Mehmet Eroğlu kitaplarından Yüz: 1981 kitap alıntıları sizlerle…
Yüz: 1981 Kitap Alıntıları
&“&”
Sizin anlayacağınız ruh, bedenimizi aşağılamak ya da yüceltmek için uydurduğumuz bir yalan
Varlığımızı ruh ve beden diye ikiye ayırmak,saçmalık bence.Çünkü ruh yok.Ruh,bedenimize karşı duyduğumuz hayranlığın belki de tiksintinin adı aslında
Tekrarlıyorum: Suçsuzum; tıpkı sizler gibi. Suçluysam bile, unutmayın, en çok sizinki kadardır bu… Hiçbir hayatın başrolünü oynamaya kalkışmadım; kendiminkinin bile…
Deniz, bir parça mavi deniz için herşeyi itiraf edebilirim
Hiçbir hayatın başrolünü oynamaya kalkışmadım ; kendimkini bile…
Sevgi soru değil, insan türünün bulduğu en muhteşem cevaptır.
Nazan’la sevişmek Tanrıya olan inancımı pekiştiriyordu o zamanlar
Vicdanımı bu yılın modasına göre kestirmeyeceğim."
Suçsuzum, tıpkı sizler gibi. Suçluysam bile, unutmayın, en çok sizinki kadar bu.
Aşk biraz da Tanrı gibi değil midir?
Büyük şeyler sevgisiz yapılamaz."
“Yaşam, gerçeklere arkasını döner, merhameti unutur, geleceğe gözünü kapar ve kendini aşmaya çalışmaz, sadece varlığını korumak haline dönüşürse, ölümcül bir zehirle çürür: Sıradanlıkla…”
“Tanrı insanla, annesinin babasının sayısız sevişmesi sırasında bir kez ilgilenerek ona can verir, yaşayacağı zaman aralığını seçer, sonra da onu tamamıyla unutur. Hayatı boyunca yansızdır. Görmeden, görse bile ayırt etmeden seyreder… Sizi tekrar hatırladığında ölme vaktiniz gelmiştir.”
“Aşkın temelinde bir başkasınınki değil, kendi varlığımız vardır. Çünkü severken farkında olmadan aslında kendimizi yüceltir, kendimize yöneliriz. Aşk, kişiliğin dış çemberinde doğar ve merkeze doğru ilerler, sonunda kişinin benliğine ok gibi saplanır. Yaranın derinliği, tutkunun şiddetiyle orantılıdır ve sanılanın aksine gerçek aşk, asla kişiden uzaklaşan ve seyrelen bir durum değildir.”
“Aşk iki yalnızlığın buluşmasından doğar, sonra yaşamaya duyduğumuz özleme dönüşür.”
“Oysa aşk ölümden güçlüdür. Aşk, ölümü yaratabilir, ama ölüm aşkı yaratamaz, ancak sona erdirir. Aşk sevdiğimizin yerine hiç kimseyi koyamayacağımızı fark ettiğimizde trajediye dönüşür.”
“Aşk, Tanrı gibidir, yoktur, görülmez ama inanırız.”
Varlığımızı ruh ve beden diye ikiye ayırmak, saçmalık bence. Çünkü ruh yok. Ruh, bedenimize karşı duyduğumuz hayranlığın, belki de tiksintinin adı aslında.
Kadınlar bizi emzirip sevdiler, ama aklımıza dokunmadılar; akıllarımızı biçimlendirmek sadece babalarımıza kaldı.
Ne yazık ki aşık olacağımız kişi, en çok hoşlandığımız, beğendiğimiz ya da bunu en çok hak eden değil, en çok özlediğimiz, yerine başka birini koyamadığımızmış.
O hem sabırsız, hem de kendinden
emindi, iki yana yalpalayan dengesiz bir sandaldaki yolcu gibi korkan, tedirgin olan bendim…
Sevgi soru değil, insan türünün bulduğu en muhteşem cevaptır.
Sevmek anlamaktır, güç vermek değil. Sevmek düzeltmektir, kabullenmek değil. .. Aşk iki yalnızlığın buluşmasından doğar, sonra yaşamaya duyduğumuz özleme dönüşür."
Sanki aşık olduğunun kanıtı, sadece ve sadece sevildiğine inanma isteğinin doyurulmasıyla bağıntılıydı.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Aslında aşk her zaman yeni bir yaşam biçimidir; biten ya da yeniden başlayacak hayatların düğümlendiği noktadır."
Ne yazık ki aşık olacağımız kişi, en çok hoşlandığımız, beğendiğimiz ya da bunu en çok hak eden değil, en çok özlediğimiz, yerine başka birini koyamadığımızmış.
… sadece sesim vardı yalnızlığıma eşlik eden.
İnsanı değiştiren acı değil, sevinçtir.
Sanki aşık olduğunun kanıtı, sadece ve sadece sevildiğine inanma isteğinin doyurulmasıyla bağıntılıydı.
Birine değil, aşık olma fikrine aşık bir kadından daha tehlikeli ne olabilir?
… günleri birbirinden adlarıyla ayırmaktan vazgeçeli epey oluyor.
Sık sık, yeniledikçe tadını hatırladığımız dostlukla gülümsüyorduk birbirimize. Ama aramızda yine de ihanetin ince tortusu vardı; kaybolmayan, yenilenen dostluğun da örtemediği.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Oysa aşk ölümden güçlüdür. Aşk ölümü yaratabilir ama ölüm aşkı yaratamaz, ancak sona erdirir. Aşk sevdiğimizin yerine hiç kimseyi koyamayacağımızı fark ettiğimizde trajediye dönüşür."
Kediler sevilmesi zor kadınlara benziyor.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
… beni dinleyen olmamasına karşın, suçsuz olduğumu haykırıyorum.
İnsanın en kolay ikna ettiği kişi kendisi değil midir?
Ne kadar incinmediğimi söylesem de benliğimin benim görmediğim bir yarayla berelendiğinin ve usul usul kanadığının farkındayım.
Kulağının arkası, boynu, ensesi kurutulmuş çiçek gibi kokuyordu.
Ben O’na, Giotto’nun resme üçüncü boyutu getiren bir devrimci olduğunu söylüyordum, o bana Cezanne ile Emile Zola’nın arasında eşcinsel bir ilişki olup olmadığını soruyordu.
Bununla ilgili bir yazı okumuş bir yerlerde. Midem bulandı…
Cezanne’nın dünyayı silindir, küre ve koni bağlamında ele aldığını söylemekle yetindim. Yüzünde budalaca bir gülümseme belirdi.
Insan Dostoyevski okumamış birinden ne bekler…
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Çok geçmeden, sokakları ıslak aynalara dönüştüren, gökyüzünden aşağıya sarkan ince iplere tutuna tutuna inen, geceye özgü, gizemli bir yağmur başladı.
Birine değil, aşık olma fikrine aşık bir kadından daha tehlikeli ne olabilir?
“Ôlüm adaletsizlik olarak algılanmamalıdır. Unutmayın, tüm insanlan sonunda eşitleyen sadece ölümdür.”
Öfkelendiğimi fark ettim.
Yardım edemediğimiz zaman kabahatin çoğunu incinene yıktığımız durumlara özgü bir öfkeydi bu.
Abartma, daha iyi kavranması için gerçeğin üstüne tutulan merceğe benzer.
Abartma büyütür, ama hiçbir şeyi yoktan var edip, yaratamaz.
Büyütülebilen, unutmayın, var olandır.
Yaşam en çok suya benzer.
Hangi yatakta akarsa onun şeklini alıyor.
Biçimi, kararlı bir tarzı, bilinen bir örgüsü, kokusu ve siz katmadıkça da bir rengi yok…
Ama insan suyun hayat verdiği gibi, sel olup her şeyi yıkabileceğini de unutmamalı.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
“Oysa aşk ölümden güçlüdür. Aşk ölümü yaratabilir , ama ölüm aşkı yaratamaz, ancak sona erdirir.
Aşk sevdiğimizin yerine hiç kimseyi koyamayacağımızı fark ettiğimizde trajediye dönüşür.“
Adım? Adımın ne önemi var? Çok istiyorsanız, beni kendi adınızla çağırın. Bu bütün sorunları çözer. Zaten birbirimizden ne farkımız var?
Kendimi hiç aldatılmış hissetmedim. Hem aşk da, yaratıcılık gibi masumiyetten çok günahkarlıkla beslenmez mi?
Tutku kişilikle ilgilenmez, çoğu kez kötülük kutbuna meyleder ve saf haliyle en çok aşkın ve edebiyatın malzemesidir.
Biliyor musun, seni ne zaman sevmeye başladım? Beni asla sevemeyeceğini anladığımda."
Acı, birbirimize hep acı veriyoruz. Sanki yüz yüze duran iki merceğiz biz. Birbirimizde sadece acıyı büyütüp, çoğaltıyoruz.
Başarabildiklerimiz hep acıyla sınırlı."
Mutluyum, yani mutlu olmak istiyorum. Aslında küçük bir çocukken mutsuzları öldürüp, dünyayı mutlularla doldurmayı düşündüğümü biliyor musunuz?"
Unutmayı hiç bu kadar çok sevmemiştim.
Acı, sıradan insanları -duvarlarını hiçbir zaman aşamayacakları- kine, beyniyle vicdanı birbirine bağlı olanları ise Tanrı’ya tutsak eder."
Sevmek anlamaktır, güç vermek değil. Sevmek düzeltmektir, kabullenmek değil. .. Aşk iki yalnızlığın buluşmasından doğar, sonra yaşamaya duyduğumuz özleme dönüşür."
Her insan, sanki yazgısına hükmedecekmiş gibi, kendi hayatının en önemli varlığı olmayı dener.
Deniz, bir parça mavi deniz için her şeyi itiraf edebilirim."
Doğrusunu söylemek gerekirse beni rahatsız eden sigarayı bırakmak değil, daha çok bir alışkanlığımdan kolayca vazgeçme fikriydi; bir tür ihanet!
Sadakat mi? Bu, seçenekleri sınırlı olanlarda rastlanan bir erdemdir … "
O hem sabırsız, hem de kendinden
emindi, iki yana yalpalayan dengesiz bir sandaldaki yolcu gibi korkan, tedirgin olan bendim..
Vicdanımı bu yılın modasına göre kestirmeyeceğim."
Ölümün olağanüstülüğü tekrarlanamayışındandır; bütün büyük aşklar gayrimeşrudur, en uzun en yolculuklar insanın kendi içine doğru çıktıklarıdır. Hayat ölüme giden yolda gördüğümüz rüyadır
Masumiyet ancak seyredildiğinde katlanılabilecek bir erdemdi, sahip olunduğunda değil
Tutku söz konusu olduğunda her şeyin karıştığını tersyüz olduğunu gerçekte elde ettiğinizi düşündüğünüz şeyin aslında sizi elde ettiğini anlamam epeyce zamanımı aldı
Sadakat mi? Bu, seçenekleri sınırlı olanlarda rastlanan bir erdemdir
Aşk iki yalnızlığın buluşmasından doğar sonra yaşamaya duyduğumuz özleme dönüşür
Yaşam en çok suya benziyor. Hangi yatakta akarsa onun şeklini alıyor. Biçimi, kararlı bir tarzı, bilinen bir örgüsü, kokusu ve siz katmadıkça da bir rengi yok… Ama insan suyun hayat verdiği gibi, sel olup her şeyi yıkabileceğini de unutmamalı