile üzerine geleceğimi söyle!
Bir Hıristiyan’ın arsasının bir parçasına isabet ettiği için bir camiyi yıktıran Ömer, İslam halifelerinin en büyüklerinden birisidir.
August’tan sonra gelen imparatorların nüfuzları büsbütün artmış, her istediklerini yapan ve yaptıklarından kimseye karşı sorumlu olmayan insanlar hâline gelmişlerdi. Kaligula bunlardan birisidir. O, bir gün konsüllere verdiği bir ziyafet esnasında hiç yoktan gülmeye başlamış ve: Bir sözümle şurada hepinizi boğdurmak elimde olduğunu düşünüyorum da ona gülüyorum demişti
Roma orduları Kartaca’yı kuşatmışlar, fakat iç kaleyi zapt edememişlerdi. Çünkü meşhur Kartaca komutanı Azdurubal üstün Roma kuvvetlerine karşı 1.000 kadar asker ve birçok kadın ve çocukla burayı müdafaa ediyordu. Fakat tam bu sıralarda Romalıların, kendi istekleri ile teslim olanların affedileceklerini ilan etmeleri işin rengini değiştirmiş, 50.000 kadar Kartacalı Romalılara teslim olmuştu. Bu durum karşısında savaşmadan bir fayda håsıl olmayacağını anlamış olan Azdurubal da nihayet teslim olmaya karar vermiş, karısını da aynı surette harekete mecbur etmek istemişti. Fakat karısı bu isteği nefretle reddetmiş, hatta çocuklarını bile ona vermemişti. Çok vatansever bir insan olan bu kadın bununla da yetinmeyerek henüz düşmemiş olan içkale duvarlarından birisine çıkmış ve oradan Roma komutanına bağırarak: Kendi vatanına, mabutlarına, çoluk ve çocuğuna ihanet eden şu hainin (yani kocasının) cezalanmasını Roma’nın adalet severliğinden ümit ederim demiş ve kocasına da: Ey insanların en alçağı! Düşmanın zafer alayını süslemek için git teslim ol, git Roma’ya da hamiyetsizliğinin mükâfatını al! diyerek sözlerini bitirmiş ve iki çocuğu ile birlikte yanmakta olan kalenin müthiş alevleri içine atılıvermiştir.
Hintlilerin ünlü hükümdarı Purus yaralı bir kartal gibi kanlar içinde yakalanmış ve İskender’in karşısına getirilmişti. Genç İskender; her şeyi kaybolmuş olan bu asil insana, gür bir sesle: Ne türlü muamele görmek istiyorsun? diye haykırmış: Purus da ona, onun kadar gür bir sesle: Krallara mahsus bir muamele diye cevap vermişti. Bu söz, İskender’in çok hoşuna gitmiş ve: Öyle ise krallığını sana bırakıyorum. diyerek büyük bir insanlık örneği göstermişti.
Eğer sen bir gün padişah olursan senin hizmetin için kılıcımı kuş almaya tenezzül etmem . Bu ağır sözleri veliahtlığı zamanında Ikinci Bayezid’e, başarısızlığından ötürü, Gedik Ahmet Paşa söylemişti.
Bazı insanlar vardır ki kendileriyle birlikte namları da ölür. Ben böyle olmaktan çekiniyorum. Yanı namımı dünya durdukça yaşatmak istiyorum. Öyle şeyler yapmalıyım ki kimse beni unutmamalıdır. Ben, Selçuk Sultanı Alaeddin gibi bir padişah evladı değilim ki babamdan kalan miras ile her köyde bir han ve her şehirde bir cami yaptırayım ve bu suretle unutulmuş olmayayım. Böyle yapmadığıma göre kendimi ebedileştirmek için bir şey yapmam lazım. Işte bunun için tahrip ediyor ve öldürüyorum. Nerede bir harabe görürseniz Timur’un eseri diyecek, ister istemez beni anacaksınız. [Solakzâde Tarihi, s.80]
Yıldırım Bayezid savaşlarda gösterdiği kahramanlığı, cesareti ve silah kullanmada ki mahareti ile Osmanlı hükümdarlarının en başında gelenlerindendir. Bununla beraber yine Osmanlı hükümdarları içinde ilk defa ıçki alemleri yapan, sarhoş olan ve zamanının büyük bir kısmını böyle geçiren padişah da budur.
Savaşın en kızın bir deminde askerin biri telaşla:Atılan oklardan güneşin ışığı görünmez oldu demiş, başka bir asker: Daha iyi ya! Gölgede savaş yapacağız diye karşılıkta bulunmuştu.
Dentatus: Ben altınlara sahip olmaktansa altınlara sahip olan insanlara hakim olmayı tercih ederim.
Meşhur bilginlerden Tuslu Naşir, yazdığı yeni ve değerli bir kitabı Abbasoğullarının son hükümdarı Mustasım’a takdim etmişti. Bu sırada hükümdar bir nehir kenarında bulunuyordu. Yanındakilar bu kitabın felsefeden bahsettiğini söyleyince Mustasım, kitaptan bir sahife koparmış ve: Bu sahife kirlenmiş, yıkanması lazımdır. diyerek suya atmıştı. Duygusuz halife bununla da yetinmeyerek Naşir’e dönmüş ve: Bunu getireceğine Tus’tan bir öküz getirseydin daha iyi ederdin! demişti.
YANLIŞ KAFA

Anadolu bir türlü Celâlilerden temizlenemiyordu . Gürücü Nebi de bunlardan birisi ve en tehlikesi idi.
Bir an , Katırcıoğlu adındaki eşkıya ile birleşerek İstanbul civarına kadar gelmiş olan bu haydudun kuvvetlerini , sadrazamın idaresindeki askerler , Üsküdar sırtlarında karşılasalar da asiler hükümet kuvvetlerinin öncülerini yendiler.
Ancak zaferlerinden faydalanmasını bilemeyerek geri çekildiler . Bundan sonra canlarını kurtarmış olan hükümet kuvvetleri , para derdine düşmüşlerdi.
Çünkü savaş başlamadan önce , bir eşkıya kafası getirene bahşiş verileceği ilan edilmişti.
Halbuki savaş meydanındaki ölülerin çoğu hükümet kuvvetlerinden idi. Bununla birlikte eline bir baş geçiren , soluğu sadrazamın yanında alıyordu. Fakat getirilen bu başın eşkıyalardan birisinin başı olup olmadığı incelenmediği için , açık gözler bundan , sadrazamın bir kafayı tanıyana kadar faydalandılar.
Nihayet, önün de yuvarlanan bir başın kendi adamlarından Kasım’ın başı olduğunu gören ve tanıyan sadrazam işin farkına vardı ve “Bre kahpe oğulları , bu bizim Kasım’ın başıdır.” Diyerek bahşiş işine son verdi.

PARA BÖYLE ZAMANLAR İÇİNDİR

Uyvar Kalesi’nin alınması sıralarında yapılan savaşta Türkler büyük bir zafer kazanmışlardır .Gaziler , düşman kellerini veya esirlerini Fazıl Ahmet Paşa’ya getiriyor , karşılığında pek çok bahşiş alıyorlardı . O gün 4.800 düşman kafası getirildiği için bahşişin tutarı da pek büyük olmuştu . Efendisinin bu cömert halinden üzüntüye düşen Kethüda Boşnak İbrahim Ağa nihayet sabredememiş ve “ Efendim bu kadar bol bahşişe sel gibi akçe gelse yüne yetmez , biraz tutumlu olun! “ demekten kendini alamamıştı . Bunu üzerine sadrazam : “Bre ahmak , para nacak böyle işler için toplanır . Paramız tükenirse borç alır , yine bol bol veririz “ dedi.

Fazıl Ahmet Paşa Köprülü Mehmet Paşa’nın oğludur. Avusturya’ya karşı açmış olduğu savaşta önemli zaferler kazanmış , 25 yıldır alınamayan Girit Adası işini temizlemiş , Lehistan ve Ukrayna’da büyük başarı göstermiş olan Fazıl Ahmet Paşa gençken ölmüştür.

RÜŞVET

Dördüncü Mehmet zamanında devletin büsbütün düzeni bozulmuş , rüşvet alma ve memuriyet satma işi hiçbir devirde görülmeyecek kadar fazlalaşmıştı. Rüşvet almayan bir memur sınıfı kalmamış, hatta bilginler bile bundan kendilerini koruyamamışlardı.
Bir gün Rumeli ve Anadolu kazaskerlerinin de hazır bulunduğu bir toplantıda Mevkufatçı ( Bir bakıma bu günkü örtülü ödenek işlerine bakan memur ) Kara Abdullah işleri arz eyledi . Söyleyeceği şeyler bittikten sonra hiç lüzumu olmadığı halde ellerinin havaya kaldırarak sadrazama dua etti ve kazaskerleri methetti . Hiçbir sebep olmadığı halde bu şekilde hareket sadrazamın tuhafına gittiği için hayretle kendisine neden dua ettiğini ve kazaskerleri neden övdüğünü sordu. Aldığı cevap enteresandı . Kara Abdullah sadrazama : Sulatanım ! Çocuklarımdan birisi bir hastalığa tutuldu . Bin bir ilaç yaptım fayda vermedi . En son hastalığa : “ Ey sıtma , çocuğumu bırakıp gitmezsen Anadolu efendisi İmamzade’nin bütün günahları senin boynuna olsun !” dedim. Böyle der demez çocuğum hemen iyi oldu” dedi . Anadolu kazaskeri müstesna , divandakilerin hepsi bu sözlere güldüler . Fakat sadrazam “ Niçin Rumeli kazaskerlerinin günahlarını havale etmedin ? Deyince Kara Abdullah şu cevabı verdi: “Yok sultanım onu böyle küçük şeylere sarf etmem ,çocuğumun ( Veba hastalığına ) taununa saklarım.”

SONRA KİMİNLE SAVAŞACAĞIZ

Fazıl Ahmet Paşa Nemçe elçisi ve Vasvar Muahedesi’nin esaslarını daha önce konuşmuş ve aşağı yukarı bir anlaşmaya varmıştı . Yalnız bir noktada fikir birliği meydana gelmiyordu . O da barışın kaç yıl süreceği meselesi idi. Nemçe elçisi barışın kırk yıl devam etmesini istediği vakit Paşa buna razı olmamış ve : “ Kırk yıl sizinle barış halinde bulunursak sonra biz kiminle savaş yaparız ?” diyerek elçinin isteğini reddetmişti.

İranlılar gösterişi pek severdi 1567 yılında Edirne’ye gelen bir heyet 700 kişi ve 1700 deve hediye getirerek Osmanlıya gösteriş yapmak istemişti. Kafilenin başında Sultan Han denilen aydın bir komutan bulunuyordu.
Yine gösterişe pek meraklı olan Sarı Selim, Şemsi Paşa’yı elçiye teşrifatçı olarak atadı, o da Osmanlı imparatorluğunun büyüklüğünü göstermek için seçme insanlardan oluşan askerlere renk renk elbiseler giydirmiş ve altınlı gümüşlü parıldayan silahlar vermişti.
Elçi , bu haşmetli kıtayı görünce Şemsi paşaya döndü ve “ İşte gerçekten gelin alayı!..” dedi. Bu sözlerde bir takdir hissi olduğu gibi, Türk askerini kadına benzetmek gibi bir mana da vardı.
Fakat nükte yapmakta kendisinden asla aşağı olmayan Şemsi Paşa: “ Evet “ dedi “ Çaldıran’da gelinlerini aramaya giden asker işte bu askerdir.”
Kanuni zamanında halkın devlete güvenini anlatan bir hikaye;
Geceleyin evi soyulan bir kadın , Kanuni’ye baş vurarak durumdan kendisini haberdar etmiş ve şikayette bulunmuştu . Kendisini dikkatle dinleyen padişah: “Nasıl olur da o kadar derin uyudunuz ki hırsızların geldiğini duymadınız ?” dedi. Kadın padişaha düşünmeden şu cevabı verdi : “Biz sizi uyanık biliyorduk da onun için o kadar derin uyuduk.”
Mısır seferi sırasında devletin tüm paraları askerlere dağıtıldığından hazine boşlamıştı , bu sırada bir Yahudi tüccardan borç bile alınmıştı.
Fakat tüccar hükümetten daha parasını alamadan öldü . Zamanın defterdarı , bu ölümü devlet için pek karlı bir durum olarak değerlendirdi .
Ve padişaha tüccarın pek fazla serveti olduğunu, çocuklarının bu kadar fazla şeye muhtaç olmadığını belirtiyor ve bu servetin bir kısmına hükümetin el koymasına müsaade edilmesini padişahtan rica ediyordu.
Düpedüz haksızlık olan bu işe Yavuz selim razı olmamış ve defterdar tarafından sunulan kağıdın baş tarafına kendi eliyle :
“ Ölüye rahmet , malına bereket, çocuklarına afiyet ve bu kağıda yazan da lanet “ diye yazarak bu şekilde düşünenlere büyük bir ders vermişti.
Bir gün veziri azam Piri Paşa Yavuz’a yarı ciddi , yarı şaka olarak :
“Padişahım , bu sadık kulunu da erkeç öldüreceğini biliyorum . O gün gelmeden bu dünyadaki işlerimi düzenlemek ve öbür dünyaya hazırlanabilmek için bana bir kaç saat müsaade eder misin? “ demişti.
Bu söz karşısında gülmekten kendini alamayan Yavuz : “Doğru , çoktan beri seni öldürmeyi düşünüyorum , fakat veziriazamlığı senin gibi yapacak bir kimse bulamıyorum . Yoksa arzunu yerini getirmek benim için kolaydı.” Demişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir