İçeriğe geç

Yüreğini Kolla Ölmeden Çürüyorsun Kitap Alıntıları – Kıvanç Kardeşler

Kıvanç Kardeşler kitaplarından Yüreğini Kolla Ölmeden Çürüyorsun kitap alıntıları sizlerle…

Yüreğini Kolla Ölmeden Çürüyorsun Kitap Alıntıları

Ucuz insanlara pahalı gelmen senin değil onların suçu. Unutma ki, İnsan anlayana çok, anlamayana eksik görünür. Hepsi bu!
“Kötülük dünyada değil, insanın yüreğindedir..”
Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim.
Mutsuz bir şekilde
Artık ölebilir miyim?
Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak.
Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim.
Mutsuz bir şekilde
Artık ölebilir miyim?
İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır
Hakiki arzular meşru evlatlarla ödüllendirilmez
Bir hüküm gibi, çocukları, arzulanmayan karılar ya da aile ilişkisine duyulan itiraf edilmemiş bı arzunun yerine getirilmesi için vekaleten kullanilan kadınlar doğurur.
İlham sahibidir; karşı konulamaz, göz alıcı zarafeti, ancak bunu hissetme onurundan mahrum olanlar tarafından inkar edilebilir
Davranışları yalın ama hayalleri iflah olmayan, modası geçmiş sakalları olan, sözcük seçimlerinde tedbirli, görgülü, düşünceleri harikulade olmaktan daha hafif bir deyimle nitelendirilemeyecek bir adam
Bunlar, kendi parlaklığıyla örtülü sıradışı bir insanın görebileceğimiz yanlarıdır
Müsterih olmam için gerçekleri benden saklıyorsun ama sonunda tüm bana hiçbir zaman anlatılmamış gerçeklerin hepsiyle birden karşı karşıya kaldığımda şoke olup öleceğim
Gerçek nedenlerin nedenlerinin nedenlerini bulana kadar bardaktan boşanırcasına sorduğu seri ve birbirini izleyen sorularla insanları bombardımana tutma huyu vardır.
En büyük yardımcısı, bunaltıcı yargılar ve zaman zaman da kötüye kullandığı hafızasıdır
Şu kesindir ki, nerede, nasıl ve kiminle olursa olsun Fidel Castro orada kazanmak için bulunur.
Yaşamdaki en büyük motivasyon kaynağı, riskin yarattığı heyecandır.
Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim.
“Kötülük dünyada değil, insanın yüreğindedir.
Ne sel baskınları, ne salgınlar, ne açlık ne de felaketler ve hatta ne de yüzyıl üstüne yüzyıl süren bitmek bilmez savaşlar, hayatın ölüme karşı sahip olduğu üstünlüğü dize getirememiştir.
[ ] kusmak açlığı kamçılar.
Hayat ona son sürat öğretmeye devam ediyordu, yalnızca güçlülerin ayakta kaldığını.
Çarklar dönüyordu, döndükçe de beni öğütüyordu. Öğütüle öğütüle bugünlere geldim. Ve hep birilerinin çarklarında un ufak ettikleri, hayallerinin denizlerinde boğulan kızlara Analık yapmam için, her öğütülmüşten kalanı da sen öğüt, diye bırakıp bırakıp gittiler. Öğütüle öğütüle öğütmeyi öğrettiler.
[ ] şarkı söylemeyenlerin şarkı söyleme mutluluğunun ne olduğunu hayal bile edemeyeceklerini bir kez daha anlıyorduk.
Boş eylemlerin sonu gelmez tekrarı, toplumsal ve ekonomik canlılığı olmayan bir kapitalist toplum için idol üreten bir cevherdir.
[ ] bir rüya, kalıcı bir kâbus halini aldığında artık uyanma vakti gelmiş demektir.
[ ] gündelik hayat yalnızca, toz ve böceklerle birlikte kaybedilen bir mücadele olamaz
Başka bir dünya mümkün.
Ne yazık ki genç yazarların çoğunun endişesi yazmaktan çok ünlü olmak.
[ ] daha sonra fark ettim ki hayatın kendisi en yüce ilham kaynağı
[ ] dünyada sevmediğin bir şeyi yapmaktan daha kötü bir iş olamaz.
[ ] ekonominiz ve ruh haliniz kötüleştikçe yazılarınız güzelleşir
En nihayetinde edebiyat marangozluk gibi bir şey Bir şey yazmak en az bir masa yapmak kadar zahmetli bir uğraş.
[ ] eğer fillerin gökte uçtuğunu söylerseniz, insanlar size inanmayacaklar. Fakat 475 filin gökte uçtuğunu söylerseniz, insanlar size muhtemelen inanırlar.
Yapmam gereken şeyin kendime inanmak olduğunu farkettim.
Genç bir yazara tavsiye verecek olsaydım kendi başından geçen bir olay hakkında yazmasını öneririm. Yaşanılan bir şeyi yazmak ile okunup görülen bir şeyi yazmanın ayrımı her zaman kolaydır.
Bazen
Ruhumun yaslandığını hissediyorum
Senin yokluğuna..
Eğer Kafka`yı tanısaydım, yazmağa çok daha önce başlardım.
İyi bir yazar, yayımladıklarından çok yırtıp attıklarıyla değerlendirilir.
Bir çok eleştirmen benim kültürsüz bir insan olduğumu düşünüyor. Yeteri kadar alıntı yapmıyorum.
Beni Yüzyıllık Yalnızlık’tan sonra tehdit eden yalnızlık türü, yazar yalnızlığı değil şöhretin getirdiği yalnızlıktı ki bu gücün getirdiği yalnızlığa daha çok benzer. Arkadaşlarım beni o tür bir yalnızlıktan korudu daima yanımda olan dostlarım.
Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak.
Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim.
Mutsuz bir şekilde…
Artık ölebilir miyim?
Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır. Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim.
Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım. Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim. Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı…
Edebiyatta karakterlerin yaşadıklarını hissediyorsunuz. Film bunu yapamaz.
Yüreğini kolla, ölmeden çürüyorsun.
Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken, uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.
İnsanlığın sona ermesini kabullenmeyi reddediyorum.
Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni
ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama
en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve
düşünürdüm.
Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim.
Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye
boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm.
İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır.
Baskaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken
uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı
dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.
Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir,
sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım.
Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve
güneşin göstermesini beklerdim.
Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti
şiirleri okur ve serenatlar söylerdim.
Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını
hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim.
Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı Gün geçmesin ki,
karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve
erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna
ederdim. Ve aşk içinde yaşardım.
Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne
kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanr.
Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak
sağlardım.
Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini
öğretirdim.
Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm
insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların
zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim.
Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu
kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim.
Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim
pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir
şekilde
Artık ölebilir miyim?
Her erkek onlarla mutlu olur, çünkü acı çekmek için yetiştirilmişlerdir.

Kırmızı Pazartesi

Pablo Neruda’nın şiirinde şöyle bir cümle var:Şarkı söylerken icat çıkartma bana Tanrım.
“Kötülük dünyada değil, insanın yüreğindedir. Yüreğini kolla, ölmeden çürüyorsun.”
Tarihi saat, stratejik dakika, taktik saniye.
Ne zaman hata yaptıysam, yeterince radikal olmadığım zaman yaptım.
Yağmur yağıyor. Akşamüstü.
Buluttan bıçak. Yağmur yağıyor
Akşamüstü sırılsıklam hüznünle. Bazen rüzgar eser. Şarkısıyla Bazen ruhumun yaslandığını hissediyorum. Senin yokluğuna
Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım.
Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil, unutma ile geldiğini öğretirdim.
Insan aşktan vazgeçerse yaşlanır
Ben bir yazarın, insanlığa yapabileceği en önemli şeyin onları bilinçlendirmek olduğuna inanıyorum. Bu toplum için sanat yapılmalıdır demek değildir. Ancak elinde binlerce insana ulaşma imkanı olan birisinin bu gücünün farkında olup, olağanüstü şeylerin olduğu bir öyküye bile küçük şeyler yerleştirmelidir. Insanlar dinlemek zorunda olmadıkları, körü körüne inanmak zorunda olmadıkları şeyleri daha açık fikirli dinlerler ve inanmaya daha meyilli olurlar. Tıpkı bir çocuğun ona emirler veren annesini dinlemek yerine eli dinlemesi gibi.
Insanlar dünyanın her yerinde her türlü istismara uğruyorken, yazarların bunlardan yazılarında küçücük de olsa bahsetmemeleri çok üzücü olurdu.
Edebiyatta karakterlerin yaşadıklarını hissediyorsunuz. Film bunu yapamaz.
Tek olağanüstü yanı galiba sabrıydı.
Zaman içinde oluşacak bir perspektifi, ancak yılların akışı verebilirdi bana.
Iyi bir yazar, yayımladıklarından çok, yırtıp attıklarıyla değerlendirilir.
Ölümün, bir daha asla dostlarla birlikte olamamak demek olduğunu ancak o zaman anlayabildim.
Zamanla onu yüceltir, gerçek dışı duygular yorar ve aradan iki hafta geçtikten sonra da ondan başka bir şey düşünemez olur.
Aslında aşk ruhsal olduğu kadar fiziksel bir hastalıktır da aynı zamanda.
Burada gebe bir ölüm vardır; doğum yapan bir ölüm.
Toplumun iç dinamiti niteliğini taşıyan namus kavramının nüfuz üzerine olduğu gibi her şeyin üzerine tutularak namus cinayetlerini meşrulaştıran bir toplum ve bu düşünceyle sekillenen bir sosyo-kültürel yapı karşımıza çıkmaktadır.
Kızlarsa evlenmek üzere yetiştirilmişlerdi. Gergef işlemeyi, makineyle dikiş dikmeyi, kukalı dantel örmeyi, çamaşır yıkayıp ütü ütülemeyi, yapma çiçekler, kendi uydurdukları tatlıları yapmayı, aşk pusulaları yazmayı bilirlerdi.
Aşk da öğrenilir kızım! sözleri toplumda kızların istedikleri kişiyle evlenme hakkına sahip olmadıklarını ve baskı altında evlendiklerini göstermektedir.
Sevgisini yitirmeye doğru giden yolda sevgi duyabileceği her şeye var gücüyle asılmaya, tutunmaya çalışır kadın, insan yönünü her zaman yaşatmak ister o. Ama sevmeye hakkı olmadığı söylenmiştir kendisine. Aşkı düşünmeyeli çok uzun zaman olmuş. Benden kaçıyor sanki; ben artık hesapta yokmuşum, o da zaten benimle rahat edemiyormuş gibi. Oysa aşkı düşünmezsem bir hiç olurum. Radyoda eski bir şarkı çalıyordu: Aşklarım daha doğmadan ölüyor.
Güçlü olması, ayakta kalması, hayatına devam edebilmek için bir şekilde harekete geçmesi gerekiyor kadının, belli noktalarda artık sırtını kimseye dayayamaması, güvenecek kimsesinin olmaması, dostluk duygusunu bile zamanla kaybetmesi anlamına geliyor bu. Hayat ona son sürat öğretmeye devam ediyordu, yalnızca güçlülerin ayakta kaldığını. Güçlü olmak için en iyisi olmak gerekir; başka çare yoktur. Rolleri sırayla oynayacağız. Biri olmadan öteki de yoktur ve kimse kendisi aşağılanmadan aşağılamayı öğrenemez. Bu âlemde belli bir dayanışma varsa da, dostluk yoktu.
Çarklar dönüyordu, döndükçe de beni öğütüyordu. Öğütüle öğütüle bugünlere geldim.
Sonra büyük tutkuların ölüme rağmen sürebildiğini öğrendiler.
Anıların dönüşü bulunmadığını, geçip giden hiçbir baharın yeniden ele geçirilemeyeceğini, aşkların en çılgınca ve en vazgeçilmez olanının ömrün sonundaki bir anlık gerçek olduğunu akıllarından çıkarmamalarını öğütlemeye başladı.
Çünkü erkeklerin en büyük özelliği, doyduktan sonra açlığı inkar etmeleriydi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir